Yeni Üyelik
64.
Bölüm
@selinayeda_x

Pazartesi sabahı, bir soğuk algınlığı başlangıcının işaretlerini hissetmeye başladım. Hafif bir burun akıntısı, boğazımda bir gıdıklanma ve başımda hafif bir ağrı vardı. Yine de, bu belirtileri geçici bir rahatsızlık olarak gördüm ve okula gitmeye karar verdim. Ancak, derslerde geçirdiğim süre zarfında kendimi daha da kötü hissetmeye başladım.

Pazartesi derse gidebilsem de diğer günler tüm gün odamda ateşlerim ve gribimle uğraşmak zorunda kalmıştım.

Salı sabahı, daha önce yaşadığım belirtiler bir grip halini almıştı. Boğazım ağrıyordu, başım dönüyordu ve vücudumda titremeler vardı. Kendimi toparlamaya çalışırken, sabah kahvaltısı için yurt odasına kapandım. Kendimi iyi hissetmediğim için, derslere gitmekten vazgeçip odada dinlenmeye karar verdim.

Derslerin çoğunu kaçırdım ve yurt odasında kendimi izole ettim. Yanımda sadece bir yığın çay ve birkaç yastık vardı. Notlarımı gözden geçirmek yerine, uyumak ve dinlenmek zorundaydım.

Öğleden sonra, Eva ve Nova beni ziyaret etti. Eva endişeli bir şekilde, “Luna, nasıl hissediyorsun? Bir doktora gitmedin mi?” diye sordu. Nova ise, “Hadi bir şeyler yapmalısın, kendini böyle bırakma,” dedi.

Kısa bir sohbetin ardından, Eva bana birkaç ilaç getirdi ve bol bol dinlenmemi tavsiye etti. Nova da zaman zaman gelip, bana çorba ve sıcak içecekler getirdi. O gün, kendimi oldukça yalnız hissetsem de, arkadaşlarımın ilgisi beni biraz rahatlattı.

Çarşamba, grip belirtilerim hafifledi. Yine de, kendimi tamamen iyileşmiş hissetmiyordum. Özellikle kafa karışıklığı ve halsizlik hissi sürüyordu. Günümü odada geçirmeye devam ettim, dinlenme sürecimin yanı sıra, geçen derslerin notlarını ve verilen ödevleri incelemeye çalıştım.

Profesör Eldric’in antik medeniyetlerin askeri stratejileri konusundaki ders notlarını gözden geçirdim ve Bilinçaltı ve Zeka dersinin içeriğini toparladım. Günüm, genellikle yatakta ve çalışma masamda geçti. Yine tüm günü odada geçirsem de telefonuma yığılıp duran mesajlar bitmiyordu.

Eva, Nova, annemler, Archer!

Archer mı?

Mesaja tıkladığımda içeriğine hızlıca göz gezdirdim.

‘’Numaran yoktu, postadan yazmak zorunda kaldım ama neyse ki gönderecek güvercin bulmak yerine teknoloji kullanıyoruz😉 Her neyse daha iyi misin? Derse gelmedin, büyük ihtimal fena halde grip oldun sen. Yardım lazımsa söylemekten çekinme hatta en iyisi halin varsa revire kadar git, bir günde sapasağlam olacağına eminim!’’

Mesaja gülümserken yanıt olarak sadece telefon numaramı yazdım. Ardından başımı bir kez daha yastığa koydum.

Revire gitme düşüncesi…

Hoş olabilirdi tabii eğer yarın da geçmez ise!

Perşembe günü, kendimi biraz daha iyi hissetmeye başladım, ancak hala yeterince enerjiye sahip değildim. Bu sefer de yine kula gitmek yerine, odada çalışmayı ve iyileşmeyi sürdürdüm.

Öğleden sonra, hafif bir yürüyüş yapmak için yurt binasından dışarı çıkmaya karar verdim. Dışarıdaki hava, hafif soğuk ama temizdi. Adımlarımı dikkatli atarak kampüs içinde kısa bir tur attım. Temiz hava almak, kendimi daha iyi hissetmemi sağladı ve vücudumdaki bitkinlik hissini biraz azalttı.

Kampüsün etrafında dolaşırken, diğer öğrencilerin dersler arasında koşuşturduklarını ve arkadaşlarıyla sohbet ettiklerini görmek, biraz moral bulmamı sağladı. Kütüphaneye uğrayarak, eksik olan ders notlarımı topladım ve birkaç kitap aldım. Okulda geçirdiğim bu kısa süre, kendimi biraz daha normale döndürmem için faydalı oldu.

Yurt odasına dönerken kendimi oldukça yorgun hissettim ama aynı zamanda huzurlu bir şekilde. Odanın kapısını açtığımda, içeride Eva ve Nova'nın sohbet ettiğini gördüm.

Eva, benim için sıcak bir çorba hazırlamıştı ve elinde bir tabak vardı. “Merhaba Luna, biraz çorba yaptım. Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu.

“Merhaba, Eva. Teşekkür ederim, kendimi biraz daha iyi hissediyorum,” dedim, odanın köşesine geçerken.

Nova, odanın diğer köşesinde bir kitap okuyor ve gözlüğünü hafifçe yukarı kaldırarak başını çevirdi. “Senin iyileşmiş olduğunu görmek güzel,” dedi, fakat gözleri kitaba odaklıydı.

Akşam yemeğini yedikten sonra, yatak odasında birkaç saat daha dinlenmeye karar verdim. Odada kitap okudum ve kendimi tamamen rahatlamış hissetmek için meditasyon yaparak akşamı geçirdim.

