@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 24 Ocak 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Geçmiş” Eflal Keskin, Ağzından Geçmiş acıdır. Saplandığın batağı oluşturan balçıktır. Kirlendiğin zaman kurtulamadığın tek kötü lekedir. Peki ben bu geçmişin tam olarak neresindeydim? Tam karşımda, kapıya bakarak duran adam bakışlarını bana çevirdiğinde nerede olduğumu buldum. Ben o geçmişin başlangıcındaydım. Mavi gözleri uzaktan bile belirgin olurken bana doğru yaklaşmaya başladı. Bir anda kendimi o başlangıçta buldum. Bahçeli bir evin önünde duran kız çocuğunu fark ettim. Çıplak ayaklarının değdiği beton içimin ürpermesine neden olurken saçlarını yüzüne vuran rüzgar, tenimin üşümesine sebep oluyordu. Hissettiğimiz soğuk eşitti ve ikimizi de kendinden nefret ettiriyordu. İzbe sokakta siren seslerini duyduğumda omzumun üzerinden arkama baktım. Mavi ve kırmızı ışıklar karanlık sokağı aydınlatmaya başladığında kenara çekilip beklemeye başladım. Ambulans o beyaz evin önünde durduğunda kız çocuğu koşarak ambulansın kapısına dayandı. "Ölüyor." Aracın içinden çıkan bir görevli kızı sakinleştirmeye çalışırken diğer görevliler evin içine doğru koşturmaya başladı. İstemsizce adımlarımı eve doğru çevirdiğimde yavaşça yürümeye başladım. Ritmik bir şekilde yanan kırmızı ve mavi ışık evin beyaz duvarına yansıyordu. Sokakta büyük bir çığlık koptuğunda irkilerek aralı olan evin içine baktım. Biri omzum çarpıp içeriye girdiğinde hemen arkasından ilerledim. Evin salonunda yankılanan uğursuz bir sesin çizgisi geleceğimin şeklini yazıyordu. Sonsuz bir çizgiden ibaret olan geçmiş geleceğe hiçbir zaman yer vermeyecekti. "Ölüm saati 00:00." Gecenin karanlığı üzerimize çökmüştü. O üzerimize çöken saat, duvarda asılı olan saatin görüntüsüne yansımıştı. Yerde, kanlar içindeki yatan bedenin yüzünü kapattıklarında bir adım geriye çekilip sırtımı duvara yasladım. Kolum soğuk bir bedene değdiğinde bakışlarımı ona doğru çevirdim. Kakül saçları dağılmış kızın bedeni buz kesmişti. Gözlerindeki maviler donuktu. Bakışlarımı istemsizce ellerine doğru indirdiğimde geçmişin balçığı zihnime saplandı. Kanlı ellerin titremesi geleceğe en büyük ihanetti. Bir anda her şey silinmeye başladı. Önce kız çocuğu ve insanlar daha sonra da ev kayboldu. Tam karşımda durmuş bir adam belirdi. Etrafımız hastane duvarlarıyla örtüldü. Bir adım geriye çekildiğimde elimi havaya kaldırıp karşımdaki adamın bana doğru gelmesini engelledim. "Sen?" Aralanmış dudaklarımdan dökülen tek sözcük buydu. Zihnimin içi o kadar karışıkken içinden sıyrılan tek cümle 'Sen?' idi. Karşımdaki adam bir adım geriye gittiğinde havadaki elimi yanıma indirdim. Hiçbir şey söylemeden, sadece gözlerime bakmaya devam ettiğinde kafamı iki yana sallayıp dışarıya doğru fırladım. "Eflal!" Adım, uğursuz bir adamın dilinden yükseldiğinde adımlarımı durdurup ona baktım. İçimde yanmaya başlayan bir alevin ilk tohumları, karşımdaki adamı yakmak için dilime yansıdı. "Ne hakla, o pis dilinle adımı söylersin?" Adamın iğrenç gülümsemesi yüzümü buruşturmama neden olduğunda arkamda hissettiğim beden yanıma geçti. Uzun boylu ve takım elbiseli adam, karşımdaki adamın kolundan tutup dışarıya doğru çekmeye başladığında kaşlarım yukarıya doğru tırmandı. "Bırak beni! Sen kimsin lan?" Adamın bağırışları hastanede yankılanmaya başladığında bakışlarım istemsizce annemin olduğu odada takılı kaldı. Ah güzel annem, sen bunları hak