Yeni Üyelik
1.
Bölüm

KURUMAYA TERK EDİLMİŞ LALELER

@tanelthebooks

GİRİŞ

Bir fırtına çıkar ve seni mahfeder. O fırtına birden fazla kişiye zarar verdiği için bu herkesi etkiler. Fakat bir kalp kırılır ve mahkumiyet yaşanırsa bunu sizin dışında hiç kimse umursamaz. Sen ona karşı şeffaf bile olsan onun şeffaflığı çizdiği sınıra kadardır. Sen bunu fark edemezsin çünkü şeffaflığın seni ele verir. Sevgi tek taraflı olmaz. Susmakta bir yanıttır. Sen sevgini susarak bile ifade edebilirsin. Fakat bunu şeffaf olabilenler başarır. Kendine sınır çizmekten kaçsanda sınırlar seni çiziyorsa ondan kaç. Kimse seni bir yere mahkum edemez. Fakat çoktan dağıtılan kartkarı değiştiremezsin. Mahkumiyeti yaşatanlara karşı intikam almakta bir seçenektir. İnanmak istemesende gerçekler acı verir. Sen ne kadar sussanda haykırsanda bunu sana yaptıran gerçeklerin yarattığı açılan yaralarındır. Her kalp kırılır herkes kendine bir mahkumiyet yaşatabilir fakat acıyı çektiren bir başkasının size karşı kullandığı kartlar ve yarattığı depremlerdir. Deprem kısa bile sürse etkisi yüksek olur. Sen ne kadar sussanda seni bulan acımasızlar seni susturur. bu kitap;

Suskunluğunu gizlemek için gölgelerin arkasına saklanmak zorunda kalanlara...

Unutma yarı yolda bırakılınca yapabileceklerinin sınırı yoktur.

 

 

 

 

 

1

KURUMAYA TERK EDİLMİŞ LALELE

“Bazen zaman karıştırır aklımızı bazende aşk deler yaramızı.”

 

2009 – Türkiye

 

İstifa edeli 3 koca gün olmuş ve ben bu 3 koca günde hiçbirşey yapmamıştım. Evin dar kolidorunda pazara gitmek için hazırlanırken aralık camın dışarıdan gelen motor sesleri dikkatimi çekti. Bakışlarımı camın oldugu yöne doğru çevirip dışarıya doğru bir göz attım. Rüzgar camın önündeki perdeyi hareketlendiriyor ve buda görmemi zorlaştırıyordu.

Odama geri dönüp hazırlanmama devam ederken bir yandada zihnime notlar sabitliyordum. Neredeyse evden çıkmak için hazırdım. Aynanın karşısında düşüncelere dalmışken kendime bir bakış attım. Eksik bir şey görünmüyordu.

Odamdan ayrılıp kolidordan kapıya ulaştım. Eski evimizin alıştığım eski ahşaplarıda yıpranmıştı. Kapıyı arkamda bırakıp Elimde küçük verendamıza çıktığımda aklımda bir anım canlandı.

O zamanlar Ahmet ile yeni evliydik. Küçük çocuklar mahallede oyun oynuyor vakit öldürünüyordu. Evimize yani taşındığımız için ev haliyle çok eskiydi. Eve bakarak umut kurmak bir ihtimaldi. İmkansızlığın içinde evlenmiştik biz. Bir umut ararken kaybolan ateş böceklerin yolumuzu aydınlatmasıyla ilerlemiştik o günlere şükretmiştik. Kimse umut etmezken başardığımız için gurur doluydu yüreğimiz.

O akşam evde bir soba bile yokken ben elimde kitabımla çayımı yudumluyordum. Kitap okumak çok yaygın değildi bizim zamanımızda. Babalarımız gazetesini okur kahveye gider ve işlerdi. Bazen sadece işlerdi. İşlemek onlara atalarından mirastı. Yokluk içinde büyüdüğüm mahallede okumuş bir aileye sahip olmak şanstı o zaman benim için. Öğretmen maaşı ile geçim zor bile olsa diğer şımarık çocuklar gibiyim sanarlardı beni. Sessizdim o zamanlar. Ben çocukkende çok okurdum. Okumak için değil istediğim için okurdum. Sessizliği insanların gözündeki yalvarışıda okurdum. Annem değildi fakat babam farkındaydı bunun.

Zor günlerin anısı olmaz derler ama ben en çok zihnime o günleri kazırım. Babamdan duyduğum kadarıyla öğretmenlerim babama ‘bu çocuğun kapasitesi yok.’ Demişler bu düşünceleride kazırım. çünkü ne oldum değil ne olacağım demeli insan.

Raftaki ayakkabılarımı alıp tuttuğum eski ayakkabı çiftleri ile dışarıdaki küçük koltuğa ilerleyip oturdum. Bu koltuk bize birkaç sene önce ölen karşı komşumuzun hediyesiydi. Oturduğum koltuğun metal paslı demiri canımı acıtsada acıma göz yumarak birkaç saniye içinde ayakkabılarımı giyip ayağa kalktım. Bugün sokak sessizdi. Sokağın sessiz olmasına seviyorum çünkü ben sessizliğin kadınıydım. Sessizlik içinde büyümüş ve sessizlik içinde yaşamıştım. Üzerimdeki tozlar yere doğru düşerken, aralarından geçip evin kapısına doğru ilerledim.

Evin dış kapısına vardığımda, posta kutusunun dolu olduğunu gördüm.

Eve gelince bakarım diye düşündüğüm zarfı merakıma yenik düşüp almak için elimi uzattım. Açtığım posta kutusu kapağı her zamanki gibi paslanmış olduğunu belli ediyordu. Zarfı elime alıp kağıdı kıvırdığımda içinde bir not beni karşılıyordu

Halk Yarışması

Sanat tutkunlarına müjde!

Tüm halkın katılımına açık olan büyük resim yarışmamıza davetlisiniz. Başvurular başladı detaylı bilgi için görevli muhtarınızdan yardım alabilirsiniz.

İyi günler Kızılkaya Belediyesi.

Zarfın son cümlelerini okurken içimdeki sevincin sesini duyabiliyordum. Daha önce Halil abinin bana ihtimal verdiği sanat yarışması davetiyesi gelmişti. Bu davetin olacağı hakkında bilgim olsada detayları zihnimde eksikti.

Elimdeki kağıdın zarar görmemesi için dikkatlice tutarken, yüzümde bir tebessüm belirdi. Saçlarımı geriye süzülmesine izin vererek elimdeki kağıdı araladığım çantamdan içeri koydum. Ummadığım bir anda ateş böcekleri yoluma tekrardan çıkmıştı. Pazar alanına doğru ilerlerken sokağın sessizliğine bende seyirciydim.Yürürken sokakların ıssızlığına rağmen kuşlar benimleydiler ve yol boyunca onların şarkılarını dinledim.