Cuma sabahı, kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım ama enerjim hala tamamen yerine gelmemişti. Yatakta geçirdiğim zamanı düşündüğümde, kendimi tamamen iyileşmiş hissetmem için daha zamana ihtiyacım olduğunu fark ettim.

Kahvaltıda, Eva ve Nova’yla kısa bir sohbet ettikten sonra, biraz dışarı çıkıp kampüste dolaşarak enerji toplamayı planladım. Özellikle, okuldaki eksiklerimi gidermek ve eksik olan ders notlarını toparlamak amacıyla bir süre kütüphanede kalmayı düşündüm.

Gün boyunca kütüphanede Eva’dan aldığım notları çalışarak vakit öldürdüm.

Ve okuldaki ilk ayım böylelikle tamamlanmıştı benim.

Cumartesi ve Pazar günleri kendimi daha iyi hissederek ödevlerime ve derslerime çalıştım. Her şey çok iyi gidiyordu. Ayrıca nihayet en sonunda iyileşmiştim de.

Rahatça nefes alabilmek adına bahçeye arkadaşlarımla çıktığımda ahşap banklara oturduk.

Etrafımızda hafifçe esen rüzgâr, ağaç yapraklarının hışırtısını kulağımıza getirirken, güneşin sıcaklığı tenimize yumuşak bir şekilde dokunuyordu. Yurdun ve okul binasının arasında kalan bu bahçe, bize hep huzur vermişti. Şu anda da ruhumuza iyi gelen o dinginliği içimize çekiyorduk.

Nova, yanında getirdiği bir kitabı açmıştı. Eva ise dikkatini gökyüzünde süzülen bulutlara vermiş, arada bir dalgınca gülümsüyordu. Derin bir nefes alıp arkamı bankın soğuk ahşabına yasladım, içimde tarifsiz bir rahatlık vardı. Tam da bu anın tadını çıkardığımız sırada, Archer’ın ayak sesleri çakıl yolda yankılandı ve başımı kaldırıp ona baktım.

Archer, kollarını göğsünde birleştirerek yanımıza yaklaştı. Yüzünde, hafif endişeli bir ifade vardı. Saçları, rüzgârın etkisiyle hafifçe dağılmıştı ve gözleri doğrudan benimkileri buldu.

"İyi misin?" diye sordu, sesi her zamanki sakin ama hafif tedirgin tonundaydı. "Geçen hafta seni hiç göremedim."

Gözlerindeki endişeyi gördüğümde içimde sıcak bir his belirdi. Onun benimle gerçekten ilgilendiğini hissetmek, kendimi daha iyi hissetmemi sağladı. Hafifçe gülümsedim, "Evet, iyiyim," dedim, başımı hafifçe sallayarak. "Sadece grip oldum. Sanırım göletin soğuk suyu pek yardımcı olmadı."

Archer’ın kaşları hafifçe çatıldı. "Gölet meselesi... Kafamdan bir türlü çıkaramıyorum. Seni orada o halde görmek... Gerçekten korkutucuydu."

Bir an için nefesimi tuttum. O anı tekrar düşündüğümde, suyun soğukluğu ve üzerimdeki çaresizlik hâlâ zihnimde tazeydi. Ancak Archer’ın sesindeki endişe, o korkuyu bir nebze olsun yatıştırıyordu.

"Ben de korktum," dedim, sessizce. "Ama sen olmasaydın... Bilmiyorum ne yapardım."

Bu kelimeler aramızda asılı kaldı. Archer’ın gözlerinde kısa bir süre için bir şeyler belirdi; koruyucu bir içgüdü belki de. Ardından kendini toparlayıp yumuşakça gülümsedi. "İyi olduğuna sevindim," dedi ve yanımızdaki boş banklardan birine oturdu. Eva ve Nova hâlâ kendi dünyalarındaydılar, bizi pek fark etmiyorlardı.

Archer, bir süre sessizce oturdu, sonra yeniden bana döndü. "Peki, şimdi nasılsın?" diye sordu, sesinde yine o aynı sıcaklık. "Yani, gerçekten iyi misin?"

Derin bir nefes alıp yüzümü ona çevirdim. "Evet, gerçekten," dedim, hafifçe gülümseyerek. "Kendimi toparladım. Hatta bu hafta derslerime odaklanabildim. Ama sanırım biraz daha dikkatli olmalıyım. Bir daha gölete düşmek istemem."

Archer kahkahasını tutamadı, bu sesin etrafımızdaki havayı aniden yumuşattığını hissettim. "Sanırım hepimiz aynı fikirdeyiz," dedi. "Bir daha böyle bir şey olmasını istemiyorum."

Bir an için gözlerimiz buluştu, o anın içinde kendimi kaybettim. Archer'ın yanında olmak, her şeyin daha kolay olmasını sağlıyordu. Belki de o an, bu hisle baş etmenin ne kadar zor olduğunu fark ettim. Onun yanında olmak istemek, ancak hislerimi de saklamak zorunda kalmak... Bu karmaşık duyguların arasında yüzüyordum.

Eva'nın neşeli sesi bu sessizliği bozdu. "Biliyor musunuz, bir dahaki sefer suya düşmek istiyorsanız, en azından yaz aylarını bekleyin!" dedi şakayla karışık bir tonda. Nova da gülümseyerek başını kitabından kaldırdı.

