@siirriiuussxx
|
Bulutları seyre daldım, sesinin harmonisini dinlerken. Let There Be Light - Alex Sampson Sıcak Şarap - Bathan Kordel Carla Morrison - Disfruto Sena Şener - Teni Tenime
28 Ekimde karşılaşıp kalbimi çalan bir güzele bugün çıkma teklifi edecektim. Daha çok erken olduğunun farkındayım. Tanışmamızın üzerinden çok bir zaman geçmediğini de biliyorum. Ancak ya bugün , 4 Kasım 2022, teklif edecektim ya da bir ay daha bekleyecektim. Zamanın her şeyi çözeceğine inanmayıp anın tadını çıkarmaya odaklı biri olarak daha fazla bekleyip vakit kaybedemezdim. Peki neden mi 4 ? 4 sayısı, numerolojide güçlü ve kararlı bir titreşime sahip olarak kabul edilir. Bu titreşim, sağlamlık, istikrar ve güven duygusuyla ilişkilendirilir. 4 sayısı, temel değerlerin ve yapıların önemini vurgular. Bu nedenle, çıkma teklifini bu tarihte yapmak, ilişkinin sağlam temellere dayanacağına olan inancı simgeler. Bu güvenilir ve kararlı adım, aşkın gücünü ve dayanıklılığını temsil eder. Ayrıca, 4 sayısı aynı zamanda düzeni, düzenliliği ve disiplini de çağrıştırır. Dolayısıyla, bu tarihi seçmek, ilişkinin düzenli ve dengeli bir şekilde ilerleyeceği umudunu taşıyabilir. Bu sayısal sembolizm, duygusal bir bağlamda ilişkiyi daha anlamlı hale getirebilir, çünkü çiftin gelecekteki birlikte geçirecekleri zamanı planlamak için güçlü bir temel oluşturabilir. Hepimizin de bildiği üzere bir ilişkide olması gereken en önemli ,hatta en temel, şeylerden biri güvendir. Güven, ilişkilerin dayanak noktasıdır, bu gerçek yıllardır bilinir. Bir ilişki, iki kişi arasında kurulan bir köprü gibidir ve bu köprünün sağlam olması gerekmektedir. Bu sağlamlık, karşılıklı güvenin varlığına dayanır. Güven, ilişkideki her iki kişinin de kalbine huzur ve güvenlik getirir. Bu, çiftin birbirine açık olmasını, zor zamanlarda birbirine dayanmasını sağlar. İlişkideki güven duygusu, birlikte geçirilen zamanın değerini artırır ve geleceğe olan umutları kuvvetlendirir. Güven, bir ilişkinin temeli olarak kabul edilir, çünkü ne kadar derin olursa olsun, ilişki bu temel üzerine inşa edilir ve yükselir. Bir yerde bir söz okumuştum. 'Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez.' Yazıyordu. Çok doğru bir söz idi. Bir kere güven biterse geriye hiçbir şey kalmazdı. Her şey tuzla buz olurdu. Ne sevgi kalırdı, ne aşk kalırdı , ne de başka bir şey kalırdı. Hepsi , sanki hiç var olmamış gibi, yok olurdu. Mila ile birbirimize güvendiğimizi biliyor , hissediyordum. İşte bu yüzden, bugün ona teklif etmeliydim. Hem de en güzel , en naif bir şekilde. Çünkü ,biliyorum ki, o gösterişten hiç hoşlanmıyordu. Sade ama güzel şeyleri beğeniyordu. Ben de tıpkı onun sevdiği gibi doğal bir şekilde teklif edecek, hayatımı renklendirmesini isteyecektim. Sen benim renklerimsin. Sen benim ilhamımsın. Bugün, Toprak bana dün verdiği sözü tutmak istediğini söyleyip beni apar topar kendi evine götürmüştü. Tahmin ettiğim gibi siyah ve gri tonlarda minimal bir tarzda dekore edilmiş evinin salonunda kocaman bir piyano gördüğümde gözlerim hayranlıkla açılmıştı. İnanabiliyor musunuz? Evinin salonunun tam ortasında kocaman simsiyah piyano vardı! '' Ağzını kapat da benimle gel küçük civciv.'' Sözleriyle açık olduğunu fark etmediğim ağzımı kapattım. Evi beni çok fazla büyülediği için anlamayıp şaşkın şaşkın ona bakıyordum. ''Sana verdiğim sözü tutmak istiyorum gülüm.'' Gülümseyip dudağının kenarına küçük bir öpücük kondurdum. ''Gel hadi.'' Elini tutup salonun ortasına yöneldim. Piyanonun yanına geldiğimizde oturup Mila'yı da yanıma çektim. O da oturduğunda önümdeki kapağı açıp uzun zamandır yüzüne bile bakmadığım tuşlarda parmaklarımı gezdirip her bir tuşu okşadım. Parmaklarım notaların üzerinde tüy misali gezdirirken yavaş yavaş çalmaya başladım. Fa#, Do# , Mi , Si , Re# Fa# minör , Do# minör , Sol# minör , Si majör Bir kısmını çaldıktan sonra bakışlarımı bana büyülenmiş gibi bakan mercan