 

Pazar alanına yaklaşırken ağaçların arkasından çıkan Gülcan abla karşımda belirdi. Gülcan ablanın şeffaf kalbinin yansıttığı güneş ışınları beni ısıtmaya yetiyordu. Onun artık kalbini açabileceği bir kocası yoktu. Merhum eşi son yolcusuydu. Cocuklarıda hiç olmadığı için karşı apartmanımda yalnız oturuyordu. Yalnızlığın ne demek olduğunu yıllarca deneyimlemiştim. Sen insanlara elini uzatırken sana karşılık gelen maskeli insanlar ve maskenin içinde gizlenmiş kötümser yüzler. Yakın zamanda kaybettiği kocasının acısını yeni atlatabiliyordu. o zamanlar evden çıkmak istememiş ve kalbindeki tüm yaraları kendine doğru yönlendirmişti. Dağılan kafamı toparlayıp ona doğru yaklaştım.

Yüzünde beliren tarifsiz mutluluk beni gülümsetmişti. Onu o zaman dışında somurturken göremezdik. O mahallenin annesi ve kalbimin çiçeğiydi.

“Nasılsın Gülcan ablacığım?”

“İyiyim kızım, her zamanki gibi Pazar işleri. Sen nasılsın?”

“İyiyim bende uğrayayım dedim.Pazardan mı dönüsyorsun Gülcan Abla?” derken bir adım öne çıktım ve yanına yaklaştım.

“Pazardan dönüyordum bende evet. Erken saatte gelip ucuzluk var mı diye baktım. Seni lafa tutmayım o zaman. Hadi sana kolay gelsin. İyi alışverişler” Söylediği cümle onu nefes nefese bırakırken derin soluk aldı.

“Teşekkürler. Sanada kolay gelsin.”

Rica ederim demesi kulağımda fısıldanırken pazardada oluşan sessizlik dikkatimi çekti.

Etrafı incelerken geçen saatin farkında değildim. Dolan ellerim ile pazarın sonyna giderken yıpranmış çantamdan alışveriş listesini çıkarıp listeye bir göz attım. Listede alt alta alınması gereken sebzeler, yanında ise meyveler yazıyordu.

Almayı unuttuğum bir şey kaldı mı diye listeye son bir göz attıktan sonra çantama geri koyup kapattım.

Adımlarım hızlanırken Pazar alanından yükselen sesler artık kulağıma ilişmiyor bir fısıltı olarak kalıyordu.

Bu sefer etrafta kuşlar değil, kavga eden kediler vardı. fark etmediğim zaman dakikaları atlamış gibiydi. Hava kararıyor ve eşimin eve varış saatine yaklaşıyordu. Kısa bir yürümenin ardından eve vardığımda anahtarı çıkarmak için çantama doğru yöneldim. Elimdeki poşetler nedeniyle kapıyı zorlu şartlarla açıp içeri girdim.

 

Kapıyı araladığımda daha geç gelmesini umduğum Ahmet beni koltukta otururken karşıladı.

“Hoş geldin Ahmet” dedim şaşkınlıkla gülümserken.

“Asıl sen hoş geldin Eylül”

Tebessümüm kahkahaya dönüşürken buna bir son verip aklımdan geçenleri söyledim.

“Neden erken geldin?”

“İşimiz erken bitti” dedi biraz düşündükten sonra.

Kapıyı kapatıp sebze, meyve poşetlerini mutfaktaki tezgaha bırakırken Ahmet konuşmasına devam ediyordu. Ahmet’i dinlemeyi bırakıp yemek yapıp yapmamak arasında kaldığımda öğlen yaptığım yemekleri ısıtabileceğim aklıma geldi. Yemekleri ısıtmak için hazırlıkları yaparken aklımı tek bir soru kurcalıyordu. Yarışmaya karşı Ahmetin tepkisi ne olurdu?

Onun kararlarına göre hareket etmediğimi biliyordum ama saygı duymak zorundaydım.

Zihnim bana yanıt vererek ‘oda senin kararlarına saygı duymak zorunda!’ dedi. Zihnim ile arasıra yarış halinde olurdum. Sanki o bana ait değilmiş ve başkası yönetiyormuş gibi gerçekleri söylerdi. Gerçeklerin acı verdiğini zamanla deneyimlemiştim. Aramızdaki küçük atışmanında nedeni buydu. Gerçekler onun fikirleriydi.

Bunun farkında olamamın güzel bir şey olduğunu biliyordum fakat uygulayamıyordum.

Kısa bir bekleyişin ardından ısınan yemekleri alıp tepsiye ve ondan sonra salondaki masaya bıraktım. Sessizlik heryerde hakim olduğu gibi yemek masamızıda kaplamıştı. Yemek yerken konuşulmayacağını sanki bilmezmiş gibi düşünmeye devam ederken masadaki çatalı parmaklarımla kavradım. Ahmet yemek yeyip beni seyrederken bunu umursamadan ağzımda parçaladığım mideme geçmesine izin verdim.

Zaman ilerlemeye devam ederken biz yemeğimizi bitirmiş, tabaklarımızı mutfağa götürmüştük. Yarışmaya katılmak için Ahmet’ten fikir alacaktım ve onun fikri her şeyi belirleyecekti. Bunu ne kadar istemesemde o benim en kıymetlimdi ve onun düşünelerinin benim hayatımda bir değeri vardı. Ahmet salondaki kırmızı koltuklara oturmuş ve derin olmayan düşüncelere dalmıştı. Eli çenesini kavrarken dirseğini koltuğa sabitlemişti. Dikkat çekmemek için sessiz adımlarla ilerlerken Ahmet beni fark etti.

Konuşmak için ne kadar can atsamda üzerime çöken yorgunluk heyecanımı gizliyordu.

Yanındaki boş koltuğa oturduğumda tüm dikkatini bana derdi ve oturduğu koltukta doğruldu.

“Sana bir şey soracağım fakat önce düşün sonra yanıtla.”

Sakin ses tonum onda bir süphe uyandırmıştı.

Ahmet, kafasını olumlu anlamda salladıktan sonra konuşmama devam ettim. “Farkındaysan son zamanlarda zor bir dönemden geçiyoruz. Bu zor dönemleri atlatırken eğlenmek benim için çok önemli. Benim mutluluk kaynağım resim ve belediye bir yarışma düzenliyormuş.”

Umursamadığım konuşma tarzım ağzımdan dökülen kelimelerle bilmiş bir tavırla çıkmıştı. Ahmet bağlayacağım yeri düşünürken düşüncelerini umursamadan ona yardımcı olmak için konuşmaya devam ettim.

“Son zamanlarda yaşadığımız felaketlerden sonra belki bir ışık olur diye hayatımıza katılmak istiyorum. Sence katılmalı mıyım?”

“Katılabilirsin ama bana bir söz vermeni istiyorum. Kendini yormayacaksın.”

Atışı hızlanan kalbimin sesini duyabiliyordum. Heyecanıma yenik düşerek gözümdeki yaşların süzülmesine müdahale etmedim. Annem hep başımı dik tutmamı söylerdi. Onun tavsiyelerine pek uymasamda attığım adımlar arkamda bıraktığım mesafeler artınca bir şeye dayanarak söylediğini anladım. Tecrübe.

Ben tecrübelerimi yeni kazanmaya çalışan bir gençken başka hayatların ışıklarını örnek almalıydım. Almalıydım ki ışıksız kalınca aydınlığı kolayca bulabileyim. Karanlık zamanlarda her zaman ateş böcekleri sizin yolunuzu aydınlatmazdı.