Archer, Eva’ya bakıp gülerek karşılık verdi. "Haklısın, daha sıcak sulara ihtiyacımız var." Ardından bana dönerek ekledi, "Ama yine de, belki de su kenarından biraz uzak durmalıyız, en azından şimdilik."

Başımı sallayarak ona katıldım. "Sanırım su, bir süreliğine uzak durmamız gereken bir şey."

Bir süre daha Archer'la konuşmaya devam ettik. Onunla böyle basit şeyler hakkında sohbet etmek bile bana iyi geliyordu. Kalbimde bir rahatlama hissi vardı; Archer’ın yanımda olması, bana kendimi daha güvende hissettiriyordu. O, benim için sadece bir arkadaş değil, aynı zamanda bana güç veren biriydi.

Güneş yavaşça batmaya başlarken, bahçedeki huzur yerini akşam serinliğine bırakıyordu. Herkes yavaşça yurtlara ve okula dönmeye hazırlanıyordu. Ayağa kalktığımda, Archer'a bir kez daha teşekkür etmek istedim. Ama gözlerindeki sıcaklık ve hafif gülümsemesi, söylemek istediğim her şeyi anlatmış gibiydi.

"Teşekkürler, Archer," dedim usulca. "Yanımda olduğun için."

Archer, başını hafifçe eğerek bana bakmaya devam etti. "Her zaman," dedi. "Her zaman burada olacağım."

O anın içinde, birbirimize söyleyemediğimiz çok şey vardı, ama aynı zamanda her şey ortadaydı. Bu, aramızdaki bağın bir parçasıydı ve her geçen gün daha da derinleşiyordu.

Sonunda, bu hafta boyunca yaşadıklarım ve geçirdiğim hastalık, bana sağlığın önemini tekrar hatırlattı. Dinlenmenin ve kendime iyi bakmanın ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Şimdi, yeni bir hafta ve okulun yeni hafta zorlukları için hazırdaydım!

Beşinci haftaya başlarken, okuldaki atmosferin biraz daha ciddi bir hâl aldığını hissetmek zor değildi. Vizelere sadece iki hafta kalmıştı ve herkes üzerindeki baskıyı yavaş yavaş hissetmeye başlamıştı. Herkes sınıflar arasında hızla geçiş yapıyor, ders notları ve kitaplarla dolu sırt çantalarını taşırken kendi düşüncelerine dalmış gibiydi. Pazartesi sabahı, uzun bir hafta sonu tatilinden sonra sınıfta yerimi aldım ve Anita Hills’in "Temel Matematik" dersinin başlamasını bekledim.

Anita Hills, sınıfa her zamanki gibi hızlı adımlarla girdi. Kısa boylu, kır saçlı ve oldukça ciddi bir kadındı. Yüzünde hep kararlı bir ifade olurdu ve dersine olan tutkusunu kelimelerle anlatmak zor olurdu. Bu sefer de öyleydi. Kara tahtanın önüne geldi, elindeki not defterini masaya bıraktı ve bakışlarını sınıfın üzerinde gezdirdi.

"Bugün, fonksiyonların temel özelliklerinden bahsedeceğiz," dedi. "Bunlar, matematikte oldukça önemli bir kavram ve günlük hayatımızda bile karşımıza çıkar. Şimdi tahtaya birkaç örnek çizelim."

Anita Hills, eline tebeşiri aldı ve tahtaya eğriler, eksenler ve noktalar çizerek fonksiyonların nasıl çalıştığını anlatmaya başladı. Bu sırada bizler de defterlerimize not alıyorduk. Her çizginin, her eğrinin arkasında bir mantık vardı ve bu mantığı anlamak, sadece matematik değil, düşünme şeklimizi de geliştirecekti.

Arada sırada sınıfa dönüp, "Fonksiyonun grafiğine bakarsak, x'in değerini değiştirdiğimizde y'nin nasıl etkilendiğini görebilirsiniz," dedi. "Bu, hayatınızdaki değişkenler ve sonuçlar arasında kurduğunuz ilişkiyi anlamanıza da yardımcı olur."

Ders boyunca kafamı kurcalayan soruları sordum ve Anita Hills her zamanki sabrı ve titizliğiyle yanıtladı. Dersten çıktığımda kafam biraz karışıktı, ama aynı zamanda matematiğin dünyasını biraz daha anlar hâle gelmiştim.

Gün içinde başka bir ders olmadığından kızlarla öğle yemeğimi yedikten sonra doğruca yurdun yolunu tutmuştum.

Hala Raven’in verdiği kitabı okumaktaydım.

Bu boş gün benim için güzel bir değerlendirme olmuş ve bu büyük kitabı yarılamıştım.

Yakında vizeler olduğundan okuma fırsatı bulamayacağımı biliyordum o yüzden şimdi ne okusam kardı.

Salı sabahı ilk dersimiz "Tarih ve Medeniyet"ti ve Eldric bu derste adeta tarihin bir parçası gibi görünürdü. Yaşlıydı, ancak gözlerindeki canlılık ve enerjisi genç bir adamı aratmazdı. Uzun, beyaz saçları ve yere kadar uzanan koyu mavi cübbesiyle tam bir bilge havası estirirdi. Sınıfa girdiğimizde, tahtaya büyük harflerle "Antik Uygarlıkların Mirası" yazılmıştı.

"Bugün, Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının günümüze etkisini konuşacağız," dedi. Sesi derin ve etkileyiciydi. "Bu uygarlıkların hukuk, felsefe, sanat ve hatta mimaride bize bıraktığı mirasları inceleyeceğiz."

