@selinayeda_x
|
Günlerden salıydı. En az okul yoğunluğu olan gün. Ve hazırlanmak için odamdaydım. Dersin başlangıcına ise bir saat on beş dakika vardı. Okul ise araba ile on beş dakika sürüyordu. Yani hazırlanmak için sadece bir saat kadar zamanım vardı. O halde ne duruyordum ki!? Halter yaka kolsuz beyaz boynunda altın işleme bir bluz giydikten sonra altına siyah cep tarafında altın zincir süsü bulunan palazzo pantolon giydim. Ayakkabı olarak da iki santim topuklu bir babet giydim siyah renkte. Ardındansa makyaj ve saç vaktiydi. Geçen günkü örgüyü sevdiğim için spreyle yana doğu giden dağınık bir örgü yaptım. Örgü sağ tarafa giderken sol kısımda da birkaç tel saçı dağınıkça bırakmıştım. Makyajımı da kırmızının tonlarında seçtim. Ve artık hazırdım. Dersin başlamasına yirmi beş dakika kala! O halde Adelia kaçar! ... On otuzdaki dersime tam olarak on onu yirmi geçe gelmiştim. Thomas’la birlikte Brad'in yanından ayrılıp derse girdiğimizde Brad de kendi dersliğinin yolunu tutmuştu. Birer dersin ardındansa evin yolunu basit bir şekilde tutmuştuk, vukuatsız. Tabii eve varamadan birilerinin acıkması sonucu evi es geçip restoran yolunu tutana kadar. … Thomas, ben ve Brad. Üçümüz eve yakın bir restoranda gidip boş masalardan birine yerleştikten sonra garsonun getirdiği menü eşliğinde açlığımızı doyum noktasına taşıyarak doyuracak güzel lezzetler arayışına girdik. Yaklaşık beş dakikanın ardından bir karar verdiğimizde garson bizden aldığı siparişleri getirmek için yola koyulmuştu. On- on beş dakikalık bir bekleyişin ardındansa siparişlerimiz gelmişti. Siparişlerimizin gelmesiyle yemeklere gömülmemiz bir olmuştu ki işte tam olarak haftalar sonra ilk okul günüm böyle geçip gitmiş ve bitmişti. Şimdiyse derslerin en yoğun olduğu çarşamba günü bana el sallamaktaydı. Güzel bir seremoni! … Brad ve Thomas ile yemeklerimizi yememizin ardından tekrardan evin yolunu tutmuştuk. Eve gider gitmez yarınki kıyafetlerimi hazırlamam ve de derse hazırlanmam lazımdı. Yarın yoğun bir gün olması dışında aynı zamanda da en erekli en önemli ortalamayı en çok etkileyecek dersler de o güne toplanmıştı. Kafamı yarın sadece ve sadece o derslere vermem gerektiğini kendime bir kez daha hatırlatmam gerekiyordu. Yarın sadece tek düşünmem gereken dersleri nasıl geçireceğim ve sınavlardan nasıl yüksek not alacağım olmalıydı! … Melez evi! En azından kendisine öyle demekteydim. Tekrardan ve tekrardan buradaydık. Thomas, Brad ve ben! Restorandaki yemek yeme keyfimizin ardından eve dönmüştük. Ev sessiz ve sakindi. Gereğinden daha sessiz ve sakin! Etrafta sessizlik hakimken içeride bir çıt sesi dahi çıkmıyordu. Ve ben bundan da şunu anlıyordum ki:.. Melez ortalarda yine ve de yine… Yoktu! … Brad, Thomas ile birlikte kendimizi salona rahatça bıraktığımızda üstümdeki ceketi çıkardım. Çıplak kollarım arasından sargı bandı ile bantlanmış yara izi bölgesi bile güzelliğimi söndürememişti. Ve evet bu yaraya rağmen tam da kendi istediğim gibi kendi istediğim şeyleri giymiştim. Yaraya bir göz atmam ve sargıyı çıkarmam lazımdı aslında. Bu yara tam olarak iki gün önce dolunay günü Brad tarafından yapılmıştı. Çantamı alıp üst katın yolunu tırmanacakken Thomas beni fark ederek durdurmuştu. ‘’Hey, nereye?’’ Thomas’a döndüğümde ikisinin de gözü üstümdeydi. ‘’Sargıyı çıkarıp yaraya bakacağım. Lazımsa bir kere daha takarım.’ Dediğimde sargıyı göstererek, Brad mahcup olmuşça bir bakış atmış Thomas ise yardım teklif etmişti. ‘’Gel buraya bir de ben bakayım istersen.’’ Thomas’ın bu yardım teklifini olumsuzca bir baş sallaması ile reddederken Brad söze girmişti. ‘’Evet bunun için de kusura bakma.’’ Pençelediği omzumdaki kendisine ait olan izi göstererek. Kendi sanat eseri! ‘’İnat etme işte bakacağım dedim gel şuraya otur. Brad sen de sargı bezlerini falan hallet.’’ Brad alfasından aldığı emir ile hızlıca ecza dolabın yolunu tuttuğunda ben de Thomas’ı ikiletmeden yanına oturdum. Thomas kollarını sıvamış ve ardından da nazik hareketlerle sargı bandını çıkarmaya başlamıştı. Sargı bezi yaradan sıyrılıp geldiğinde yarama dikkatlice baktı. Başımı çevirip omzumdaki yaraya bakmaya çalışırken Brad salona girerek ortamıza ilk yardım pansuman kitini koymuştu. ‘’O halde pansumanını yapayım.’’ Diyerek Thomas gülümsedi ve sargı bezini çantadan çıkarıp sargı bezinin altında, çantanın en dibinde kalmış olan tentürdiyottu aldı. Yarama tentürdiyottu sıkarken dişlerimi sıkmış ve gözlerimi kaçırmıştım. Thomas aynı naziklikte yarayı üflerken bakışlarım Brad’e kaydı. Dikkatlice bizi izlemekteydi. Canımın ne kadar da tatlı olduğunu düşünüyordu belki de şimdi. Evet ben bir insandım. Canı tatlı olan bir kız, bir kadındım! Onlar ise bu ufacık yaralanmaları umursamayan birer kurt adamdı! Utanılacak bir durum olmasa gerek çünkü canım yanıyordu. Bende onlar kadar güçlü ve insan üstü olsam belki bende demir vücuttan olur ve bu kadar acı çekmezdim. Ah ne saçmalıyordum ben!? Deli saçması zırvalamalarım şahsen sadece canım yandığı içindi. Neyse ki çok kısa sürede Thomas’ın üflemeleri sayesinde bu acı da son buldu. Yaranın mikrop temizliği de bittikten sonra sırada sarmak, bantlamak vardı. Yaranın üstüne sargı bezini büyük roll şeklindeki yapışkanlarla tutturduktan sonra nihayet pansuman işlemi de son bulmuştu. Ben ise rahatlamıştım. ‘’Geçmiş olsun Adelia Hanım!’’ Thomas da kendini bu işe çok kaptırmıştı kendini. ‘’Yaşayacak mıyım doktor bey!?’’ Endişeli sesime kahkahayı patlattığında pek de bir oyuncu olamadığını anlamıştım. Hemen kahkahaya boğulmuştu! ‘’Tabii ki yaşayacaksın. Yaran neredeyse iyileşmiş. En fazla iki gün süre! Bu süre içinde kabuk bağlayacak ve iyileşecek.’’ Thomas’a başımı salladıktan sonra ayağa kalktım. ‘’Ben bir üstümü değiştireyim ondan sonra da kahve falan yapacağım, içeriz dimi?’’ Bir yandan Thomas’a bir yandan da Brad’e bakmıştım. Brad başını olumsuzca sallarken Thomas söze girdi. ‘’Onun pek arası yoktur da… Ben içerim!’’ Thomas’ın sözlerine Brad öksürmeye başladığında durup bir şaşırdım. ‘’Ne oluyor ya?’’ Neyse ki en sonunda birisi bana açıklamıştı, Brad! ‘’Kahveyle hiçbir kurdun arası yoktur. Bizi biraz yükseltiyor. Dolunay kıvamına getiriyor da. Hani kafein…’’ Ah evet. Kafein! Başımı olumluca salladıktan sonra bir kez daha Thomas’a döndüm. ‘’İçmeyelim o zaman.’’ Thomas ise olumsuzca sallamıştı başını. ‘’Fazlası zarar. Bir bardak ise bana dokunmaz!’’ Thomas’ın bu sözlerine işte kahkaha atılırdı! Ve ben de öyle yaptım. Thomas tip tip anlamamışca bakarken gülmemi durdurabildikten hemen sonra söze girdim. ‘’Ben de alkol tüketirken aynısını söylüyorum biliyor musun? Ama daha geçen gün birkaç yudumla allak bullak oldum.’’ Benim bu sözlerime Thomas şaşırdığında biraz daha açıklama yapmam gerektiğini fark etmiştim. ‘’Viski! Viski yudumlamıştım. Sizin dolunay vakti.’’ Thomas anlamışça kafasını sallarken tekrardan bir şey hatırlayarak gözlerimin içine baktı. ‘’Melezleydin değil mi, onla içtiniz?’’ Daha bir cevap bile vermeden, cevabımı beklemeden kendi sorusunu koşulsuzca cevaplamıştı sonrasında. ‘’Tabii melezleydin tek başına dışarı çıkıp da içecek halin yok ya!’’ Thomas dilini damağına sürttüğünde Brad’in bakışları da ondaydı. Biz bu birleşimden -sürtüşmeden- çıkan sese ise tam olarak şöyle derdik: Tsk. Yani: Cık. Cık cık… Cıkcıklamak? Artık her ne dönüyorsa. Kısacası Thomas kendini kinayelemiş ardından da Brad’e dönüp kuru bir öksürüğe tutuşmuştu. Sonrasında Brad’in omzuna vurdu. ‘’Gelsene senle bizim bir işimiz vardı unuttuk biz onu.’’ Daha sonrasında yanımdan ne ara toz olduklarını bile anlayamamıştım ki arkamı da dönesiye sertçe bir kayaya toslamam bir olmuştu. Kaya değil! Varlığını dahi hissetmediğim Melez! Onun güçlü bedenine sertçe çarptığımda beni dirseklerimden tutmuştu. Bu çarpma ise fena halde başımı döndürmüştü. Ah düşüp bayılırken kafamı yere serte vurmuşum gibi hissetmiştim adeta. Ayrıca! Melezin dibimde ve de arkamda ne işi vardı ki!? … ‘’Nereden çıktın sen!?’’ diye soraraktan dirseklerimi elleri arasından sıyırıp aldım ve bir adımda geri çekildim. Soruma ise yine kesin ve net bir cevap almıştım her zamanki gibi. ‘’Sürpriz yumurtadan çıkmadığım kesin.’’ Gözlerimi devirerek bakışlarımı arkasında duran merdivenlere sabitledikten sonra tekrardan kendisine döndüm. ‘’İznin varsa… Yolumdan çekil de odama gidip üstümü değiştireyim!’’ Nasıl medeni bir şekilde başlayıp aksi bir şekilde bitirebilmiştim bu cümleyi hiç mi hiç bilmesem de olmuştu bir şekilde ve ardındansa da Melez de yolumdan sağa doğru bir adım çekilerek yol açmıştı. Hızlıca merdivenlerden tırmanıp odamın yolunu bulduğumdaysa da rahat ev halime bürünür bürünmez masaya oturdum. Ev hali dememe bakmayın yurttaki gibi değildim asla. Burada üç erkekle kalıyordum yurtta ise bir kızla, Emery ile! Tabii ki de muzlu pijamalar giyemezdim ya! Giymemiştim de! Üstüme beyaz rahat bir tişört altıma ise siyah rahat bol bir eşofman! Gayet de şu halimle rahattım. Kıyafetlerim değiştiğinde kendimi daha da rahat hissetmiştim. Son rötuşlar olarak saçımın at kuyruğunu çözüp taradıktan sonra bir kelebek tokayla dağınık bir topuz yaptım. Sonrasında üstüme çok yormayan soft bir vücut spreyi sıktıktan sonra artık kendimi daha da yumuşamış hissediyordum. Saat daha ikiydi. Günün yarısı yeni yeni bitmişti. Ve ben tüm gün ne yapacağımı bilmiyordum. Taa ki aklıma yarın ne giyeceklerimi planlamak gelene kadar! Acaba yarın, çarşamba günü ne giysem!? Artık mart ayının yarısındaydık. Kış ise bitmiş ve ilkbahar başlamıştı. Aslında yirmi üç ekinoksunda başlayacak olsa da havalar çoktan ısınmıştı. O yüzden bende düşünüp taşındım ve yarınki kombinlerimi buldum. Beyaz