@sadece_fatma
|
"Amacı öldürmek değildi, bunun bir tehdit olduğu çok açık." Kulağıma ulaşan sesler oldukça tanıdık geliyordu. "Bunu zaten biliyoruz." Dedi, bir diğer ses. "Öyle mi hanımefendi? Madem öyle sabahtan beri burada oturmuş bana laf yetiştireceğinize arkadaşınızın yanından ayrılmasaymışsınız, belki başka tespitlerimizde olurdu!" "Ne demek istiyorsun sen?" "Ne anlıyorsan onu demek istiyorum." "Bana baksana sen, senin benimle derdin ne?" "Asıl senin benimle derdin ne? Tek yaptığın şey çemkirmek, bağırmak, kavga etmek senin bildiğin başka bir şey yok mu?" "Küstah," kulağıma ulaşan bağırış sesleriyle beraber yüzümü buruşturmak istesem de yapamadım. Bu uğraş canımı yakarken kendimi gözlerimi açmak için zorladım. Karanlık ve seslerden başka hiçbir şey görüp işitemiyordum. "Yeter, bunun ne yeri ne de zamanı!" Bağırışları bölen şey içlerinden sesini seçebildiğim Aybars'ın yüksek sesi oldu. Oldukça sinirli ve gergin çıkan bu ses, ayık olsam beni bile korkutabilirdi. Sesini ilk defa bu kadar yüksek ve sinirli işitiyordum. Bu, bir daha duymak istemeyeceğim türden bir ses tonuydu. Ardından duyduğum kapı çarma sesi ile odadan birinin çıktığını anladım. Çıkanın kim olduğunu merak ederken Aybars'ın sert sesi bir kez daha kulaklarıma ulaştı. "Fazla ileri gittin Tuğrul!" Sanırım Tuğrul'la Slovi bir kez daha tartışmışlardı. İlk günden beri anlaşamadıklarının ve birbirlerinden hoşlanmadıklarının farkındaydım. Kavgaları genellikle ufak tefek şeylerden olduğu için onlarda dahil bizde ciddiye almıyorduk bu durumu. Sanırım şimdi durumlar öyle değildi. Gözlerimi bir kez daha açmaya zorladığımda biraz da olsa aralamayı başardım. Gözüme çarpan ilk şey Aybars'ın elimi tutan eliydi. Onun hemen yanı başımda oturduğunu fark ettim. Oysa sesleri kulağıma çok uzaktaymışım gibi geliyordu. Bütün bedenim uyuşmuş gibiydi. Ufak bir hareketle eline sarılı olan parmaklarımı oynattığımda bakışları hemen beni buldu. Gözleri kısık gözlerimi bulduğunda bu ânı asırlardır bekliyormuş gibi bir hali vardı. Elleri yüzümü bulduğunda anlımın üzerindeki varlığından yeni haberdar olduğum havluyu çekti. "İyi misin?" Dedi, içi gider gibi. Gözleri çok yorgun bakıyordu öyle ki, onu incelediğimde dağılmış bir Aybars'la karşılaşmayı beklemiyordum. Onu rahatlatmak için iyi olduğumu söyleme ihtiyacıyla elimi kaldırıp yüzüne dokunacağım anda, bunu yapacak gücümün olmadığını fark ettim. Elimi havada yakaladı. "Yorma kendini." Bakışlarındaki naiflik bedenimdeki yaradan daha çok içimi sızlatırken zar zor çıkardığım sesimle konuştum. " İyiyim, dedim, içinin rahatlamasını umarak. "Bizi çok korkuttun Meva." Aramıza giren Tuğrul'un sesiyle bakışlarımı yanıma çökmüş Aybars'tan alıp ona çevirdim. Karşımızda dikiliyordu. Zorlandığımı anlamış olmalı ki benden bir cevap beklemeden konuşmaya devam etti. "Ben sizi yalnız bırakayım." Elini ensesine götürerek, " sanırım gönlünü almam gereken birisi var." Dedi, büyük bir mahcubiyetle. Sanırım durum oldukça ciddiydi. Konuşmasının ardından kapıyı kapatıp odadan çıktı. Bakışlarımı odada dolaştırdığımda buranın Aybars'ın odası olduğunu fark ettim. Bakışlarım tekrar onu buldu. Hala üzerimde olan gözleri binbir duygu yüklüydü. "İyiyim, " dedim, bir kez daha. Yüzündeki o ifade silinsin istiyordum. Sesim bi öncekinden daha iyi çıktığında bu beni sevindirdi. Yanımda duran Aybars dudaklarını anlıma bastırdığında, "çok korktum."Dedi, fısıltı gibi çıkan sesiyle. Dudakları anlımdan ayrılıp yüzümün her tarafına ufak öpücükler bırakmaya başladığında sözlerine devam etti. "Çok korktum Meva." İsmimi bu kadar içli söylemesi kalbime dokunurken muhtaçmış gibi daha da sokuldu bana. Ona sarılmak istedim, yapamadım. Bir şey yapamamak canımı acıttı. "Ölüyordun, ölecektin Meva." Zorlanan sesiyle konuştuğunda yanağımın üstünde bir ıslaklık hissettim. Aybars, ağlıyordu. Kızarmış gözlerini gözlerime sabitledi. "Sana yemin ederim sebep olan