gözlere çevirdim. Tek kelime etmeden bana bakıp melodinin onu etkisi almasına izin vermişti. Bu haline gülüp parmaklarımı tuşlardan çektim. Yanımdaki güzelliğe dönüp ellerini kendi ellerim arasına aldım. Bakışları birleşmiş ellerimizle benim gözlerim arasında gidip geliyordu. İnanır mısınız şuan ki tipini hiçbir şeye değişmem. Şaşkınlıkla karışık hayran hayran bakışlarıyla olduğundan çok daha tatlı görünüyordu. "Bu kadar tatlı görüneceğini bilsem en başında getirirdim seni evime. " Toprak'ın sözleri kulaklarıma işlerken, sadece ona bakıyordum. Dudağımdan çıkan bir ses yoktu, sadece şaşkınlıkla dolu bakışlarım vardı. Beynim, bu ani ve tatlı jest karşısında adeta işlevini yitirmiş gibiydi. Onun sözleriyle birlikte içimdeki sevinç dalgası yükselirken, aynı zamanda da şaşkınlıkla bu duyguları sindirmeye çalışıyordum. Toprak'ın neşeli ve içten ifadesi karşısında kalbim hızla atmaya başlamıştı. Bu anın güzelliği ve içimde uyandırdığı duygular beni adeta büyülüyordu. "Çok güzeldi. " Dedim zar zor konuşmayı başarıp. Bu halime gülmesi beni utandırmıştı. "Senin kadar güzel değil , pamuk şeker. " Utanıp bakışlarımı kaçırdım. "Bu çaldığın notalar hangi esere ait? " Dedim bu seferde, konuyu değiştirmek ve daha fazla kızarmamak için. "Carla Morrison 'dan Disfruto. " Bu şarkıyı biliyordum. Akorları, sözleri, melodisi... Her biri romantizmin ve anlamların en derinini işlemişti. İçimdeki bir umut ışığıydı. Hep böyle birine sahip olup olmayacağımı düşünürdüm. Onun gibi biriyle, bu şarkının kelimeleri kadar anlamlı bir ilişki yaşayabileceğimi hayal ederdim. Şimdi, Toprak'ın bu tatlı jestiyle, sanki bu şarkıdaki kelimelerin gerçeğe dönüştüğünü hissediyordum. İçimdeki umut, gerçeğe dönüşüyordu. "Gerçekten mi? Bu şarkıyı çok severim. " "O zaman anlamını da biliyorsun? " Başımı evet anlamında salladım. "Yine de bitirmeme izin ver, lütfen. " "Tabi, elbette. Tekrar dinlemeyi çok isterim. " Kocaman gülümseyip Mila'nın ellerini öptüm , önüme geri döndüm. Planı uygulamak için bu şarkıyı çalmam gerekiyordu. En baştan sözleriyle beraber istediğim kısma kadar çalıp söylemeye başladım. Me complace amarte disfruto acariciarte y ponerte a dormir es escalofriante tenerte de frente hacerte sonreír daría cualquier cosa por tan primorosa por estar siempre aquí entre todas esas cosas déjame Quererte entrégate a mi no te fallare contigo yo quiero envejecer Seni sevmekten memnunum. Seni kucaklamak ve uyutmaktan hoşlanıyorum. Seninle baş başa kalmak ve seni gülümsetmek büyüleyici. Bu zarif şeylerle sonsuza kadar burada olmak için her şeyimi verirdim. Bütün bunların arasında seni sevmeme izin ver. Kendini bana bırak. Seni yüzüstü bırakmayacağım. Seninle yaşlanmak istiyorum. Seni gülümsetmek büyüleyici kısmına kadar sadece tuşlara baktım. O kısma geldiğimde bakışlarımı yanımda oturan güzelliğin gözlerine çevirdim. Mercanlarının içi parlıyor, kocaman gülümsemesini bahşederek beni dinliyordu. Kalan kısmı onun gözlerine bakarak seslendirdim. Gözlerinde hem hayranlık hem de hüzün vardı. Bakmaya doyamadığım gözlerini hüzün kaplayıp göz yaşlarıyla dolmuştu mercanın en güzel tonlarındaki bakışları. Gülümseyip elimi yanağına götürüp yarım ay şeklinde okşamaya başladım. '' Gülüm ,biliyorum çok erken ama bu tanışmamızın ardından geçen sürede hayatım çok değişti, ben çok değiştim.'' Bir şey söylemem gerekiyor gibi hissediyordum ama ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. Küçük de olsa bir şeyler söylemek için kendimi zorladım. Kaybolmuş sesimle sadece ''Toprak...'' diyebildim. '' Sorun değil güzelim, bir şey söylemene gerek yok.'' Boşta kalan elimi onunkiyle birleştirdim. ''Şimdilik sadece beni dinle ve bitirmeme izin ver.'' Toprak'a minnet dolu bakışlarımı gönderip başımla onayladım. Konuşabilecek durumda değildim. Bu yüzden onu dinlememi istemesi işime gelmişti. ''Sen, gökyüzüne gönderdiğim duamın, yeryüzündeki cevabısın. Sen hep