pileli şortlu bir etek. Üstüne ise siyah body düz bir bluz. Ayrıca sağ tarafı kemer süslemeliydi. Altın sarısı renginde. Eteğe de altın sarısı bir zincir taktığımda kombin tamam olacaktı. Bu kombinin altına da bembeyaz kar beyazı yüksek tabanlı bir spor ayakkabı çok iyi bir şekilde yakışırdı. Saçımı ise salık ve dalgalı bırakacaktım. İşte yarınki kombinim tamamen hazırdı. Makyajım da öyle! Altın oranın, altın sarısının bir arada olduğu kırmızı ruj bir kombin! Thomas ve Brad ile birlikte okulun geniş koridorlarında yürüyorduk. Brad her zamanki gibi sessiz ve soğukkanlıydı, yüzünde her zamanki ifadesiz bakışı vardı. Thomas ise daha enerjik ve konuşkandı; her zamanki gibi ne hakkında olduğunu hatırlamadığım bir şeyler anlatıyordu. Adımlarımız yankılanırken, koridorun sessizliği içinde düşüncelerim dağınık haldeydi. Brad, Thomas'ın konuşmalarına kısa ve net cevaplar veriyor, genellikle kendi düşünceleriyle meşgul gibiydi. O, nadiren espri yapar ve genellikle duygularını belli etmeyen biriydi. Thomas, bir noktada durdu ve bize dönerek, "Bugün öğle arası ne yapıyoruz? Yeni bir yer keşfetmek ister misiniz?" diye sordu. Sesi enerjikti ama yanıt bekleyen bir tavrı vardı. Brad, Thomas'ın teklifine sadece bir omuz silkmekle yetindi. "Fark etmez," dedi kayıtsız bir ses tonuyla. Gözleri ilerideki sınıf kapısına odaklanmıştı. Ben de Brad’in cevabına yakın bir şey mırıldandım, sonra ekledim: "Bir plan yapmadım ama siz nereye gitmek isterseniz ben de gelirim." Brad’e kısa bir bakış attım. O, sadece ileriye bakarak yürümeye devam etti. Thomas bir an için duraksadı, sonra tekrar konuşmaya başladı. "Tamam, o zaman kantinde buluşuruz. Belki yeni bir şeyler deneriz." Thomas, genellikle okulun kantininde pek vakit geçirmeyi sevmezdi ama Brad’in sessiz tepkisiyle pek de seçenek bırakmamıştı. Başımı salladım ve biz sınıfa doğru yürümeye devam ettik. Kafamın içinde dönen düşünceler arasında, bu rutin anlar bile beni biraz rahatlatıyordu. Brad’in soğukkanlılığı ve Thomas’ın enerjisi arasında dengede kalmak, şu an için yeterliydi. Tüm bu olanlara rağmen bitmeyen enerjik tavı! İşte yoğun bir Çarşamba günüm tam olarak böyle geçmişti. Sıkıcı ve yorgun! Eski okul arkadaşlarımdı onlar. Jeremy, Brad ve Thomas. Sonra işler karışmış her şey allak bullak olmuştu. Melez gelmişti. Şimdi okulda Thomas ve Brad beni fazlasıyla sıkıyorlardı. Yanımda Emery yoktu. Yakınımda da yoktu. Yuvamı paylaştığım yurtta hele hele hiç yoktu! En içime oturansa… O burada bir daha hiç var olamayacaktı! Bugünüm dünden daha da sıkıcıydı, belki eve dönüş yolunu bulabilsem yine neşelenebilirdim. Çünkü okul anından ziyade evde geçirdiğim süre beni daha da motive ediyordu. Burada da yalnızdım. Odamda da yalnızdım. Fark olarak arada bir gelen Melez ile vakit geçirmek Thomas ve Brad’e nazaran daha da eğlendiriciydi. Tıpkı dün gibi. ... Odamdaydım. Yarın için giyecek kıyafetlerimi seçmiş, saçımı ve kokumu halletmiştim. Tam masadan kalkmış iken kapının yine her zamanki gibi açılışıyla Melez’in odama dalması bir olmuştu. Melez ve şu meşhur kapı tıklatmamaları! Gerçi… Hiç çıplak yakalamadı sonuçta. Ses kastığından şüpheleniyorum. Çünkü sadece her işim bittiğinde geliyordu pat diye odama! … Melezin güçlü varlığı tüm odayı doldurduğunda bakışlarım ona kaymıştı. Onun bakışları ise hızlıca omzumdaki yaraya. “Adel,” dedi, sesinde her zamanki net tavır vardı. Adım adım bana yaklaştı. ‘’Yaran nasıl oldu?’’ Yanıma kadar gelip omzumdaki sargıya uzanmışken “Thomas zaten pansuman yaptı, merak etme,” dedim. “Beni görmeden önce neden başkasına ihtiyaç duydun, prenses?” Dedi. Elini çekmek yerine parmakları omzumun kenarına hafifçe dokunmuşken. ‘’Senin de dediğin gibi. Sen burada yoktun ama o vardı. O halletmek istedi, halletti de. Sorun yok yani. Yarayı açan kişi de kendi betası olduğundan normal bir şekilde ilgileniyor. Yarayla’’ Melez kaşlarını havalandırıp nefes verdikten sonra arkasını dönmüştü bir saniyeliğine. Ardındansa tekrar dönerek gözlerime baktı. ‘’Hafta sonları, cuma günü de dahil. Kurtların evindesin. Sen orada güzelce eğitimlerine devam ederken sizin gidişinizle ben de rahatça bir kafa dinleyeceğim. Ve eğitim derken ne kastettiğimi biliyorsundur umarım?’’ Melez’e başımı sallayarak bir adımda karşısına geçtim. ‘’Burada kendi isteğimle durmuyorum ya! Rahatsızlık verdiysem giderim!’’ Hem kendi getiriyor hem de bizden rahatsız olduğunu kendi ağzıyla dile getiriyordu. Melez sözlerimin ardından iç çekti ve burnundan soludu. ‘’Hafta sonu! Sözlerim sadece bu üç gün için geçerliydi!’’ Melezin sözleri şu an umurumda bile değildi. ‘’İyi!’’ dedim basitçe. Ardından kapının yolunu tutmuştum ki beni bileğimden tutup çekişi bir olmuştu. O kadar hızlı ve sert olmuştu ki tekrardan bedenine çarpmıştım. Ayrıca omzum da acımıştı. Yüzüm acıdan buruşurken Melez’in sessiz ama duyulabilecek kadar net çıkan küfrünü duydum. Başımı kaldırıp baktığımda ise olan olmuştu. Sadece saniyeler içinde! Bilek damarını sivri dişleriyle ısırıp bir anda kanını bana içirdiğinde gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Kolu dudaklarımın arasından uzaklaştığında Melez’in suratına sert bir tokat attım. Kendimden beklemediğim kadar büyük bir sertlikle ve fevrilikle! ‘’Ne yaptığını sanıyorsun sen!?’’ Bağırışımın ardından sadece bileklerimi tutup bir santim kadar beni ileri doğru, kendinden tarafa çektiğinde göz göze geldik. ‘’Basit bir yara! Ve bu kadar basit bir yaranın günler boyunca kalmasındansa hızlıca iyileşmesi daha da iyi. Sayemde acın hafifleyecek ve en sonunda iyileşeceksin. Karşılığı bir tokat öyle mi!?’’ Dudaklarımı aralayıp onun bu sözlerine bir karşılık verecektim ki baş parmağıyla dudaklarımdaki ve yanağıma doğru akan kanları tek bir parmak hareketi ile sildi. Gözlerim gözlerine bakarken dudaklarımı tamamen kapatmıştım. O an alt kattan büyük bir müzik sesi yükseldi. Sırıtmıştım. Melez’in gözlerinin içine bakarak sırıttım. Huzursuz mu oluyordu bizden? Sanırım daha da olacaktı çünkü evde beslediği kurtlar pek de uslu durmuyordu. ‘’Gülme dedi.’ Dişlerinin arasından. Ama ben pek de sinirli olduğunu sanmıyordum. Sinirli olsa suratında böyle bir mizaç olmazdı. Sanki o da eğleniyor gibiydi bu işten. Bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra göz devirmişti. Sonrasında da elimi tuttu. ‘’Dans pistine öyleyse!’’ Daha sonrasında kendimi sadece bir saniye içinde salonun ortasında bulmuştum. |
0% |