herkesi öldüreceğim! Kim olursa olsun, seni benden almaya cüret eden herkesi öldüreceğim." Yaşlı gözlerine inat sert çıkan sesi beni ürkütmüştü. Bunu yapacağına inandım. Bunu yapacağını biliyordum. Sözleri kelime kelime kalbime bir yemin gibi işlemişti öyle ki, o yemin etmese bile ben ona inanırdım. Elimi elinden kurtarıp yanağının üzerindeki yaşları sildim. "Doğrulmama yardım eder misin?" Onun sesinin aksine sakin çıkan sesimle beraber bir süre bana terddütle baktı. "İyiyim, dedim, emin olmasını ister gibi. Sözümün üstüne doğrulmam için bana yardım ettiğinde bu, canımı acıtsa da sesimi çıkarmadım. Belimde hissettiğim ince sızı kısa bir an gözlerimi yummama sebep olsa da o, bunu görmedi. Sonunda yattığım yerden doğrulduğumda dayanmam için yastığımı düzeltti. "Rahat mısın?" Onu onaylayarak kafamı salladım. Hala endişeli görünen tavrı beni kontrol etmek istercesine üzerimde dolaştı. Bi an onu her gördüğümde farklı bir versiyonuyla karşılaştığımı fark ettim. Onu yeni yeni tanıyor olsam da bana hiç yabancı değildi. Biz sanki asırlardır birbirimizi tanıyor ve yokluğunu çekiyor gibiydik. Bu endişeli tavrını dağıtmak için konuştum. "Aybars buradayım ve iyiyim. Endişelenme artık." "Buradasın," diye mırıldandığında, bunu daha çok kendine hatırlatmak ister gibiydi. Zihnimin içerisinde dolanan bütün soruları ve sesleri susturdum. Sormak istediğim birsürü soru vardı ama bunlar daha sonra da sorulabilirdi. O bu haldeyken olmazdı. Onu daha fazla böyle görmek istemediğim için bu halimle ne kadar becerebildiysem alaylı bir şekilde konuştum. "İnanmıyorsan iyi olup olmadığımı başka yollarla da test edebilirsin." Göz kırptığımda yüzündeki o acılı ifade dağıldı. Gülümser gibi olduğunda tek kaşını kaldırıp uyarı dolu sesiyle, "Meva!" Dedi. Bu beni gülümsetirken onun gözleri bi süre gülüşümde takılı kaldı. Ondan biraz uzaklaşarak tiripli gibi çıkan sesimle konuştum. "İyi, sen bilirsin, sonra bulamazsın ama." Bende onun gibi tek kaşımı kaldırmaya çalıştığımda bu halime güldü, becerememiştim. Üzüntüyle dudaklarımı büzdüm. O, kafasını iki yana sallayıp gülmeye devam ederken ben gülüşünün ne kadar güzel olduğunu düşünüyordum. Umarım dışarıda da böyle gülmüyordur!
'Bide insan içinde düşün sen onu!' İç sesimle beraber kaşlarım çatılırken dudaklarımın üzerindeki parmaklarla tekrar odağım Aybars oldu. "Büzme dudaklarını," dedi, iç geçirerek. Yüzündeki tebessümle bana bakmaya devam ediyordu. Dudaklarımı serbest bıraktım. Bu hareketimle beraber parmaklarını dudaklarımdan çekti. Ona sarılmak istiyordum. İçimdeki bu his bastırılamicak bir noktaya geldiğinde ona sarılmak için hamle yapmıştım ki beni durdurdu. Ne yapmak istediğimi biliyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Bu canını yakabilir, yaralısın." Bu umrumda değildi. Tek istediğim ona sarılmaktı. Konuşacağım sırada buna izin vermeyerek konuşmasına devam etti. "Henüz değil Meva." Bununla beraber kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatılırken ondan uzaklaştım. İyi, kendi bilirdi. Bir daha ona sarılmayacaktım. 'Biraz abartıyor musun acaba?' Hiçte bile! Oldukça haklıyım. 'Acaba?' Tamam, belki o kadar da haklı olmayabilirim. Ama sarılmicaktım işte banane. Üzerimdeki beyaz, uzun kollu, önlüğe benzer elbise sıcaklamama sebep olurken o, bundan rahatsız olduğumu fark etti. Genellikle hastalara giydirdiklerini bildiğim elbisenin yakalarını çekiştirdim. Elbise, yaraya temas etmesinde bir sakınca görülmeyen bir kumaştan yapılmıştı. Çoğunlukla yaralar da bu kumaşla sarılırdı. Enazında bizim orada böyleydi. Burada da işlerin çok da farklı olmadığını düşünüyordum. "Varna yaranı diktikten sonra annem, Slovi ve Tuğrul seni görmek istediler." Dediğinde cümlesini tamamlamasını bekleyerek sessiz kaldım. " Özellikle Slovi çok endişelendi." Söylemek istediği asıl şeyin bu olmadığını biliyordum. Sessizliğimi korumaya devam ettim. "Sanırım üzüntüsünü pek yansıtan biri