gül ki, yüreğimizin güzelliği gülüşlerimizde canlansın.'' Durup prensesimin tepkisini ölçmeye başladım. Gözleri biraz daha dolmuş her an ağlayacak gibiydi. Onu öyle görünce benim de gözlerimin dolmaya başladığını hissediyordum. ''Bundan sonra, yüreğimizin güzelliğini beraber gülüşlerimizde canlandıralım mı?'' Toprak o kadar içten konuşuyordu ki kendimi tutmakta zorlanıyordum. Söylediği her bir söz içime işliyor kalbimdeki yaraları birer birer sarıyordu. '' Bu yolda bana yoldaş olur musun Mila Çevik. Geriye dönüşü olmayan bu yola benimle beraber adım atar mısın?'' Bu sözler karşısında kendimi daha fazla tutamazdım, tutamamıştım da.. Her an akmaya meyilli göz yaşlarıma izin verip birkaç tanesinin yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. Buğulu gözlerle karşımda bana umutla bakan yakışıklı adama bakıyordum. Benden cevap bekliyordu ama ben konuşamıyordum. Sözleri o kadar çok içime işlemişti ki dile getiremediğim duygular içerisindeydim. Toprak beni istiyordu. Her sabah gözlerimi onunla açmamı ,ona gülmemi, ona sarılmamı istiyordu. Bu yola onunla çıkmamı ve onunla beraber yaşlanmamı istiyordu. Doğruyu söylemek gerekirse ben de onunla aynı düşünceler içerisindeydim. Onu ,gülüşünü, bakışlarını, huzurlu kollarını istiyor ; bu yola onunla çıkıp yaşlanmak istiyordum. ''Her aynaya baktığımda kendi gözlerimde senin gülüşünü görüyorum , sevgilim.'' Dedim zar zor sesimi toparlayıp. Ama bu uğraşıma değmişti. Toprak'ın şaşkın bakışlarını görmek için yine olsa yine yapardım. ''Bu kabul ediyorum mu demek oluyor?'' İnanmayıp bana o şaşkınlıkla karışık umut dolu bakışlarını göndermeye başlamıştı. Göz yaşlarımı umursamadan ona kocaman gülümseyip başımla onayladım. ''Bu kabul ediyorum demek oluyor.'' Kabul etmişti. Pamuk şekerim benimle bu uzun yola çıkmayı kabul etmişti. Bir kadının, bir adama dünyaları verebileceğini hiç tahmin etmezdim. Ama şimdi, onunla olan her anımda, bu gerçeği daha net hissediyorum. Doğru kişi olduğunda, tek bir kişi sana dünyaları verebiliyor, ömrüne ömür katıyormuş. Bu gerçeğe kavuşmuş olmanın verdiği huzurla, mutlulukla ona yaklaşıp dudaklarımızı birleştirdim. Dudaklarının yumuşaklığı, onun benzersiz kokusuyla buluşurken, zamanın durduğunu hissettim. Öpmeye, bakmaya doyamıyordum. Gözlerimiz birbirine değdiğinde, içimdeki sevgi ve huzur dalgaları iyice kabarmıştı. Mila'm, benim güzel kızım. Gecem. Karanlığımın en parlak yıldızı. Doyamıyorum sana. Doyamıyorum sana bakmaya. Doyamıyorum gülüşünü izlemeye. Doyamıyorum melek gibi çıkan sesinin melodisini dinlemeye. Doyamıyorum senin güzelliğine. Doyamıyorum senin sevgine. ''Gülüm ağlama artık. Bak ben yanındayım.'' '' Biliyorum, biliyorum ama durduramıyorum.'' ''Ah benim yavru ceylanım gel buraya.'' Deyip onu kendime çekerek kocaman sarıldım. Birkaç saniye sonra başını kaldırıp akmış makyajıyla suçluymuş gibi bana bakıyordu. ''Ne oldu güzelim?'' ''Kıyafetlerini batırdım.'' Dedim üzgün çıkan sesimle. ''Sorun değil meleğim.'' Deyip Mila'mı geri göğsüme yatırdım, başına küçük bir öpücük kondurdum. Bir süre sonra başını tekrar kaldırdı. Bu sefer bir şey söyleyecek gibi bakıyordu. '' Muhtaç olduğum tek şey senin kolların, Toprak.'' Dedim biraz daha normale dönüş sesimle. '' Benim de muhtaç olduğum tek şey dudakların , Mila.'' Dedi o da sesini benim gibi yaparak. Tabi bu sözleri duyunca ona şaşkın şaşkın bakmaya başlamıştım. Gülerek yüzüme yaklaştığında elimi uzatıp parmağımı onun dudaklarına götürdüm. '' Bulduğun her fırsatta öpmeye çok meraklısın yakışıklı.'' Dedim ve gülerek kollarından ayrıldım. ''Evet.'' Dedi yüzüne kocaman bir sırıtış yerleştirerek ve devam etti. '' Martılar denizi öpsün, ben senin frambuazlarını.'' Bu adam beni her seferinde afallatmayı başarıyordu. Yine yüzüne şaşkın ördek yavrusu gibi bakıyordum. Tabi utanınca kızarıp çillerini belli eden türden biriydim. ''Sırf şu yüz ifadeni görmek için seni sürekli utandırabilirim