Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.BÖLÜM"Deliyi hakim bile yargılamaz."

@sbeyza97

Sabah alarmın o gürültülü sesiyle kendine geldi. Hemen kalkıp alarmı kapadı. Annesi ve babasının en sevmediği şey sabah kendisi yüzünden uyanmalarıydı. Eğer uyanırlarsa okula bile göndermeyip bütün gün başında dikilip söylenebilirdiler. Yavaş hareketlerle kapıyı açtı ve lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Düzenli öğrenci olmaya karar vermesinden ve uygulamaya geçirmesinden neredeyse iki hafta geçmişti. Bu istikrarı devam ettirirse sınavı kazanıp kendini kurtarma hayali gerçek olabilirdi.

Babası seslerine kalkmış olmalıydı ki koridorda söylene söylene geziniyordu. İşte bu hiç iyi olmamıştı. Saye hiç görünmemeliydi. O mutfakta arkası dönükken koşar adımlarla odasına geçti. Babasına gözükmeden camdan mı çıkmalıydı? Nasılsa evleri birinci kattı.

Normal bu saatte işe giderdi ancak bu aralar her gün işe gitmiyordu çünkü işleri son zamanda kötüye gidiyordu. Bu yüzden de evde terör estiriyordu. Normalde de pek huzurlu olmayan evleri bu aralar çok daha huzursuzdu. Hemen hızlıca hazırlandı ve babasını kolaçan etmek için odasının kapısını araladı. Şansına babası ortalıklarda gözükmüyordu. Kendini hemen odanın dışına atarak dış kapıya koştu, hızlıca kapıyı açıp evden çıktı ve üzerine kapıyı kapadı. Derin bir rahatlama nefesini saldı dışarıya.

Dar ve tenha sokaktan caddeye doğru yürümeye başladı. Sabah telaşı sokaklarda yerini göstermeye başlamıştı. İşe koştur koştur giden insanlar, okula söylene söylene giden çocuklar, çocuğu okula geç kaldığı için kolundan çekip çocuklarını sürükleyen anne babalar... Keşke benim de annem babam küçükken okula geç kaldığım için kızıp koştura koştura beni okula götürseydi diye düşündü. Ona kızacak kadar onu önemsememişlerdi bile. Kızsalar bile genelde başkaları yüzünden kızıyordular. Okula gitmek için caddedeki durağa gelip otobüsünü beklemeye başladı. O beklerken yanlarında oturan bir kız ve erkek başka bir kızla dalga geçiyordular. Birbirlerine güya fısıltıyla söylüyor gibi yapıp kıza bakıp gülüyordular. Kız anlamış olmalıydı çünkü yerinden kalkıp onlardan uzak tarafa geçti. Kız oldukça kiloluydu ve bu iki aptal büyük ihtimalle kızın kilosuyla dalga geçiyordular. Gerçekten bu aralar zorbalık fazla mı artmıştı? Yoksa kendisi bunu düşündüğü için mi karşısına bu kadar çok çıkıyordu bilmiyordu.

Zorbalık deyince aklına kardeşinin de zorbalık gördüğü geldi ve yine istemsizce kasıldı. Durakta dalga geçilen kızın da bir ailesi, kardeşi vardı. Onu bu halde görseler ne kadar üzülürdüler kim bilir? Telefonunu çıkarıp uzaktan kızla çocuğun zorbalıklarını çekmeye başladı. Kız çocuğa dönmüş eliyle kilolu kızı işaret edip yanaklarını balon gibi şişirip kızın şişko olduğunu hareketleriyle daha da vurgulamaya başlamıştı.

“Şşşt siz ikiniz.” Dedi Saye, kızla çocuk ona baktılar.

“Canlı yayındasınız el sallayın. Akşama da zorba öğrenciler olarak haberlerde yerinizi alırsınız.” Dedi ve kamerayı kendine döndürüp el sallı. “Evet bu arkadaşlar insanların dış görünüşleriyle dalga geçiyorlar.” Deyip tekrar kamerayı onlara çevirince çocukla kız hemen yüzlerini kapattılar.