Ders boyunca, eski zamanlardan kalma hikayeler anlattı. Sokrates'in mahkemede kendini savunmasını, Roma hukukunun günümüz yasalarına nasıl temel oluşturduğunu detaylandırarak anlattı. Eldric, tahtaya birkaç Latince alıntı yazdığında, anlamlarını bizlere açtı.

"Bu cümle," dedi, tahtayı işaret ederek, "Latince 'Ad Astra Per Aspera.' Zorluklar Aracılığıyla Yıldızlara... Bu, hem antik dünyada hem de günümüzde, ilerlemek için zorlukları aşmanın önemini vurgular."

Eldric’in dersinden sonra, ikinci ders için önce öğle arasına girdik ve Eva ile kantinde oturup rahatça yemek yedik.

Öğle yemeğinin ardından Valeria’nın sınıfına geçtik. Valeria, “Bilinçaltı ve Zeka” dersinde her zaman bizi şaşırtmayı başarırdı. Uzun, koyu saçları ve içten bakışlarıyla, sınıfın ortasına geçti ve gözlerini kapatmamızı istedi.

"Bugün," dedi, ses tonu yumuşak ama kararlıydı, "bilinçaltının gücünü kullanarak zihnimizi daha etkin bir şekilde nasıl kontrol edebileceğimizi keşfedeceğiz."

Bir süre boyunca hepimiz gözlerimizi kapatıp, Valeria’nın yönlendirmesiyle zihnimizin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıktık. Bizi sakinleştirici bir manzara hayal etmeye yönlendirdi, ardından zihnimizde saklı olan düşünce ve duyguları ortaya çıkarmamızı sağladı.

"Şimdi," dedi, "gözlerinizin önüne bir kapı getirin. Bu kapı, bilinçaltınızdaki saklı düşünceleri temsil ediyor. Kapıyı açın ve içeride ne gördüğünüzü inceleyin."

Bu, oldukça etkileyiciydi. Valeria, derin nefes almamızı ve bu düşünceleri kabullenmemizi öğretti. Dersin sonunda, kendi zihinlerimizin ne kadar karmaşık ve güçlü olduğunu bir kez daha anlamıştım.

Dersler güzel geçmekteydi.

Salı günü de güzel geçmekteydi.

Çarşamba sabahı Maelis'in Yoga dersi ile başladı. Maelis, bu derste bize sadece fiziksel rahatlamayı değil, aynı zamanda zihinsel huzuru da öğretirdi. O sabah, sınıfa girdiğimizde bizi yumuşak bir müzik karşıladı. Maelis, ince yapılı, kısa saçlı ve huzur dolu bir kadındı. Bize her zaman, "Zihin ve beden bir bütündür," derdi.

"Bugün, denge ve esnekliğe odaklanacağız," dedi. "Zihinle bedeni uyum içinde tutmak, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir denge de getirir."

Hareketleri yavaşça gösterdi ve Archer ve diğerleri ile biz de onu takip ettik. Matlarımızda farklı pozisyonlara geçerken, nefesimizi kontrol etmeyi öğreniyorduk. Maelis’in sesindeki sakinlik ve hareketlerimizin yavaşlığı, bedenimizdeki her kasın farkına varmamızı sağladı.

"Nefes alın," diye fısıldadı. "Ve şimdi nefes verin. Nefesinizin sizi nasıl dengelediğini hissedin."

Bu ders, zihinsel olarak yoğun geçen haftanın ortasında bize bir nefes aldırmıştı. Yoga sonrası hissettiğim hafiflik ve huzur, tüm hafta boyunca taşıyacağım bir his olacaktı.

İkinci ders Harper ile Temel Psikoloji idi. Harper, uzun boylu, karizmatik bir öğretmendi. Her zaman pratik örneklerle ders anlatmayı severdi. Bugün de bizi gruplara ayırarak küçük bir deney yaptı.

"Bugün, algı ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi inceleyeceğiz," dedi. "Algılarımız, gerçeği nasıl yorumladığımızı büyük ölçüde etkiler."

Herkese farklı görseller gösterdi ve her birimizin bu görsellere nasıl tepki verdiğimizi analiz etti. Herkesin aynı görsele farklı bir yorum getirdiğini gördüğümüzde, algının nasıl değişken olabileceğini fark ettik.

"Bu," dedi Harper, tahtaya birkaç kelime karalayarak, "algılarımızın kişisel deneyimlerimize, inançlarımıza ve duygularımıza ne kadar bağlı olduğunu gösterir."

Haftalar yoğun ama sakin bir şekilde geçiyordu ama en sorunlu gün ise… Perşembe günü olmuştu!

Perşembe günü sınıfa girdiğimde, edebiyat öğretmenimiz Harden tahtanın önünde durmuş bizi bekliyordu. Uzun boylu, biraz huysuz ama bir o kadar da bilgili biriydi.

"Bugün," dedi, sert ama etkileyici bir ses tonuyla, "Romantik dönemin edebiyatını ve sembolizmini inceleyeceğiz. Özellikle, William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge gibi şairlerin eserlerindeki doğa ve insan arasındaki ilişkiye odaklanacağız."

Tahtaya, "Romantik Dönem - Duygu ve Doğa" başlığını yazdı ve bu dönemin, insan duygularının ve doğanın güzelliğinin bir yansıması olduğunu anlatmaya başladı. Edebiyatın, insanın en derin duygularını nasıl ifade edebileceğini tartıştık.