bebeğim.'' '' Toprak ya!'' ''Tamam tamam , kızma hemen.'' Gülümseyip elimi piyanoya uzattım, parmaklarımı tıpkı onun yaptığı gibi tuşlarda gezdirdim. Bilmediğim için tabi ki tuşlara basıp sinir bozucu sesler çıkarmıyordum. '' Çalmak ister misin güzelim.'' Başımı ona çevirip sanki hayattaki en imkansız şeymiş gibi ona baktım. '' Bakma öyle, tabi ki çalabilirsin.'' '' Sinir bozucu ses çıkarmak dışında bir şey yapmış olmam.'' ''O zaman bak şöyle yapalım..'' Deyip ayağa kalktım, Mila'nın arkasına geçtim. Üzerine eğilip kollarımı onun omuzlarının üzerinden geçirip iki elini de tutarak piyanonun üzerine koydum. Göz ucuyla ona bakıp onunla beraber parmaklarımı tuşlarda gezdirdim ve doğaçlama küçük bir melodi çaldım. Bu süre boyunca güzel kızımın bahar kokusu beni sarhoş ettiği için geri çekilmekte oldukça zorlanmıştım. Aynı pozisyonda durup bunumu boyun çukuruna yerleştirerek sonsuza kadar o baharın en temiz , en doğal kokusunu içime çekebilirdim. ''Toprak bu harikaydı.'' Dedim , heyecanla ona dönüp. '' Ben sana çalabileceğini söylemiştim birtanem.'' Evet söylemişti. Onunla da olsa bu muazzam piyanoyu çalmıştım. Şuan ne yapacağımı , ne söyleyeceğimi hiç bilmiyordum. Yine de içimden bir ses kalkıp ona sarılmamı söylüyordu. Ben de onun dediğini yapıp kalkıp kocaman sarıldım. ''Bu ne içindi güzelim?'' Diye sordu Toprak , ne yaptığımı anlamaya çalışarak. ''Bilmiyorum, sadece içimden geldi.'' Dedim başımı göğsüne yaslayıp yağmur kokusunu içime çekerken. Yaklaşık on dakikadır Toprak'ın gizli mekanındaydık. Onun değişiyle fotoğrafların kalbi adını verdiği odanın içerisindeydik. Kırmızı loş bir ışıklandırmanın olduğu bu odanın her yerinde çeşit çeşit fotoğraflar asılı idi. Manzaralar, ağaçlar, yollar, sokak dostlarımız, çekildiğinden habersiz insanlar... İlk kez bir fotoğrafçının odasına girdiğim için çok tuhaf hissediyordum. Ne tarafa baksam yetenek akıyordu. ''Toprak bunlar harika.'' Fotoğraflardan başımı kaldırıp çoktan bana bakan gözlerine çevirdim bakışlarımı. ''Çok yeteneklisin.'' '' Teşekkür ederim bebeğim ama asıl güzel olanlar burada değil.'' Anlamayarak ona baktım. '' Nasıl burada değil sevgilim? Yoksa çekmedin mi?'' ''Hayır gülüm ,çektim. Sadece onlara zarar gelmesin diye çekmecelerden birine sakladım.'' ''Yanlış hatırlamıyorsam buraya kimseyi getirmiyorsun ama aynı zamanda zarar görmesinden endişelisin öyle mi?'' ''Evet. Buraya ilk getirdiğim kişi sen olsan o çektiğim fotoğraflara zarar gelmesini istemiyorum.'' ''Beni meraklandırıyorsun sevgilim. O fotoğrafları görebilir miyim?'' Dedim elimdekileri yerine bırakıp önümüzdeki masaya yaslandım. ''Gerçi bu kadar çok değer verdiğine göre senin için özel olmalı, değil mi?'' ''Evet , öyleler. Gerçeği kadar olmasa da benim için paha biçilemez güzellikteler.'' Deyip merakla beni izleyen güzel kızıma yaklaştım. Elimi saçlarında gezdirirken yüzünü bir kez daha inceledim. Bakışlarım mercanlarını bulduğunda en derinlerine bakıp düşüncelerini okumaya çalıştım. Saçlarında gezinen parmaklarım boynunu bulduğunda Mila'nın nabzı daha da hızlanmaya , vücut ısısı normalin biraz daha üzerine çıkmaya başlamıştı. Parmaklarım boynunda gezinip okşamaya başladığında kalbinin deli gibi atış seslerini, göğüs kafesinin yerinden çıkacakmış gibi çırpınmasını duyabiliyordum. '' İyi misin ışığım?'' Dedim yüzüme kocaman bir sırıtış yerleştirerek. "İyiyim.. " Diye karşılım verdim, kendimin bile zor duyabileceği yükseklikte çıkan sesimle. İyi değildim. Hem de hiç iyi değildim. İçeriyi çok fazla sıcak basmaya başlamıştı. Ya da benim vücut ısım giderek artıyordu. Beyefendinin dibimde olması, parmaklarının boynumda dans etmesi de işimi oldukça zorlaştırıyordu. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Beni delirtmek mi istiyordu? Bilmiyorum. En ufak bir fikrim bile yok. Tek bildiğim şuan beni mahvettiğiydi. Bakışlarıyla, gülüşüyle , özellikle de dokunuşuyla beni kendimden geçiriyordu. Şuan zihnimin içinde Sana Şener'in Teni Tenime şarkısı çalıyordu. Öyle bir bakar gözlerime Aklımı yıkan hislerime Sen korkma benden sadece Dinle, derdimi anla Ben karanlıktayım Ben korkmam senden sadece Her şey çok uzak gelir Ben hep yalnızdım Ama bu sefer Teni tenime teni tenime ah Ten dokunur ruh denene Beni bir öper hissederek Aklımı yıkıp dans ederek Teni tenime teni tenime ah Ten dokunur ruh denene Belimi sarar hissederek Yüreğimi tam hapsederek Zihnimde dönüp duran şarkı sözleri ile birlikte eş zamanlı olarak Toprak da aynılarını yapıyordu. Nasıl oluyordu bilmiyorum ama oluyordu. Elleri belimi sarıyor, yüreğimi tam kendi kalbinin üzerinde hapsediyor ve aklımı yıkıp dans ettiriyordu. "Toprak... " Dedim yutkunarak. "Efendim meleğim? " Alnını benimkiyle birleştirip aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. Artık nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Kalp atışlarımın ne kadar çok arttığını söylememe gerek yoktur sanırım. Tahmin ediyorsunuzdur. "Ben acıktım. " Deyip güç bela ondan ayrıldım. Söyleyecek onca şey varken gidip acıktım yalanını söyle, aferin sana Mila. Gerçekten çok zekisin. Ayakta alkışlıyorum kendimi. "Acıktın? " Toprak'ın şaşkın bakışları üzerimde gezinirken rahatsızca kıpırdandım. "Evet, acıktım. " Külliyen yalan. Tamam belki birazcık acıkmış olabilirim ama konumuz bu değildi. İçerisini daha da sıcak basmadan konuyu değiştirmeliydim. Yoksa işler çok fazla sıcak olacaktı. Bunun için de henüz doğru zaman gelmemişti. ''Peki, o zaman prensesimizin karnını doyuralım.'' Deyip burnuma küçük bir öpücük kondurdu sevgilim ve kollarını çekerek benden ayrıldı. Derin bir oh çekip sakinleşmeye çalıştım. Bir yandan da utandığımı göstermemeye çalışıyordum. Ben burada biraz önce olanlar yüzünden ne yapacağımı şaşırmış halde dururken beyefendi gülerek gayet rahat bir tavır sergiliyordu. ''Sen geç hadi mutfağa geliyorum ben.'' Karamel'i başımla onaylayıp koşar adımlarla hemen odadan çıktım. Normalde sol tarafta bulunan mutfağa gitmem gerekiyordu. Fakat sağ tarafımda duran merdiven beni kendine çekiyor, yukarı çıkmam için beynimle oyunlar oynuyordu. Bir tarafım merdivenlerden çıkıp Toprak'ın kendi odasına gitmemi söylüyordu ,çünkü evi gezerken kendi odasını göstermemişti, bir yanım ise mutfağa gidip uslu bir kız gibi onu beklememi söylüyordu. Tabi ki benim doğama aykırı olan illa adrenalin arayan içimdeki küçük kıza uyup merdivenleri hızla çıkıp görmediğim odanın içerisine girdim. Kendi odası da evi gibi siyah ve gri tonlarında düzenlenmişti. Duvarlarda büyüklü küçüklü tablolar, komodinlerin üzerinde birkaç tane fotoğraflar yer alıyordu. Hatta bir fotoğrafın hemen önünde daha önce hiç görmediğim bir kolye bulunuyordu. Yaklaşıp baktığımda gördüğüm kolyenin tasarımına inanamamıştım. Hayat ağacı ve bir yıldızın beraber olduğu bir kolye idi bu. Acaba bunu kim vermişti? Daha da önemlisi neden dört kişilik bir aile fotoğrafının önünde duruyordu? Zihnimin içinde deli sorularla bir elime aldığım kolyeye bir de karşımdaki aile tablosuna bakıyordum. Fotoğrafta iki ebeveyn ve bir kız bir erkek olmak üzere iki küçük çocuk el ele tutuşmuş yüzlerindeki kocaman gülümsemeyle kameraya poz veriyordu. Çerçeveyi de elime alıp daha dikkatli baktığımda gözlerime inanamadım. Dağınık saçları , karamel gözleri ve mükemmel gamzesi ile karşımda Toprak'ın küçüklüğü bana bakıyordu. O zamanlarda bile yakışıklı olduğunu görmek gülümsememe sebep olmuştu. Bakışlarım elini tuttuğu yanındaki küçük kıza kaydığında bir şok daha yaşadım. O küçük kız Toprak'ın tam olarak kız versiyonuydu. Bakışları, gülüşü birebir sevgilimle aynı idi. Anlaşılan bu kız onun ikiziydi ve çok güzeldi. Acaba şuanda da bu kadar güzel miydi? Belki de manken olmuştu kim bilir... Mila odadan çıktığında ben de iç çekip çekmecelere sakladığım onun fotoğraflarını çıkardım. Başta ona göstermeyi planlıyordum ama sonrasında