Yeni Üyelik
80.
Bölüm

S2B5

@selinayeda_x

İçeri girdiğimde, yalnız kalmanın verdiği o dinginlikle yatağıma uzandım. Bu hafta sonu, buz pateniyle başlayan ve partilerle devam eden karmaşık duygularla dolu bir gün olmuştu. Ama Archer’la olan bu konuşma, kafamı daha fazla meşgul ediyordu. Onunla olan ilişkimizi daha net görebiliyordum artık.

Belki de daha fazlasını anlamanın zamanı gelmişti.

Yeni bir hafta yeni bir gün.

Sabah güneşimin aydın olması ile gözlerimi kırpıştırdım ve onları ovuşturarak açtım.

Yeni bir gündeydim işte.

Pazartesi sabahı ilk dersim "Etkili Konuşma" dersi olacaktı. Açıkçası bu ders, diğerlerinden farklı bir atmosfere sahipti. Yalnızca bilgi öğrenmekle değil, iletişim yeteneklerini geliştirmekle de ilgiliydi. Sınıfa adım attığımda, masaların yarım daire şeklinde düzenlendiğini gördüm. Bu düzen, herkesin birbirini görebilmesini sağlayacak şekilde tasarlanmıştı. Belki de bu dersi bu kadar çekici kılan şey, herkesin birbirine olan yakınlığı ve iletişime dair olan bu sürekli vurgu idi.

Öğretmenimiz Prof. Harper, kısa boylu ama karizmatik bir adamdı. Her zamanki gibi, sınıfa büyük bir özgüvenle girdi ve birkaç kısa, net kelimeyle dikkatimizi topladı.

"Bugün herkesin sırasını savunacağı gün," dedi gülümseyerek. "Hazırlık yaptığınızı umuyorum."

Derin bir nefes aldım. Daha önce hazırladığımız kısa konuşmalarımızı sınıfın önünde yapmamız gerekecekti ve bu düşünce bile biraz gerginlik yaratıyordu. Ama Harper hocanın rahat tavrı ve öğrencilerle kurduğu bağ, bir şekilde bu gerginliği hafifletiyordu.

"Dilerseniz başlamadan önce bazı konuşma tekniklerini gözden geçirelim," dedi ve tahtaya doğru yürüdü. "Bugün, topluluk önünde konuşurken beden dilinin gücünden bahsedeceğiz. İletmek istediğiniz mesaj sadece kelimelerle değil, aynı zamanda bedeninizle, yüz ifadenizle ve ses tonunuzla da iletilir."

Elini tahtaya doğru kaldırarak, "Beden Dili" başlığını yazdı. Öğrencilerden bir kaçı defterlerine not almaya başladı. Luna olarak, ben de bunu önemseyerek yazdım çünkü sadece kelimelerin değil, anlatım tarzının da gücünü biliyordum.

"Bir konuşmacının duruşu, dinleyicilere güven verir," diye devam etti. "Göz teması kurmak, samimiyeti gösterir. Eğer ellerinizi sürekli cebinizde tutarsanız, karşınızdaki kişiye güvensiz bir izlenim verebilirsiniz."

Tam bu sırada, arka sıralardan biri elini kaldırdı. Bu, sınıfın sessiz sakinlerinden biri olan Karen'di. "Ama ya göz teması kurmakta zorlanıyorsak?" diye sordu.

Prof. Harper gülümseyerek ona döndü. "Göz teması kurmak, zamanla geliştirilebilecek bir beceridir. Başlangıçta zorlansanız bile, odaklanabileceğiniz belirli bir nokta seçebilir ve oraya odaklanarak bu hissi yaratabilirsiniz."

Karen başını sallayarak teşekkür etti. Profesör ise derse devam etti: "Bir de ses tonu var. Unutmayın, sesinizin yükselip alçalması da anlatmak istediğiniz şeye duygusal derinlik katar. Düz bir ton, sıkıcı bir izlenim verir."

Harper hoca konuşmasına devam ederken gözlerim Eva’ya takıldı.

Kafamda bir türlü toparlayamadığım hislerle boğuşurken, hoca, "Luna, seninle başlayalım mı?" dedi.

Aniden irkildim. Tüm gözler bana çevrilmişti. Ayağa kalktım ve kürsüye doğru yürüdüm. Kalbim hızla atıyordu. Sıra bana gelmişti. Elimde tuttuğum notlara göz gezdirdim. Derin bir nefes alarak, Harper’ın az önce anlattığı teknikleri aklımda tutmaya çalışarak başladım.

"Bugün size başarısızlık korkusundan ve bunun nasıl aşılabileceğinden bahsedeceğim..."

İlk cümlemi söyledikten sonra biraz rahatladım. Düşündüğümden daha iyiydi. Sınıfın önünde durmak ve konuşma yapmak zor gelse de, öğrendiklerimi uygulamak kendime güvenimi artırıyordu.

Vurgulamak istediğim noktalarda ses tonumu ayarladım, ellerimi daha kontrollü kullanmaya çalıştım. En azından sınıfın ilgisini çekmeyi başarmıştım.

Konuşmamı bitirdiğimde, derin bir nefes aldım ve Julian hoca bana başını sallayarak onay verdi. "Güzel bir başlangıç. Ses tonunu daha da güçlendirmelisin, ama beden dilin oldukça iyi. Bunu geliştirmeye devam et," dedi.

Yerime geri döndüm, biraz rahatlamış ama hâlâ kafam karışık bir halde. Nova ile yüzleşmem gerektiğini biliyordum ama doğru an ne zaman olurdu?

Dersin geri kalanı boyunca diğer arkadaşlarım da sırayla konuşmalarını yaptı. Bazıları oldukça başarılıydı, bazıları ise hâlâ gerilmişti. Sonuç olarak, Prof. Harper bize her birimizin kendine özgü bir tarz geliştirmesi gerektiğini hatırlatarak dersi bitirdi.

Ders bitiminde koridorda yürürken Eva yanıma geldi. "Bugün gayet iyiydin," dedi gülümseyerek.

"Teşekkürler. Biraz tedirgindim aslında," dedim dürüstçe.

"İyi iş çıkardın.’’

Gerçekten de…

İyi iş çıkarmıştım.

Etkili Konuşma dersinden sonra Eva ile kantine doğru yürüdük. Sınıftaki gerginliği üzerimden atmam lazımdı ve Eva’yla geçen her an, beni rahatlatırdı. Aramızdaki sohbet her zaman keyifliydi; Eva’nın enerjisi sanki ruhumu dinlendirirdi. Kantine vardığımızda boş bir masa bulup oturduk. Eva hemen menüye göz attı.

"Bugün ne alıyorsun?" diye sordu.

"Sanırım bir salata ve kahve iyi gider. Hafif bir şeyler yemem lazım, yoksa ders boyunca midem guruldayacak," dedim gülerek.

"Ben de salata alıyorum ama kahveye pek güvenemem," dedi Eva. "Geçen hafta içtiklerimiz yüzünden neredeyse sınıfta bayılacaktım."

Ben de onun şakacı tavrına gülümseyerek, "Haklısın, kahve burada hep bir risk!" dedim.

Siparişlerimizi verdikten sonra masaya döndük. Tam sohbetin orta yerindeydik ki Raven kantine girdi. Onun kapıdan içeri girmesiyle masadaki havanın değiştiğini hissedebiliyordum. Raven’ın varlığı, bulunduğu her ortamı tamamen etkisi altına alırdı. Sert bakışları, kendine güvenli tavırları ve sanki her an ne yapacağını bilen bir havası vardı. Gözleri etrafı tararken bizim masamıza doğru yöneldi. İçimde bir tedirginlik oluştu; sebebini tam olarak bilmiyordum ama her seferinde onu gördüğümde bu his içimi kaplıyordu.

Eva da Raven’ın gelişini fark etmiş olacak ki, bakışlarını bana çevirdi. “Sakin ol,” diye fısıldadım kendi kendime. “Hiçbir şey belli etme.”

Raven masamıza yaklaşıp oturdu. "Kızlar," diyerek selam verdi. "Ne konuşuyordunuz?"

"Hiç," dedim hafif bir gülümsemeyle. "Sadece öğle yemeğinden bahsediyorduk."

"Öyle mi?" dedi Raven, kaşlarını kaldırarak. Gözleri Eva’dan bana doğru kaydı, bakışları üzerimde biraz daha uzun kaldı. "Luna, seninle konuşmam gereken bir şey var ama şimdi değil, sonra konuşuruz."

Bu sözler içimde bir dalga daha yarattı. Ne hakkında konuşmak istiyordu acaba? Ama yüzümdeki ifadeyi kontrol etmeye çalıştım. "Tabii," dedim soğukkanlı bir şekilde. "Ne zaman istersen."

