Yeni Üyelik
9.
Bölüm

AVNİ

@suu_bay

O günden sonra Sultan'ın Melek'e duyduğu güven artmış bununla birlikte şehzade annelerinin de saygısını kazanmış ve küçük ayrıcalıklar elde etmişti. Örneğin belirli yerler dışında sarayın birçok yerinde dolaşabiliyordu. Bu durum Melek de bir takım meraklar ortaya çıkarmış ancak vaktinin çoğunu bahçede geçirmeye başlamıştı.

Öğle vaktiydi. Melek, sarayın koridorlarında yürüyor gözleri ilgiyle duvarlarda dolanıyor, Edirne sarayını gören nadir belki de tek kişi olduğunu düşünüyor ve mutlulukla gülümsüyordu. Duvarlar Topkapı sarayını anımsatsa da mimari açıdan çok daha farklı ve daha mütevazi bir yanı vardı. Nitekim tavanı daha alçak görünüyordu. Kollarını birbirine doladı ve biraz temiz hava alma isteğiyle bahçeye doğru yol almaya başladı.

Bahçe kapısına henüz varmıştı ki tanıdık bir yüz ile karşılaştı. Radu'nun beyaz yüzü, lacivert kaftanın üzerinde ay gibi parlıyor mavi gözleri artık daha sevecen bakıyordu. Görmezden gelmenin saygısızlık olacağını düşünerek başını hafifçe eğerek konuştu.

"İyi günler Radu Bey."

"İyi günler Melek Hatun" gözlerini kaçırarak sürdürdü "harem ağasından bir ceza alacağınızı düşünmüştüm. Böyle olmadığına sevindim. Ayaklarınız o sopaların acısına dayanamazdı."

"Acısını biliyor gibisiniz."

"Sayılır" onayla başını salladı ve ağzından çıkan her kelimeyle bir kez daha hatıraların arasında gezinmeye başladı "Saray kalabalık, her zaman öyleydi. Sultan ise nadiren sarayda olur çoğunlukla sefere giderdi. Hâl böyle olunca padişahın olup biten her şeyi bilmesi mümkün olmuyor. Üstelik sadece biz değil" yanlış bir şey söylemek istemeyerek susmuş ancak onu Melek tamamlamıştı.

"Şehzade Mehmed de o sopaların acısını biliyordu."

Radu, Melek'e dikkatle bakıp tebessüm etti ve yürümeye devam ederken sürdürdü.

"Acıyla dost olan ile tanışmayanın dirayeti bir olur mu?" ve elini açık bahçe kapısına uzatarak önceliği bahşetti.

Radu kapıdan çıkar çıkmaz soğuk bir yüze bürünmüş ve Melek'i ardında bırakarak hızla yürümeye başlamıştı. Melek ise bir süre daha taş zeminde ilerledikten sonra toprağa adım atmıştı. Çok kısa bir süre sonra ise çimler bileklerini gıdıklamaya ve ailesiyle pikniğe çıktıkları zamanları hatırlamaya başlamıştı.

Mangal sonraları anne ve babası sohbet eder onlar ise ya top oynar ya da hamakta keyif yapardı. Böyle bir gündü. Melek eline aldığı bir papatya ile hamağa uzanmıştı. Gökyüzünü izlerken yaprakların evlerini terk ederek üzerine düşmesinden büyük bir haz duyuyordu. Papatya yapraklarını koparıyor nadiren sohbete katılıyor doğanın rahatlatıcı kokusunu içine çekiyordu. Bu güzel anı bozan tek şey hamağı isteyen Cihan'ın sesi olmuş ve tüm beyfendiliğini bir kenara bırakarak haykırmıştı.

"Melek!"

Cihan'ın sesini duyar duymaz çiçeği bir kenara bırakıp gözlerini kapadı. Zira cihan henüz bir kez bile hamağa binmemişti. Duyduğu dal çatırtısının hemen ardından kararan güneş ile kalbi şiddetle atmaya başladı. Cihan kesinlikle başında dikiliyordu.

"Melek! Uyan! Bu çok saçma" anne ve babasının sesi sürdürdü.

"Bu gerçek olamaz!"

"Bebeğim kalkmalısın! Senin sıran değil..."

"Senin sıran değil şehzadem" dedi başka bir ses ve dikkati başka bir yöne çevrildi. Bayezid ve Mustafa birkaç askerin gözetiminde oyun oynuyordu. Gözlerini daha büyük olan Beyazid'a çevirdi ve ilgiyle incelemeye başladı. Her çocuk gibi sevecen bir yüzü ve masum bakışları vardı ancak bir gün o da büyüyecekti. Derken çocuk bir an oynamayı bırakıp gözlerini kendine çevirmişti.

Melek, anlık bir korkunun ardından başını eğdi ve küçük şehzadeye verdiği selamın ardından yürümeye devam etti. Çiçeklerin arasında kaybolmadan önce kaçamak bakışlarını bir kez daha küçük çocuklara çevirmişti. Bayezid gülümsüyor, Mustafa ise merakla bakıyordu.