kendimde bu cesareti bulamadığım için onu biraz utandırmaya karar verip odadan çıkmasını sağlamıştım. Fotoğraflara baktığımda istemsizce gülümsedim. Gerçeğinin yanında bir hiçlerdi. Yine de doğal çıkan bu görseller benim için çok değerliydi. Elimdeki fotoğrafların her birine son kez bakıp yerine koyarak mutfağa gittim. Tabi mutfakta karşılaştığım manzaranın olacağını tahmin etmemiştim. Anlaşılan benim güzel kızım bu fırsattan yararlanıp ona göstermediğim kendi odamı ziyarete gitmişti. Başımı onaylamayarak ben de odama gittiğimde gördüğüm manzara içimi burkmuştu. Gülüm , yatağımın yanındaki komodinin karşısında bir elinde kolye bir elinde çerçeve ile duruyordu. Bu görüntü içimi burksa da meraklı bakışlarıyla elindekilere bakması çok hoşuma gitmişti. Acaba şuan ne düşünüyordu? Bahse varım elinde tuttuğu o kolye onu şaşırtmıştır. Ve tabi o çerçeve... Annemin, babamın, kardeşimin ve benim olduğum o fotoğraf.. Yıllardır görmekten kaçındığım , her baktığımda içimi parçalayan o fotoğraf karesi... Derin ama güzel kızımın duyamayacağı seviyede iç çekip yanına gittim, arkasından sarıldım. Kollarımı beline dolayıp burnuma dolan o bahar kokusunu içime çektim. ''Ah sen...' dedim belime dolanan kollarla birkaç saniye korkarak. ''Şşş! Korkma gülüm, benim.'' Başımı boyun çukuruna gömüp tekrar bahar kokusunu içime çektim. Benim bile kabul edemediğim ,hislerimi sakladığım, yerlere kokusu gidiyor ve tüm bedenimi ,ruhumu, kalbimi huzurla kaplıyordu. ''Toprak ben.. üzgünüm. Gerçekten. '' ''Sorun değil.'' Diye mırıldanıp burnumu boynunu sürttüm. Birkaç saniye içinde , istemeyerek, ondan ayrılıp ikimizi de yatağa oturttum. ''Göstermediğim için merak etmen normal güzelim.'' Bakışlarımı elindekilere çevirip kısa ama bana uzun gelen bir süre baktım. ''Toprak...'' ''Sorun değil hayatım, sorabilirsin.'' Konuşmaya hazır hissetmiyor olsam da bunu yanımdaki güzel kadın için yapardım. Elinde titreyen çerçeveyi bana doğru uzatırken sesi neredeyse duyulamayacak kadar kısık bir şekilde, "Fotoğraf..." dedi. Gözlerim ona kaydığında bakışlarında bir beklenti vardı; benden bir şey yapmamı bekliyordu. Ancak elim uzanmadı, alamadım. Sanki uzatsam parmaklarım kırılacak gibi hissediyordum. O fotoğraf, geçmişin acı veren anılarını taşıyordu. İçimde yıllardır gömdüğüm duygular aniden yüzeye çıkmaya başlamıştı. Bu kadar zaman sonra, tam her şeyi geride bıraktığımı düşündüğüm anda, karşıma çıkmıştı. Boğazımdaki düğüm giderek büyürken, kalbim hızla çarpıyordu. Karşımda, hüzünle dolu gözleriyle, yılların izini taşıyan yüzüyle bekliyordu. Çerçevenin içinde ne olduğunu çok iyi biliyordum. O fotoğraf, bir zamanlar mutlu olduğumuz, ama şimdi sadece acı ve pişmanlıkla dolu anıları hatırlatan bir andı. Elimi uzatıp o çerçeveyi almam için içimde cesareti toplamak zorundaydım. Ama yapamazdım. Onca yıl sonra, içimdeki yaralar yeniden açılacakmış gibi hissettim. Derin bir nefes aldım, ama hava sanki ciğerlerime ulaşmıyordu. Gözlerimi yere indirdim ve kafamı hafifçe salladım. ''Üzgünüm, ama alamam,'' dedim fısıltıyla. Sözlerim havada asılı kaldı, karşımdaki kişi de anladı sanırım, çünkü çerçeveyi yavaşça indirdi ve derin bir nefes alarak başını öne eğdi. O anın ağırlığı ikimizi de ezmişti. ''Sorun değil küçük prens. Tutmak , anlatmak hatta herhangi bir şey yapmak zorunda değilsin.'' Buruk bir gülümseme eşliğinde iç çektim. Yanımda duran, anılarla ağırlaşmış çerçeveyi tutan kişiye baktım. "Fotoğrafta gördüğün gibi çok mutlu bir aileydik," dedim. Kelimeler ağzımdan çıkarken içimde bir yerlere dokunuyorlardı. Fotoğrafa gözlerimi dikip, birkaç saniye boyunca bakışlarımı ayırmadan söyleyeceklerimi toparlamaya çalıştım. Fotoğrafta, yıllar önceki ben, annem ve babam vardı; sıcak bir yaz günü, gülümseyerek kameraya bakan mutlu yüzler. "Ancak bir gün bir olay oldu. Onlarla tartıştım, hepsinin kalbini kırdım. Sonra da çekip gittim." Birden, boğazımda sıkışıklık