Gecenin ilerleyen saatlerini Ahmet’le beraber mum ışığı altında geçirirken zamanın hızına yetişemeyip dakikaların geçtiğini fark ettim. Zaman, bozuk bir kum saati gibi akarken biz o gece bir daha eskisi gibi uyanamayacağımız günlerin sabahına uyanmayı iple çektik. O günlerin geçmişim gibi karanlık olmayacağına dair kendime yeminler ederken tanrıların sesime kulak verebilmesi için sessizliğimi korudum.

Geçen hafta sonu olduğu gibi bu sabahta gözlerimi çocuk seslerini işiterek araladım. Bugün hafta sonu olmasına rağmen Ahmet işliyordu.

Erken saatte kalkıp ne yapacağımı planladıktan sonra günün ilerleyen saatinde ne yapacaklarımı zihnimden tekrar dinledim.

Kesin olmamakla birlikte günümün özeti arkadaşım Ecenin atölyesine geçip oradan ayrıldıktan sonra muhtarımız Halil abiye uğrayacak ve yarışmanın detaylarını öğrenecektim. Belki bu akşam deniz kenarındaki yürüyüş yoluna gider, nasıl bir çalışma yapacağımı planlardım. Kafamdaki planların beni ele geçirmesini izin vermeyip evden ayrıldım.

Hava aydınlık ve bulutluydu. Dışarıdaki çocukların anneleri yemeklerini yemeleri için çocuklarını çağırıyor, çocuklar ise ip atlayıp futbol oynadıkları için arkadaşlarından ayrılmak istemiyorlardı. Ece'nin atölyesi bizim arka mahallemizdeydi. Yakın olduğu için arabalardan kaçınarak yürümeyi tercih etmiştim. Yolda yürürken çalışmam hakkında düşünürken eğer o gün gelirse nasıl bir atolye açacağımın hayallerine daldım.

Ece'nin atölyesinin önüne vardığımda kapıyı çalıp içeri girdim. Havanın yakıcı sıcaklığına katlanmak güçlük gerektiriyordu. Kararsız kalmadan attığım adımımda karşımda Eceyi görünce beliren gamzelerimi hissederek aralık kapıyı kapattım. İçeri girdiğimde Ece şaşkın bakışlarını üzerime doğru çevirdi. Buna anlam verememiştim. Beni beklemiyor muydu yada onun burada olabileceğimi tahmin etmemi tahmin mi edememişti?

Kendimi açıklamaya çalışarak “Günaydın Ece, biliyorum beklenmedik bir saatte geldim,” dedim. Bakışlarımı ondan kaçırmayarak söylediğim cümle tamalanınca yanıtını sabırsızlıkla bekledim.

“Sana da günaydın Eylül, tabii ki de yardımcı olabileceğim bir konu varsa seve seve yardımcı olmak isterim.” Soluduğu oksijeni içine çekip özgür bıraktığında cümlesine devam ederek “Önlükler kapının arkasındaki askıda, al ve yanıma gel.” Dedi.

Ece’nin dediği üzere önlükleri almak için hızlı adımlarla ilerledim. Kapının arkasına vardığımda iki adet önlük olduğunu gördüm. Biri mavi ve siyah renkler ağırlıklı, diğeri ise mor çizgi şeklindeki desenleri barındırıyordu. Elime koyu renklere sahip önlüğü alıp Ece’nin yanına oturdum.

“Ece, senden bir yardım istiyorum demiştim ya…” dedim yumuşak ses tonumla.

Ece sorar gözlerle bana bakıyordu.“Ben belediyenin düzenlediği yarışmaya katılmak istiyorum.”

İçimden atamadığım ve beni boğan heyecan vücudumu terk etmiyordu. Söylediğim cümleyi tamamlayınca içimdeki heyecan biraz olsun hararetini azaltmıştı.

Ece mutlu gözlerle bana bakıyordu. Benim adıma sevindiğini görmemek elde değildi. Açıkçası buna ben de onun kadar sevinmiştim. Sevdiklerimin beni desteklemeleri hoşuma gidiyordu.

“Buna çok sevindim. Hız kesmeden çalışmalara başlayalım!” Sesi her zamankinden yüksek çıkmıştı.

“Bugün başlamayı planlamıyorum ama en kısa zamanda başlayacağım. Zaten buradan ayrıldıktan sonra Halil abiye gidip daha detaylı bilgi almam gerek. Şimdiden haber vermek istedim." Nefes nefese kalmıştım.

Ece'nin atölyesinde neredeyse 1 saat geçiriyordum ve geçen saatin farkında değildim. Ece konuşmasına devam ederken ben ise kalkıp kalkmamak arasında kaldım fakat artık çalışmaya başlamalıydım. Bu yüzden Ece'den müsaade isteyip kalktım.

Şu anda ise Alazağa sokağında etraftaki çiçeklere bakıp muhtarlık binasına doğru yürüyordum.

Muhtarlık binasına vardığımda kapının üzerindeki ‘kapalı.’ yazısını umursamayıp içeri girdim. Her seferinde kapalı yazısı vardı ve bu hiç değişmemişti. Muhtarlık binasından içeriye girdiğimde Halil abi ee-yılların verdiği tecrübe ile kazandığı koltuğunda oturuyordu. Halil abi ile günaydınlaştıktan sonra masasının önünde duran iki koltuktan birine oturdum.

Sessizliği bozma sırası bendeydi. Hız kesmeden beklenmedik bir soru sordum: “Halil abi, sence bu yarışa katılmalı mıyım? Ödül ne?”

Halil abi bu hızlı sorular ardından “Yavaş yavaş sor kızım, tüm sorularını yanıtlayacağım” dedi şaşkınca yüzüme bakarak.

Haklıydı, biraz hızlı ve fazla soru sormuş olabilirdim. Halil abi yumuşak ses tonuyla “Sor ilk sorunu.” dedi.

"Halil abi, bu yarışmanın katılım şartları neler, gençler katılabiliyor mu?"

Halil abi masasının yanında duran çekmeceyi açıp bir broşür aldı ve bana uzattı. Ardından "Al kızım, burada bütün şartlar, öğrenmek istediğin tüm bilgiler var" dedi. Halil abinin uzattığı broşürü alıp incelerken bakışlarımı ona yöneltip cümlesine kulak verdim. “Bu broşürde bütün bilgiler var, kafana takılan bir şey var mı?”

Broşüre biraz daha göz gezdirdim. Kafama takılan bir soru yoktu. Halil abiye teşekkür ettikten sonra vedalaşıp oradan ayrıldım. Ardından eve yürümeye başladım.

Eve vardığımda Ahmet henüz gelmemişti. Ahmet gelene kadar ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu ama kesin olan şey yapacağım bir iş olmayacağıydı. Ne yapacağım hakkında biraz düşündükten sonra deniz kenarına gitmek güzel olabilirdi.

Hazırlanmak için odamıza geçtiğimde dolabı açtım. Dolapta gözüme siyah üzerinde taşları düşmüş kelebek baskılı bir kısa kollu tişört çarptı. Altıma da siyah bir kot giydiğimde hazırdım. Yanıma bir çanta alıp evimizin dar koridorundan kapının girişine çıktım. Orada Ahmet'e bir not yazıp evden ayrıldım.