Bu sıralarda bahçenin başka bir köşesinde Sultan'ın adımları birbirini izliyordu. Zihni süratle adımları yavaşça hareket ediyordu. Hafif bir rüzgar esintisiyle bakışlarını yana çevirmiş aynı anda kendine doğru gelen Zağanos ile karşılaşmıştı.

"Hayırdır Zağanos?"

"Sultanım" kısa bir baş selamı vererek sürdürdü "İstan'dan haberler geldi. Şehir toparlanmaya başlamış."

"Güzel."

"Emrettiğiniz gibi Çandarlının ailesi de Yedikule'ye gönderildi."

"Pekâlâ" onayla başını salladı "Hazırlıklar ne durumda?"

"Planlandığı gibi Allah izin verirse birkaç aya kalmaz yola çıkarız." Sultan'ın memnuniyetle salladığı başını görmüş aynı anda vereceği diğer haberin rahatsızlığı ile gözlerini kaçırmıştı. "Bir şey daha var." Sultan'ın gözleri ilgiyle bakıyordu "Konstantin'in cesedi muharebe meydanında bulunmuş."

"Öyle mi?" derin bir nefes aldı ve başını yavaşça sallayarak konuştu"Allah günahlarını affetsin."

"Amin sultanım." Kısa bir sessizliğin ardından Sultan'ın gözleri bir kez daha kendisine döndü.

"Bilirsin senin fikirlerine önem veririm."

"Sağ olun sultanım."

"Melek Hatun hakkında ne düşünüyorsun?"

"Bağışlayın sultanım ama başta bir deli olduğunu düşündüm. Erkek giysileri giyiyor ve yıldızlar diyip duruyordu. Şimdiyse devletimiz için bir şans olabileceğini sanıyorum."

"Bende öyle" gülümsedi ve adımlarını saraya çevirdi "Melek Hatun'u çalışma odama getir. Konuşmam gereken bir mesele var."

"Emredersiniz sultanım"

Zağanos uzun bir süre sarayın koridorlarında yürüyüp bir iz bulamamış en nihayetinde Radu ile karşılaştığı vakit adımlarını bir kez daha bahçeye çevirmişti. Kısa süre sonra genç kadını bir ağacın dibine oturmuş halde buldu.

"Ne yapıyorsun burada hatun?"

"Temiz hava alıyorum. Sakinleştiriyor" gözlerini kapatıp gülümsedi ve derin bir nefes aldı. Zağanos gibi sert görünüşlü bir adamın büyüden çekinmesi komik geliyordu. Üstelik bu büyü bile değildi "sizde denemelisiniz."

"Sultan seni çağırdı" kısık ama sert bir sesle ekledi "uzun zaman önce." Aynı anda Melek'in gözleri oyuncak bir bebek gibi hızla açılmış ve telaşla ayağa kalkmaya yeltenmişti. Ne var ki eteğinin ucuna basarak dengesini yitirdi. Zağanos sadece bir anlığına endişeyle elini uzattıysa da hızla geri çekerek tekrar eski haline bürünmüştü. Melek ise dizlerinin üzerinden kalkarken etrafa bakınıyor düştüğünü gören başka biri olup olmadığını sorguluyordu ki Zağanos emin bir sesle konuştu. "Kimse görmedi. Yürü hadi."

"Size neden Zağanos diyorlar?"

"Müneccim yetenekleriniz" küçümseyen bir bakış attı "bunu bilemiyor mu?"

"Aslında" gözlerini kısarak "Rum olduğunuzu söylemişlerdi."

Zağanos anlık bir şaşkınlıkla bakmış en nihayetinde bu duruma alışması gerektiğini düşünerek derin bir nefes alıp yavaşça başını sallamıştı. "Zağanos. Rum dilinde Şahin Bey anlamına gelir" kısa bir bakış attı "Şükür ki gözlerim iyi görür."

"Çok şükür" gülümsedi "Kendi isminiz ne?"

"Mehmed."

"Ah" gülümsedi ve saraya girerken ekledi "şimdi anladım."

Melek, Zağanos'un peşinde çalışma odasının kapısının çalınmasını beklemiş hemen ardından içeri girmişti. Sultan ise kapı çalar çalmaz önündeki kağıtların üzerini boş kağıtlarla kapamış ve sıkıntıyla gözlerini karşısındaki iki siluete çevirmişti.

"Nerede kaldınız?"

"Melek hatun" başıyla işaret ederek "bahçede gezinmeye çıkmış."

Sultan anlayışla başını salladı ve Zağanos'a dışarı çıkmasını işaret edip dikkatle Melek'e döndü.

"Şimdiye dek doğru söylediğini kanıtladın. Yine de aklıma takılan bir şey var" işaret parmağını havaya kaldırdı "demiştin ki bir erkek ve damarlarında akan kan yabancı. Bunun anlamı nedir?"

Sultan sorguyla Melek'e bakıyor Melek ise bir yanıt verme ihtiyacıyla başını öne eğmiş zihnini kurcalıyordu. O fatihti ancak her an her şeyi bilmek belki şimdi değil ama elbet bir gün onu rehavete düşürebilir düşmanlara güç kazandırabilirdi. Öyle ki fatih her şeyden önce duyguları olan bir insandı.