hissetmeye başladım. Sanki görünmez bir el beni boğuyordu. Derin bir nefes almaya çalıştım ama hava gelmiyordu. Her şey geçmişten dönüp gelmişti; o tatsız anılar, pişmanlıklar, yanlış anlaşılmalar. Yanımdaki adam, gözleri dolmuş bir şekilde bana bakıyordu. Toprak. Onu böyle görmek beni mahvediyordu. Bu kadar güçlü, bu kadar koca yürekli bir adam, ama şimdi gözleri çaresizlikle parlıyordu. Anlattıkça canı yanıyordu. Canı yandıkça, benim de kalbim sıkışıyordu. "Toprak," dedim, sesim neredeyse duyulmayacak kadar kısık ve titrekti. "Yapma bunu. Sorun değil. Anlıyorum." Elimdeki fotoğraf çerçevesini yere bıraktım, daha fazla tutamadım. Sonra Toprak'ı kendime doğru çektim ve kocaman sarıldım. O da sarıldı; bedenimiz birbirine yaslanmıştı, sanki ikimiz de düşmek üzere olan bir binanın çatısında duruyor gibiydik. Saçlarını okşadım, hafif bir şekilde titriyordu. "Buradayım," diye fısıldadım. "Birlikte atlatacağız." Toprak, bana her şeyi ayrıntılarıyla anlatmasa da sessizliği ve tavırları, kelimelerden çok daha fazlasını anlatıyordu. Onun, gözlerindeki derin acı, omuzlarının hafif çöküşü, konuşurken sesinin titremesi... Hepsi, içindeki fırtınayı açıkça gösteriyordu. Bir şey söylemeye çalıştığında kelimeler boğazında düğümleniyor, nefesi daralıyordu. Bazen cümlelerinin sonunu getiremiyor, sadece başını öne eğiyor ve derin bir iç çekiyordu. Bu sessizlikte, yıllardır içinde taşıdığı suçluluk duygusunu ve pişmanlığı hissedebiliyordum. Onun kendisini nasıl suçladığını, belki de tekrar tekrar "Neden böyle oldu?" sorusunu kendisine sorduğunu hayal edebiliyordum. Oturduğu yerde ellerini birbirine kenetleyip sıkıca tutuyordu. Parmakları beyazlaşmıştı, gerginlik ellerine yansımıştı. Yüzünde belli belirsiz bir gölge dolaşıyordu, sanki düşüncelerinin ağırlığı altında eziliyordu. Bana anlatmaya çalışırken bir an gözlerim onunla kesişti ve o anda onun gözlerinde geçmişin derin izlerini gördüm. Hata yapmanın, aileyle yaşanan anlaşmazlıkların ve sonrasında yaşanan ayrılıkların ağırlığını... Her ne kadar detayları paylaşmasa da, hissettiği suçluluğu ve pişmanlığı kendi yüreğimde hissettim. Yıllar önce yaptığı hataların izleri, ona düşündüğünden daha fazla zarar vermişti. Bu durumda ona nasıl yardım edebileceğimi düşünüyordum. Sözlerle değil, belki de sadece dinleyerek, yanında olarak... Yavaşça ona doğru eğildim ve elini tuttum. "Biliyorum," dedim yumuşak bir sesle. "Anlatmak zorunda değilsin. Anlıyorum." Elimi sıkıca tuttuğunda, onun içindeki yükün bir kısmını hissettim. Yalnız olmadığını bilsin diye, yanında olmaya kararlıydım. Onunla birlikte bu yükü taşıyabilmek için... Sana söz veriyorum küçük prens, gözlerindeki ışığın kaybolmasına izin veren herkesi bir gün senin aşkınla harlanan ateş bahçemde yok edeceğim. *** Ona olanları anlatamazdım, yapamazdım. Aradan yıllar geçmesine rağmen benim bile bu gerçekle yüzleşemediğim, kabul edemediğim onca şeyi melek kalpli güzel kızıma anlatamazdım. Yıkamazdım onun hayallerini. Kıramazdım o naif kalbini. Acıtamazdım tekrar yüreğini. O sen bir şey söylemesen de seni hissediyor Toprak. Şuan yüreğinin çok daha fazla ağrımasının nedeninin de ikinizin birbirinizi hissediyor olması. Acılarınızı hissettiğinizi biliyorsun. Maalesef tüm bunlar doğruydu. İkimiz de , sadece ruh eşlerinin yapabildiği gibi, birbirimizi hissedebiliyorduk. Konuşmasak da ne söyleyeceğimizi biliyor, belli etmemeye çalışsak da gizlediğimiz hislerimizi yüreğimizde duyabiliyorduk. Bu da demek oluyordu ki anlatmadığım onca şeyi biliyordu. İstemeden yıkmıştım hayallerini. Kırmıştım naif kalbini. Acıtmıştım tekrar yüreğini. ''Toprak, lütfen.. Lütfen yapma. Özür dilerim. Canını yakmak istememiştim. '' Canımı yakmak? Asıl ben onun yüreğini sızlattığım için pişmanlık duyuyordum. Ama o kendi suçu olduğunu düşünüyordu. Kendinin canımı yaktığını düşünüyordu. Ah benim melek kızım. Asıl ben özür dilerim seni üzdüğüm için. ''Yok