Şanslı bir mahallede oturuyordum. Evimiz tüm sevdiklerimize ve sevdiğim yerlere yakındı. Evin aralanmış kapısını sonuna kadar çekerek kapanmasını sağladığımda yola bakıyordum.Uzun gibi görünen ama kısa sürmesini istediğim bir yürüyüş beni bekliyordu.

Kısa bir yürüyüşün ardından sahile vardığımda sahilde havada sessizce uçan baykuşların dışında yaşamını belirten hiçbir canlı yoktu. Bu yüzden sahilin yanında bulunan yürüyüş yoluna geçmeyi tercih ettim. Orada spor yapan birkaç kişi vardı. Buraya gelme amacım yapacağım tablo hakkında düşünmek ve kafamdaki eksik parçaları oturtmaktı.

Yürüyüş yolunun daha başındaydım ve sonuna kadar yürümek biraz yorucu olacaktı. Bunları umursamayıp denize doğru baktım. Denizden gelen melodik dalgalar eksik parçalarımın birkaçı gibiydi. Hepsini birleştirdiğimde bir bütün oluyorlardı ama sanki gözlerime bir perde çekilmiş ve ben göremiyordum.

Yolda yürümeye devam ederken eski patronumun kararlı sesi ile söylediği cümle kelimeler ile gözlerimde belirdi.

İstediğine, verdiğin karara emin misin? Cümlede hiçbir yanlış yoktu ama bana verilmek istenen mesaj neydi? Belki de anlamsız bir cümleydi. Kendi kendime kızarken ‘Kafanı topla Eylül.’ diye sitem ediyordum. Konuyu çok fazla sapırdığım için kendime umut verici cümleler fısıldamaya çalıştım.

‘Kendine verdiğin sözü unutma.’

‘en büyük başarı başarısızlığı elde ettiğinde kazanılır.’

Bu cümleler bir sonrakini getirirken ben ne yapacağımı bilmez karanlık bir yolda kaybolmuştum.

Dakikaların sonunda yürüyüş yolunu yarılamıştım. Artık saat çok geçti ve Ahmet'in beni merak etmemesi için eve gitmem gerekiyordu.

Eve vardığımda Ahmet'in uyumuş olduğunu gördüm ve ben de üzerimi değiştirerek yarışmanın verdiği heyecanla gözlerimi yumdum.

Sabah uyandığımda hızlıca hazırlanıp Ece'nin atölyesine geçtim. Yarışma gününe çok kısa bir süre kalmıştı ve benim bugün tablomu tamamlamam gerekiyordu, hem de kusursuz bir şekilde.

Sabahın ilk ışıklarında uyanmak zor olmuştu benim için ama şu anda enerjim yüksek ve bunu korumam gerekiyordu. Sanki bir kum saati parçalanmış ve ben dakikaları kaybetmiştim. Bazen zaman hızlı geçerken bazen yavaş geçiyordu. Zaman hızlı geçerken hızın yarattığı kusurlar gözlerimi kamaştırıyor ve kusursuz kusurludan daha kusurlu hale geliyordu. Zamanın yavaş geçmesi dileğimi tanrılara fısıldayarak gözlerimi araladım.

Ece'nin çalışmasına baktığımda bitmek üzere olduğunu gördüm. Ben de kendi çalışmamı tamamlamak için masada duran ve ilk defa gördüğüm bir fırça aldım. Üzerinde markası olan ‘Vanessa’ yazıyordu. Bu marka ismini en son ortaokulda arkadaşımın falcı oyununda kullandığı takma isim olarak duymuştum. Birkaç farklı boya tüplerini paletime sıktıktan sonra fırçayı boyalara daldırdım ve ardından tuvalimin üzerinde narin dokunuşlarla gezdirdim. Fırçan tuvalin üzerinde dans ederken ben ise bu dansın koçu gibiydim.

Saatler süren zorlu bir çalışmanın ardından çok yorulmuş fakat resmimin bitmek üzere olduğu için bir yandan da mutluydum. Bu kadar kısa sürede nasıl bitirdiğimi sorgularken sorularımı daha sonraya saklamazsam tablomun yarım kalacağını da biliyordum. Kafamdaki soru balonlarını dağıtmanın vakti gelmişti ve beni etkileyen soruları düşünmeyerek çalışmama yeniden odaklandım.

Artık benim için ise tek bir yanıt vardı: Kazanacaktım!

Büyük gün akşamı neredeyse heyecandan hiç uyuyamamıştım. Uyandığımda hızlıca kahvaltımı yapmış, dolabımdaki en güzel kıyafetleri giymiştim. Şimdi sıra tabloyu güvenli bir yere koyup güvenli bir şekilde oraya ulaştırmaktı. Bunun için mutfaktan aldığım poşetin içine evdeki yumuşak yastıkları doldurmuş, üzerine ise hasar görmemesi için tabloyu yerleştirmiştim. Bu çok ilkelce bir yöntemdi ama işe yaradığı için bunu umursamamıştım.

Evden ayrılma zamanı geldiğinde sanki geri dönemeyecekmişim gibi bir hisle ayrıldım. Ama hislerim ve duygularımın motivasyonumu etkilemesine izin veremezdim. Zamannın geçici bir kavram olduğunu kazandığım yeni tecrübelerle öğrenmiştim. Bazen o zaman seni içine çeker ve hiç çıkmayacak bir çukura sürükler sanarsın. Zaman bazen yanıltıcı davranabilir. Bunu anlamak için hangi zamanda olduğuna bakarsın. Ben 2007 Haziran ayındaydım. Bu zamana kadar gördüğüm yanıltmalara kanmamıştım. Belkide kanmamam gerektiğini babamdan taşıdığım duygularla öğrenmiştim. Zaman beni kandıramaz demiyordum ama kanmayacağımı tanrılar üzerine yemin ediyordum.

Bugün tüm hayatımın geriye kalanını belirleyen gündü. Ya İngilizce öğretmeni ve ressam olacaktım ya da sadece İngilizce öğretmeni olarak devam edecektim bu hayata. Kazanmanın hiçbir önemi yoktu çünkü ben bu yarışa girerek kazanmıştım. Ben ve diğer katılımcılar her oyunda kazanan zamanın ta kendileriydik...

Resim alanına varır varmaz resmimi yetkili kişiye teslim ettim, şimdi ise son teslim saatinin dolmasını bekliyordum. Son teslim saati için dakikalar kalmışken etrafta gözlemlediğim kadarıyla herkes çalışmasını teslim etmiş, yerlerinde oturuyordu. Yarışma alanı kapalı bir alan olmadığı için etrafta oldukça sinek vardı. Sinekleri kendi haline bırakıp çevreyi izlemeye karar verdim.

Etrafıma baktığımda dikkatimi çeken ilk şey sandalyelerin belirli bir düzenle dizilmesiydi.

En öndeki sandalyelere yetkili kişilerin oturduğunu biliyordum. Onları incelediğimde bizim sandalyelerimizle aynı gibi gözüküp daha kaliteli oldukları belliydi. Ya da ben böyle düşünüyordum, her zamanki gibi. Arkalara doğru görüş alanı azaldığı için oraya oturmayı kimse tercih etmiyordu. Sandalyeler sık sık dizilmişti fakat bu beni rahatsız etmemişti. Çevrede gözlemlediğim bir diğer şey ise etrafta oyun oynayan çocuklardı.