"Bir şey yaptım" dedi Melek başını kaldırırken "Daha önce de söylediğim gibi benim görevim sadece sizin ölmenizi engellemek ancak geçen gece bana verilen görevin dışına çıktım ve..." Sultan anlayışla başını sallıyordu "yıldızlar benimle pek konuşmuyor. Sanırım bana çok kızdılar öfkeleri dinene dek konuşmayacaklar ya da zamanını bekliyorlar."

"Zamanı geldiği vakit" masadan destek alarak ayağa kalktı "geç kalma." Aynı anda birkaç kağıt yere düşmüş ve Melek'in gözleri o yöne çevrilmişti.

"Şiir mi yazıyorsunuz?" gözlerini ilgiyle açtı nitekim Sultan'ın gözlerinde rahatsız bir ifade okunuyordu.

"Öyleydi" kağıtları hızla ters çevirmeye başlamıştı "vazgeçtim."

"Bakabilir miyim" elini kağıtlara uzatmış aynı anda Sultan'ın öfkeli hemen ardından kararsız bakışlarıyla karşılaşmıştı.

Sultan derin bir nefes aldı ve işaret parmağını bir kez daha havaya kaldırdı "Eğer birine söylersen..." aynı anda Melek'in başı hızla iki yana sallanmış ve Sultan önemsiz bulduğu bir kağıdı uzatmıştı.

"...Lâ'l-i nâba meyl kılmaz bağrını pür-hûn iden..."

Sultan dikkatle gözlerini Melek'e dikmiş bir söz söylemesini bekliyor Melek ise şiirin son kelimelerini hatırlamaya çalışıyordu. Gözlerini elindeki kağıda dikmiş diğer eliyle kafasını kaşıyordu. Kaşlarını kırıştırarak gözlerini Sultan'a çevirdi.

"Bir kalem alabilir miyim?" Sultan'ın onaylayan el işaretiyle kalemi eline alıp yazmaya başlamış kısa süre sonra ise kalemi yerine bırakıp kağıdı Sultan'a uzatmıştı. Sultan şüpheyle kağıda uzandı ve okumaya başladı.

"Dâmenin pür-eşk iden lû'lû-yı menşûr istemez" ilgiyle kaşlarını çattı gözleri hâlâ kağıttaydı "Şiir ile bir meşguliyetiniz var mı?"

"Aslında" gülümsedi "sadece okurum."

"Belli" dedi beklediği yanıtı alamamış gibi ve gözlerini kısa bir an karşısındaki kadına çevirdi "İdare eder."

"İdare mi eder?" gözlerini inanamayarak açtı "Emin misiniz?"

"Benim hislerimi ifade etmiyor. Anlaşılan şiir yazma işi hiç bana göre değil" kağıdı masada gelişi güzel bir yere fırlattıktan sonra seslendi "Zağanos!"

Melek hayal kırıklığı ile dahası avniyi yok etmenin verdiği ağırlıkla Zağanos'un peşinde odadan çıkmış ilerliyordu. Oysa ki bu esnada Sultan gülümseyerek şiiri temize geçmeye başlamıştı. Başarmıştı avni hâlâ bir sırdı.

*

 

* Okumak veya karşılaştırmak isteyenler için gazelin Osmanlı Türkçesi ve günümüz Türkçesiyle tam metni aşağıdadır.

'Aşk ile viran iden gönlini ma'mûr istemez

Hâtırın mahzûn iden bir lahza mesrur istemez

Hâk-sâr olup hevâ ile gubâr olan gönül

Hâk-i râh-ı yârdan bir dem özin dûr istemez

Hoş gören âkil fena tavrını şöhret gözlemez

Künc-i uzlet isteyen kendüyi meşhur istemez

La'l-i nâba meyi kılmaz bağrını pür-hûn iden

Dâmenin pür-eşk iden lü'lü-yi menşur istemez

Aşk nakdi bir hazînedür ana yokdur zeval

Mâlik olan 'Avniyâ bir gence gencûr istemez

 

Aşk ile gönlünü viran eden bir daha onun şen olmasını istemez

Senin aşkının derdiyle üzüntü çeken bir an bile mutluluk istemez

Hava ile toprağa karışıp toz gibi savrulan gönül

Sevgilinin yolunun toprağından bir an bile kendisi uzak olsun istemez

Aşkı yüzünden fena halleri hoş gören akıllı kişi şöhret peşinden koşmaz

İnsanlardan uzak yaşamayı seven meşhur olmayı istemez

Bağrını kanlar içinde bırakan kimse kırmızı dudaklara ilgi duymaz

Eteğini gözyaşı ile dolduran da dizi dizi inci gibi dişleri istemez

Ey Avnî! Aşk parası yok olmayan ve tükenmeyen bir hazinedir

Ona sahip olan başka hiçbir hâzinenin bekçisi olmak istemez

Loading...
0%