“Biz zorbalık yapmıyoruz o bizim arkadaşımız ona şaka yapıyorduk.”

“Evet hep öyle olur zaten. Nedense sizi hiç beraber görmedim. Derdinizi buraya anlatın” diyerek telefonu daha da yaklaştırdı. Çocuk dayanamayarak: “Bak tamam indir telefonu biz sadece şaka yapıyorduk.” dedi. Saye telefonu indirip “Bu görüntüler yeterli olur.” Dedi. Daha demin gülerek kilosu olan kızı taklit eden kız ağlamaya başlamış “Lütfen onu hiçbir yere gönderme ailem çok kızar herkes izler rezil olurum.” Diyordu. Kilosu olan kız onları böyle görünce gülümsemişti. Onun gülümsediğini gören Saye o aptal ikiliye yaklaşarak:

“Bir daha görürsem yayarım bu videoyu her yere çok ciddiyim.”

“Bir de utanmadan şaka yapıyoruz diyorlar.” Diye söylendi kendi kendine. Çocukla kız ise o durakta beklemekten vazgeçip oradan uzaklaştılar.

Sonunda Saye’nin de otobüsü gelmişti. Her zamanki gibi sıkışık olan otobüse zorla bindi. Maalesef yine ayakta gidecekti. Ayakta kalmaktan nefret ediyordu çünkü istediği gibi müzik bile dinleyemiyordu. Tam müziğin ritmine kendini kaptıracağı sırada hop otobüs ani bir fren yapıyor savruluyordu oraya buraya. O yüzden kulaklık takmamaya karar verdi. Otobüste korkuluk gibi dikilirken birkaç erkek öğrencinin arkada kendisi hakkında konuştuklarını duydu. Bunları daha önce hiç görmemişti. Bir tanesi turuncu saçları olan ve yüzünün birçok yerini çiller kaplamış olan bir çocuktu. Yanındaki de esmer kara saçlı kara gözlü daha çok doğuluları andıran bir yüze sahipti. Turuncu kafalı olan yanındakine “Otobüste de hava için güneş gözlük takmazsın yani.” Diyordu Saye için. Saye okul ve ev hariç her yerde güneş gözlüğünü taktığı için bu insanlara değişik geliyordu.

“Hanımefendi otobüste olduğunu bilmiyor bence taksi sandı herhalde burayı.”

“Bence o kendini takside hissetmek istedi.” Dedi ve gülüştüler. Madem öyle insanlar hakkında istedikleri gibi konuşabiliyordular bir dersi hak etmiştiler. Otobüs onun yaklaştığı durağa gelince hiç kıpırdamadan yanında duran bir amcaya “Benim için dur düğmesine basar mısınız?” dedi. Amca basınca otobüs durdu. Saye ise görmüyormuş gibi yaparak elleriyle sağı solu kolaçan ederken bilerek düştü. Çocuklar aralarında

“Oha görme engelliymiş.” Diye konuşup utanmış gözüküyordular. Hemen kalkıp Saye’ye yardım edip onun otobüsten inmesine yardım ederken “Bizim de ineceğimiz yer birkaç durak ötedeydi zaten.” Dedi esmer olan. Beraber indikten sonra Saye onlara dönerek

“Teşekkür ederim ama otobüste benim hakkımda konuşmalarınızı da duymuştum. Ve bu hiç hoş değildi.” Çocuklar utanıp yüzlerini eğmişlerdi.

“Özür dileriz. Gerçekten bilmiyorduk.” Dedi ikisi birden.

“Bundan sonra insanlarla ilgili önyargılı olmadan önce umarım daha dikkatli olursunuz. Şimdi gitmem gerek.” Dedi Saye ve gözlüğünü çıkarıp ikisine de birer bakış atarak arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.