Çok mutlu gözüküyorlardı fakat anneleri onları yanlarına çağırarak çevreyi rahatsız etmemeleri için uyarıyordu. Bana göre onlar çok sevimli ve çevreye rahatsızlık verecek gibi bir halleri olmamıştı. Etraftaki gürültü yavaş yavaş azalırken sonucun açıklanacağı ana geldiğimizi anladım. Bu yüzden önüme dönüp sonucu dinlemek için önce kalbimi susturmayı denedim fakat başarısız olduğumda kalbimin daha güçlü atmasına izin verip mikrofondan çıkacak o cümleyi bekledim.

Önce sponsor tanıtımları yapıldı, ardından muhtarımız Halil Abi konuşmasını yapmak için konuşma alanına davet edildi. Onunla birlikte belediye başkanımız da kürsüdeydi. Muhtarımız konuşmasını yaptıktan sonra etrafta bir hareketlilik gördüm fakat umursamayıp önüme döndüm. Yavaş yavaş zaman akıp giderken zamanın hızına yetişmekte güçlük çekmiştim.

Sıra jüri üyelerine geldiğinde 5 adet jüri üyesi bulunduğunu anladım. Konuşmayı yapan hanımefendi jüri üyelerine çiçek takdim edip yerlerini gösterirken yavaş yavaş tablolar ortaya çıkmış, jüriler oylamaya başlamıştı. Benim tablomun numarası 51'di. Anlam ifade etmeyen rakamı aklımda tutarak ağzılarından o kelimenin dökülmesini bekliyordum.

51

Eğer bu yarışı kazanırsam onun bir anlamı olacaktı. İmkansızlıkların imkan bulan kapısı.

1 saat'in ardından çocuk sesleriyle karışan puanlama sesleri dikkatimin dağılmasına sebep oldu. Artık gürültü artıyor, jüri üyelerini duymak imkansız hale geliyordu. Devlet tarafından görevlendirilen yetkililer müdahale etmelerine rağmen hiçbir etkisini göremiyordum. Yerimde oturmuş yarışmanın bitmesini ve sonucu öğrenmek için beklerken etraftan bir sevinç çığlığı yükseldi.

Bu çığlığın sahibi yüksek ihtimalle ya yarışmanın kazananı ya da kazananın tanıdıklarındandı. Bu çığlığı duyunca yüzümde bir üzüntü ifadesi belirdi fakat üzgün değildim. Yarışmayı kazanamamam beni üzmüyor tebrübe kazandırıyordu. Ben üzülerek kendime acı çektirecek bir şey yapmamıştım ve sonuçlarına katlanmak zorunda değildim.

Bu yarışı kaybetmiş olabilirdim ama önüme çıkan her yarışı kaybedeceğim anlamına gelmezdi. Kazananı görmek için yarışma alanına doğru ilerlerken

“Sayın Eylül Karaca, lütfen ödülünüzü almak için jüri üyelerinin bulunduğu kürsüye gelin.”

Büyük ihtimalle tablomu o kadar kötü olduğu için geri teslim edeceklerdi. Yüzümde silinmiş bir mutluluk ifadesi ile jüri üyelerinin bulunduğu alana ilerlerken görevlilerden biri elinde kupa ve çiçek buketi ile yanıma geliyordu. Ne olduğunu anlamadan “Tebrikler Eylül Hanım.” diye yanıma gelen gazetecileri gördüm. ‘Neden beni tebrik ediyorsunuz?’ diyecektim ki başka bir gazeteci sözümü bölerek "Tebrikler, yarışta 1. oldunuz" dedi. Yanındaki görevli elindeki buketi ve kupayı bana uzattı. Gerçekleri idrak etmeyi çabalarken zihnim donmuştu. Kupayı titrek ellerimle alırken şaşkınlığım katlanmıştı. Bu bir yanlış anlaşılma mı diye zihnimi sorgularken gerçekleri yeni yeni görebilmeye başladım. Kekeleyerek “Ben mi birinci oldum?” dedim.

Görevli beni duymayıp “Belediye başkanımız Sayın Mustafa Büyükoğlu sizi plaketinizi takdim etmek üzere bekliyor.” dedi.

Şaşkınlığım katlandıkça katlanırken gerçekler zihnime vurmuş ve bu sefer acı değil sevinç vermişti. Sırıtmama engel olamadan başkanımızın yanına ilerlerken gazeteciler ve sayısı az olan haber muhabirleri soru soruyordu. Ben o kadar şaşırmıştım ki sordukları soruları bile algılayamamışdım. Belediye başkanımızın bulunduğu kürsüye vardığımda bana plaketimi taktim etti. Daha sonra plaket ve görevlinin vermiş olduğu kupa ile fotoğraf çekindik. O dakikadan sonra eve gideceğimi düşünsemde belediye başkanımızın kısa bir süre daha misafiri olmuştum. Benim için ayrılan o alanda bana tekliflerini sunmuşlar ve reddedilince müsademi isteyip gururumla ayrılmıştım. Yurt dışında tablomu satma fikri diğer ressamlar için çok büyük umut ışığı olsada o tablo benim eserimdi. Bir başkası için değil kendim için çizilmişti. Ve benim olanı bir başkasının kullanıp bana sadece para ödenmesi bu teklifi kabul etmem için geçersiz bir sebepti.

O gösterişli hayattan kısa sürede ayrılmış, fakirhaneme doğru yürüyordum. Bu sefer havadaki bulutlar dans edip beni tebrik ediyor gibiydiler. Hayal gücüm sınırını bulutlarda ararken bakışlarımı gökyüzüne doğru çevirdiğimde bir tanesinin saate çok benzediğini fark ettim. Diğerinin ise bir kalp ama kalp göründüğü şekilde beyaz değil, arkasındaki güneş onu parçalıyor gibiydi. Kafamı önüme çevirip yürümeye devam ettim.

Heyecanımı azaltmak için tüm yolları denemiş fakat çaresini bulamamıştım. Çare gerektirmeyen bir duyguyu sonuna kadar yaşamalıyım deyip şimdide ateşe atlıyordum. Artık benimle gelen kuşlar yoktu ve yalnız yürüyordum. Bir anda arkamdan siyah bir köpek belirdi. Başını hafifçe eğen köpeğin yumuşak tüylerini birkaç dakika boyunca okşadım. Köpeği sevmeyi bıraktığımda gitmesini beklerken köpek gitmemiş, beni takip ediyordu. Aynı tüm olumsuzluklar gibi…

Bunu umursamayıp yürümeye devam ettim. Evime geldiğimde saat öğleden sonraydı. İçeri girip tabloyu saklamak için bir yer aradım. Dışardan bakılınca akılsız görünebilirdim fakat tablom yüksek fiyatlar edecek kadar değerliyse ona herkes sahip olmak isterdi.

Kolay para akılsız insanların ilk ıumutlarıdır.

Biraz düşündükten sonra dolabın içine saklamak fikri mantıklı geldi. Saat ilerlerken ben ise olacaklardan habersiz sevinç çığlıklarıyla uyuya kaldım.