"Şu dizeyi ele alalım," dedi, kitaplardan birini açarak. "Wordsworth'ün 'Yalnız Gezgin Bulut' şiirinde, doğanın insan ruhuna olan etkisini nasıl anlatıyor? Bu, sadece bir manzara tasviri değil, aynı zamanda şairin iç dünyasının bir yansımasıdır."

Derin analizlerle dolu bu ders, bana her kelimenin arkasındaki anlamı düşünmenin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

Edebiyat dersinden sonra, Meyers'in İleri Düzey Sanat ve Yaratıcılık dersine geçtim. Meyers, yaratıcılığı teşvik eden biriydi. Uzun sakalları ve gözlüklerinin arkasındaki parıltılı bakışlarıyla tam bir sanatçı ruhuna sahipti.

"Bugün," dedi, geniş el hareketleriyle, "kendinizi ifade etmek için sadece ellerinizi ve bir parça kömürü kullanacağız. Tuvaliniz, önünüzdeki beyaz kağıt. Duygularınızı, düşüncelerinizi, iç dünyanızı bu kağıda aktarın."

Sanat, kelimelerin anlatamadığını anlatmanın bir yoluydu. Ellerim kömürle kaplanmıştı ve kağıdın üzerinde özgürce dolaşıyordu. Duygularım, düşüncelerim şekil alıyordu. Meyers aramızda dolaşıp bizi yönlendiriyordu.

"Önemli olan," dedi, bir an için durup çalışmalarımıza bakarak, "ne çizdiğiniz değil, ne hissettiğinizdir. Sanat, ruhunuzun bir yansımasıdır."

Resim dersindeydim, önümdeki tuvale fırçayı her dokundurduğumda içimdeki güçlerin daha da canlandığını hissediyordum. Sanki renklerle ve fırça darbeleriyle ruhumun derinliklerine iniyordum, güçlerim her geçen gün daha da belirginleşiyordu. Raven’la yaptığımız çalışmalar sayesinde onları daha da iyi kontrol edebiliyordum. Boyalar, fırçamın ucunda dans ederken tuvalde bambaşka dünyalar yaratıyordum. Güçlerimin sanatımla birleşmesi, bana olağanüstü bir yetenek veriyordu. Her fırça darbesiyle bu dünyadan kopup tamamen kendi içime dönüyordum.

Ama o gün bir şey ters gitti. Resmin ortasında, başımda bir ağırlık hissettim. İlk başta bunun yorgunluktan kaynaklandığını düşündüm, belki fazla konsantre olmuştum. Ama sonra ağırlık keskin bir ağrıya dönüştü, sanki beynimin içine bir hançer saplanıyordu. Ellimi alnıma götürdüm, gözlerim bulanıklaştı. Bu sırada sınıftaki diğer öğrencilerin uğultusu kayboldu, sadece başımdaki ağrının yankısını hissedebiliyordum. İçimde bir yerlerde bir şeylerin ters gittiğini biliyordum, güçlerimle ilgili bir şeydi bu. Yoksa güçlerimi mi kontrol edemiyordum? Belki de Raven’ın kitabının yardımı yetmiyordu artık.

“Luna, iyi misin?” diye sordu arkamdaki bir öğrenci.

Bir şey söylemek için ağzımı açtım, ama kelimeler dökülmedi. Sadece başımı sallayıp fırçamı bıraktım. Sınıftan aceleyle çıktım, kafamda dönen düşünceler ve başımdaki o dayanılmaz ağrıyla koridora daldım. Bir an kendime toparlanıp tuvalete gitmeyi düşündüm, ama her adımda ağrı daha da artıyordu. Güçlerim kontrolden mi çıkıyordu? Yoksa bedenim mi buna karşı koyamıyordu?

Bir köşeye çekildim ve duvara yaslandım. Nefes almaya çalışırken gözlerimi kapattım, ama o ağrı durmadı. İçimde bir şeyler parçalanıyor gibiydi. Tam o anda, Raven aklıma geldi. Onunla bu hafta tekrar buluşmalıydım.

Belki de bu yaşadıklarımın bir açıklaması vardı. İçimde bir korku belirdi; Raven’ın bu işin bir parçası olup olmadığını merak ediyordum. Bütün bu çalışmalar, güçlerim üzerinde yaptığımız deneyler... Ya bunlar bana zarar veriyorsa?

Haftanın son dersine giderken yorgun ama bir o kadar da heyecanlıydım. Carson ile "Kişisel Gelişim ve Liderlik" dersine girecektik. Carson, karizmatik ve ilham verici bir öğretmendi.

"Bugün," dedi, sınıfın ortasında durarak, "liderlik ve etkili iletişim üzerine konuşacağız. Liderlik, sadece bir grup insanı yönlendirmekten ibaret değildir. Liderlik, aynı zamanda kendinizi tanımak, kendi değerleriniz ve inançlarınız doğrultusunda hareket etmektir."

Bizi küçük gruplara ayırdı ve her gruba bir lider seçmemizi istedi. Bu lider, belirli bir problem üzerinde çalışma sırasında ekibine rehberlik edecekti. Sorun, bir ormanda kaybolmuş bir grup insanı güvenli bir yere götürmekti.

"Unutmayın," dedi Carson, "bir lider, sadece emir veren kişi değildir. Aynı zamanda dinleyen, anlayan ve yönlendiren kişidir."