Raven’ın her zaman saklı tuttuğu planları vardı ve ben bunların çoğundan uzak kalmak için elimden geleni yapardım. Ama bazen, bu çemberin içine nasıl çekildiğimi bile anlamadan olayların ortasında bulurdum kendimi.

Eva, Raven’ın varlığından rahatsız olmuş gibi, masadaki çatalı oynatıyordu. "Kültürel Antropoloji dersine hazırlanıyorduk aslında," dedi hafif bir soğuklukla.

Ardından Raven elini uzattı Eva’ya.

‘’Resmi olarak tanıştırılmadık, ben Raven.’’ Dedi. Ardından ekledi usulca. ‘’Luna’nın eski bir arkadaşı.’’ Eva ufak bir tebessüm ederek ‘’Eva.’’ Dedi kısaca. Ardından bakışları Raven’in eline kaydı. Elini yavaşça sıktığında Raven gülümseyerek ayağa kalktı.

‘’O halde ben gideyim, görüşürüz kızlar. Yazarsın bana Luna, önemli!’’

Raven’in gidişinin ardından bir süre sonra Eva ile birlikte biz de yemekhaneden çıkıp sınıfa doğru yürüdüğümüzde, derse geç kalmamaya özen gösteriyorduk. Prof. Muir, dakik biriydi ve dersine geç kalanları pek hoş karşılamazdı. Sınıfa vardığımızda Raven çoktan ön sıralarda bir yer kapmıştı. Ben ve Eva ise her zamanki yerimize, ortalardaki masalardan birine oturduk.

Muir, uzun boylu, dalgalı beyaz saçları omuzlarına dökülen ve oldukça ciddi görünümlü bir adamdı. Dersi her zaman derinlemesine işlerdi, bazen felsefi anlamda o kadar derinlere dalardı ki, öğrencilerin bir kısmı kaybolurdu. Bugün tahtaya büyük harflerle “Kültürel Ritüeller” yazmıştı.

Sınıf sessizleştiğinde, Muir güçlü bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Kültürel ritüeller, toplumların ortak bilincini yansıtan en önemli unsurlardır. Her toplumun kendine has ritüelleri vardır ve bu ritüeller, nesilden nesle aktarılır. Peki, ritüel dediğimizde tam olarak neyi kastederiz?”

Bir an duraksadı ve gözlerini sınıfta gezdirdi. Her zaman öğrencilerden cevap beklerdi. Raven elini kaldırdı. "Toplumların ortak değerlerini simgeleyen davranışlar," dedi.

Muir, başını hafifçe eğerek onayladı. "Evet, doğru. Ancak ritüel, sadece bir davranış değil; bir toplumun tarihini, inançlarını ve geleceğe dair umutlarını barındırır. Şimdi size bir örnek vereceğim. Eskiden bazı toplumlarda, genç erkeklerin yetişkinliklerine geçişlerini simgeleyen bir ritüel vardı. Bu ritüel, bireyin fiziksel ve zihinsel olarak bir sınavdan geçtiği bir süreçti."

Tahtada eski bir resim açtı; bir grup genç, ellerinde mızraklar, bir nehir kenarında duruyorlardı. "Bu ritüel, onları yetişkin toplumuna kabul ettirirdi. Peki, böyle bir deneyim bir birey için ne ifade eder?"

Sınıf sessizdi. Muir, derin bir nefes aldı ve gözlerini yine gezdirdi. "Bir bireyin sınanması, o kişinin kimliğini şekillendirir. Bu yüzden ritüeller sadece sosyal bir yapı değil, bireysel bir oluşum sürecidir. Peki, günümüzde ritüeller nasıl değişti?"

Bu soru üzerine Eva’ya döndüm. Eva da dikkatle Muir’i izliyordu. Soruya cevap vermek yerine sessiz kaldık, çünkü Muir’in derin analizleri genellikle tek bir cevapla sonuçlanmazdı. Kendi düşüncelerimizi şekillendirmemizi beklerdi.

Sonra Muir, yine sınıfa dönüp anlatmaya başladı. "Modern toplumlarda, ritüellerin yerini daha çok sosyal medya alışkanlıkları, mezuniyet törenleri ve hatta bir kahve zincirine gitmek gibi davranışlar aldı. Bir bireyin kendini kabul ettirme biçimi değişse de, temelinde aynı sosyal ve psikolojik dinamikler yatıyor."