Uyandığımda kendimi yatakta buldum. Yataktan doğrulup ayaklarımı soğuk zemine değdirirken yandaki terlikleri görmemiştim. Sert zemine değen parmaklarımı havaya kaldırıp yumuşak terliklere geçirirken değişimi fark eden tenim rahatlığı hissetmişti. Saate bakmak için salona doğru ilerlerken koridorda yarış aklıma geldi.

Şimdilik tablomu gizli yerinde saklayacaktım ama her şeyi Ahmet’e açıklamak zorundaydım tablonun yeri dışında. Salona geçtiğimde ilk önce saati kontrol ettim. Hava güneşin ilk ışıkları ile aydınlanmış ve camdan içeri sızan ışınlar evi gerek olmasa bile ısıtmıştı. Kolidorun sonuna gelince Ahmet beni görünce şaşırdı. Bakışları beni bulan Ahmet “Uyuduğun için rahatsız etmek istemedim” diye kendini ifade etmeye çalıştı. Ben de ona sorun yok anlamında kafamı sallayıp yanındaki tek kişilik koltuğa geçtim. Elinde şarap bardağı ile bana bakan Ahmet, ciddi bir ifade ile beni süzdü. Cesaretimi toplayıp her şeyi söylemenin zamanı gelmişti ve ben bundan çok korkuyordum.

Korkmak cesaretsizlerin sığındığı ilk kapıdır.

Ahmet’e doğru dönerek “Seninle bir şey konuşmak istiyorum” dedim.

Ahmet “Seni dinliyorum hayatım.” Diye yanıtladığında derin nefes alarak cümleme devam ettim. “Biliyorsun ki Kurumaya Terk Edilmiş Laleler adlı tablom üzerine çalışıyordum”. Nefesim oldukça düzensizdi. “Bugün bir yarışma düzenlendi.”

Ahmet ciddi ses tonuyla “Unutmuşum” dedi. Cümlemi “Bugün bir yarış oldu-” ve artık gizlemediğim heyecan bedenimi ele geçirmişken. “Ben kazandım, kazandım!!” diye devam ettim. Artık rahatlamıştım. Ahmet'in tepkisini görmek için başımı kaldırdığımda elindeki şarap bardağını masaya koydu. Bunu neden yaptığını anlamamıştım fakat Ahmet mutsuz görünmüyordu. Mutfağa doğru bakıp Ahmet'e sesleneceğim sırada Ahmet mutfaktan çıkarak elinde her renkten açmış bir lale buketi ile yanıma doğru geldi. Artık içim rahatlamış, içimde sevinç çığlıkları artıyordu. zihnimde akıttığım mutluluk göz yaşlarını attığım sevinç çığlıkları buharlaştıramayacak kadar fazlaydı.

Sessizliğim sanki bu günü beklemiş ve gün gelince susmak bilmemişti. Kendimi tanımlayacak olsam ilk kelimesi sessizlikken bir duygu bedenimi değiştirmiş olamazdı. Duygularım karmaşıklaşıp birbirine zincirlenirken ayağa kalkıp önce buketimi aldım, daha sonra Ahmet'e sarıldım. “Ne gerek vardı ya, çok teşekkür ederim.” Boğuk sesim düşüncelerimi cümlelere vurmuştu.

“Evet aşkım, bunu biliyorum. Bugün haberlerdeydin ve beni çok mutlu ettin.”

Seçerken zorlandığım birkaç kelimeden oluşan cümleyi fısıldayarak konuştum. “Seni çok seviyorum. Seninle konuşmak istediğim bir konu daha var.” Ahmet kafasını olumlu anlamında salladı.

“Bugün bu tabloyu yüksek bir fiyata yurt dışına satabileceklerini söylediler ve ben bunu reddettim çünkü ben de artık Ece gibi bir atölye kurmak istiyorum. Sence de zamanı gelmedi mi?”

“Bir anda açmak ya da o kadar parayı biriktirmek kolay değil ama yarın iş çıkışı banka şirketlerine geçip konuşacağım. Karımın mutluluğu için tanrılar şahidim olsun elimden geleni yapacağım.” Beni etkileyen centilmen kocam sert bakışlarını benden hiç ayırmayarak devam etti.

Sarı saçları ve keskin yüz hattı onun en büyük albenilerinden biriydi. Mavi gözleri beni içine çekerken kaybolduğum bir okyanusu andırıyordu. İçindeki okyanusun derin soğuk suları ciddiyetini andırırken içinde keşfetmediğim ve keşfedeceğim tonlarca su bulunuyordu.

Bakışlarım pembe dudaklarına gelince orayı hızla geçti. Beni süzen Ahmetin durduğum durakları bilmesine gerek yoktu. Sarı saçları ile açık pembe dudakları beni içine çekerken gözlerimi yumdum ve açtığımda anlamsız düşüncelerden sıyrılmak için zihnimi kenetledim.

Konuşmamız gecenin ilerleyen saatlerinde çığlığımın hiç sönmeyeceği bir akşam olarak ilerledi.

Denizin dalgaları kıyı ile buluşmadan uyanıp hazırlanmıştım. Hazırlığımın öneminin sebebi Eceye bu haberi verecek olmamdı. Ece ile sokaklarda gezinirken evimin yolunu tutmuştuk. Önce o beni evine bırakacak sonra son durağı kendi evine uğrayacaktı.

Bir marketin önünden geçerken beni dürten Ece “Eylül, baksana bu gazeteye sen ve ünlü tablon çıkmış.” dedi.

Ece'nin elinde tuttuğu gazeteye bakın üstte 2003 Eurovision Sertab Erener’e birkaç övgü vardı. Kafamı alt tarafa çevirdiğimde ben ve Kurumaya Terk Edilmiş Laleler adlı eserim hakkında birkaç güzel söz yazılmış ve hayatımdan bahsedilmişti. Gazeteyi Ece'den müsaade isteyip elime aldığımda evime kadar bütün bilgilerin olduğunu fark ettim. İronik bir şekilde Ece'ye bakarak “Bunlar yakında bizi akşam uyurken çekilmiş görsellerimizle gazeteye çıkarırlar” dedim.

“O kadar kötü çıkmamış ya. Bence bunu çok umursama, yarın öbür gün unuturlar.”

Doğru söylüyordu unutabilirlerdi. Birkaç dakika daha göz gezdirdikten gazeteyi yerine bırakıp eve doğru yürümeye başladık.

Eve vardığımda güneş batmak üzereydi. Ahmet gelmeden yemekleri hazırlamam gerektiği için biraz geç bile olsam yapabilecek bir motivasyon en derin duygularımı araladığımda bulabilmiştim. Yemekleri hazırlamak için mutfağa girdiğimde kazanmanın sevincine menüye tavuk ekledim. Buzluktan çıkardığım tavuğu boş masanın üzerine bırakırken evin sessizliği beni rahatsız etmemişti. Henüz Ahmet gelmediği için yavaş hareketlerimle hazırladığım sosları bir tabakta birleştirerek karıştırdım. Ardından sırasi ile tüm karışımları birleştirip çiğ tavuk ile buluşturduğumda tırına koyup olmasını bekleyecektim.