Çalışma boyunca herkesin fikirlerini dinlemeye ve en iyi çözümü bulmaya çalıştık. Ben, grubumuzun lideriydim ve bu rol beni biraz zorladı. Karar vermek, ekibin görüşlerini dengelemek ve en mantıklı yolu seçmek... Bu, gerçek bir liderlik sınavıydı. Carson, dersin sonunda bize dönüp gülümsedi.

"Liderlik," dedi, "kendinizi ve başkalarını anlayabilme sanatıdır. Bu, sadece bir yetenek değil, aynı zamanda bir sorumluluktur."

Son sözleri ile Carson dersi bitirdiğinde sınıftan Eva ile birlikte çıktık.

Aklımda ise hala güçlerim ve Raven vardı.

Yarın olup bitecekler…

İç çekerek kendimi yatağa bıraktığımda telefonumu elime aldım.

Raven’in telefon numarasına mesaj atarak tekrardan buluşmak istediğimi belirttim.

Teklifimi hızlı bir şekilde kabul ettiğinde buruk bir gülümsemiştim.

Yarın büyük bir gündü.

Güç eğitimi ve yine her şeye rağmen Raven ile bir kez daha buluşma günü!

Cuma günü Raven’la buluşma vakti geldiğinde, içimde bir tuhaflık vardı. O ağrı birkaç gündür hafiflemişti, ama hala geçmemişti. Sanki bir gölge gibi beni takip ediyordu. Buluşma noktasına geldiğimde Raven, her zamanki gibi oradaydı, beni soğukkanlı bir yüz ifadesiyle karşıladı. Onun yanına giderken adımlarım yavaşladı, içimde büyüyen sorularla doluydum. Güçlerimle ilgili yaşadıklarımı ondan saklamamam gerektiğini biliyordum.

“Raven,” dedim derin bir nefes alarak. “Bir şeyler ters gidiyor. Güçlerimle ilgili... Birkaç gündür başımda bir ağrı var ve sanki kontrolü kaybediyorum. Bu, çalışmalarımızla ilgili olabilir mi? Ya da... başka bir şey mi?”

Raven kaşlarını hafifçe kaldırdı, ama yüzünde endişe yerine her zamanki sakinlik vardı. “Nasıl bir ağrı bu?” diye sordu, sanki zaten bir cevabı biliyormuş gibi.

“Yoğun, keskin bir ağrı,” dedim. “Sanki beynimin içinden bir şey çekiliyormuş gibi. Başladığında güçlerimi kullanamıyorum, her şey karışıyor.”

Raven, birkaç saniye sessiz kaldı. Gözleri bir an için donuklaştı, sonra derin bir nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. “Bunun güçlerinle ilgisi olabilir. Ama tam olarak ne olduğunu anlamamız için biraz daha çalışmamız gerek. Kontrolü kaybetmek, başlangıçta normaldir. Bu yüzden burada benimle çalışıyorsun.”

Kelimeleri, içimdeki korkuyu hafifletmeye yetmedi. “Ama bu ağrı... sanki bana zarar veriyor. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Raven, bu normal mi?”

O an, Raven’ın yüzünde beliren ince bir gülümseme fark ettim. “Endişelenme, Luna. Eğer kontrolü kaybettiğini hissedersen, ben buradayım. Sana zarar gelmesine izin vermem.”

Sözleri kulağa teselli edici gibi gelse de, içimde bir rahatsızlık hissi belirdi. Raven’a güveniyordum, ama bir yandan da onun bana tamamen açık olmadığını düşünmeye başladım. Beni gerçekten koruyor muydu, yoksa gücümü test etmek için mi buradaydı?

Bugün çalışmalara başladık. Raven her zamanki gibi yönlendirmelerde bulundu, güçlerimi daha kontrollü kullanmamı sağladı. Fakat bu sefer daha dikkatliydim. Onun talimatlarını yerine getirirken, bir yandan da başımdaki ağrıya odaklanıyordum. Ne zaman ağrı artacak diye bekledim. Ancak ilginç bir şekilde, Raven’ın yanında ağrı hafifledi. Bu beni hem rahatlatmış hem de şüphelendirmişti. Eğer ağrı sadece onun yanında azalıyorsa, bu gerçekten de onunla mı ilgiliydi?

Bir süre daha çalıştık. Güçlerimi kullanmak her zamanki gibi doğal geliyordu, ama içimdeki o şüphe dinmek bilmiyordu. Sonunda çalışmayı bitirdiğimizde, Raven’a tekrar döndüm.

“Raven, bu gerçekten normal mi?” diye sordum, sesimde hala bir tereddüt vardı. “Bana zarar vermediğinden emin misin?”

Raven, bana doğru bir adım attı ve gözlerimin içine baktı. Gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı. “Luna, senin iyiliğin için buradayım. Bana güvenmen gerekiyor.”

Ona güvenmek istiyordum, ama içimdeki o rahatsızlık büyümeye devam ediyordu. Güçlerimi kontrol etmek için ona muhtaç olduğumu biliyordum, ama ya bu durum beni daha da zayıf hale getiriyorsa? Tam bu düşüncelerle boğuşurken, Raven’ın sesi beni düşüncelerimden kopardı.

“Archer’la durumun ne olacak?” diye sordu aniden.

Bu soru beni hazırlıksız yakalamıştı. Raven’ın Archer’dan bahsetmesini beklemiyordum. “Archer mı?” diye tekrar ettim. “Ne demek istiyorsun?”

Raven omuzlarını silkerek yüzünde hafif bir alayla gülümsedi. “Onunla aranızda bir şeyler var, değil mi?’’