Ardından Muir, bizi bir tartışmaya çekmek için klasik sorusunu sordu: "Sizce modern toplumda ritüeller nasıl evrildi? Bugün bir birey için ritüel nedir?"

Herkesin kafası karışmış gibiydi ama Muir'in dersleri her zaman bu şekildeydi: Cevaplardan çok sorularla dolu. Ama bu sorular, bizi düşünmeye ve derinlemesine analiz etmeye zorlar, ki bu da onun asıl amacıdır.

Pazartesi böyle geçmişti yine.

Nova ile az konuşarak ve bireysel vakitler geçirerek.

Ama en önemlisi Nova bana ne zaman açılacak tam olarak onu bekliyordum.

Salı sabahları, haftanın en yoğun günüydü ve sabahın erken saatlerinde uyanmak zorunda kalmak her zaman içimde bir direnç yaratırdı. Yatağımın sıcaklığından kalkmak istemesem de, zihnimin bir köşesinde işleyen o küçük ses beni hareket etmeye zorladı.

Zil sesi!

"Kalk Luna, yoksa kahvaltıyı kaçıracağız," dedi neşeli bir sesle.

Gözlerimi ovuşturarak doğruldum.

Alarmı kapayarak kalktım yataktan.

Yatakhaneden çıkıp kantine doğru ilerlerken, havanın soğukluğu içimi ürpertiyordu. Sabahın o hafif sisli ve serin havası kampüste hafif bir huzur yaratıyordu. Etrafta çok az öğrenci vardı; bazıları hızlı adımlarla sınıflarına gidiyor, bazıları ise benim gibi acele etmiyordu.

Kantine vardığımda her zamanki gibi kahvaltı salonu doluydu. Tabii ki Nova da oradaydı, her zamanki köşesinde. Gözüm istemsizce ona kaydı. Nova’nın sessiz duruşu, etrafındaki herkesin dikkatini çekiyordu. Gözlerimiz bir an buluştu, içimde hafif bir ürperti hissettim. Ama hemen sonra bakışlarımı başka bir yöne çevirdim.

Eva ile kahvaltımızı alıp bir masaya oturduk. Eva, bir yandan hızlıca yemeğini yerken bir yandan da o günün ders programını gözden geçiriyordu. "Bu sabahın ilk dersi Mantık ve Zeka. Karol’un derslerinde her şey biraz karmaşık ama aynı zamanda eğlenceli," dedi.

Ben ise gözüm hâlâ Nova’da, sessizce kahvemi yudumladım. Nova, yanındaki birkaç arkadaşına bakıp bir şeyler söylüyordu ama benim için o, her zaman ulaşılmaz bir figür gibi kalmıştı.

Karol’un dersine her zamanki gibi dakik vardık. Sınıfa girdiğimizde, Karol tahtada bir dizi karmaşık sembol ve grafik çiziyordu. O sabah üzerindeki gri ceket ve ince, keskin bakışlarıyla her zamankinden daha etkileyici görünüyordu. Karol’un dersleri her zaman dikkat gerektirirdi; en ufak bir dikkatsizlik, sizi mantık problemlerinin içinde kaybolmuş bir halde bırakabilirdi.

"Sessizlik lütfen!" diye seslendi Karol, tahtaya vururken. "Bugünkü konumuz, sembolik mantığın temel yapı taşları. Bildiğiniz gibi, mantık sadece bir düşünce sistemi değil, aynı zamanda zekânın sınırlarını zorlayan bir yapıdır."

Eva ile göz göze geldik. Bu ders, her zamanki gibi zorlayıcı olacak gibiydi. Karol, tahtaya birkaç denklem daha ekledi ve ardından sınıfa döndü.

"Şu an tahtada gördüğünüz formül, bir argümanın geçerliliğini test etmenin en temel yollarından biridir," dedi, elindeki kalemi hızlıca tahtada dolaştırarak. "Bir argümanın mantıksal bir formu vardır ve bu form üzerinden onun doğruluğunu veya yanlışlığını tespit ederiz. Şimdi, kim bu denklemi çözebilir?"

Sınıfta kimse elini kaldırmadı. Birkaç saniye boyunca herkes sessiz kaldı, gözlerimiz Karol’un sıkı bakışlarına maruz kalıyordu. Sonunda Eva, cesurca elini kaldırdı.

"Eva?" dedi Karol, hafif bir merakla.

"Sanırım bu denklem, Modus Ponens formuna bir örnek," dedi Eva tereddüt etmeden.

Karol başını onaylar gibi salladı. "Doğru! Şimdi bunu tahtada çözmek ister misin?"