Düşüncelerimi gerçekleştirdiğim sırada evin dış kapısı her zaman olduğu gibi gürültülü bir şekilde açıldı. Ahmet her yönü ile benim için olsada bazen bana aksi huylarıda olabiliyordu. Sertçe açtığı kapıyı kapının kapanma sesinden anlayınca işlerimi hızlandırdım.

Dakikalar sonra yemekleri mutfak masasına taşıma işlemi bittiğinde Ahmet masaya geçmiş, yemeklerin kokusunu içine çekiyordu. Ona sataşırcasına “Afiyet olsun Ahmet bey.” dedim. Ahmet sırıtmaya başladığında ağzına bir parça tavuk parçası attı.

“Yavaş ye, boğulacaksın!”

Uyarılarımı dikkate almadan yutkunan Ahmet elini bir diğer parçaya götürdüğünde susamış olabileceği aklıma geldi. Doldurduğum suyu Ahmet’in önüne doğru uzattığımda, önüne bıraktığım suyu tek nefeste kafasına dikip içti. Ahmet soluksuz yemek yerken yanındakş boş sandalyenin gıcırdama sesine kulaklarımı kapatarak kendime doğru çektim ve ömrünün son yıllarında olan sandalyeyi tenim ile birleştirdim. Tüm yemek boyunca Ahmet konuşmadığı için sessizlik buradada hüküm sürüyordu.

Her yerde olduğu gibi.

“Aşkım, ben bugün bankaya geçtim, senin işini hallettim.”

Sorar gözlerle ona bakmaya devam ettiğim sırada yüzümdeki bilinmezliği anlayan Ahmet ağzını araladı.

“Atölye,” dedi.

“Çok teşekkür ediyorum.”

Sessizliği bozmak için aklıma gelen farklı bir soruyu sormaya karar verdim.

“Sizin işte İbrahim diye bir çocuk vardı, yetim, tutuklanacak diyordun, tutuklandı mı?”

“Kumarcı İbo’dan mı bahsediyorsun

“Kumarcı olup olmadığını bilmiyorum ama galiba aynı kişiden bahsediyoruz.”

“Evet, evet.” Bakışlarını aşağıya doğru yönelten Ahmet mutlu görünmüyordu. Kim olsa hangi nedenden dolayı yakınını kaybettiğinde üzülürdü. Ona hak vererek konuyu değiştirip, “İlerde atölye açarsak ismi ne olsun?” dedim.

. “Cemil olabilir mi? Cemil.” Beni sinir etmek için duygu değiştiren Ahmet Şakacı Ahmet formuna girmişti. Yaptığı şakalar ciddi olmasa bile sorduğum sorunun yanıtı beni hayal kırıklığına uğratmıştı.

Öfkemi dindirip önümdeki kirli tabağı alıp mutfağa doğru götürdüm. Mutfakta çok süre geçirmeyip ellerimi yıkadıktan sonra salona döndüğümde Ahmet’in yerinde, hiçbir şey olmamış gibi yemek yemeye devam ettiğini gördüm. Bunu her zamanki gibi umursamayıp koltuğa oturdum ve ellerimi üst üste birleştirdim. Hâlâ sinirliydim. Ahmet, üzüldüğümü görmüşçesine, “Bana kızgın olduğunu biliyorum ama seni eğlendirmek için yapmıştım. Beni affedebilecek misin Eylül?” dedi. Bu isteğini de yanıtsız bırakmıştım ama pişman değildim. Ahmet tabağını alıp mutfağa götürdükten sonra yanıma gelerek ellerimi avucunun içine aldı ve şu sözleri söyledi:

“Yaparım bilirsin

Deliyim, gözü kara deliyim

Yakarım, Romayı da yakarım ben

Bulurum seni, yine bulurum

Olurum, yine senin olurum...” [Kenan Doğulu, Yaparım Bilirsin]

Ağzından çıkan nağmeler beni her dakika daha da etkilerken, bu özel şarkıyı seçmesinin bir nedeni vardı. Bu gece hiç geçmeyecek gibi geçse de, ben bu akşam kendimi Ahmet’i affetmiş buldum.

HAFTALAR SONRA;

Günler haftalar dakikalar ve içimde tuttuğum bir çok sevinç özgürlüğe kavuşmuştu. Atölyemin açılışı yarın akşamdı. Ahmet'le gösterdiğimiz çaba sonunda sonuçlanıyor, ben hayallerime kavuşuyordum. Bunun için Ece de çok heyecanlıydı. Gözlerimdem okuduğum mutluluğu duygularını kolayca ifade ediyordu. Güneş doğmadan uyandığım için son dokunuşlar için vaktim kalmıştı. Açılış için çoğu zamanımı hazırlıklara ayırdığım için elbisemi son dakika diktirmek mecburiyetindeydim. Her adım ilerlediğimiz terziye bizi dahada yaklaştırırken hızlanan adımlarımı Eceye uyum sağlayarak dengeledim. Terzi çok uzak olmamasına rağmen ilerlediğim süre boyunca attığım adımlar atılmıyormuş gibi hissediyordun. Ece ‘Heyecandandır.’diyordu. Evet, doğruydu ama ben heyecanımı dışa yansıtmamak için elimden geleni yapıyordum.

“Ece, sen nasıl bir elbise diktireceksin? Bir model gördün mü yoksa kafandaki istediğin gibi oluşturduğunu mu, yoksa Perihan ablaya mı tarif edeceksin?”

Ece heyecanlı ses tonuyla, “Aslında kafamda iki model var. İkisini birleştirip tek bir tasarım olarak anlatacağım. Her iki modelde de beğenmediğim yerler var. Peki ya sen?” dediğinde şaşkınca bakakaldım.

“Aslında yok ama Perihan abla benim için şaheser yaratacak, buna eminim. Zaten onda güzel örnekler var.” Cevabımı duyan Ece tepkisiz kalmıştı. Aklındaki fikri okumayı denemesemde düşüncelerinin katlandığını bakışlarından anlıyordum.

Perihan ablanın terzi dükkanına vardığımızda hava aydınlıktı. Zaman kaybetmeden içeri girdiğimizde Perihan abla bizi beklemiyormuş gibiydi.

Şaşkın gözlerle bize bakıp “Hoş geldiniz.” dedi.

Ece neşeli sesiyle onu yanıtlarken minik koltuklara oturdu, hız kesmeden ben de oturunca Perihan abla, “Ne diktireceksiniz? Etek mi? Şort mu?" dedi.

Ece “Abiye” deyince Perihan abla şaşkınlıkla bize bakarak “Abiye mi?” diye tekrarladı. Ece, Perihan ablaya inandırmak için, “Evet, evet, abiye istiyoruz, ikimiz de.” dedi. Perihan abla "Neden abiye?" deyince, neden şaşırdığını anlamamıştım. Onu sorgulamak istemediğim için konuşmaya dahil olduğumda ağzımı araladım.

“Perihan abla, hatırladın mı, ben birinci olmuştum. Yarın benim atölyemin ve küçük sergimin açılışı var, bu yüzden istiyoruz Ece'yle.” Perihan abla beni anlamış gibi kafasını salladı.