Yüzümdeki gülümseme solarken aklım Archer’a kaydı ve gözlerim ise bir kez daha Raven’e.

‘’Arkadaşız, Sorunları çözdük aramız iyi.’’ Söylediğim sözlerle Raven’in bakışları değişirken iç çekti.

‘’Yani iyisiniz?’’

‘’İyiyiz.’’ Dedim kısa ve öz Raven’e. Ardından Raven, bir şey söylemeden gülümsedi. O an, Raven’ın Archer konusunu neden açtığını tam olarak anlayamamıştım, ama içinde bir hesap olduğunu seziyordum. Bu konuyu daha fazla uzatmadan yanından ayrılmaya karar verdim. İçimdeki rahatsızlık gitgide büyüyordu ve artık onun yanında daha fazla kalmak istemiyordum.

Raven’ın yanından ayrıldığımda, kafamda binbir düşünceyle yürümeye başladım. Başım hala hafif hafif ağrıyordu, ama en kötüsü geçmişti. Raven’a güvenmek istiyordum, ama içimdeki şüpheler gitgide büyüyordu. Eğer bu ağrılar güçlerimle ilgili değilse, kim ya da ne sebep oluyordu? Ve neden sadece Raven’ın yanında rahatlıyordum?

Yurda dönerken, aklımda bir tek soru vardı: Beni bu hale kim ya da ne sokuyordu?

Artık iki hafta vardı sadece, sınavlar için.

Bu yüzden tek derdimiz sınavlar olmuş bir şekilde ders çıkışları sürekli kütüphaneye gidip çalışmaya koyulduk.

Artık sınavlara sadece iki hafta kalmıştı. Akademideki herkesin üzerinde ince bir stres bulutu vardı; bu bulut, salonlarda, kantinde, hatta bahçede bile dolaşıyordu. Herkes için tek bir hedef vardı: sınavlarda başarılı olmak. Bu nedenle, ders çıkışlarında kendimizi hemen kütüphaneye atıyorduk. Burası, sınavlara hazırlanmak için en sessiz ve en verimli yerdi. Kalın kitap raflarının arasındaki masalarda, grup çalışmaları ve bireysel okuma seansları düzenleyerek, elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorduk.

İlk başlarda, kütüphaneye yalnız gitmeyi düşünmüştüm. Ancak Eva ve Nova'nın beni yalnız bırakmaya hiç niyetleri yoktu. Pazartesi günkü matematik dersinden sonra, hep birlikte kütüphaneye doğru yürüdük. Eva elindeki notları sallayarak bana döndü.

"Bu sınavlar bizi ya daha zeki yapacak ya da tamamen bitirecek!" dedi, gözleri ironiyle parlıyordu.

Nova, Eva’nın bu içten ifadesine güldü. "Benim oyum 'daha zeki yapacak' yönünde," dedi. "Biraz sıkı çalışmanın kimseye zararı olmaz."

Kütüphaneye vardığımızda, hemen rahat bir çalışma köşesi bulduk. Kütüphane, ahşap masaları, raflarda dizili tozlu kitapları ve loş ışıklandırmasıyla oldukça davetkar bir yerdi. Sessizliği, çalışmaya odaklanmamıza yardımcı oluyordu. Pencere kenarındaki masaya yerleştik. Dışarıda, sonbaharın serin esintisi ağaçların yapraklarını dans ettiriyordu, ancak içeride kitapların ve notların arasında, başka bir dünyadaydık.

İlk çalışmaya başladığımız konu matematikti. Pazartesi günkü dersi Anita Hills’in anlatımını aklımda taze tutarak, fonksiyonlar ve grafikleri tekrar etmeye başladık. Eva’nın matematik konusunda oldukça iyi olduğunu fark etmiştim, bu yüzden beni yönlendirmesine izin verdim.

"Öncelikle," dedi Eva, not defterini açarken, "fonksiyonların temel özelliklerini kavrayalım. Bu noktada en önemli şey, her x'in bir y'ye karşılık gelmesi. Şimdi, sana birkaç örnek göstereceğim."

Eva, sabırla tahtadan çıkardığı notları gösterirken, ben de dikkatlice dinledim. Sorularımızı defterlerimize yazıp tek tek çözmeye başladık. Zaman zaman kafam karıştığında, Eva basit ve anlaşılır bir şekilde konuyu yeniden açıkladı.

"Burası çok önemli," dedi, fonksiyonların grafiğini çizerken. "Grafiğin eğimi, fonksiyonun x’e göre nasıl değiştiğini gösterir. Eğer doğru bir şekilde anladın mı?"

Başımı salladım ve birkaç örnek daha çözdüm. Bir süre sonra, Nova da matematik notlarını çıkardı ve hep birlikte soru çözmeye başladık. Zamanla konuyu kavradığımı hissetmeye başladım ve bu da bana biraz rahatlık verdi.

Salı günü, sabah Eldric’in tarih dersinden sonra, hep birlikte tarih çalışması yapmaya karar verdik. Kütüphaneye döndüğümüzde, Eldric’in tahtaya yazdığı Latince alıntıları ve bu alıntıların arkasındaki tarihi olayları derinlemesine incelemeye başladık. Nova, tarihe karşı oldukça meraklıydı ve bu merakını bizimle paylaşmaktan çekinmiyordu.

"Tarih, sadece olayların sıralaması değil," dedi Nova bize yardım edercesine. Bir yandan da kendi dersine odaklanmaktaydı.

