@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 15 Mart 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Kaos” Eflal Keskin, Ağzından Geçmişin en ağır izleri, rüyama girmiş bir sinsi yılandan ibaretti. O yılan, her seferinde beyaz bir duvarın köşesinden sürünerek bir evin içine giriyordu. Soğuk bir gecede, ayaklarımın dondurucu betonla birleştiği o gecede bakışlarım duvarla buluştuğunda geçmişin ve geleceğin ne olacağı renklere karışmıştı. Duvara vurarak yanıp sönen mavi ve kırmızı ışıklar büyük bir işaretin simgesiydi. Ölüm. O soğuk gecede bizi hayatta tutan tek şeydi. Ölüm insanı diri tutar mıydı? Tuttuğunu işte o gecede anlamıştım. Gözlerimi kapattığımda duvara yansıyan ışıklar belirirdi. Beni ve annemi hayatta tutan gerçek, geleceğime karalanan renklerden ibaretti. "Renkler güzeldir Eflal. Bir tuvale bastırarak kullandığın renkler resimleri oluşturur." demişti annem. Hayatım boş bir tuvalken üzerine sıçrayan kırmızı ve mavi renklerle geleceğimi oluşturmuştu. Üzerini ne kadar başka renklerle boyamaya çalışsam rengi karışmış ama yine orada kalmıştı. Önümde iki seçeneğim vardı: Ya o tuvali çöpe atacaktım ya da o renklerle yaşayacaktım. Andromeda bana o renklerle oynamamı sağlayan tek etkendi. Özgür'ün, özgürlüğünde kurduğu tek düzendi. Kendiyle ve geçmişiyle yüzleştiği ve yüzleşmeye devam ettiği oyunun adıydı. "Eflal." Özgür'ün sesiyle düşüncelerimden koptuğumda sessiz olan dünyam bir anda gürültüye boğuldu. Bakışlarımı okul sırasından çekip Özgür'e baktım. Tek kaşı yukarıya doğru kıvrılmıştı. "Beş dakikadır sana sesleniyorum. Bugün danışmanların toplantısı varmış bizde o yüzden mekâna gideceğiz." Kafamı belirli belirsiz salladığımda oturduğum sıradan kalkıp onunda kalkmasını bekledim. Sıradan kalktığında kapıya doğru ilerleyip elini geçmem için uzattı. Derslikten çıktığımda başıboş gezinen kişilere bakmadan merdivenlere doğru ilerledim. Basamakları hızlıca inip üniversitenin bahçesine ulaştığımda motorların yanında bekleyen arkadaşlarını fark ettim. Onların yanına doğru ilerlerken bakışlarım istemsizce gökyüzüne doğru çevrildi. Gri ve siyah bulutlar, bulundukları yerden süzülerek üzerimize doğru sürükleniyordu. Bu, kötü bir şey olacağının habercisiydi. Omzumda hissettiğim el ile bakışlarım elin sahibine döndü. Özgür'ün bana baktığını fark ettiğimde dudaklarıma sahte bir gülümseme yerleştirdim. Elini omzumdan çekip motora bindiğinde eteğime dikkat ederek arkasına bindim. Motoru çalıştırıp sürmeye başladığında bakışlarım gökyüzüne tırmandı. Bulutların tersine doğru giderken hâlâ süzülen bulutlar birbiriyle çarpıştı. Yağmurun habercisi olan birkaç damla yüzüme düştüğünde gözlerimi kapatıp yüzümü Özgür'ün sırtına yasladım. Ondan yayılan koku bana bir duyguyu anımsatıyordu. Adını çözemiyordum ama bendeki bıraktığı hissi biliyordum. Ruhumun yıllar önce kaybettiği güvenin adını taşıyordu. Üzerimize düşen yağmur damlaları hızlanırken sanki bedenime bıçakların düştüğünü hissediyordum. Soğukla iş birliği yapmış olan yağmur tüm şiddetini korurken, sola yaptığımız manevradan sonra yağmur kesilmişti. Başımı Özgür'ün sırtından ayırdığımda kapalı bir garajın içinde olduğumuzu fark ettim. "İn." Özgür'ün sesiyle motordan indiğimde arkadaşlarının bir kapıdan içeriye doğru girdiğini fark ettim. Onların peşinden ilerlediğimde bizi gülerek karşılayan kadını beklemiyordum. Karşımdaki kadın gülümsemesini yüzünden hiç