“Peki, nasıl bir model diktirmeyi düşünüyorsunuz? Elinizde bir dergi modeli var mı?”

“Evet, var. Ece'de.”

Ece saniyeler içinde çantasındaki dergileri çıkarıp Perihan ablaya doğru uzattı. Perihan abla modelleri incelerken bakışlarını modellerden ayırmayarak bana “Senin peki ya, kızım?” dedi.

“Aslında Ece'nin elinde bir sürü dergi modeli-” Cümlemi bölen Ece böldüğü cümlemi tamamladığında yüzünde bir tebessüm ifadesi oluştu. “Eylül, bunlardan birini seçebilir.” Ece'nin bu hızlı yanıtını duyunca şaşırmıştım. Perihan ablaya dönüp, “Aslında senin sadeliğinle bu elbiseleri birleştirsek çok güzel olur.” dedim. Perihan abla beklediği cevabı alırmış gibi “olur kızım.” Diyerek beni onayladı. Ben sessiz bakışlarımı etrafta gezdirirken Perihan abla Ecenin ölçülerini almıştı. Sıra bana gelince Perihan abla aklında tasarladığı modeli bana anlatarak elbisenin nasıl görüneceğini tanıttı. Benim aklımda sadece şu cümle vardı: Gölgelerin ışığının beni aydınlatmasının zamanı geldi!

Ölçüler alındıktan sonra Perihan abla, elbiseleri akşama gelip alabileceğimizi söyledi. Perihan ablanın atölyesinde bir koca saat geçirmiştik ve şimdi Ece ile evlerimize doğru yürüyorduk. Ece'ye kısık ses tonumla “Ece, sen alsan terziden elbiselerimizi, dönüşte bize bıraksan olur mu? Benim akşam birkaç işim var.” dedim. Ece ise tepki vermeyerek kafasını olumlu anlamda salladı.

“Ya başaramazsam, ya bir aksilik olursa.”.

Ece beni teselli edercesine bakıyordu.

“Sakin ol. Öyle düşünme. Sen başarını herkese kanıtlamış birisin ve bu yolun ilk adımını başarıyla atlattın. Biraz zamana müdahale etsen hiçbir şey olmaz. Olumsuz düşünme çünkü sen bütün olumsuzluklara rağmen kendini kanıtlamayı başardın.”

 

Sevdiğim kişilerin, beni her şeye rağmen sevmeleri ve her olumsuzluğa rağmen yanımda olmaları hissedilemez ve anlaşılamaz bir duyguydu. İçimde hissettiğim aile sevgisini ve özlemini Gülcan teyze çocukları olmadan bana çocuğuymuşum gözüyle bakarken, arkadaşlarımın ve kocamın beni değer biçmeden her halimle sevmeleri başardığım ve başaracağım ödüller karşısında değerini gizleyen hazineler gibi onları dokunulmaz kılıyordu... Gözümden bir damla yaş süzüldü özgürlüğe doğru. Çıkılmaz duygulara kapılmıştım. Ece duygulandığımı görünce bana sarıldı ve yol boyunca sarılarak ilerledik.

Eve vardığımda saat geç olmuş, Ahmet eve gelmişti. Ahmet içeri girince her zamanki gibi “Hoş geldin Eylül.” dedi. Ben de “Hoş buldum.” dedikten sonra fikrini öğrenmek için “Heyecanlı mısın?” dedim. Ahmetin heyecansızlığı sesinden hissediliyordu.

“Sence?”

Ahmetin aç olmadığını bildiğim için atıştırmak için mutfağa geçtim.

Mutfağa geçmemle kapının sert bir şekilde açılması bir oldu. Ne olduğunu anlamayarak salona geçtiğimde içeride yüzü kapalı adamlar Ahmet'i ellerinden tutmuşlar, bana silah doğrultuyorlardı. Bu, Ahmet'in oyunlarından biri miydi diye düşündüm ama bu kadarı fazlaydı. Artık her şey gerçekti ve ben savunmasız bir şekilde yalnız olan bitenleri anlamaya çalışıyordum. Şerefsizler gözleri kapalı hedef almadan kurşunları havaya sıkarken, ben ise güçlü olmaya çalışıyordum.

 

Ahmet endişeli bir şekilde onlardan kurtulmaya çalışarak “Eylül, dikkat et! Onlar mafya,” dedi. Olanların yükü bende artarken tepkisiz ve duygusuzdum. Ahmet kurtulmak için çırpınırken ani bir hareketle onlara bir yumruk attı. “Ahmet!” diye endişeli sesimle haykırmamın hiçbir etkisi yoktu.

Bunlar kimin adamlarıydı bilmiyorum ama bir dergide gördüğüm Kıbrıs savaşındaki rumlar kadar acımasızdı. Aynı dergi canlandı gözümde. Çocukları ve küvetin içinde gizlenen anneleri. Onlar o gün üstüne örttükleri örtü ile gizlenememişlerdi fakat rumlar acımadan binlerce kurşun yağdırmıştı. O gün o küveti kan küvetine çevirmişlerdi. Bugünde o günlerden farksızdı belki fakat karşımdakiler rumlar kadar duygusuzdu. Karşımda duran varlılardan bir adım geri çekilerek kaçtım.

O sırada Ahmet, seri bir hareketle arkasındaki küçük masanın üzerinde duran vazoyu aldı. Artık tepkisiz bir çocuk gibiydim. Duvarlar üstüme gelirken ben bayılmamak için ayakta zor duruyordum. Hiçbir şeyi anlamıyor ve neden bu kadar şey üst üste geldi, lanetlendim mi diye sorguluyordum. Ahmet eline aldığı vazoyu adamın kafasına geçirdiğinde adamın kafasından sayısız kanlar akıyordu.

Kanlar akmaya devam ederken başka siyah takım elbise giyen adam Ahmet'e bir yumruk attı. Ahmet baygın bir halde yerde yatıyordu. Ahmet'i bayıltan adam dışarıdan çağırdığı ekiple üzerime doğru yürümeye başladılar. Hepsi bana doğru geliyorlardı çünkü onlar beni istiyordu. Ben çığlıklarımı zamana teslim ederken elimden hiçbir şey gelmiyordu. Artık zamana müdahale edemeyeceğim için kendimi zamanın kollarına bıraktım. Oradan ayrılırken hatırladığım tek şey Ahmet'in orada bırakıldığıydı.

Gözümdeki yaşların akmayı hak etmediğini, anlıyorlarmış gibiydiler. Yüzümden süzülen yaşlar yerle buluşarak özgürlüğe kavuşurken bense onları izledim sadece.

Beni dışarıdaki siyah arabaya doğru götürürken çığlıkları duyuramayacağım için şu sözleri söyledim;

“Herkesin bir dileği olur unutulmaya terk edilseler bile,

Terk edilmiş dilek kuyusunda çaresizce beklerlerken.

Yıldızlar dileklerimi dinler,

Savurur gökyüzüne senelerce unutulmak üzere.

Kuşlar koruyucusu olsun bu sözlerin,

Üzerime kazınmış acı gerçeklerden kurtulabilirsem.

Zamanın yırtık kalpleri terk edişiyle,

Yeniden başlama umudu taşıyan her insana mühürlensin bu sözler...”

Loading...
0%