Eva tereddüt etmeden tahtaya kalktı ve denklemi çözmeye başladı. Karol, sınıfın geri kalanına dönerken hafif bir tebessümle, "Görüyorsunuz, sadece bilgiyi bilmek yetmez, onu doğru bir şekilde kullanabilmek de gerekir," dedi.

Eva tahtaya her şeyi kusursuz bir şekilde yazarken, içimden ona hayran kaldım. Onun bu konulara olan hakimiyeti beni her zaman şaşırtırdı.

Karol’un dersinden sonra hemen ardından Felsefe dersine geçtik. Bu dersin öğretmeni Henry, kampüste oldukça ünlü biriydi. Henry, uzun boylu, ince yapılı ve derin bakışlara sahip bir adamdı. Onun felsefi derinliği, dersi hep yoğun ve düşündürücü kılardı. Derse başladığında, her zamanki karizmatik sesiyle konuşmaya başladı:

"Felsefenin temel sorusu şudur: Neden buradayız? Bu soruya herkesin bir cevabı olabilir. Ama bugün bu soruyu metafiziksel açıdan inceleyeceğiz."

Sınıf tamamen sessizdi. Henry’nin derin konuşmaları, öğrencilerin dikkatini çeker ve sizi düşünmeye zorlar. Tahtaya birkaç not yazdı, ardından gözlerini sınıfta gezdirdi.

"Bir varlık, ne zaman var olur? Varlık kavramı, sadece fiziksel olanla mı sınırlıdır, yoksa düşünsel olan da bir varlık biçimi midir?" diye sordu.

Bu soru sınıfı yine sessizliğe boğdu. Bu tür sorular Henry’nin en güçlü yanıydı; sizi rahatsız ederdi ama aynı zamanda büyülerdi. Eva da sessizdi, gözlerini dikkatle tahtaya dikmişti. Henry, tahtada yazdığı notlara dönerek konuşmaya devam etti.

"Varlık felsefesi, Platon’dan günümüze kadar uzanan bir yolculuktur. Ancak modern felsefe, varlığın ne olduğunu farklı açılardan inceler. Bugün bu farklı yaklaşımları inceleyeceğiz. Başlangıç olarak, Heidegger’in 'Varlık ve Zaman' adlı eserine göz atacağız."

Derin nefesler alarak not tutmaya çalışıyordum, ama Henry’nin konuşmaları beni hep bir içsel sorgulamaya sürüklerdi. Her seferinde, ders bitiminde kendimi biraz daha derin düşüncelere batmış bulurdum.

Felsefe dersinden çıktıktan sonra öğle arasına çıktık. Her zamanki gibi kantine doğru yol aldık. Bu sefer içimde bir huzursuzluk vardı. Nova’yı sabah gördüğümden beri içim kıpır kıpır olmuştu. Eva, her zamanki rahat tavrıyla yanımda yürüyordu. Kantine vardığımızda Nova’yı yine o köşede otururken gördüm. Gözleriyle beni arıyor gibiydi, bakışlarımız bir kez daha buluştu. İçimden bir şeyler titredi.

Masamıza geçtiğimizde, Ethan da bize katıldı. Ethan, her zaman neşeli ve sosyal biriydi. O masaya oturunca, ortamın enerjisi anında değişirdi.

"Herkese merhaba!" dedi canlı bir sesle. "Nasıl gidiyor?"

"Fena değil," diye cevap verdim hafif bir gülümsemeyle. Nova’ya baktım, o da arkasından Archer’la beraber masamıza doğru ilerliyordu. Archer, her zamanki gibi sessiz ve karizmatik bir şekilde Nova’nın yanına oturdu.

"Bugünkü dersler nasıldı?" diye sordu Ethan, sandviçini ısırırken.

Eva hemen cevap verdi. "Karol’un dersi her zamanki gibi zordu ama felsefe dersi inanılmazdı! Henry yine derinlere indi, metafizikten bahsetti."

Nova, bu konuşmayı dikkatle dinliyordu ama gözleri sık sık bana kayıyordu. İçimde hafif bir huzursuzluk vardı; Nova'nın bu kadar dikkatle beni izlemesi beni hem rahatsız ediyor hem de bir şekilde mutlu ediyordu.

Archer sessizce etrafı izliyordu, Ethan ise sohbeti sürdürmeye kararlıydı. "Felsefe dersleri her zaman ağır geliyor bana. Henry ne zaman konuşsa, kafamın içindeki düşünceler birbirine giriyor."

"Zaten amaç o değil mi?" diye cevap verdim. "Henry seni düşündürmeye zorlar."

Nova, sonunda sessizliğini bozdu. "Henry’nin dersleri size felsefeyi sevdirdi mi peki?" diye sordu. Sesi her zamanki gibi sakin ve derindi.

"Kesinlikle," dedim. "Her seferinde yeni bir şey öğreniyorum. Beni düşünmeye itiyor."

Nova’nın gözleri benimkilerle buluştu. Bu bakışmada söylemek istemediği başka bir şeyler vardı sanki. Sessizce bir süre daha oturduk. Masada herkesin rahat olduğu bir an vardı ama içimdeki kıpırtı gitgide artıyordu.

Öğle arasından sonra son dersimiz Fiziki Coğrafyaydı. Bu dersin öğretmeni Dane, alanında oldukça bilgiliydi ve dersleri genellikle haritalar ve doğa olayları üzerine olurdu. Sınıfa girdiğimizde Dane, dev bir dünya haritası açmış ve yanına da birkaç volkanik taş yerleştirmişti.

"Bugünkü konumuz, volkanik hareketler ve bu hareketlerin dünya üzerindeki etkileri," dedi güçlü bir sesle. "Bu taşlar, bir volkanik patlama sonrası oluşmuş taş örnekleridir. Gördüğünüz gibi, dünya sadece sabit bir yer değil; sürekli hareket halinde olan bir organizmadır."

Ders boyunca Dane, çeşitli volkanik hareketlerin tarihçesini ve bu hareketlerin ekosistemler üzerindeki etkilerini anlattı. Sınıfın içinde, haritalar ve taş örnekleri üzerinde çalışırken, doğanın bu büyük gücü karşısında hayran kalmamak elde değildi.

Eva, notlarını hızlıca alırken benim aklım hâlâ Nova’daydı. Ders bittiğinde sınıftan çıktık ve içimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Nova ile aramızdaki bu garip bağ, gün boyunca zihnimde yankılanmaya devam etti.

Çarşamba sabahı Uyanışım her zamankinden farklıydı. Yatakta bir süre daha dönüp durduğum o tembel sabahın garip bir huzuru vardı. Gözlerimi nihayet açtığımda, odadaki ışığın hafifçe battaniyemin üstüne süzüldüğünü fark ettim. Saat neredeyse öğlene yaklaşıyordu ve Çarşamba günü olmasına rağmen bir şeyler beni yataktan kalkmamaya zorluyordu.

Yatakta doğrulup telefonuma uzandım. Mesaj kutumu açtım ama beklediğim bir şey yoktu. Eva çoktan çıkmış olmalıydı; o her zaman erkenciydi. Pencereden dışarıya baktım, güneş kampüsün üzerine yavaşça yükseliyordu. İçimde derin bir boşluk hissettim. Biraz zamana ihtiyacım vardı. Henüz gün başlamadan, her şeyin sakinliği beni bir şekilde avutuyordu.

Başımı yastığa yaslayıp tavana bakarken, aklıma Nova geldi. Onunla olan o tuhaf bağ, zihnimin bir köşesinde yankılanıyordu. Son birkaç gündür aramızda sessiz bir iletişim vardı; ne doğrudan konuşmuş ne de birbirimize doğru adım atmıştık, ama bakışlarımız her an bir şeyler söylüyordu. Belki de bugün bir şeyler değişmeliydi.

Telefonuma bakarken içimde bir dürtü oluştu. Onunla konuşma zamanı gelmiş olabilir miydi?

Bakışlarım Nova’ya çevrilirken yataktan kalktım. Gardıroptan eşyalarımı almış arka odanın yolunu tutacakken "Luna," dedi, sesi ciddi bir tonla. "Sana bir şey söylemem gerekiyor. Bu konuda sana yalan söylemedim, ama bir şeyler açıklamam gerekiyor."

 

"Tamam, Nova," dedim, endişeli bir şekilde. "Ne oldu? Neden bu kadar ciddi görünüyorsun?"

Nova'nın gözleri hafifçe endişeliydi.

‘’Üzgünüm öncelikle, bunun için geç kaldığımın farkındayım.’’ Nova’yı her ne kadar anlamaya çalışsam da anlayamıyordum. Ne dediklerini de ne yapmaya çalıştığını da, hiçbir şeyi anlamıyordum.