silmeden bana doğru yaklaştığında kollarını bana sardı. Islak olmama rağmen yaptığı bu davranış yüzümde bir tebessüm oluşturmuştu. Özgür'ün annesi bana kendi annemi anımsatmış ve özletmişti. Acaba annem şu anda nasıldı? İyi miydi yoksa pencerenin kenarında sessizce oturuyor muydu? Özgür'ün annesi benden kollarını çektiğinde ellerini bana doğru gösterdi. Yaptığı el hareketleri zihnimdeki cümlenin oluşmasını sağlarken dudaklarımdaki tebessüm büyüdü. "Haydi, hemen üzerinizi değiştirip kahvaltıya geçin." Kafamı sallayıp salona doğru ilerlerken elimden biri tutup yukarıya doğru çekiştirmeye başladı. Özgür'ün soğuk eli elimin daha da üşümesine yol açarken üst kata ulaştık. Siyah kapılı bir odanın kapısını açtığında beni içeriye ittirip kendisi dışarıda kaldı. "Sen duşunu al ben aşağıdaki abla ile kıyafet gönderirim." deyip kapıyı kapattı. Kapının kilidini bir kere çevirip duşa kabinin içine girdim. Üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp duşa kabinin dışına attım. Elimi sıcak su musluğuna götürüp suyun açılmasını sağladım. Tepemde sabitlenmiş bir şekilde asılı duran ahizeden su akmaya başladığında gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sıcak bir şekilde akan su tüm tenime iğne misali batarken kollarımı birbirine bağlayıp derin bir nefes daha aldım. Gözlerimi açtığımda suyun damlacıkları kirpiklerimi ağırlaştırmaya başlamıştı. Gözlerimi kırpıştırıp hızla duşumu aldığımda suyu kapatıp yanımda duran havluya sarıldım. Musluğu kapatıp suyun kesilmesini sağladıktan sonra kapı çaldı. Kapıya doğru ilerleyip bedenimi sakladığımda kapı kilidini çevirdim. "Eflal Hanım kıyafetlerinizi getirdim." Dışarıdan gelen kadın sesiyle kapıyı biraz aralayıp kıyafetleri aldım. Kırmızı uzun kollu bir balıkçı kazak olduğunu boynundan anlamıştım. Hızla bedenimi kurulayıp üzerimi giyindiğimde arkamdaki buhar tutmuş aynaya doğru döndüm. Elimi aynaya doğru uzatıp buharı sildirdiğimde görüntüm artık aynaya yansıyordu. Kırmızı uzun kollu balıkçı yaka gözlerimin mavi rengini biraz daha ortaya çıkarmıştı. Altımdaki siyah bir kot vardı. Bedenimdeki tüm renkler hayatımdaki yerini belli etmişti. Gelecek gözlerimde gölgesini bırakırken, geçmiş ise bedenimdeki gölgesini hiç unutturmuyordu. Derin bir nefes alıp banyodan çıktığımda sol tarafımdan bir çift topuklu ses duydum. Bakışlarımı istemsizce soluma çevirdiğimde Özgür'ün annesini gördüm. Dudaklarıma tebessüm yerleştirip üzerimi gösterdim. Ellerimi havaya kaldırıp zihnimden geçen cümleleri parmaklarıma yükledim. Çok güzeller, teşekkür ederim. Özgür'ün annesi dudaklarına yapışmış olan gülücükle bana doğru yaklaştı. Ellerini havaya kaldırdığında elindeki telefonu bana doğru uzattı. Telefonun ekranında gördüğüm numara ile kaşlarımı çatıp yeniden Özgür'ün annesine baktım. Kafasını salladığında telefonu kulağıma tuttu. Elimi telefonun arkasına koyarak telefonu sabitledim. "Alo?" Telefonun ucundan bir ağlama sesi geldiğinde zihnimde bir kadının profili oluştu. Dudaklarım aralandığında titrediklerini fark ettim. "Anne." "Kızım." Kulağıma dolan melodi ruhumda görünmez çiçeklerin açmasına neden olmuştu. Kokusunu bildiğim ama koklayamadığım bu koku cennetten koparılmış bir çiçek gibiydi. Gözlerimi kapattığım sırada onun sesi kulağıma ulaşmaya devam etti. "Oyununda başarılar demek için aradım Eflal. Unutma, senin yapamayacağın hiçbir şey yok. Gülümse ve onları yen kızım." Kapalı