değil, üzüntüsünün öfkeye dönüştüğünü düşünüyorum ki her fırsatta Tuğrul'la birbirlerine öfke kusmaktan geri kalmadılar." Başımı salladım. Bu doğruydu, bu yönden Slovi'yle benziyorduk. Elini ensesine götürdüğünde konunun deminden beri söylemek istediği ama söyleyemediği asıl şeye geldiğini anlamış oldum. "Daha uygun olur diye sana bu elbiseyi giydirdim, ama rahatsız oluyorsan çıkarabilirim." Durdu, düzeltmek ister gibi, "yani çıkarmana yardım edebilirim." Ne yani beni o mu giydirmişti? Hayır, hayır bunu hayal etmek istemiyordum. "Eğer istiyorsan bunun için başka birini de çağırabilirim." Düşüncelerimi bölen sarf ettiği sözler oldu. "Buna gerek yok," dedim, bütün utangaçlığımı bir kenara bırakarak. Yanlış bir şey düşünmesini istemiyordum. Gereksiz yere de utangaçlık yapmak bu saatten sonra da çok yersiz bir hareket olurdu. Ama yine de o ana gözlerimle şahit olmadığım için tanrıya şükrettim bu, kalbimin durmasına sebep olabilecek bir görüntü olabilirdi. "Slovi'nin hiçbir suçu yok," dedim konuyu değiştirerek. Onu görmek ve konuşmak istiyordum, eminim o da bütün bu olanlar için kendini suçluyordur. "Ne zamandır uyuyorum?" Diye sordum, aklıma yeni gelmiş gibi. "27 saat," diye mırıldandı. Bu bana saatlerin onun için asır gibi geçtiğini hissettirdi. Hala ona mesafeli duruşuma ayak uyduruyor ve benimle gözleri dışında hiçbir temas kurmuyordu. Bunu düşünmemeye çalıştım. "Varna, şifacınız mı?" Beni onaylayarak başını salladı. Gözleri usul usul üzerimde dolaşıyordu. Buna da takılmamaya çalışarak zihnimde dönüp duran soruları teker teker sormaya başladım. "Peki ya yaşlı kadın," Sessiz kalarak kafasını eğdi. Düşündüğüm şeyin olmamasını diledim. "Aybars kim yaptı bunu?" Gözlerini tekrar gözlerimle buluşturduğunda sarılarının içinde yanan öfkeyi gördüm. "Aybars," dedim cevap vermesini isteyerek. "Slovi sana bakmak için yanına geleceği sırada kadını yerde kanlar içinde ölü bir şekilde yatarken bulmuş. Kadının seni yaralayan kişiyi gördüğü için öldürüldüğünü düşünüyoruz." Derin bir nefes aldı. "Yaşlı kadın, yani Cihangir'in annesi..." sustu, devamını getirmekte zorlanıyor gibi. "Cihangir, yakın olduğum askerlerden biridir, beraber büyüdük de denebilir. "Tuğrul gibi mi?" Dedim, araya girerek. "Hayır, Tuğrul ayrı, o benim kardeşim gibi. Onunla meselemiz çok daha farklı. Cihangir'le eğitim yerinde tanışmıştık." Anladığımı belirterek kafamı salladım. Tuğrul'la aralarındaki ilişkinin dışarıdan görülemicek kadar derin olduğunu anlamıştım. "Onun için üzüldüm." Dedi, Cihangir'le ilgili olan sözlerini tamamlayarak. Açıkçası bende üzülmüştüm, sadece o gün görsemde çok nazik ve tatlı bir kadındı. "Yere atılmış bir zarf dikkatimizi çekti, senin tam baş ucuna konulmuştu." Dediğinde sözleri, kaşlarımı kaldırarak ona bakmama sebep oldu. Bu durum ilgimi çekerken o sözlerine ara vermeden devam etti. "Zarfı açtığımda bunun bir mektup olduğunu anladım, bir tehdit mektubu." O anları hatırlamış gibi yüzü gerildi. İster istemez bu benim de gerilememe sebep olduğunda, "mektup?" Dedim, sorarcasına. Sözlerimin hemen ardından ayağa kalktığında onu izledim. Dolabına yönelip açtığında içinden bir zarf çıkarıp dolabı tekrar kapattı. Gelip tekrar yanıma oturduğunda elindeki zarfı bana uzattı. Elinde duran zarfı ondan aldım. Daha önceden açıldığı belli olan yırtık taraftan zarfın içindeki kağıdı çıkararak açtım. Gözlerim ahşap rengindeki kağıdın üzerinde dolanırken, kanımı donduran o cümleleri okudum. 🖇 Ellerindeki ve boynundaki zincirlerden kurtulabilmiş fakat zihninin esiri olmaktan kaçamamış bir beden. Kaderlere kazınmış esaret, sen nereye gidersen git peşini bırakmaz. Ve ne kadar yokuş çıktığından bağımsız, sen ne kadar uzaklaşsan da geçmiş seni tökezletir. Gerçeklerinden kurtulmuş olman, zihnine dolanan esaret zincirlerinden kurtulabildiğin anlamına gelmez. Yürüdüğün yollara dikkat et Meva. Zira yürüdüğün yollar seni her zaman ileriye götürmez. Çok yakın zamanda görüşmek dileğiyle...🖇 Satırlarda gezinen gözlerim sona geldiğinde, zihnim bu cümlelerin tek bir kişiye ait olabileceğini haykırıyordu. "Rika," dedim, zar zor çıkan sesimle. Gözlerimi elimdeki kağıttan kaldırıp Aybars'a çevirdiğimde öfkeli yüzüyle karşılaştım. O da aynısını düşünüyor olmalıydı ki söylediğim isme şaşırmadı. Hoş kendisi de gizlenmemiş, her kelimesinde o olduğunu haykırmıştı. "Ne düşünüyorsun?" Dedim, düşüncelerini merak ettiğimi belirterek. "Bunu halledeceğim." Dedi, düşüncelerini paylaşmaktan kaçınırcasına. Zihninde nelerin dönüp durduğunu merak ediyordum. Bunu bilmeye hakkım vardı. "Aybars sana bir soru sordum!" Dedim, gayet net bir sesle. "Meva, lütfen..." duraksadı. Bu kaşlarımı çatmama sebep olduğunda öfkelenmemeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğum konusunda tereddütteydim. "Sana daha fazla zarar gelmesini istemiyorum, şu haline bak." Sözlerini tamamladığında kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatıldı. Öyle ki, üzerimde dolanan naif bakışlar bile beni yumuşatamadı. "Bunu yapamazsın! Beni geri planda tutamazsın anladın mı? Beni saf dışı bırakamazsın! Beni buraya getirip bir kutu bebeği gibi saklayamazsın! Ne zannediyorsun, bu benim ilk yara alışım mı? İlk defa mı yaralanıyorum ben Aybars!" Sert çıkan sesim canımın acımasına sebep olurken konuşmaya devam ettim. "Hatırlatırım ben bir savaşçıyım, bir prenses değil!" "Canını acıtıyorsun!" Dedi, beni uyarırcasına. Sanki o an takılması gereken tek şey buymuş gibi. Bu halihazırda bozuk olan sinirimi daha da bozarken keyifsiz bir gülüş kondu yüzüme. "Bunu kabul etmem!" Dedim, konuşmama devam ederek. Bunu kabul etmezdim. Karşımda kim olursa olsun, ben saklanmazdım. "Ve gerekirse herkesi karşıma alarak tek başıma devam ederim." Söylediğim sözler onun kaşlarının çatılmasına sebep olduğunda yüzüme garip bir duyguyla baktı. Konuşmasına izin vermeden aramıza biraz daha mesafe koyarak oturduğum yerden biraz yana kaydım. "Slovi'yi çağırır mısın lütfen? Onu görmek istiyorum." Ağzımdan çıkan soğuk sözler benden uzaklaşmasına sebep olduğunda gideceğini anladım. Sesimi çıkarmadan ona bakmaya devam ettim. Herkesin yanında bir perde gibi örtülü olan duygularım onun yanında bütün şeffaflığıyla ortaya çıkıyordu. Gitmek için kalktığında bir kaç adım attıktan sonra duraksadı. Sanki aklına bir şey gelmiş gibi bakındı etrafına. Tam karşımızda bulunan masa'nın üzerindeki şişeyi alarak çelik bir bardağa içindeki sıvıyı boşalttı. Ben her bir hareketini gözümü kırpmadan izlerken o, bana doğru dönüp yanıma adımladı. Elindeki çelik bardağı bana uzattığında, "Bunu içmen gerekiyormuş," dedi öylesine bir şey söyler gibi. Soğuk sesinin aksine sıcacık bakışları altında bardağı elinden aldım. İçinde ilaç olduğunu düşündüğüm sıvıyı avuçlarım arasında tutarken o da bir yanıt beklemeden odadan çıkmıştı. Ben, bozuk olan moralimle odada put gibi oturmaya devam ederken az sonra içeriye Slovi girdi. Onu gördüğümde gülümsemeye çalışsam da ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı. Yanıma doğru gelip karşıma oturduğunda herkesin yaptığı gibi beni baştan aşağıya süzdü. Biraz fazla abartıyor olabilirler miydi acaba? İyiydim işte. "Sarılmamda bir sakınca var mı?" Diye, sorunca kafamı iki yana sallayıp ona kollarımı açtım. "Hayır tabiki, Aybars biraz fazla abartıyor sadece bu durumu. Sarılmanızda bir sakınca yok." Ben daha sözlerimi bitirmeden o, kollarını boynuma dolamıştı bile. Bunu gerçekten özlemiştim. Nazik olmaya dikkat ederek kollarını bedenimden ayırdı. "O deli bütün sarayı ayağa kaldırdı." Dedi, sanki o anlar teker teker gözünün önünden geçiyor gibi yüzü dehşete kapılmıştı. Yüzü, komik bir ifadeye bürünmüştü. Bu beni güldürürken o da bana katılarak gülmeye başlamıştı. "Ne? O an gerçekten hiç komik değildi bu durum." Dedi, azarlar gibi. "Hepiniz delirdiniz yani sonunda." "Sıra sana da gelir kuzum, merak etme." Dediğinde, yüzündeki gülüş bir kaç saniye içinde soldu. Ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Hatta bundan nerdeyse emindim. "Slovi,"dedim, elini tutarak. "Bu senin suçun değildi, bu kimsenin suçu değil." Mavileri üzgün bir ifadeyle bana bakmaya devam ettiğinde konuşmaya devam ettim. "Hadi ama, bari sen yapma. İlk defa mı yaralandığıma şahit oluyorsun Slovi? Daha kötülerini yaşadık, biliyorsun." Sözlerimi bitirdiğimde benim aksime onun bu duruma alışamadığını biliyordum. Konuyu değiştirerek, "Tuğrul, üzgün gözüküyordu, ve oldukça pişman." Dedim. Bunu umursamıyormuş gibi duran tavrı gözlerinden geçen ifadeyle oldukça zıt düşüyordu. Elini boşver dercesine salladığında bununla ilgili tek bir kelime bile sarf etmedi. Bende konuyu daha fazla kurcalamadım. Dalgın tavrından sıyrılarak kurnazca gülümsediğinde aklından bir şeylerin geçtiğini biliyordum. Kendini yatağa bıraktığında bir kolunu kafasına yaslayarak karşımda uzandı. "Gel ben sana prensinin senin için neler yaptığını anlatayım bari." Dediğinde, bu durumdan oldukça keyif alıyor gibi bir hali vardı. "Slovi! Nerden benim prensim oluyormuş o?" Güldü, gerçekten eğleniyordu. Onun aksine ben hiç eğlenmiyordum bu durumdan. Zaten prensimize(!) oldukça öfkeliydim. "Meva, Meva, Meva! Başından bir saniye bile ayrılmadı, uyku uyumayı bırak gözünü kırpmadığına bile eminim. Şifacı sırf yaranın mikrop kapma ihtimalinin olduğunu söylediği için yanına kimseyi yaklaştırmadı. Ama görmen gerekiyordu kadını delirtti." Büyük bir kahkaha attığında, bir yandan gülerken bir yandan da konuşmaya devam etti. "Daha birkaç saat öncesine kadar bizim bu odaya girmemiz bile yasaktı, biliyor musun? Ha bide bu süre boyunca çıplak olduğunu ve yarana sadece onun pansuman yaptığını, ve tabi seni onun giydirdiği kısımlarını da atlamayalım. Bütün bunları biliyorsun değil mi?" "Slovi!" Dedim, uyarırcasına. Bu durum yüzümün kızarmasına neden olurken o gayet keyifli bir şekilde gülmeye devam ediyordu. "Abartıyorsun," dedim inanamayarak. Bunun üstüne kapı çalındığında Beril Hanım önce kafasını içeriye doğru uzattı. "Yasak kalktı mı? Diye, Slovi'ye bir soru yönelttiğinde Slovi'nin gülüşleri kahkahaya dönüştü. İnanamayarak baktım ikisine de. Gerçekten böyle bir şey yapmış olamazdı dimi? Slovi'yi bir elimle dürterken Beril Hanım'a dönüp konuştum. "Ne yasağı, buyrun lütfen." İçeri girdiğinde ardından kapıyı kapattı. Hala gülüşlerini bastırmaya çalışan Slovi'ye ve üzerinden şaşkınlığını atamamış bana baktı. O da yanımıza gelip oturduğunda yüzünde o tatlı gülümsemesi vardı. "İyi misin Meva'cığım? Çok korkuttun bizi." "İyiyim, abartılacak bir şey değil, büyütüyorlar." Dedim, bütün samimiyetimle. Görende ilk defa böyle olaylar yaşıyorlar zannederdi. Savaşçısınız siz yahu kendinize gelin. "Hiç huyları değildir genelde. Gayet soğukkanlılıkla karşılarlar böyle şeyleri bu sefer ne olduysa artık bazıları(!) delirdi." Bunun üzerine henüz gülüşünü yeni bastırmayı başarabilmiş Slovi'yle beraber gülmeye başladılar. "Ay, hiç güleceğim yoktu." Dedi, gülüşmelerinin arasında. Ortada gülmeyen tek kişi bendim. Bu, gerçekten utanç verici bir durumdu. Sonunda durduklarında Beril Hanım soluklandı. İkisi de nefes nefese kalmışlardı. "Ben gideyim, seni görmek için gelmiştim. Aşağıda ilgilenmem gereken bir misafirim var. Size iyi sohbetler çocuklar. Ay, çok güldüm." Dediğinde, bunları söylerken ayaklanmış, hala gülerken bana göz kırpıp odadan çıkmıştı. Gerçekten delilerin arasına düşmüştüm. "Ben de gidiyorum, bu kadar eğlence yeter." Diyen Slovi, bir cevap beklemeden odadan çıktı. Odada tek başıma kalmıştım. Üzerimdeki yorgunluk kendini belli ettiğinde sanki saatlerdir uyuyan ben değilmişim gibi uyuma ihtiyacı hissettim. Birkaç dakika etrafa boş bakışlar attıktan sonra olduğum yerde dönüp yavaş hareketlerle uzandım. Herhangi bir acı hissetmezken rahatlığımdan memnun olarak gözlerimi yumdum.
⛓️⛓️⛓️ Yarım saat bile sürmediğine emin olduğum bir uykunun ardından uyanmış, benim için yapılan bardaktaki o iğrenç sıvıyı bile içmiştim. Dakikalar birbirini kovalarken odaya hizmetlilerden başka kimse uğramamıştı. Put gibi oturmaktan sıkılıp kalkmaya karar verdim. Hizmetlilerden duyduğum kadarıyla aşağıda oldukça önemli bir misafir ağırlıyorlardı. Ayaklarımı yataktan sarkıttığımda tek amacım sadece oturuyor olmaktan kurtulmaktı. Sürekli yatıyor veya oturuyor olmaktan çok sıkılmıştım. Dikkatli olmaya dikkat ederek yataktan kalktığımda pencere tarafına yöneleceğim sırada duyduğum sesle kapıya adımladım. Ayaklarım benden bağımsız hareket ederken sessizce ulaştığım kapıyı araladım. Kapı araladığımda gördüğüm arkası bana dönük olan Aybars, önündeki kadının ona seslenmesiyle duraksadı. "Aybars! Seni göremiceğim sandım." Kulaklarıma ulaşan ince ve tiz ses yüzümü buruşturmama sebep olduğunda bunu istemsiz yapmıştım. Az sonra Aybars'a sarıldığında bu kaşlarımı çatmama sebep oldu. Bu da kimdi böyle? Aybars'ın geri çekilmesiyle duruşunu hiç bozmayıp konuşmaya devam etti. Onlar konuşurken onu inceleme fırsatı buldum. Siyah saçları ve yeşil gözleriyle oldukça güzel bir kadındı. Benden kısa olduğunu düşündüğüm boyu, ince fiziği ve gözleriyle aynı ton olan elbisesiyle oldukça hoş gözüküyordu. Zira onu her görenin bir prenses olduğunu anlayabileceği oldukça açıktı. Kendimi rahatsız hissederken bu duyguya neden kapıldığımı sorguladım. Gözlerim sürekli üzerinde dolaşırken ne konuştukları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Her detayı bir prenses olduğunu adeta haykıran kadın büyük bir ilgi ve saklayamadığı hayranlık dolu gözleriyle karşısındaki adamı dinliyordu. "Prenses Estella, bunları daha sonra konuşalım." Dedi, Aybars soğuk ve oldukça mesafeli bir sesle. "Ah, öyleyse bana söz verin, buluşmak için." Sesinin inceliği yetmiyormuş gibi bide cilveli hali beni oldukça rahatsız ederken oradan ayrıldım. Kapıyı sessiz olmaya dikkat ederek kapattım ve asıl gitmek istediğim ama gidemediğim pencere kenarına adımladım. Pencerenin önündeki tahtadan yapılmış ve yastıklarla döşenmiş boş kısma oturduğumda aklım hala o kadındaydı. Benim hiçbir şeyim o kadar özenli olmazdı mesela. Ben bir prenses değildim ki ben bir savaşçıydım. Ben asker olarak yetişmiştim. Düşüncelerim beni daha da çıkmaza sokarken kendimi düşünmekten alıkoyamıyordum. Neden hala bu odadaydım mesela? Ben bunları düşünürken üzerime bir örtü konulmasıyla irkildim. "Üşüteceksin," dedi, bakışları benimle açık olan pencere arasında gidip gelirken. Karşıma oturduğunda üşüdüğümün yeni farkına varmıştım. Soğuktan buz kesmiş ellerimle üzerimdeki örtüye biraz daha sarıldığımda bakışları üzerimdeydi. "Neden kalktın?" Bir cevap vermeden kafamı pencerenin ardındaki manzaraya çevirdim. Nedenini bilmediğim bir şekilde onunla konuşmak istemiyordum. Bunun tartışmış olduğumuzdan kaynaklı olmadığını biliyordum, sadece kendimi üzgün hissediyordum. Garip ruh halimin onu şaşırttığının farkındaydım, bakışlarının hala üzerimde olduğundanda. Çenemde hissettiğim parmaklarıyla yüzümü yüzüne çevirdi. "İyi misin sen?" Kafamı salladım. "Evet, gidebilirsin," dedim, oldukça soğuk çıkan sesimle. Bu, onu bir kez daha şaşırtırken, şaşkınlığını gizlemedi. Bana biraz daha yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Tam dibimde duruyorken hala ne olduğunu çözmeye çalışıyor gibiydi. "Kimdi o?" Dedim merakıma engel olamayarak. Karşımda bir başkası yoktu, o vardı işte. Gizlenmeme gerek yoktu. Önce kimden bahsettiğimi anlamamış olmalı ki kaşları çatıldı. "Odama gitmek için çıkacağım sırada duydum. Pek gözükmek istemediğim için de çıkamadım. Estella, evet galiba buydu ismi." Ufak bir açıklama yaptığımda çatılan kaşlarını düzelterek beni yanıtladı. "Estella, çok yakın bir aile dostumuzun kızı." Dedi, sakin bir şekilde. Anlıyorum dercesine kafamı salladım. Bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğim için yavaşça oturduğum yerden ayaklandım. "Ben odama gidecektim." "Burası da senin odan Meva!" "Burası senin odan Aybars!" Dediğimde, sözlerine aynı şekilde karşılık verdim. "Bunun ne önemi var, neden benden uzak duruyorsun?" Dedi, öfkelenerek. "Senden uzak falan durmuyorum Aybars, bunu yapan sensin!" Dedim, bende aynı şekilde öfkeye kapılarak. Olduğu yerden kalkıp karşıma dikildi. "Ne demek istiyorsun?" "Bir şey falan demek istemiyorum, misafirinin yanına dönebilirsin." Dedim, öfkeli halimden sıyrılıp sakin bir tonda. "Gitmemi mi istiyorsun?" Sessiz kaldım. Buna verebilecek bir cevabım yoktu. "Meva," dediğinde bana yaklaştı. "Amacım seni saklamak değil, bunu yapmam. Ne kadar güçlü olduğunu biliyorum Meva, her zaman bir adım gerinde olacağım. Seni tutamam, gizleyemem, sakınamam biliyorum." Dedi, tartışmamızı kast ederek. Elleri yüzümü bulduğunda tüy kadar hafif dokunuşları yüzümde gezindi. "Seni öyle görünce... ben hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım Meva." Dedi, kısılan sesiyle. "Özür dilerim." "Sorun bu değil, öyle biri olmadığını biliyorum." Dedim, gözlerimin dolmasına engel olamayarak. "Sorun ne öyleyse, seni üzen ne Meva? Bakmaya kıyamadığım o güzel gözlerinin sulanmasına sebep olan ne?" Dedi, içi gidiyormuş gibi. Gözlerimi kaçırdığımda, "gözlerimin içine bak Meva!" Dedi, beni uyararak. 'Şey... biz seni biraz kıskandık nazik kekim.' "Sensin, dengemi bozuyorsun!" Gergin yüz ifadesi dağıldı. "Yanında bu kadar şeffaf olmaktan nefret ediyorum!" Dedim, ellerinden kurtularak. Elleri bu sefer de rahat duramayarak nazik bir şekilde beni kendine çektiğinde bir kolu bana hafifçe dolandı. "Öyle mi?" Dedi, tek kaşını kaldırarak. Kafasını yana yatırıp boynuma doğru yaklaştığında dudaklarını kulağımın altındaki o hassas noktaya bastırdı. "Bana karşı bu kadar şeffaf olmana bayılıyorum." Dedi, fısıltıyla. Ürperdiğimi hissettim, beni bu kadar çabuk etkisi altına almasından da nefret ediyordum. Onu itmeye çalıştığımda kıbırdamadı. "Öpme beni, sen git.." sözümü bitirmeme izin vermeden bir kez daha aynı noktaya dudaklarını bastırdığında ne söyleyeceğim de aklımdan uçup gitmişti. "Eee," dedi, eğlenir bir sesle. Resmen benimle oyun oynuyordu. "Aybars, yapma!" Dedim zar zor çıkan sesimle. Geri çekildiğinde gözleri, hissettiğim duygu yoğunluğundan ötürü kısılmış gözlerimle kesişti. Bir eli yüzümü bulduğunda, baş parmağıyla yanağımı hafifçe okşamaya başladı. "Sargını değiştirmemiz gerekiyor." Dediğinde, düşünceli bir tavırla başımı salladım. Geri çekilip elimi tuttu. Beni yatağa yönlendirdiğinde, yatağın üzerindeki sargı, pamuk ve birkaç ilaç şişesini fark ettim. Odaya girdiğinde bırakmış olmalıydı. Elimi bıraktı, yatağın örtüsünü kaldırdığında benim için açtığı yere oturdum. Bunu ben uyurken daha önce yapmış olduğunu biliyordum, benimle onun ilgilendiğini de öyle. Ama şimdi böyle gözlerimin önünde yapıyor olması... Buna şahit olmak ister istemez beni utandırıyordu. İzin ister gibi gözlerime baktığında o izni ona sessizce verdim. Üzerimdeki beyaz elbiseyi iki yanından tutarak üzerimden yavaşça sıyırdı. Gözlerini gözlerimden ayırmazken, üzerimden sıyrılan elbiseyle beraber örtüyü tutarak çıplak vücudumu örttü. "Uzan," dediğinde, istemsiz bir şekilde yutkundum. Tıpkı dediği gibi örtünün altına biraz daha girip uzandım. Tüm bunlar bana olağanüstü bir yavaşlıkta ilerliyormuş gibi geliyordu. "Dön," dedi, eline pamuğu almadan hemen önce. Sırtımı ona döndüğümde örtüyü sırtımın tamamını açık bırakacak şekilde sıyırdı. Yüzünü göremiyorken onun da benim yüzümü görmüyor oluşuna şükrettim. 