‘’O kitabı buldum,” dedi aniden. Şaşkındım.

‘’Hangi kitabı?’’ diye sorduğumda cevap gecikmedi.

Boğazını temizledi ve söze girdi.

‘’Doğaüstü güçler kitabı. Miras… Ayrıca yoğun baş dönmeleri ve şırınga! Sen… doğaüstüsün değil mi!?’’

Nova… Çok zeki biri olduğunu biliyordum ama bu fantastik şeyi nasıl anlardı bir insan olarak!?

Ya da belki…

Demeye kalmadan o da açıklamıştı kendimi.

‘’Tıpkı benim gibi bir doğaüstü!’’

Şaşkındım…

Nasıl yani?..

Nova ve ben!.. İki yurt odası arkadaşı olarak… Aynı kaderi mi yaşıyorduk, ikimiz de doğaüstü müydük!?

"Ben…" kelimeler boğazımda düğümlendi. Kafamda yüzlerce soru dolanıyordu. "Bunu nasıl anladın?"

Nova gülümsedi, sanki bu soruyu bekliyormuş gibi. "Sana uzun zamandır şüpheyle bakıyorum, Luna. Senin bazı şeyleri hissetme şeklin, insanlardan farklı olduğunu biliyordum. Sonra, bu kitabı buldum…" dedi. Raven’in kitabından bahsetmekteydi.

‘’Kasabanın mistik havasına karşı ilgin de vardı hem.’’ Diyerek ekledi.

"O zaman sen de…" dedim sessizce. "Sen de mi doğaüstüsün?"

Nova başını salladı. "Evet… Tam da düşündüğün gibi, öyleyim Luna!’’

Gözleri ciddiyetle parladı. "Ama sen… senin enerjin farklı. Daha güçlü. Kökleri daha derin."

Bu sefer gerçekten ne diyeceğimi bilemedim. İçimdeki kaos, tuhaf bir rahatlamaya dönüştü. Nova’nın sözleri bana güç verir gibi geliyordu. Yıllardır hissettiğim o farklılık, şimdi anlam kazanıyordu.

Bir an sessiz kaldık. Sonra, ne olduğunu bile anlamadan Nova’ya sarıldım. İçimde bir rahatlama vardı; yalnız olmadığımı, bu dünyada benim gibi birinin daha olduğunu bilmek beni bir şekilde huzura kavuşturmuştu. Nova da sarılmamı karşılıksız bırakmadı, hafifçe sırtımı sıvazladı.

"Teşekkür ederim," dedim, sesim fısıltıya dönmüştü. "Bu kadarını bilmek bile… çok şey değiştirdi."

"Sorun değil," dedi Nova, yumuşak bir sesle. "Artık yalnız değilsin. Ve birlikte çok şey başarabiliriz."

Sarılmadan ayrıldık, ama aramızdaki bağ daha da güçlenmişti sanki. Nova’ya bakarken, onun da aynı duyguları hissettiğini biliyordum. Artık birbirimizi çok daha iyi anlıyorduk. İkimiz de bu dünyada farklıydık, ama yalnız değildik.

"Öğle yemeğine gidelim mi?" diye sordum sonunda, anın ağırlığından sıyrılarak. Nova gülümseyerek başını salladı.

Kampüsün yemekhane kısmına doğru yürürken içimdeki heyecan yavaş yavaş yerini rahatlığa bırakıyordu. Nova’yla birlikte olmak beni daha güçlü hissettiriyordu. Sonunda, Nova da benim gibi biriydi; onu anlamak zorunda değildim, çünkü zaten anlamıştım. Aynı masaya oturduğumuzda, Ethan ve Eva çoktan yerlerini almışlardı. Ethan, her zamanki rahat tavrıyla masanın ortasında bir şeyler anlatıyordu, Eva ise hafif bir gülümsemeyle onu dinliyordu.

"Selam millet!" dedim, masaya otururken.

"Selam!" Ethan başını kaldırıp bize baktı. "Ne haber?"

"İyiyiz," diye cevapladı Nova. Gözleri hâlâ sakin ama biraz daha canlıydı. Bir şeyler çözülmüştü, bir şeyler yoluna girmişti. Onun bu rahat tavrını görmek, beni de huzurlu hissettirdi.

"Biz de az önce bir şeylerden bahsediyorduk," dedi Ethan. "Archer da birazdan gelir." Tam o sırada Archer, elinde tepsisiyle masaya doğru yaklaştı ve boş bulduğu bir sandalyeye oturdu. O her zamanki gibi sessizdi ama varlığı bile masayı daha dolu hissettiriyordu.