göz kapaklarımın altında dolan yaşlar inci gibi dökülürken dudaklarımın arasından kaçan kahkaha mırıltısına engel olamadım. Derin bir nefes alıp gözlerimi açtığımda Özgür'ün annesini göremedim. Onun yerine beni köşede izleyen Özgür'ün gölgesini fark ettim. "Seni seviyorum kızım." Kurumuş dudaklarım gözlerimden akan damlalarla ıslanmıştı. Dudaklarımı yaladığımda tuzlu su tadıyla konuştum. "Bende seni seviyorum anne." Telefon kapandığında derin bir nefes alıp telefonu kulağımdan indirdim. Bakışlarımı telefonun ekranından çekip beni izleyen gölgeye baktığımda orada olmadığını fark ettim. Adımlarımı merdivenlere doğru yöneltip aşağıya indim. Kurulan kahvaltı masasını fark ettiğimde telefonu arka cebime koyup ilerlemeye devam ettim. Boştaki sandalyeye oturduğumda masadaki sessizlik devam etti. Elime çatalı alıp önümde dolu tabağın içindekileri yemeye başladığımda gözlerimin nemi kurumaya başlamıştı. Masadaki herkes kahvaltısını bitirirken ağzımdaki son lokmayı yutup bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Elindeki çay bardağıyla masaya kilitlenmişti. "Özgür, bir şey mi oldu?" Aybars'ın sesiyle Özgür bakışlarını hiç zorlanmadan ona doğru çevirdi. Kafasını iki yana sallayıp elindeki çay bardağını masaya bırakıp ayağa kalktı. "Haydi, mekâna gidip biraz çalışalım." Ayağa kalktığımda arkadaşları da ayaklanmıştı. Bakışlarım pencereye çevrildiğinde yağmurun durduğunu fark ettim fakat henüz o kara bulutlar dağılmamıştı. Adımlarımı evin kapısına doğru sürüklediğimde kapıda bizi uğurlamak için Özgür'ün annesi bekliyordu. Dudaklarıma tebessüm yerleştirip kafa selamı verdiğimde gülerek karşılık verdi. Evden çıktığımızda büyük, siyah bir araç kapısı açık bir şekilde bekliyordu. Açık kapıdan arabaya doluştuğumuzda kapı kapandı ve ilerlemeye başladı. Kısa bir süre sonra durduğunda bakışlarımı filmli cama çevirdim. Bir sürü araba vardı. "Bu arabalar ne?" Bartu'nun sesini duyduğumda gözlerimi camdan çekip Özgür'e baktım. Biçimli kaşları çatılmış bir şekilde arka camı tıklattı. Yanımızdaki kapı otomatik bir sesle yana doğru kaymaya başladığında oturduğu yerden kalktı ve arabadan indi. Aybars, inmem için öncelik tanıdığında hızla arabadan inip Özgür'ü takip etmeye başladım. Mekânın içine girdiğimizde masalardaki kalabalık hayra alamet değildi. Hemen önünden geçen garsonu çevirdiğinde dudaklarını araladı. "Burada ne oluyor?" diyerek sorguladı. Garson korkarak çenesiyle arka masayı gösterdi. Gözlerimi o masaya doğru çevirdiğimde Alpay'ın masada oyun oynadığını fark ettim. "Ağabey, oyunlar başlamış." Ateş'in dudaklarından dökülen cümle bir kaosun başlangıcıydı. Bakışlarımı Özgür'e çevirdiğimde kehribar gözlerinin koyulaştığını fark ettim. Dudakları aralandığında derin bir nefes alıp gözlerini kıstı. "Herkes odaya." deyip sırtını bize doğru döndü. Kırmızı kapılı odaya doğru ilerleyip bedenini içeriye gizledi. Hepimiz onun peşinden odaya girdiğimizde koltuğa oturduğunu fark ettim. Sehpanın üzerindeki kağıtları dikkatle elinden geçirirken yanına oturup izlemeye başladım. İki elinde tuttuğu kağıttan birini Aybars'a uzattı. Teker teker sağ eline aldığı bütün kağıtları dağıttığında sıranın bana geldiğini hissetmiştim. Sol elinde kalan kağıdı bana doğru uzattığında kağıdı alıp göz gezdirmeye başladım. İsmini bilmediğim bir kişiyle oyun oynayacaktım. Yanımdaki bedenin ayağa kalktığını hissettiğimde bakışlarımı kağıttan çekip