Eva bir parşömen çıkartarak. "Aynı zamanda insanların yaşadığı deneyimlerin birikimidir. Eldric’in dediği gibi, antik uygarlıkların bize öğreteceği çok şey var."

Eldric’in dersinde anlattığı Roma hukuku ve felsefe üzerine notlar almıştık ve şimdi bu notları derinlemesine incelemeye başladık. Her birimiz birer konuyu ele alıp, diğerlerine kısa özetler yaparak öğrenme sürecini hızlandırdık. Eva, özellikle Roma hukukuna odaklanmıştı. Not defterine eğilerek, Latince cümleleri doğru bir şekilde telaffuz etmeye çalışıyordu.

"Roma hukuku," dedi Eva, ciddi bir ifadeyle, "modern hukukun temeli olarak kabul edilir. Aslında, pek çok hukuk terimi Latinceden gelir. 'Habeas Corpus' ifadesi bile günümüzde adalet sisteminin temel taşlarından biri."

Arada sırada Valeria’nın bilinçaltı ve zeka dersi üzerine de konuştuk. Valeria, bilinçaltının nasıl çalıştığını anlamamız için bize pek çok pratik alıştırma yaptırmıştı. O gün, hep birlikte gözlerimizi kapatıp bilinçaltımıza dair egzersizler yapmıştık ve bu egzersizlerin bazıları gerçekten de işe yaramış gibi görünüyordu. Nova, o günkü çalışmamız sırasında bu deneyimi tekrarlamamızı önerdi.

"Tamam, şimdi hep birlikte gözlerimizi kapatıp Valeria'nın öğrettiği gibi bilinçaltımıza odaklanalım," dedi Nova, bir meditasyon rehberi gibi. "Düşüncelerimizi açığa çıkaralım ve zihnimizdeki engelleri aşalım."

Bu egzersiz, birkaç dakikalığına olsa da bizi rahatlatmıştı. Bu süreçte zihnimdeki karmaşayı ve sınav stresini bir kenara bırakıp kendimi daha iyi hissettim.

Çarşamba günü yoga ve psikoloji derslerinden sonra, kütüphanede yoğun bir çalışma maratonuna girdik. Maelis'in yoga dersindeki meditasyon tekniklerini uygulayarak önce zihnimizi rahatlattık, ardından Harper'ın psikoloji dersinde öğrendiklerimizi hatırlamak için kısa bir gözden geçirme yaptık. Harper’ın verdiği örnekler üzerinde konuşurken, psikolojinin ne kadar derin ve karmaşık bir alan olduğunu bir kez daha fark ettim.

"Algı her şeydir," dedi Eva, Harper’ın ders notlarını incelerken. "Algılarımız, gerçekliği nasıl yorumladığımızı belirler. Bu yüzden, Harper’ın anlattığı algı testlerini tekrar incelemeliyiz."

Her birimiz, Harper’ın sınıfta gösterdiği görselleri hatırlamaya çalıştık ve bu görsellere olan tepkilerimizi analiz ettik. Bu küçük grup çalışması, psikolojinin sınavı için hazırlanmamıza oldukça yardımcı oldu.

Perşembe günü, edebiyat, sanat ve liderlik dersi sonrası yorgun kafayla kütüphaneye döndük. Harden’ın dersinde öğrendiğimiz romantik dönemin eserlerini okuduk. Eva ve Nova ile birlikte "Yalnız Gezgin Bulut" şiiri üzerinde tartıştık.

"Wordsworth," dedi Eva, heyecanla, "doğa ile insan arasındaki bağlantıyı anlatmada gerçekten ustaydı. Bu şiir, yalnızca bir doğa tasviri değil, aynı zamanda şairin ruh halini yansıtıyor."

Edebiyat dersinin yoğunluğu ile biraz yorulsak da devam ettik. Liderlik dersinde işlenen yerleri tekrar edecek ve haftaya daha da rahatlayacaktık.

Ve öyle de olmuştu.

Sadece sınavlara vize haftası kalmış iken son dersimizde sınavlar üzerine Profesör Carson güzel bir aktivite yapmıştı derste.

Sınıfımızda liderlik sınavına hazırlık amacıyla çeşitli simülasyonları tekrarladık. Carson, liderlik ve ekip çalışması üzerine çok şey öğretmişti ve bu bilgiler sınavda bizim için önemli olacaktı.

Kütüphanede, grup çalışmaları yaptık. Hepimiz birer lider olarak farklı senaryoları yönettik. Bu, gerçek dünyada liderlik yapmanın ne kadar zor ve aynı zamanda tatmin edici olabileceğini gösterdi.

Her akşam, kütüphanede çalışmamız sona erdiğinde ve pencerelerden dışarı baktığımızda gece çoktan inmiş olurdu. Yorgun ama tatmin olmuş bir şekilde odalarımıza dönerken, aklımızda sürekli olarak öğrendiğimiz bilgiler ve sınavların getirdiği baskı vardı. Ancak bu süreç, sadece sınavlara çalışmakla değil, aynı zamanda birbirimize olan destek ve dayanışmayla da doluydu. Eva ve Nova'nın yanımda olması, bu yoğun dönemi daha katlanılabilir kılıyordu. Zorlukları birlikte aşmak, bizi sadece bilgi anlamında değil, aynı zamanda dostluk anlamında da geliştirdi.

Bu yoğun çalışma haftalarının sonunda, hepimiz sınavlara hazır olduğumuzu hissetmeye başlamıştık. Tek yapmamız gereken, öğrendiklerimizi sınavlarda en iyi şekilde göstermekti.

Loading...
0%