öyle bir şey Mila.'' Kolları arasından kurtulup ona baktım. Kızarmış gözlerle bana bakıyor, sakinleştirmeye çalışıyordu. Yüzünü ellerim arasına alıp gözlerimizi birleştirdim, en derinlerine baktım. ''Tüm uğraşım, savaşım, direnme sebebim sensin Mila. Beni hayata bağlayan sensin benim güzel yıldız ışığım.'' Gözlerim dolu dolu karşımdaki adama bakıyor , karşısında çocuk gibi ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. '' Mila'm, sen yoksan ben de yokum. Var olma sebebim sensin. Senin yüreğinin acımasına , kirlenmesine dayanamam ben. Üzme sen o melek kalbini.'' Dayanamayıp gözümden bir damla yaş akmasına izin verdim. ''Tüm her şeyi senin omuzlanmana dayanamam. Her şeyle senin savaşmana izin veremem.'' Kuruyan dudaklarımı yalayıp titremeye başlayan sesimi zaman kazanarak sakinleştirmeye çalıştım. ''Geçmişte bir başımızaydık ama artık beraberiz. Birbirimizi bulduk biz. Birlikte savaşacağız.'' ''Benim küçük savaşçı meleğim.'' Yaklaşıp önce süzülen göz yaşlarını , sonra da dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. Ona sahip olduğum için çok şanslıydım. Sen , Iris'sin. Sen, gökkuşağısın. Sen, benim gökkuşağımsın. Yakışıklı sevgilimi sakinleştirdikten sonra ona korkarak kolyenin anlamını sormuştum. Yine onu incitmek istemiyordum. Allah'a şükür ki onun için anlamı güzel olduğundan dolayı öyle bir şey olmamıştı. En azında fotoğraf meselesinde olduğu kadar olmamıştı. ''Kolyenin bir kısmında gördüğün ağacın adı Hayat Ağacı. Bu ağaç yaşam döngüsünü yani doğum, yaşam, ölüm ve yeniden doğuşu temsil ediyor. Diğer tarafta gördüğün yıldız ise pentagram. Çoğu insan bunu satanizm ile bağdaştırsa da gerçek bu değil. Aslına bu sembol insanın sahip olduğu özellikleri temsil ediyor. Hatta yanlış hatırlamıyorsam tepe noktası ruhu , diğer kısımları da dört elementi temsil ediyordu.'' Diyerek tane tane güzelce anlatmıştı. ''O zaman bu kolye senin hayata bağlanmanı sağlayan bir tür araç, öyle mi?'' '' Doğruyu söylemek gerekirse bir süre için öyle idi. Sonrasında senle karşılaştım ve asıl yaşam amacımı buldum.'' İnanamayarak ona bakıyordum. Biri için bu kadar önemli olabileceğimi düşünmezdim. '' 28 Ekimden itibaren benim yaşam amacım seni mutlu etmek ve o gülüşünün solmasına izin vermemek.'' Toprak, düşüncelerini öyle derin ve samimi bir şekilde ifade etmişti ki, üzerine söylenecek bir şey kalmamıştı. Bazen kelimeler gereksiz hale gelir; duyguların gücü, dilin ötesine geçer. Onun sözlerini duyduğumda, içimde bir sıcaklık hissettim. Bu, sevgi ve bağın sıcaklığıydı. Ben de kocaman bir gülümseme ile ona baktım. Gülüşümün parıltısı odayı aydınlatacak kadar büyüktü. Toprak'ın gözleri bu sıcaklığı yakaladı, ve aniden yüzüne huzurlu bir ifade yerleşti. Gülüşüm ona iyi gelmişti, bunu hissedebiliyordum. ''İşte bu gülüş için bin ömür verilir,'' dedi. Sesi sıcak ve nazikti. Onun için gülümsememin ne kadar değerli olduğunu anlamıştım. Beni güldürmek, ona huzur ve güven veriyordu. Bu, aramızdaki bağın ne kadar derin olduğunu gösteriyordu. ''Senin gülüşün için yıldızları söndürmem gerekiyorsa bile bunu yaparım. O gülüş benim hazinem,'' dediğinde, içimde bir titreme hissettim. Bu sözler, onun sevgisinin ne kadar derin ve tutkulu olduğunu gösteriyordu. Ancak ben de ona farklı bir perspektif sunmak istedim. Onun sevgisinin sınırsızlığını anladığım gibi, benim için de yıldızların anlamını aktarmak istedim. ''Hayır bebeğim, yıldızlar bizim evimiz. Onlar, Sirius yıldızı parladığı sürece parlamaya devam edecek,'' dedim. Yıldızların sonsuzluğu, sonsuz sevgi ve bağlılık anlamına geliyordu. Ve Toprak, bana göre o sonsuzluğun bir parçasıydı. Onun bana bakışındaki sıcaklık ve huzur, her şeyden daha kıymetliydi. Sözler, bu anın anlamını tam olarak ifade edemiyordu. Artık kelimelerden ziyade, hislerin ve bağın gücü vardı. Bu güç, gülümsememizle, bakışlarımızla ve birlikte geçirdiğimiz zamanla kendini gösteriyordu.
|
0% |