edecek ne yaptın? Gözlerimi kapattığımda sırtımı soğuk duvara yasladım. Tenime işleyen soğuk içimdeki yangını söndürmeye yetmezken birinin nefesini yüzümde hissettim. Gözlerimi yavaşça araladığımda kehribar gözleri fark ettim. Bakışları sonsuz gibiydi, sonsuz bir karanlık... Gözlerini benim gözlerimden çekip annemin odasından çıkan kadına çevirdiğinde kafasını yavaşça eğip kaldırdı. Bakışlarım ikisi arasında mekik dokurken elimi tutup çıkışa doğru yürütmeye başladı. Sıcak eli, buz tutmuş tenimi biraz olsun rahatlatırken çıkışta bekleyen arabaya doğru yürüdü. Ön kapıyı açıp binmemi sağladığında kapıyı katıp diğer tarafa doğru ilerledi. Sürücü koltuğuna oturup bakışlarını bana çevirdiğinde dudaklarını araladı. "İyi misin?" İyi miydim? Kafamı iki yana salladım. "Sen nasıl öğrendin?" Oğuzhan'ın gözleri bir anlığına kısıldığında kimden öğrendiğini anlamıştım. İçimde beni tüketen, düşüncelerimi kemiren tek bir soruyu sordum. "Alpay ona nasıl ulaştı?" Oğuzhan kafasını iki yana salladığında gözlerimi kapattım. "Anneni başka bir hastaneye transfer ediyoruz." Gözlerimi açıp Oğuzhan'a baktığımda cümlesine devam etti. "O adamın kim olduğunu ve ne yaptığını biliyorum Eflal. Sen doğru olanı yapmışsın." Oğuzhan'ın dudaklarından çıkan sözler içimdeki ateşi harlandırdı. "Annemi nereye göndereceksin?" diye sorguladığımda bakışlarını benden çekip arabayı çalıştırdığı. Arabanın içi ısınmaya başladı. "İstanbul dışına, Ankara'daki özel bir hastaneye yatırılacak. Ona orada bugüne kadar yanında olan Zeynep Hanım yardımcı olacak. Sen de burada, benim yanımda kalacaksın." Annemin güvenliği için bunu kabul etmem gerekiyordu. Kafamı salladığımda arabayı sürmeye başladı. Bakışlarımı cama çevirdiğimde küçük kar tanelerinin şehre indiğini fark ettim. Başımı cama yasladığımda uçuşan kar tanelerini izlemeye başladım. Herkes karı severdi ama hiç kimse içindeki pisliği bilmezdi. Beyaz olduğunu sanırdı ama kendini bıraktığında içindeki pisliği o zaman fark ederlerdi. Bir evin önünde durduğumuzda başımı camdan çekip Oğuzhan'a baktım. Emniyet kemerini çözüp araçtan indiğinde elimi kulpa götürüp kapıyı açtım. Araçtan indiğimde kapıyı kapatıp yeniden Oğuzhan'a baktım. Eliyle yürümem gereken yeri işaret ettiğinde adımlarımı hareket ettirdim. Demir kapıdan içeriye girdiğimde büyük bir villa göründü. Adımlarımı yavaşlattığımda arkamdaki beden öne geçti. Oğuzhan, önümden yürümeye devam ettiğinde bu sefer onu takip etmeye başladım. Evin içine girdiğimde sade renklerle döşenmiş olduğunu fark ettim. Oğuzhan, üzerindeki kabanı çıkartıp kollarını sıvadığında kapısı açık bir yere doğru ilerledi. Üzerimdeki ceketi çıkardığımda gri koltuğa doğru ilerleyip oturdum. Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde bir konsolun üzerindeki fotoğraf dikkatimi çekti. Oğuzhan'ın annesine sarılmış bir resmi vardı. Zihnimde bir sahne oluşurken adım sesleriyle o anıya kapılmaktan kurtuldum. Bakışlarımı Oğuzhan'a çevirdiğimde elindeki bardağı bana doğru uzattı. Dumanı üstündeki kahveyi gördüğümde dudaklarıma buruk bir tebessüm yerleştirdim. "Teşekkür ederim." Oğuzhan, hiçbir şey demeden karşımdaki tekli koltuğa oturup kahvesini yudumladığında elimdeki bardağı dudaklarıma değdirdim. İçindeki kahveden bir yudum alıp boğazımdan akmasını sağladım. İçimi ısıtan kahve biraz olsun beni kendime getirmeyi başarmıştı. Elimdeki bardağı önümdeki sehpaya bıraktığımda bakışlarım istemsizce Oğuzhan'a çevrildi. Kehribar gözleri hafifçe kısılmıştı ve yüzüme odaklanmıştı. Mavi gözlerime dalmış bir şekilde hareketsiz bekliyordu. "Peki şimdi ne olacak?" Dudaklarımdan çıkan cümleyle gözlerini açıp kapattı ve derin bir nefes aldı. "Sana yardım edeceğim." dedi. Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluşurken devam etti. "Seni, senden saklayacağım." İçimde yanmakta olan o ateşin gücü sönmeye başladı. Derin bir nefes alıp arkama yaslandığımda bakışlarımı kehribar gözlerinden çektim. Gergin bir şekilde yanağımın içini dişlemeye başladığımda gözlerimi kapattım. İçimdeki sıkıntı bir türlü yakamı bırakmıyordu, tıpkı geçmişim gibiydi. "Eflal." Oğuzhan'ın sesiyle gözlerimi açtım ama ona bakmadım. "Seni ne korkutuyor?" Oğuzhan'ın bu sorusunu o gün, o soğuğun altında ambulansı bekleyen kıza sormak isterdim. Derin bir nefes alıp bakışlarımı kehribar gözlerine çevirdim. Siyah noktalara odaklandığımda dudaklarım istemsizce aralandı. "Kırmızı." Oğuzhan, gözlerini kısarak öne doğru eğildi. Bakışlarını hiç kaçırmadan mavi gözlerimin içine bakmaya devam ederken birden tek kaşı yukarıya doğru tırmandı. "Geçmiş?" Kafamı ağır çekimde salladığımda alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Geçmişimi anlatırsam beni kurtarabilir miydi ya da biraz önce söylediği gibi beni, benden saklayabilir miydi? Ne zaman yere indiğini fark etmediğim bakışlarımı tekrar kehribar gözlerine çıkardım. Ucu bucağı görünmeyen koyu rengin içinde saklanmayı düşündüm. Sanki o noktalar beni saklayacak her güce sahipti. Beni, ona çeken bir duygunun var olduğu yerde saklamaması kaçınılmaz olmalıydı. Arkama yaslanıp kafamı sola çevirdim. Koltuğun üzerinde duran pikeyi üzerime alıp bacaklarımı kendime doğru çektim. Kollarımı bacaklarımın etrafına sarıp bakışlarımı Oğuzhan'ın üzerinde tuttum. Oğuzhan, sehpanın üzerinden bir sigara alıp dudaklarına yerleştirdi. Çakmağın ateşiyle sigara yandığında derin bir nefes çekip arkasına yaslandı. Artık ben anlatmaya o da dinlemeye hazırdı. Geçmiş ortaya çıkıyordu. Tüm kirli ve kusurlu yanlarıyla yeniden içimi kanatacaktı. Peki o yaraları yeniden zihnime kazımaya hazır mıydım? Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. O anıları hatırlamak demek balçığa bulanmak demekti. “Kanımı donduracak kadar soğuk bir kış günüydü." Gözlerim kapalı bir şekilde durduğumda bir anıya doğru sürüklendim ve birden kendimi o anda buldum. Sırtım duvara dayalı bir şekilde salondaki insanlara bakmaya başladığımda kız çocuğu ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi. Her şey işte o zaman başlamıştı. Her şey bir anda gelişmişti. İçeriye giren adam yalpalayarak kıza tokat attığında avuç içimi sıkmaya başladım. Ona attığı tokat sanki benim yanağıma inmişti. Sarhoş adam, koltukta oturan kadına doğru ilerlediğinde elini kaldırıp tokat attı. Yüreğime dağılan saf acıyla bakışlarımı kıza çevirdim. Elindeki bıçağı adama doğru sapladığında gözlerimi kapattım. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdığımda elimi kalbimin üzerine koyup başımı geriye attım. Kurumuş dudaklarımı aralayıp derin bir nefes aldığımda karşımdaki adamın yeni bir sigara yaktığını fark ettim. "O bizi dövdü, ben ise onu öldürdüm." Son kelimeyle buruk bir tebessüm ettim. "Öldürdüğümü zannettim ama yaşıyormuş." Oğuzhan, yerdeki bakışlarını bana doğru çevirdiğinde gözlerinde anlam veremediğim bir duygu vardı. Acıma değildi ama sevgide değildi. Zihnimde adımın harfleri dolanmaya başlandığında sahip olduğum zehir dilime bulandı. "Doğduğum gün bana Eflal demişler ama kimse anlamını bilmiyormuş. Tek bir kişi, adımı koyan baba bile denmeyecek adam biliyormuş. Kuraklık, bana ve geleceğime yaptığı en büyük kazıklardan biriydi. İnsan, adı gibi yaşar ve yaşadığı gibi yaşatır." Oğuzhan, sigarasını söndürüp ayağa kalktığında bana doğru yaklaştı. Koltuğa oturup gözlerini mavi gözlerimden ayırmadı. "Eflal." Adımı söylemesiyle gözlerimi kapattığımda elini yanağımda hissettim. "Gözlerini aç." Gözlerimi açtığımda yanağımdaki elini hareket ettirdi. Sıcak eli, yaralı ruhumun sargısı oluyordu. "Seni, senden saklamayacağım. Seni kendime saklayıp geçmişinden kurtaracağım." Gelecek ve geçmiş o beyaz duvarın üzerinde dolaşan kırmızı ve mavi ışıklarla oluşmuştu. Hiç beklemediğim bir anda, adını daha önce hiç duymadığım bir oyun ile birlikte karşıma çıkmıştı. "Andromeda oyununda kırmızı geçmiş, mavi ise gelecektir. Senin üzerine düşen kırmızıdan, senin üzerine gelerek koruyacağım. Gölgem, her daim üzerinde olacak." Geçmiş, bir kızın üzerine düşen kırmızılıktan ibaretti. Özgürlük ise o kırmızının maviye karıştığı anda sona ererdi. "Özgür kelimesini kullanabilecek kadar güçlüysen diyebilirsin ama sadece özgür olanlar o kelimeyi kullanabilir." Kendimi onun yanında özgür hissediyordum. Yanağımdaki eli hareket ettiğinde dudaklarımı araladım. "Özgür, beni geçmişimden kurtar." Özgür'ün kehribar gözlerindeki siyah noktalar büyüdüğünde dudaklarımda bir tebessüm oluştu. Kafasını belli belirsiz salladığında dudakları aralandı. "Özgür kelimesini kullanabilecek kadar güçlüsün. Peki, özgür müsün?" Kafamı salladığımda dudaklarında hiç görmediğim bir gülümseme oluştu. Saflık ve hayranlık içeren bir gülümsemeydi. Elini yanağımdan çekip beni ayağa kaldırdığında üzerimden çıkarttığım ceketimi giydirdi. Bir eliyle elimi tutup diğer eliyle kabanını alıp evin kapısına doğru yürüttü. Şaşkınlıktan ona soru soramazken bir anda kendimi arabanın içinde buldum. Araba büyük bir gürültüyle öne doğru atılırken Özgür arabayı son gaz sürmeye başladı. Çok kısa bir süre içinde mekanın önünde durduk. Arabadan inip benim olduğum kapıya yaklaştığında kapımı açıp inmemi sağladı. Elimden tutup beni mekanın içine soktuğunda dar koridordan geçirdi. Kırmızı kapılı odaya girdiğimizde beni arkamdaki duvara doğru döndürdü. Ciğerlerimdeki nefes, karşımdaki yazıya baktıkça tükeniyordu. Kan kırmızı yazı, kaderimin yazgısını yeniden yazıyordu. "Andromeda." İlahi, tanıdık bir ses hemen arkamdan kulaklarıma nüksetti. Sırtımda hissettiğim göğsü, dizlerimin çözülmesine neden oluyordu. Burnunu saçlarıma daldırıp derin bir nefes aldı. "Eflal." Dudaklarının sıcaklığını sağ kulağımda hissettiğimde derin bir nefes verdim. "Adımın anlamını öğrenmeye ve hissetmeye hazır mısın?" Kafamı salladığımda kırmızı yazıyla yazılmış Andromeda'ya elini uzattı. Ortadaki 'O' yazısında dokunduğunda bir yerden 'klik' sesi yükseldi. Duvara gömülü içki dolabı öne doğru gelmişti. Özgür, elimden tutup içki dolabını sağa doğru ittirdiğinde gördüğüm manzara ile dudaklarımın aralandığını fark ettim. Özgür’ün nefesini kulağımın hemen yakınında hissettim. “Özgür olmak kolay değildir, Eflal.” dedi, Özgür. Dudakları her sözcükte tenime dokunuyordu. Alaşağı olmuş bedenim son cümlesiyle tamamen sarsıldı. “Her özgürlük, bir tutsaklıktır.” -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9 |
0% |