“Bi...Bi dakika.. Bi dakika..” dedi ikisi de koşar adımlarla yanına gelerek.

“Sen... Yani sen..Şey değil misin?” Saye onların şaşkın bakışlarına gülmeye başlamıştı. Dışarıdan çok sinir bozucu olarak görünebilirdi ama onlara bir ders vermek istemişti.

“Hayır yaptığınız şey görme engelli bir insana da yapılabilirdi ve bu onun duygularını incitebilirdi. Aynı şekilde benim de biraz olsun duygularımı incitti o yüzden bende size böyle bir ders vermek istedim.” Dedi göz kırparak. Çocuklar şaşkın şaşkın yüzüne bakıyordu.

“Sen nasıl bir psikopatsın acaba?” dedi esmer olan.

“Böyle bir psikopatım işte. İnsanların başkalarını umarsızca yargılamasından nefret eden biriyim. Ve size şunu söyleyeyim deliyi hâkim bile yargılamazken siz hiç yargılayamazsınız!” Dedi. Çocuklar şaşkınlıkla bakan yüz ifadelerini yumuşatıp gülmeye başladılar. Sinirden mi, dalga geçtikleri için mi yoksa komik buldukları için mi gülüp gülmediklerini anlayamadı Saye.

“Okula yetişmem gerek çocuklar bir daha birilerini yargılarken dikkatli olun.” Dedi ve koşarak okula gitmeye başladı. Arkasından bir tanesi bağırdı ama hiç arkasını dönmeden koşmaya devam etti. Sadece “Hey psikopat bir kere daha görüşelim tamam mı?” dediğini duydu. Koşarken gülümsedi oldukça eğlenmişti ve çocukların yaptıkları hata karşısında mahcup oluşları hoşuna gitmişti.

Okula vardığında onun geri dönmesinden rahatsız olan bazı öğrenciler memnuniyetsiz yüz ifadeleriyle suratına baktılar. Onların memnuniyetsiz şekilde suratına bakmaları hoşuna gitmişti. Bazılarının keyfini bozmak onu mutlu ediyordu. Özellikle başkalarının keyfini bozmaktan hoşlanan, kendini belalı sanan salak çocuklara onların hiçbir şey olmadığını hatırlatması keyfine diyecek yoktu. Ama artık onları da kendi haline bırakacaktı. Şu iki sene sadece derslerine odaklanmalıydı. Kendine bir söz vermişti ve onu tutmalıydı.

Okulda gerçekten kendisi de şaşıracak bir şekilde derslere katılıp sorulan her soruya neredeyse doğru cevap vermişti. Öğretmenleri ve arkadaşları da onun bu tavrına çok şaşırıyordular. Hatta bazı konuşmalar bile duyuyordu:

“Bence okuldan uzaklaştırma alınca ailesi onu terk etmekle tehdit etti.”

“Bence iyi bir dayak yedi.”

“Bence ailesi ona çok büyük bir hediye alacak.”… gibi bir sürü zırva duymuştu. Ancak kimse ailesinden kurtulmak için bunu yaptığını tutturamamıştı. Gerçekten de kim bilebilirdi ki böyle bir şey olduğunu? İlkokulda tanıdığı dövüş hocası hariç.

Son derse geldiğinde dersi dinlemeye gücü kalmamıştı artık. Gerçekten 6 saat bir insan nasıl ders dinleyebilirdi? Çalışkan çocukları bir kez daha tebrik etmek istedi. Telefonunu aldı eline son 10 dakika kaldığını görünce şükretti. Eve gidince Gaye’yi yakalayıp onunla vakit geçirmeyi ve derslerini güzel dinlediğini anlatıp onu rahat bırakmayacaktı. Hatta bugün çıkışta dışarda buluşup bir şeyler yapmak bile olabilirdi ancak beraber yan yana görünmeleri sakıncalı olacağından böyle bir şey demekten vazgeçti. Başka bir şehre gittiklerinde bunu da doya doya yapacaklardı. Aklının bir köşesine yazdı.

Zilin çalmasıyla çantasını kapıp koşarak okuldan çıktı. Kafası davul gibiydi. Gerçekten ders dinlemekten başı ağrımıştı. Son saatlere doğru aklı hiçbir şey almıyordu. Otobüs durağında onun dışında biri sürü çocuk vardı ve hepsi de otobüse binmek için bekliyordu. Otobüste oturacak yer bulmak için ilk gelen otobüse binmemeye karar verdi. 10 dakika sonra geleceği için kulaklarını takıp beklemeye başladı. Bu arada duraktaki insan sayısı da oldukça azalmıştı. Telefonunu çıkarıp kardeşine bir mesaj attı:

“Neredesin?” Anında mesaj geldi: “Etüde kalacağım geç gelebilirim.” Allahım bu kadar dersten sonra nasıl etüde gidebilir? Nasıl bir kafa vardı?

“Benden bu kadar sana kolay gelsin.” Yazdı ve beklemeye devam etti. Bir süre bekledikten sonra neredeyse hurda sayılabilecek bir otobüs geldi. Saye kafasını kaldırdığında beklediği otobüsün bu olduğunu gördü. İçi de oldukça boştu. Hurda otobüs olmasından hoşlanmasa da ..çünkü çok fazla ses çıkarıyordular.. boş olmasına sevinip koşa koşa gidip en arka tarafa oturdu. Kafasını cama yaslayarak müziğin ritmine kendini bıraktı. O arka tarafta oturmak onun en sevdiği şeylerden biriydi. Tek kişilik bir yerdi ve seni ön taraftaki bütün insanlardan soyutluyordu. Kendini yorgun hissedip kafasını cama yasladı ve gözlerini kapadı. Tam uykuya dalacakken otobüsün kasisten geçmesiyle kafasını cama vurup kendine geldi. Ağzı açık kalmış ve ağzının suyu yakasına akmıştı.

Başına kaldırıp etrafına bakınca kimsenin onu görmediğini düşünüp sevindi. Ağzını elinin tersiyle sildi. İneceği durağa az kalmıştı ancak saçma bir trafik vardı. Otobüs yaklaşık on beş dakikadır kırmızı ışıkta adım adım ilerliyordu. Kırmızı ışıkta beklerken Saye camdan dışarıyı izliyor, gelip geçen arabalara bakıyordu. Sonra yan tarafında müzik sesi gelen bir araba dikkatini çekti. Yeşil yandığı gibi araba neredeyse uçarak yanlarından geçti. Arabanın arkasından bakarken önde oturan kızı ne kadar da kardeşine benzettiğini düşündü. Sonra kafasını sallayarak: “Saçmalama ya iyice delirdin. Tamam bugün çok ders dinledin ama o kadar da değil.” Dedi kendi kendine.

Otobüsü ise oldukça ilerlemiş ineceği durağa gelmiş, hatta geçmişti. O arabayı gördüğünden beri öyle dalgındı ki iki durak öteyi geçtiğini fark etmedi bile. Geçtiğini fark edince: “Kahretsin. Müsait bir yerde indirir misin? ” diye öyle bir heyecanla sıçrayıp bağırmıştı ki herkes ona dikkatle baktı.

“Sadece durağı kaçırmışım.” Dedi etrafına gülümseyerek. Sanki hiç yorgun değilmiş gibi bir de yürümesi gereken bir yolu olmuştu. Yürürken aklı hâlâ o arabanın içindeki kızdaydı. Arkasından aynı kardeşi gibiydi. Giydiği kırmızılı hırka, saçlarındaki dalgalar, mavi tokası… Hepsi. Telefonunu çıkarıp kardeşini aradı. Ama açan olmadı. Canı sıkılıyordu. Bir ara kulaklıklarını aramaya başladı. Yürürken müzik dinlemek iyi gelirdi. Şimdi de kulaklıkları yoktu. “Kulaklığım… Kulaklığım…” diyerek deli gibi bir kaldırımda oturmuş çantasını boşaltırken karşısında kola içip onu seyreden genç bir çocuğu fark etti.

“Ne var ne bakıyorsun?” Çocuğun siyah hafif kıvırcık saçları gözlerine inmişti. Gözünden saçını çekerek:

“Kulaklığını arıyorsun galiba.” Dedi. Kocaman ağzını açmış bütün dişlerini göstererek gülüyordu. Ne gülüyordu bu salak böyle? Zaten kulaklığını da kaybetmişti.

“Evet de komik mi? Zaten canım burnumda git benden belanı bulma.”

“Komik.” Diyerek çocuk yanına gelmeye başlamıştı. Yaklaştıkça çocuğun sürmeli gibi duran gözlerinin kendiliğinden mi yoksa makyajla mı olup olmadığına karar veremeyerek

“Allahım çattık ya.” Dedi Saye. Kendine verdiği sözü tutmaya hazırdı ne olmuştu şimdi? Artık okulda da her şey yolundaydı. Şimdi kendine verdiği sözü bozup başını belaya sokmak istemiyordu.

Neyse he deyip yoluma devam edeceğim.” Diye geçirdi içinden.

“Kulaklığının nerde olduğunu biliyorum.” Dedi çocuk.

“Sen mi aldın yoksa?” diyerek bağırdı kendini tutamayarak. O kulaklara çok para vermişti. “Allahım neden beni beladan uzak tutmuyorsun? Belayı üzerime yollayarak beni mi sınıyorsun?” diye söyleniyordu. Çocuk gülerek: “Ben neden alayım?” dedi. Hâlâ uzatıyordu.

“Bana bak kendime belaya bulaşmayacağım diye söz vermiştim ama bence belanı arıyorsun.” Diyerek yaklaştı çocuğa. Okkalı bir yumruğu hakkediyordu. “Şiddet yok şiddet yok” diye içinden geçirse de çocuğun dalga geçer gibi bakan gözleri iyice asabını bozmuştu.

Çocuk daha da yaklaşıp kulaklarını elleyince bu bardağı taşıran son damla oldu. Tam çocuğa bir kafa atacaktı ki çocuk geri kaçıp elinde tuttuğu kulaklıkları gösterdi.

“Kulaklığındaki kulaklığı araman komikti doğrusu.” Diyerek güldü çocuk kahkahalarla. Çocuğun elinden kulaklığı kaptığı gibi:

“Ya sen geri zekalı mısın kardeşim söylesene o zaman bana kulağında diye ne diye zırvalıyorsun?” Çocuk hâlâ gülmeye devam ediyordu.

“Çok eğlenceliydi.” Dedi ve bisikletine binip göz kırparak uzaklaştı. Çocuğun arkasından bakıp öfkesinden bütün vücudu titremeye başlayan Saye sinirle söylenerek:

“Millete de maskara olmadığımız eksikti.” Diyerek kulaklıklarını takıp eve doğru yürümeye devam etti. Aklından bir sürü düşüncelerle yoluna devam ederken hâlâ kardeşini düşünüyordu. Bir de başına şu dalga geçen çocuk çıkmıştı. Onu bir daha görürse öcünü alacaktı.

Aklı bunlardayken çalan müzik listesi bitmiş, eve gelmişti bile. Yol boyunca müzik çalmış ama o dalgın olduğu için müziği hiç duymamıştı. Düşüncelerindeki ağır müzikle meşguldü. Anahtarını çıkarıp eve girdi.

O eski püskü, bütün eşyaları ya kırık dökük ya da sökülmüş bazı yerleri eksilmiş olan o eve. Orta da zar zor ayakta duran dikdörtgen sehpanın üzerinde bulunan bir sürü sigara, bitmiş alkol şişeleri dikkatini çekmişti. Belli ki yine anne babası içip sızmıştı.

İçeri girdiğinde aklında olan tek şey hiç ses çıkarmadan direk odasına geçip uyumaktı. Gün boyu çok yorulmuş, stres altında kalmıştı. Şimdi dinlenme zamanıydı. Üzerini çıkarıp dinlenmek için uzanırken kapısı pat diye açıldı. Gelen babasıydı. Hâlâ bir genç kızın odasına nasıl girileceğini bilmiyordu.

“İstediğin bir şey mi var baba?” diye sordu tüm iyi niyetiyle.

“Yatmaya mı geldin yine eve. Kardeşin köpek gibi ders çalışıyor biraz örnek alıp sende çalışsan ölür müsün?” diye bağırmaya başlamıştı. Dakka bir gol bir. Dedi kız kendi kendine.

“Haklısın baba çalışacağım birazdan.”

“Çalışacakmış bak bak çalışsan ne olur sanki senden bir halt olacağını mı sanıyorsun?” Bu sözler kızı sinirlendirmişti. Olurdu tabii. Neden olmasındı ki? Akıllı olduğunu, istediğinde her şeyi yapabileceğini biliyordu. Ama kimseye bunu kanıtlamak zorunda değildi. Bıraksın onlar istediğini düşünsünler idi.

“Haklısın baba.” Demekle yetindi yalnızca. Annesi evde yoktu kesin saracak birilerini bulamayınca kendisine sarmıştı.

“Kalk hemen evi sil süpür, yemek yap. Madem beleşten yaşıyorsun bu evde bir işe yara.” Hiçbir şey demeden odadan yavaşça çıktı. Sanki evde yemeklik malzeme varmış gibi yemek yap diyordu.

Eski püskü banyoya gidip kenarı kırık olan kovayı aldı. İçine yarısını dolduracak kadar su koyup deterjan sıktı ve bir bez attı. Oturma odasına doldurduğu kovayla girince babasının koltukta yayılmış bir şekilde oturup çekirdek yediğini gördü. Yanında da alkol içiyordu her zamanki gibi. Yerlere yediği çekirdeklerin kabuklarını atıyordu. O yüzden önce mutfaktan süpürüp silmeye başladı. Mutfağı süpürürken yorgunluktan hali bile kalmasa da babası yeter demeden silip süpürmeyi bırakamayacağını biliyordu. Babası elinde alkolle sendeleye sendeleye mutfağa gelince geri çekildi.

“Düzgün silmemişsin şuraları bak” diyerek elindeki alkolü yere döküp gülmeye başladı.

“Tüh bak biramda döküldü gördün mü? Bir daha sil.” Dedi babası. Saye bütün sakinliğini korumaya çalışıyordu. Tiksintiyle babasını inceledi.

Babası oldukça uzun boyluydu öyle ki ev biraz daha alçak olsa tavana kafası değerdi. İçmekten kızaran burnu onu aynı bir palyaçoya benzetmesine neden oluyordu. Zaten kendiliğinden yağlı gibi duran sarı saçları yıkamamaktan daha yağlı duruyor ve saçlarına yapışan kepekleri daha da belli ediyordu. Tiksintiyle yüzünü çevirerek “Bir daha silerim baba.” Dedi. Gidip tekrar sildi.

“Orayı sil de gel oturduğum yerdeki çekirdekleri süpür.” Dedi babası bu sefer oturduğu koltuğun olduğu yerden.

“Tamam baba.” Mutfağı güzelce silip süpürüp babasının oturduğu yere geçince hâlâ çekirdek yediğini ve çöplerini yere attığını görünce: “İstersen çekirdeklerini bitirince süpüreyim.” Dedi.

“Sanane lan bitirip bitirmememden ben belki sabaha kadar yiyeceğim. Gel buraya yediklerimi süpür.” İçinden “lütfen bir şekilde evden çıksın gitsin.” Diye dua etmeye başlamıştı kız. Çünkü bunun sonucu hiç iyi değildi. Ya günün tüm stresini babasından çıkarıp ona daha önce hiç yapmadığı şeyler yapacaktı ya da babası eve biri gelene kadar böyle onu hayattan bezdirecekti. İlk seçeneği olması daha muhtemeldi çünkü bugün sabrı oldukça zorlanmıştı bunlar artık son damlalardı.

Yine bir şey demeden süpürüyordu. Her süpürdüğünde babası çöpleri tekrar yere atıyordu. Diğer yerleri süpürmeye geçmişti artık. Sonra tekrar babasının oturduğu yeri süpürecekti. O kadar yorgunluğa rağmen salonu da süpürmüş üstüne bir de silmişti. O sırada babasının telefonu çaldı:

“Ne var?” diye açmıştı telefonu babası. Karşıdaki kişi kimse hemen o kalın sesi karşıdaki kişiyi duyunca incelmişti “Evet efendim buyurun.” Bir süre karşıdakini dinlemiş karşıdaki kişinin konuşması bitince:

“Tabi efendim ben hemen çıkıyorum.” Diyerek telefonu kapatmıştı. Telefondaki kimdi de babası bu kadar ince konuşmuştu Saye merak etmişti doğrusu. Babası yerinden kalktığında kız da babasının oturduğu yeri süpürmeye geçiyordu. Kıza bakarak:

“Şşşt. Süpürüp sildin mi her yeri?”

“Evet baba.” Babası elindeki alkol şişesi ve çekirdeklerin olduğu poşetle gezerek etrafa hepsini saçtı. Bir yandan da gülüyordu. Sonra kovaya bakarak:

“Bu kovada pislenmiş bununla mı sildin her yeri?” diyerek kovaya bir tekme savurdu. Yere düşen kovadaki bütün kirli su yere dökülmüştü. Saatlerdir uğraştığı yerler mahvolmuştu. Babası arkasına bakmadan evin kapısını çarparak evden çıktı.

Kız uzun uzun baktı evin haline. Mis gibi kokan temizlenmiş ev iki dakikada berbat olmuştu. İçini büyük bir öfke dalgası yanında ise büyük bir hüzün kaplamıştı.

“Neden ya neden?” dedi önce sessizce yere bakıp. Sonra öfkesinin baskın gelmesiyle babasının çıktığı kapıya bakarak:

“NEDEN BANA BUNU YAPIYORSUNUZ?” diye bağırmaya başladı. “HER ŞEYİ YAPIYORUM AMA BANA BİR BOKMUŞUM GİBİ DAVRANIYORSUNUZ.” Diyerek gidip kapıyı tekmelemeye başladı.

“NEFRET EDİYORUM SİZDEN.” “NEFRET EDİYORUM BU EVDEN, SİZDEN.” Diyerek avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Dayanamayarak masada bulunan bütün alkol şişelerini babasının çıktığı kapıya fırlattı. Tüm alkol şişeleri tuzla buz olmuş, camları yere saçılmıştı.

“Madem ev pis daha da bok olsun o zaman.” Diyerek evde bulduğu ne varsa hepsini yere döktü. Annesi geldiğinde evi ne halde bulurdu umurunda bile değildi. Kimin temizleyeceği de umurunda değildi ama kendisinin temizlemeyeceğini çok iyi biliyordu. İsterse onu öldüresiye dövsünler, isterseler bodruma kilitlesinler, aç ve susuz bıraksınlar yine de bu yerdekilere elini sürmeyecekti. Kimin sileceğini bilmiyordu kardeşi, babası ya da annesi… Tek bildiği bir şey vardı. Kırdığı bütün alkol şişelerinin bedelini çok ağır ödeyecekti.

 

Loading...
0%