Yemeklerimizi yerken sohbet daha çok günlük şeyler üzerineydi. Nova ile göz göze geldiğimizde içimde bir sıcaklık hissediyordum. Sanki birbirimize dair bildiğimiz bu yeni sırrı saklıyorduk ama aynı zamanda birbirimize güvenimiz tamdı. Diğerleriyle bu konuda konuşmadık, zaten bunun zamanı da değildi. Ama her şey yolundaydı. Nova, uzun zamandır aradığı bir şeyleri bulmuş gibiydi ve bu, bana da yansıyordu.

"Ne planlıyorsun öğleden sonra?" diye sordu Nova, masadan kalkmadan önce.

"Belki biraz yürüyüş yapabiliriz?" dedim, içimde bu fikri sevinçle kabul ederek.

"O zaman ormanda buluşalım," dedi ve hafif bir gülümsemeyle masadan ayrıldı.

Öğleden sonra Nova ile buluşmak için kampüsün arkasındaki ormana doğru yürüdüm. Hava hafif serinlemişti ama güneş hâlâ gökyüzündeydi. Ağaçların arasından geçen hafif bir rüzgar, yaprakları hafifçe hışırdatıyordu. Bu huzur, Nova ile yürüyüş yapmak için idealdi.

Ormanın girişinde Nova’yı beklerken içimde tuhaf bir mutluluk vardı. Nihayet beni anlayan biri vardı yanımda. Raven’ın sürekli attığı mesajları göz ardı ediyordum. O an yalnızca Nova önemliydi.

Sonunda Nova’yı gördüğümde, yüzünde hafif bir gülümsemeyle yanıma yaklaştı. "Hazır mısın?" diye sordu.

"Her zaman," dedim gülerek. Yürüyüşe başladık, ayak seslerimiz ormanın sessizliğinde yankı buluyordu.

"Bugün her şey değişti," dedim sessizce, Nova’ya bakarak. "Bir süre yalnız olduğumu sanıyordum. Ama artık farklı."

Nova hafifçe başını salladı. "Evet, artık yalnız değilsin. Güçlerimiz farklı ama aynı dünyada yaşıyoruz. Ve birbirimize ihtiyacımız var."

Bu sözleri duyduğumda, içimdeki huzur büyüdü. Nova’yla yan yana yürümek, bir şekilde dünyayı daha katlanılabilir kılıyordu.

Bir süre sessizce yürüdükten sonra, Nova aniden durdu. "Bir şey göstermek istiyorum," dedi ve gözlerini kapadı. Ellerini hafifçe ileri doğru uzattı, sanki görünmez bir enerjiyi çağırıyormuş gibi.

Bir anda ormanın içindeki hava değişti. Nova’nın çevresindeki ağaçlar hafifçe titredi, yapraklar fısıldar gibi bir ses çıkardı. Etrafımızdaki tüm yaşam enerjisi ona akıyormuş gibi hissediyordum. O an, Nova’nın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha fark ettim.

"Bu… inanılmaz," dedim sessizce.

Nova gözlerini açtı ve bana döndü. "Bu sadece başlangıç. Daha fazlasını keşfedeceğiz, birlikte."

Gün batımına kadar Nova ile ormanda yürüdük, konuşarak ve güçlerimiz hakkında daha fazla şey öğrenerek. Raven’ın mesajları hâlâ telefonumda parlıyordu ama onları görmezden geldim. Şu anki huzuru bozmaya gerek yoktu.

Ertesi sabah, kampüsün kafeteryasında buluştuk. Kahvaltı sırasında Nova’yla göz göze geldik. İkimiz de dünkü günün ağırlığını hissediyorduk ama bu ağırlık bir yük değil, daha çok bir bağlayıcılık gibiydi.

Kahvaltıdan sonra derslere geçtik. İlk ders, Gelişmiş Proje Yönetimi dersiydi. Profesör, herkesin ilerlemesini kontrol ederken Nova’yla aramızda sessiz bir bağ vardı. Sonra, problem çözme dersi başladı. Nova, her zamanki zekasıyla soruları hızlıca çözüyor, ben de onu izlerken bir kez daha ne kadar özel biri olduğunu fark ediyordum.

Her şey değişmişti. Ama bu değişimden korkmuyordum. Artık yalnız değildim ve bu yeterdi.

Loading...
0%