'Biz bakmıyoruz siz devam edin.' "Canını acıtırsam söyle, dikkat etmeye çalışacağım." Dedi. Keşke şuan zihnimi meşgul eden tek şey canımın acısı olsaydı. Yüzümün kıpkırmızı olduğundan emindim. Yüzümü yastıkların arasına gömdüğümde sırtımdaki sargıyı açtı. Ellerini çıplak tenimde hissettiğimde gözlerimi yumdum. O yaramla ilgilenirken benim düşündüğüm tek şey tenime yaslı olan eliydi. Derin bir nefes aldığımda, "canını mı yaktım?" Dedi endişeli bir şekilde. Parmakları o kadar narin bir şekilde hareket ediyordu ki canımı acıttığını söylemek ona hakaret olurdu. "Hayır," dedim endişesini gidermek için. Duraksayan elleri aldığı cevapla beraber işine geri döndü. Sırtımda hissettiğim soğuk sıvıyla beraber bedenim kasıldı. "Rahatla," dedi tenimi okşayarak. Bunun daha çok kasılmama sebep olduğundan haberi yoktu. Yaramı tekrar sarmaya başladığında bana çektirdiği bu tatlı işkencenin bir an önce bitmesini diledim. Örtüyü tekrar omuzlarıma kadar çektiğinde yaramla olan işinin bittiğini düşünüyordum. Nihayet! Gözlerimi araladığımda omuzuma konulan öpücükle beraber gözlerimi tekrar yummamak için direndim. Bu o kadar hafif ama aynı zamanda o kadar etkileyici bir öpücüktü ki aklımı yitirecektim. "Nasıl bu kadar güzel olabiliyorsun?" Dediğinde, üzerimdeki etkisinden haberi yoktu. Yattığım yerden gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımda yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. "Ağrı kesici vermemi ister misin?" "Hayır, iyiyim." Dedim, artık gerçekten iyi olduğumu anlamış olmasını umarak. Doğrulduğunda ilaçları kutunun içine koyarak yapmış olduğu ufak dağınıklığı toparladı. Bana sırtını döneceği sırada yattığım yerden elimi kaldırarak elini tuttum. "Nereye? "Dinlen," dedi, yumuşak bir tınıyla. "Sende yorgun gözüküyorsun." Dedim, yattığım yerden ona bakmaya devam ederek. Eğilip anlıma öpücük kondurduğunda, "beni düşünme," dedi. "Bence beraber dinlenebiliriz." Dediğimde, dudaklarımı büzmüş ona bakıyordum. Gözlerimle yatağın diğer tarafını işaret ederek, "boş kaldı," dedim. Bu halime güldü. O, üzerini değiştirip geldiğinde bende elbiseyi tekrar üzerime geçirmiştim. Beni kolları arasına almış saçlarımla oynuyordu. Birden aklıma gelen şeyle beraber kafamı kaldırıp ona baktım. "Gerçekten odaya girmemeleri için yasak mı koydun?" Dedim, hayretle. "Bunu sana kim söyledi?" Dediğinde, bunu gerçekten yapmış olduğunu bir kez daha anladım, üstelik bundan hiç pişman gözükmüyordu. "İnanamıyorum sana Aybars." Dedim, gülmeme engel olamadan. O da bana eşlik edip güldüğünde bu yaptığı ona da komik gelmiş olmalıydı. Gülüşüne rağmen sarıları gerçekten yorgun gözüküyordu, sanırım gerçekten hiç uyumamıştı. "Uyutayım mı seni?" Dedim birden. "Sen mi beni uyutacaksın?" Kafamı salladım. Suratında muzip bir ifade oluştuğunda, "sen de beni uyutmuştun. Ben de yapabilirim." Dedim, tüm şirinliğimle. Bir tek onun yanında böyle olmak bana kendimi sorgulatıyordu. "Hadi, kapa gözlerini," dedim, büyük bir sabırsızlıkla. Ellerimi saçlarının arasında gezdirmeye başladığımda gözlerini yumdu. Şu görüntüsü... 'Fotoğrafı olsa yanımdan ayırmazdım.' Diyen iç sesime hak verdim. Kusursuz gözüküyordu. Karşımdaki bu görüntüye dayanamayıp dudaklarımı yanağına bastırdım. Gözleri kapalı olmasına rağmen dudakları iki yana kıvrıldı. Diğer yanağına da aynı şekilde bir öpücük kondurdum. Böyle masum yatıyor olması çok tatlıydı. İçimde onu bebek gibi sevme isteği uyandırıyordu. Tabi bunu ona söylesem muhtemelen bundan hoşlanmazdı. Dudaklarımı bu sefer de dudaklarının kenarına bastırdığımda uyarı dolu sesi kulaklarıma ulaştı. "Meva!" 'Adamı uyutayım derken başka bir şeyleri uuyandıracaksın!;)' Bu düşünce beni utandırırken gayet masum bir şekilde kafamı omzuna yaslayıp saçlarıyla oynamaya başladım, az önce yaptıklarımı sanki ben yapmamışım gibi. "Sadece iyi geceler öpücüğüydü." Dedim, tatlı ve masum çıkmasını umduğum bir sesle. Gözlerini açtı, gözleri dudaklarımı bulduğunda iç çekti. "Yaran var," diye mırıldandı. O kadar kısık söylemişti ki zar zor duymuştum. Bunu daha çok kendine hatırlatmak ister gibiydi. "Hım?" Dedim duymamış gibi yaparak. "Uyuyalım,"dedi. "Uyu koca adam!" Biraz sonra düzenli nefes alış verişlerini duyduğumda bende gözlerimi yumdum. Soluduğum kokusuyla beraber uyku çok gecikmeden bedenimi ele geçirdi.
⛓️⛓️⛓️
Kim bu Estella ayol?🤨 |
0% |