Özgür'e baktım. Bakışlarını üzerimizde gezdirip çenesiyle kapıyı gösterdi. Oturduğum yerden kalktığımda herkesle beraber kapıya doğru ilerledim. Arka cebimde titreyen bir şey olduğunu hissettiğimde en arkada kaldım. Elimi arka cebime götürüp telefonu çıkarttığımda sabah ki arayan kişi olduğunu gördüm. Sessize alarak sonra aramak için arka cebime telefonu koydum. Odadan çıktığımda boş olan masaya oturdum. Bakışlarımı sağa doğru çevirdiğimde Özgür'ün bana baktığını fark ettim. Bir süre sonra bakışları benden çekildiğinde baktığı yere bakmak için kafamı çevirdim. Alpay Aras Hancıoğlu, tam karşımda duruyordu. Kaşlarımın istemsizce çatıldığını hissettiğimde sandalyeyi çekip oturdu. Ellerini çenesinin altına birleştirip koyduğunda yanımıza garson geldi. Elinde tuttuğu kağıtları önümüze koyup ardından birer tane kalem bıraktı. Kalemi elime alıp kağıtta yazan yazılara göz gezdirdim. Oyun 100.000 Türk Lirası için oynanacaktı. Derin bir nefes alıp kağıdın altına imzamı attığımda kalemi üzerine koyup kenara doğru ittirdim. Bakışlarımı Alpay'a çevirdiğimde hâlâ elleri çenesi altında bekliyordu. Çenemle kağıdı işaret ettiğimde tek kaşı yavaşça yukarı doğru kıvrıldı. Bir elini çenesinin altından çekip havaya kaldırdı ve parmaklarını şaklattı. Mekanda bir anda mekanik ses yükseldi. Bir kalbin attığını gösteren cihazdan çıkan ses gibiydi. Kaşlarım çatık bir şekilde Alpay'a bakmaya devam ettiğimde bakışlarını bana doğru çevirdi. "Senin oyun oynamaya şu anda gücün var mı?" Başımı soru sorarcasına yana doğru çevirdiğimde mekanik sesteki ses bozulmaya başladı. Zihnimde düz bir çizgi oluştuğunda kaosun belirtileri oluştu. Ruhumda bir piyano sesi tüm sesleri bastırmak istermişçesine yükseldiğinde kaşlarımın ortasında artık çukur oluştuğunu hissedebiliyordum. Cebimde ısrarla titreyen telefon kalbimin ritminin artmasına neden oluyordu. Kötü bir şey olmuştu. Hızla ayağa kalktığımda elimi arka cebime götürdüm. Telefonu çıkartıp aramayı cevaplandırdığımda kulağıma yasladım. "Defibratörü hazırlayın, hastayı kaybediyoruz." Kulağıma ulaşan ses mekanda ulaşan ses ile aynıydı. Tıpkı, sonsuz bir çizginin zihnimde akmaya devam etmesi gibiydi. "Anne." Ne zaman aralandığını bilmediğim dudaklarımın arasından kaçan bu sözcük aslında kaosun en büyük başlangıcıydı. Geçmişin ruhuma sızmak için zihnime karışması kaosun devamıydı. Geçmiş, zihnime karıştı. Bir kız sokakta ayakları çıplak bir şekilde bekliyordu. Sokağın köşe başından duyulan siren sesiyle kalbinin ritmi kalbimde atmaya başladı. Hızlı ve heyecanlıydı. Sanki bir şeyden korkuyordu. Ona doğru yaklaşan ambulanstan kaçarak evin bahçesine girdi. Araçtan inen sağlık ekipleri hızla eve doğru ilerlerken evin içine doğru koştu. Bakışları öncelikle annesini buldu. Sağlıkçılar yerde yatan kanlı bedene müdahale yaparken zihnimde ve kulaklarım yalnızca bir sese odaklandı. "Hastayı kaybettik. Ölüm saati, 12.00." Kulağıma yaslı olan telefon elime ağırlık yaptığı gibi ondan çıkan seste yüreğimde büyük bir yara oluşturmuştu. Telefon elimden kayıp yere düşerken tutunmak için elimi masaya doğru uzattım. Ölüm gece 00.00'de başlamıştı ve yine 12.00'yi bulmuştu. Geçmiş, ruhuma sızmıştı. En acı ölüm annemin ki olmuştu. Kaos, burada tam içimdeydi. Yüreğimde açılan yaranın içine gizlenmişti. Kaos, ölümdü. Kaos. Geleceği mahveden geçmişin ikinci adı buydu. -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |