Yeni Üyelik
2.
Bölüm

OYUNBOZAN

@tanelthebooks

2

OYUNBOZAN

“Her göz bir yarına açılır bu yaşadığımız dünyada olmasada!”

 

2023 – Türkiye

Gözümü araladığımda beyaz tavanları olan bir evde uyandım. Bizim evimizde. Ahmetle yaşadığımız evde.

Yataktan kalkmak için başımı dikleştirdiğimde bir sorun vardı. Bu bizim evimiz değildi. Duvarları ölüme terk edilmiş ev bizim olamazdı.

Olumsuz düşüncelerken kaçmaya çalıştım. Beni yakalayan zihnimin muhafızları yıllardır kelepçeledikleri bileklerimi özgür bırakmışlardı. Gözlerimi kapatıp birşeyler hatırlamayı denedim. Zihnim yıllar öncesine giderken ateş böceklerinin beni terk ettiği geceyi hatırladım.

KAÇIRILMIŞTIM!

Gözlerimde beliren sahneler dahada netleşirken kırmızı kan yerine siyaha bırakıyordu. Daha karanlıklaşan anım bedenimde gezinen kanı acımazca kaynatıyordu. Vücudumda beliren sızı zihnimi engellesede düşüncelerimden kaçmayıp sessiz odayı haykırışlarımla boğdum.

“Hayır. Hayır, bu olamaz.”

Zaman yıllar öncesini detaylandırırken kazandığım yarışma uçtu gözlerimin önünden. Ardından Ahmet ve tüm sevdiklerim. Başarım bir başarısızlık hikayesine konu olmuştu. Kazandığım herşey acı ile boğuşurken yenilgiyi içimde yaşamıştım.

Ahmetin zihnimde canlanan mavi gözleri karanlık odayı aydınlatacak kadar parlaktı. Bedenimi hissetmeden düşüncelerimi yönetirken anılarım siliniyor yeni bir perde oynatılıyordu.

Çıkmaz sokakları elimdeki kibrit ile aydınlatmak kimsesizlerin göreviydi.

Zihnim beni kemirirken buna engel olamadım. Düzensiz soluklarım beni oksijensiz bırakırken düşüncelerim beni terk etmiyordu. Bakışlarımı kolanların üzerindede gezdirerek bu ıssız duvarları tanımaya çalıştım. Görmekte güçlük çektiğim oda rütubet kokuyordu. Duvarlarda gezinen bakışlarım odanın kapalı camına kaydığında havasız bu odanın gerçeği ile yüzleştim.

Bedenimi sabitledikleri bu düz yataktan doğrulup kurtulduğumda karşımdaki çeliğin gümüşü parladı. Çelik kapıdan kurtulmak ayrı bir sorunken Ahmeti düşündüm. Acaba onu kaç gün yalnız bırakmıştım. Bensiz endişelenen o kalbinin sesi kulaklarıma fısıldanırken bensizliğin acısını düşündüm.

Dakikalardır bu odada zihnimin hırçın düşüncelerine dalmış boğuşuyordum. Günlerdir burada olduğumu tahmin ettiğimde bedenim ürperdi. Birkaç saatin bile zararlı olduğu bu oda tüm vücudumu etkisiz hale getirmişti. Kemiklerimde hissettiğim ağrıya göz yumarak ellerimi saçlarıma geçirdiğimde yolunmuş saçlarım ile karşı karşıya kaldım. Sanki haftalardır yıkanmamış saçlarım acının etkisi ile umursamama sebep oldu. Çok acı çekiyordum ve izlediğim gerçekler kaçmamı engelliyordu. Çektiğim bu acı beni yok edecek güçlükte iken ben var olmanın yükünü bedenimde taşıyamıyordum.

Süzdüğüm yatak başlığında yeni fark ettiğim bir gerçek özgürlüğe kavuştu. Hortumun ucunu takip ederek gözlerim ile süzerken bana ulaşan son tüylerimi ürpertti. Beni bu odada sadece tutsak etmiyorlar ilaçlar ilede uyutuluyorlardı. Bitmiş serum torbasına bakarak tekrar yüzleştim gerçekler ile. Şahip olduklarım canımı yakmıştı. Acı çekmek için doğru zamanda olsamda benim bakış açım zamana göre yönetilmiyordu. Zaman her şeyi belli bir doğrultuda sürdürürken ben acımı yaşatırsam acım beni mahkumiyete sürükleyecekti. Yaşadığım mahkumiyeti tekrarlamak için bunu yapmalıydım.

Damarımı delen kelebeği tenimden söküp attığımda komada olabileceğim ihtimali hırçın dalgalar ile zihnime çarptı.

Serumun takıldığı demiri tutarak parmaklarımın üzerinde durmaya çalışsamda kaybettiğim denge beni yatağın üzerine sürükledi. Tekrar denediğimde sonuç aynıydı. Acı ile kıvrılan bedenimi tekrar ve tekrar denediğimde soluksuz kaldığım bedenimin soluk almaya ihtiyacı vardı.

Şuanda bedenimin ihtiyaçlarına göre hareket etmiyordum. İhtiyaçlar karşılanabilir ve bir süreliğine göz yumulabilirdi.

Dinlenirken zihnimin kurduğu plana sadık kalarak uslu bir kız olmaya karar verdim. Sessizliğim kapının arkasında olan gölgeleri hissedebilecek kadar ağırdı. Eminim ki kapının arkasına saklananlar bana yaşatıklarının farkında değildi. Unuttukları bir şey vardı. Mahkumiyet tek kapıyı çalmazdı. Kapalı kapıları çalmak için ardında bekleyen hep bir mahkum vardı.

Açılan kapı ile irkilen bedenim istemsizce irkildi. Kim olduğunu bilmediğim adam bana bir adım yaklaşırken yüzündeki masumiyeti umursamadan ondan kaçtım.

İri bedeni tüm kapıyı kaplarken arkasındaki boşlukta yatan cansız bedenler kan ile kaplıydı. Yerde yatanlar birkaç saniyeliğine dikkatimi dağıttığında genç adam bana dahada yaklaşarak kanlı elini arkasına gizledi.

Adam bakışlarını benimle buluşturarak “Ben sana zarar vermeyeceğim.” dedi.

Adamın söyledikleri hiç mantıklı değildi. Bana zarar vermek istemeyen biri beni bu odaya tutsak etmezdi. Ben bu odanın tutsağı olmaktan kaçarken o bana bir adım daha yaklaşıyordu. Adımlarını durdurduğunda konuştum.

“Hayır” dedim güçlü durmaya çalışarak. “Bana zarar vermeyecek olsan beni kaçırmazdın.”

Gözlerimi ondan kaçırmayarak güç sergilerken keskin çene hatları bakışlarımı deldi. Kömür saçları ve elmacık kemikleri siyah gözlerine perde çekiyordu. Yapılı vücudunu seyrederken bana uzak tarzı olan takım elbiseleri dikkatimi çekti. Koyu kaşları ve kaslı bedenine son kez baktıktan sonra büyünün etkisinden kaçarak gözlerinden uzaklaştım.

“Onlar seni kaçırdılar bense kurtardım.”

Beni kandırabileceğini sanmaya devam ederken bundan zevk aldım.

“Beni kandırmaya çalışma yoksa canına yakarım!” cümlemi fısıldarken acıyan çene hatlarım belirginleşmişti.

“Arkama bak. Onlar, yerde yatanlar. Mafya şirketine bağlı bir kurumda çalışan insanlar. Onların amacı seni bayıltmak. Ben seni kurtardım onlar senin kapında nöbet tutuyorlardı. Ben olmasam bir on dört yıl daha uyutabilirlerdi seni.”

Cümlelerin yanılgısı beni içine çekerken neyin doğru olduğunu bilmiyordum. Zaman mı beni kovalıyor yoksa ben mi ondan kaçıyorum emin değildim. Zihnim bedenimi etkisizleştirirken titreyen bedenim gerçeklere bir ihtimal verdi.

Gerçekler acı verirdi ve benim canım yanıyordu. Kendi gerçeklerime inanmak isterken onların bir ihtimal olduğunu hatırladım. İhtimallere güvenip hayal kırıklığına uğramak istemiyordum. Arkasındaki cansız bedenleri yöneldi bakışlarım. Beni bekleyen sabırlı gence doğru yöneldi sonra. Ben doğruyu yanlış ile karıştıran küçük bir çocuktan farksızdım. Fakat kendi ihtimallerime güvenemediğim kadar onun doğrularınada bir şans veremezdim. İhtiyaç duyduğum ateş böceklerini çevrede ararken gözlerim kararıp gerçekler ile yeniden buluştu.

Karşımda bir yalancı duruyordu. Beni kandırmaya çalışan arkasında yatan adamlardan farksızdı oda. Bir adım geri çekildim bakışkarımı ondan kaçırarak.

“Güven bana” dedi. “Burası şuanda güvenli değil, buradan gitmemiz gerek. Sana söz veriyorum ki herşeyi sana açıklayacağım. Eğer anlattıklarımı duyduktan sonra fikrin değişmezse seni rahat bırakırım.”

Ona bir şans vermeliydim. Başka çarem yoktu. Beni kaçıracak bile olsa ondan kurtulmak daha kolay olurdu. Yaşadığım mahkumiyeti yinelemekten daha kolay olurdu. Arkasında yatan adamlar ölmüş olmalıydı. Eğer bir polis gelirse ben suçlu olabilirdim. Ona bir şans verip daha sonra kaçabilirdim.

“Tamam ama bir şartla” dedim sert bakışlarımı onunla buluşturarak “beni Ahmetle buluşturmanı istiyorum.”

Evet bunu istiyordum. Ahmet bana bütün saçmalıkları açıklardı.

Değil mi?

Yoksa onada mı zarar vermişlerdi. Hayır Ahmet’i kaçırmamışlardı. Dertleri benimleydi ve tablomla. Endişemi gizli bir maske ile gizlerken karşımda duran adama bir adım yaklaştım. Güven güvensizlerin ilk kartlarıydı fakat benim tek bir kartım kalmıştı. O kartı kullanmaktan başka çarem yoktu.

“Umarım fikrini değiştirmezsin anlattıklarımı duyunca” Oldukça kararlıydı bunu söylerken.

Sadece kafamı sallamakla yetindim. Ardından elini tutmam için bana doğru uzattı. Arkasında yığılan adamlara bakılırsa geçmek oldukça zor olacaktı.

Elini her ne kadarda geri çevirmek istesemde yapamadım. Ölü cesetlerin kanlarının bana buluşmaya niyetleri vardı ama hakları yoktu. Buna izim veremezdim.

Elimi ona doğru uzatınca yumuşak bir şekilde elimi kavradı. Ellerindeki eldivenler oldukça yumuşaktı. Boş elindeki tahta parçasını cesetlerin üzerinde doğru savurdu ve yavaşca geçmem için yol açtı.

Eldiven kullanmak akıllıcaydı. Parmak izini onların üzerinde bırakmaz ve yakalanamazdı. Yumuşak bakışlarını tekrar benimle buluşturarak kendini tanıttı.

“Beni tanımadığını biliyorum Eylül. Ben Savaş. Şimdilik senin için ismi gizli olan bir kuruluşunun yöneticisiyim.” Şaşırmıştım ismimi biliyordu. Bence bana dair tüm bilgileri biliyordu.

“Tanıştığıma memmun oldum.” Demekle yetindim isteksiz bir şekilde. Samimi olacak değildim. Sonuçta beni Ahmet’in yanına bırakınca bunlar bir hatıra olarak kalcak ilerde hatırladığımızda gülerek geçecektik.

Tuzak gibi cesetlerin üzerinden atlarken çok dikkatli oluyor ve temas etmemeye çalışıyordum. İsmini yeni öğrendiğim Savaş bana ilerlemem konusunda oldukça yardımcı oluyordu. Üzerinde giydiği siyah takım etkileyiciydi. Fakat giydikleri oldukça yabancı gelmişti gözüme. Bizim mahallenin giydiği tarzlar değildi.

Zihnim bin parçaya ayrılıp kemikleri kalana karar kemirilirken acı ile yeniden yüzleştim. Kaderimin bağlı olduğu kırılmaz zincirler kırılmış ve parçaları bana savrulmuştu. Sarsıntıdan etkilenen bedenim ölmeyi tercih etse mutluluğu yaşamış olurdu. Savaşın az önce kurduğu cümle gerçek olamazdı.

“Ben olmasam bir on dört yıl daha uyutabilirlerdi seni.”

Yanıltıcı gerçekler şüphelerimi yalanlıyordu. Karşımdaki gençti doğru olan. Yanılgılarımda doğruydum. Peki ya neden? Kim benim canıma zarar vermek isterdi. Ciğerimdeki tüm oksijenler boşalınca bir yenisini alacak gücü kendimde aramadım. Benim kaderimi bir başkası yönetiyor ve onun kurallarına göre yaşıyordum.

Acımasızlığın kaderime sonuçlarını düşünürken gerçeklerden kaçamadığımı fark ettim. Yanağımdan süzülen yaşlar pürüzsüz cildimden kayarken duygularım yaşadıklarımdan daha ağır geldi. Buna bir son vermeliydim. Şuan karşımdaki adama güvenmeliydim. Çaresizliği elinde yarabandı olmayanlar kendilerini sardıklarında bilirlerdi.

Adımlarımı hareket ettirip cesetlerden geçerken zamanın beni terk ettiğini o an anladım. Kapıdan çıktığımızda şükrettiğim Tanrılara baktım gözlerimi yumdum ciğerlerimi oksijenle buluşturdum. Acıyan tenimi iyileştiren tek şey zamandı ve o beni yıllar önce terk etmişti.

Bizim zamankilerinden oldukça gelişmiş ve araba olduğunu tahmin ettiğim araca yaklaşınca Savaş cebinden çıkardığı anahtara dokunarak aracı açtı.

Bizim yıllarımızdaki pilli araçların gelişmişi olarak zihnimde canlandırdım. Kapımı açan beyfendi geçmem için müsade ettiğinde incinin tonları ile kaplı beyaz krem rengi araca baktım. Araçın içi son model cihazlar ile döşenmiş ve zenginlere yem olarak sunulmuştu.

Arabaya geçen Savaş kendi kapısından içeri girerek arabayı çalıştırdığında bedenim sallanarak arkamdaki koltuğa çarptı. Sarsıntı zihnimde Ahmeti hatırlatırken gerçekler tekrardan güneş ile buluşunca daha iyi anladım.

Yol boyunca etrafı izledim. Savaş ise beni kontrol edip suskunluğunu korudu. Çevrede fark ettiğim herşey bana çok yabancıydı. Yollar, arabalar, yüksek binalar, fabrikalar ve insanların elinde olan yürürken bile ona baktıkları ne olduğu anlayamadığım yeni nesil aletler. Düşüncelerim onların ne olduklarını öğrenmek istesede sadece tahminde bulunabiliyordum. Artık benim için duygularım önemli değildi. Ne istediğim? Nasıl hissettiğim?... Geçici olanlar kalıcı kararlarımı etkiler ise dalgalar kalbimin çatlaklarından içeri sızar ve boğularak çırpınmaktan başka çarem kalmazdı. Çaresizliğin eşiğinde bir dala tutunmuş gerçeklerden uzaklaşmaya çalışıyordum. Acım o kadar derindiki hissizleşen bedenim bana acı çektirmekten başka bir şey yapmıyordu.

Yolda giderken Ece’yi anımsar gibi oldum. Sarı saçları ve yüzü dalgalar gibi çarptı yüzüme. Sonra yanındaki boşlukta Gülcan ablamı hayal ettim. Onlar bensiz yarıladıkları yaşamlarını sürdürme mücadelesi verirken bensiz bir yaşam mal olmuştu onlarada.

Yol boyunca ikimizde sessizliğimizi koruduk. Araba yavaşlar gibi oldu ardından Savaş konuştu.

“Geldik.” dedi önce “burası bizim ekibimizin çalışmaları yürüttüğü Türkiye hattı.” diye devam etti.

“Nasıl yani yurt dışı hattıda mı var?” düşüncelerimi kelimelere vurup ağzımı araladım.

“Evet biz kötü amaçla kurulan şirketlerin peşindeyiz.” Tepkimi gizlemeden hislerimi açık ettim.

Duran araçtan inen adam benim kapımın kolunu kavrayıp açtığında inmem için müsade etti.

“Buraki insanlar çalışıyorlar ben sana birşey söylemeden onlarla konuşma.” Emir yağdıran sesi umursamadan kararlıkla yürürken üssün kapısına doğru bir adım daha attım.

Üzerimdeki geçmiş yıllara ait kıyafetlerim tüm dikkatleri üzerime çeksede umursamaz adımlarla ilerliyordum.

Ukala.

Sinirden sıcaklaşan kızgın nefesimi solurken mırıldanmamı duymamasına sevinmiştim. Sırıtarak onu incelerken kesin bakışlarını doğruldu kendi bakışlarım. Sert bakışları siyah gözleri ile kararmış keskin çene hattıda bakışlarının sert gösterilmesini etkilemişti. Kusursuz saçları başını örterken siyahın her yerinde yer aldığını fark ettim. Alnına düşen saçları incelemeyi kestiğimde yüz tanıması ile doğrulayıp açılan kapıdan içeri bir adım atıyorduk.

Attığın adım ile yüzündeki ciddiyet arttı. Kendimi rahat bırak uslu kız olduğumda sessizliğimi yıllardır olduğu gibi korudum..

“Gizli bir örgüt olduğumuz için bina kamufile edilmiş.” Dedi ofisi incelerken. Dışında yer alan kırmızı tuğlalar içeriyi daha basit bir yer tahmin etmemi sağlamıştı. İçeride çeşitli oldalar ve gizli olduğunu tahmin ettiğim kamufile kapılar vardı. kapıları görmemi sağlayan Savaş daha fazla bilgi vermeden adımlarını hızlandırdı.

Burada çalışan herkes son model teknolojiye sahipti. Bilgisayarlar tahmin ettiğimden daha çok gelişmişken gözlerime yabancı cisimlerde takılmıştı.

“Burası benim odam.”

Her kapıda olduğu gibi bu kapıda çeliktendi. Kapıdan içeri girerken küçük oda içimde şüphe uyandırdı. Bu odada gizli olduğunu tahmin ettiğim bölmeleri aradı gözüm. Bu küçük ve içinde gereksiz birkaç eşyanın bulunduğu odada tüm işler yönetiliyor olamazdı. Dikkatliçe arasamda bulamadığımda pes ederken Savaşa odaklandım.

Kendi koltuğuna geçip karşısındaki koltuğa oturmam için müsade gösterdiğinde kırmızı deri koltuklara oturdum. Gösterişten yana dizayn edilen odanın atmosferi boğucuycu.

“ Geçen 14 yılından sonra nasıl hissediyorsun?” diyerek duygularıma yöneldi. Sorduğu soru kalbimde bir sızı yaratırken dürüstçe davrandım.

“Fena değil.”

Saf duygularım kirlenecek yaşa gelmeden çamurla boğuşturulmuştu. Zihnim bedenimdeki acıyı duygusuzlaştırırken duygusuzluğun derinliğinde kayboldum.

Ben kendimi tanıyamadan kaybolmuştum. Kaybolduğumda yalnızlığın, karanlığın bedenimi çaldığı bir odada mahkumdum. Mahkumiyetimi gece yıldızlar seyrederken onları izleyecek cesareti ruhumdan ayırmışlardı.

Gözlerimden akan yaşları mahkumiyeti yaşamalarına izin vermeden özgür bıraktım.

Genç adama güvenmekle hata yapıyor muyum?

Bedenim yılların etkisi ile çürümüşken sıra zihnime gelmişti. Kalbim güvenmek isterken aklım buna itiraz ediyordu. Haklıydı. Herkesin haksızlığı onu haklı çıkarmıştı.

Kararsızlıkla boğuşurken zihnimden geçenleri fısıldadım.

“Ahmet nerede?”

“Ahmet’i merak ettiğinin farkındayım.”

Benim senin farkındalıklarına değil yanıtlarına ihtiyacım vardı. Benim gerçeklere ihtiyacım vardı.

Öfke dolu bakışlarla zihninden geçenleri tahmin ederken söze girmesini bekledim.

Ahmet.

“Ahme yıllar önce seni sürüklediği mahkumiyeti yaşamamak için tablonla beraber bir seçim yapmak zorunda kaldı. O parayı seçti. Seni seçmedi. Seni istemedi.”

Dudaklarından dökülen birkaç kelime kuruyan dudaklarımı aralatmıştı. Artık herşeyin gerçek olduğunu zihnim ile tüm duygularım anlamıştı. Gerçekler acı verirdi ve ben acı çekiyordum. Tekrarladığım kelimeleri zihnim kolayla algılerken üzüntünün verdiği intikam bedenime doldu. O beni seçmemişti. O parayı seçmişti.

Sözleri ifade etmek kolayken zor alanı anlamaktı. Ben artık herşeyi anlıyordum. Savaşa güvenmeyebilirdim fakat acı ile boğulacak olan yine ben olurdum. O aldığı göreve göre hareket ederken ben kuşların yolcusu olabilirdim. Yeniden.

Konuşmak isteyen bedenimi engelleyen tek şey zihnimdi. O susmamı ve daha gerçekler ile yüzleşmemi söylerken burada yüzleşeceğim biri kalmamıştı. Ben Ahmeti istiyordum. Bana çektirdiği acının bedelin intikamını almak. Onun acı çekmesini istiyordum ama bu sefer onun değil benim gerçeklerim ile.

Tanrılar üzerine yemin ederim ki üzerinde durduğum başlangıç çizgisi tamamlanıncaya kadar ben koşmaya devam edecek ve intikamımı alacağım.

Sinirle aralanan dişlerimi birbirlerini yüzebilecek kadar sert bastırmıştım.

Sözler bir kurşun gibi delip geçerken kalbimi, buna inmaktan kaçmaya çalıştım. Ama inanmalıydım. Yoksa 14 yıl beni arardı bulurdu ve o uyandırırdı. Terk etmezdi beni hiçliğin ortasında. Ama gerçekler bu sefer saklanılmamıştı.

“Senden isteğimiz seni kaçıran şirketi ve Ahmet’in sahte maskesini düşürmemize yardımcı olman.” Derin bir nefes aldı. “Bunu yaşayan sen değilsin. Bedel ödetememişlerin alamamışların intikamını sen al.” Onunla birlikte nefesimi tutmaya devam ettiğimi fark ettim ve bende derin bir nefes aldım.

“Anlaşmamızdaki gibi diyorsan beni özgür bırakın kararına saygı duyarız.”

Her söylediği kelime beni daha da derinden sarsmıştı. Tanıdığı fırsatı değerlendirerek biraz düşündüm. Bu ekibe bir şans vermeliydim. Alınmamış inkamları alırken kendi intikamımıda alacaktım.Geçen sürenin farkında değildim ama en az 10 dakika aralıksız düşünmüştüm. Bir karar vermem gerekiyordu ve ben çıkmaz sokakların birinde tıkanmıştım.

Kararsızlığın beni ele geçirmesinden kaçarken gölgelerin beni bulduğunu o zaman fark etmiştim.

“Ahmet şuanda yurt dışında ve tablonu kullanarak sahte bir maske yarattı.”

Söylediği sözler canımı yakmıştı. Ahmet zamanın girdabına yakalanmış insanları ezmeyi seçerken beni atladığını unumuştu. Yolda Savaş’ın dediğine göre beni para karşılığında uyutuyordu. Bunu bilmek bile beni sinirlendirmeye yetmişti. Gördüklerim artık gerçekti Ahmet bir fırtına yaratmıştı. Atladığıı bir şey vardı. Her fırtına Sessizler Kraliçesine karşı gelemezdi. Ben sessizce onu içten fet ederken onun ruhu duymayacaktı.

Bunu sesli söylemek istedim fakat sustum..

“Beni kayıtlardan yada onca kişinin hafızasından nasıl sildiler?”

“Bunu anlaman gerekiyor ki artık seni kayıtlardan silmek için bile para yetiyor. O şimdi zengin. Birkaç milyon dolarla seni kayıtlardan silemeyeceklerini mi sanıyorsun?” emeklerimin bana karşı koz olarak kullanılması beni mutlu etmemişti. Sinirle araladığım dişlerimi öfkemle bastırarak konuştum.

“Kabul ediyorum”

“Çıkalım mı?”

“Olur.” Dedim isteksiz bir ifadeyle.

Araladığı kapıdan çıkınca ardından bende onu takip ettim. Beni birkaç kişi ile tanıştırmak istediğini adımlarımızı kapıdan ters yönde attığında anladım. Gizli bir şirkette tanışmak için çağırılmış birkaç kişi dışında ayak altında dolaşan az kişi olurdu. Tahminimi doğrulayan kurduğu cümle oldu.

“Bu Echo. Gizli ismi ile Echo.”

“Memmun oldum.”

Memmuniyetle gizli yüzüne bakarken bilgisayarına yönelen Echonun yanındaki kişiye yöneldi Savaş.

“Ben Rex.” Dedi Savaşa izin vermeden. “Gördüğün gibi bilgisayar işleri ile uğraşıyorum.”

“Ben Eylül.” İkisinede bakarak konuşmuştum. Oradan ayrılacağımız zaman geldiğinde bağladığım samimi bağları mesafeleştirdim duygularımla.

“Artık gidebiliriz.”

“Geç bile kaldık.”

“Aç olmalısın. Ne yemek istersin 14 yıl aradan sonra. Benim bildiğim çok güzel bir mekan var gitmek ister misin?”

Teklifini geri çevirmek gibi bir aptallık yapamazdım. Aç karnım midemi bulandırıyordu. Sevinçle konuşarak “Teklifine hayır diyemeyeceğim.” Diye yanıtladım.

Kısa bir süre sonra ofisten çıkıp arabaya geçtik. Yol boyunca Amerika ve birkaç merak ettiğim konu hakkında sorular sordum. Sorularım dışındada çevreyi izlemeyi ihmal etmedim. Savaş bana görev ile ilgili herşeyi anlatmıştı. Tam idrak edemesemde benim Amerikadaki bir eğitimden geçmem gerekiyordu. Kendimi savunabileceğim diye sevinirken zihnime kulak verdim.

Yeni dünyama hoşgeldin Eylül, Sessizler Kraliçesi.

Mekana vardığımızda Savaş araladığı kapımı açıp çıkmama izin verdi. Giysilerim gözlerimdeki yaşlar ile kaplıyken çekingenliğim duygularımda ağır basmıştı.

“Art niyetli olayları çok yaşanıyor bu süre.” dedi elini bana doğrulturken. Geçmişten bir olay zihnimde belirdi. Benim yıllarımda birçok çocuk canice katledilmiş ve yönetim buna göz yummuştu. GÖZ YUMMUŞTU!

Çekingen tenimi kapın karmakları tüm sıcaklığı ile yapladı. Beyaz teninin içinde kaybolan küçük parmaklarım onunkiler arasındaydı. Hızlı adımlar yolun karşısına geçip mekandaki boş masalardan birine oturduk.

Alışık olmadığım bu dünyada eski dekorlar barındıran mekan bana sıcak hissettirmişti. Oturduğumuz masanın yanına genç bir çocuk geldiğinde elinde ki menüleri bize uzattı. Savaş biraz inceledi fakat incelemediğimi görünce “Bir sorun mu var Eylül?” Dedi.

“Hayır sadece ne yiyeceğimi bilmiyorum.”

“Burası hamburgeri ile tanınır. İstersen hamburgerlerini deneyelim.” Önerisini kabul ettiğimi ifade ederek başımı olumlu anlamda salladım.

Siparişleri vereli dakikalar olmuştu. Dakikalar sonra gelen garson önümüze servis ettiği siparişlerimizi bıraktıktan sonra masadan uzaklaştı.

Hamburgeri ağzımla parçaladıktan sonra yutkundum. Kuru boğazım yıllar sonra tükettiği katı besin ile boğulmaktan kurtulmuştu. Saniyeler içinde bitirdiğimiz tabaklarımızı teslim ettikten sonra mekandan uzaklaştık.

“Nereye gidiyoruz?”

“Evime.”

“Bir pansiyonda kalmayı tercih ederim.”

“Pansiyona sağlayacağımız güvenliğe gerek yok. Benim evim güvenli.”

Dönüş yolunda sadece etrafı izledim .Araba yavaşladığında Savaş’ın evine vardığımızı anladım. Ev oldukça büyüktü. Evin katlarını sayarken ikinci katta durdum. İki katlı bir ev olmasına rağmen geniş ve ferahtı. Kullanılmayan bakımlı bir bahçe ve havuza baktığımda incelemek için sabırsızlandım.

Araba tamamen durduğunda kapımı açtı ve evi işaret etti. Arabadan tamamen ayrıldığımızda evin bahçesinde bulunan giriş kapısından içeri girdik. Evin içi dışı kadar lükstü. Uzun gösterişli avize boydan boya evi kaplıyordu. Ev gözüme eskiden temizliğe gittiğim zengin evlerden dolayı yabancı gelmemişti. Evin fayansları eve hareket sağlalarken duvarlarından ki dekoratif ürünler de uyum sağlamıştı. Evi incelemeyi bırakıp Savaşa doğru döndüm ve bir soru yönelttim.

“Benim odam nerede?”

“Üst katta.”

Hızlı adımlarla üst kata çıktık. Burada ne kadar kalacağımızı bilmediğim için eve bağlanmamaya çalıştım. Bir odanın önünde durunca geldiğimizi anladım.

“Bu senin odan. İçinde ihtiyacın olan tüm malzemeler var. Eğer bir yardıma ihticayın varsa karşı odadayım.” dedi ve odamın kapısını açtı.

Odaya girdiğimde kapıyı kapattım. Odanın anahtarı olmasına sevinmiştim. Odayı incelemeye devam ederken büyük bir banyo, içinde kaybolabileceğim bir yatak ve güzel oda dekorları ile oda bana göre hazırlanmıştı. Odada bir adet kitaplık ve içinde okuyabileceğim kitaplar vardı. Odada ki dolabı açtığımda içinde benim tarzımı yansıtan kıyafetler ile karşılaştım. Odadın hazırlanması için epey uğraşılmıştı.

Kıyafetlerden rahat olanları seçip banyoya girdim. Banyoda güzel bir duş aldıktan sonra üzerimi değiştirdim ve makyaj masasına oturdum. Banyoda geçen sürenin farkında değildim. Saçlarımı üzerinde Dyson yazan kurutma makinesinde kuruladım. Bunu yaparken zorlanmıştım ama Ecenin evinde kaldığım bir gece Ece bana göstermişti.

Artık dinlenme vaktiydi. Yatağa geçip gözlerimi yumdum ve havanın kararmasını bekledim.

Tık tık.

Kapının çalmasıyla uyandım. Gelen Savaş olmalıydı. Doğruldum ve saçlarımı düzelttim.

“Gelebilirsin.”

Kapı sertçe açıldı. Gelen Savaştı ve üzerine vücudunu tamamen saran bir tişört giymişti. Beyaz tişört bedenini ele geçirirken ona şaşkınlıkla bakmala yetindim.

“Yemek hazır.” Duyduğum cümle beni sevindirmişti.

Yataktan kalktım ve yumuşak terliklerimi ayağıma geçirdim. Merdivenlerden ilerken uyuku sersemi olduğum için konuşmadım. Mutfağa girdiğimizde yemek kokuları etrafı sarmıştı bile. Nasıl bu kadar güzel yemek yapıyordu bu kadar genç yaşta. Annesi mi öğretmişti acaba? Öğrenmek onun elindeydi. İçten içe onu tebrik ederken yemeğin kokusunu ciğerlerime çektim.

“Yardıma ihtiyacın var mı?” tabikide yoktu. Benden iyi yemek yaptığı kesindi. Yemek masasına oturdum ve ikimiz için sürahiden su doldurdum. Oda değişik sosu olan makarnaları servis etti ve masaya oturdu.

“Ellerine sağlık.” Aramızda uzun konuşmalar hiçbir zaman olmamıştı. Bunu yeni tanışmamızdan dolayı olduğunu düşünüyordum ama onun benim hakkımda ne bildiklerini öğrenmem gerekiyordu. Bunu merak ediyordum çünkü yanlış bir adım atmak istemiyordum.

“Afiyet olsun” dedi ve yememi bekledi. Benim yediğimi görünce çatalına doladığı makarnayı ağzının arasına atarak çiğnedikten sonra midesi ile buluşturdu. Teni gibi inci dişleri ilgimi çekmişti.

Yemek boyunca koruduğu sessizliği benide sessizliğe sürükledi.

2 gündür aynı evde elim kolum bağlı kitap okumaktan başka birşey yapmıyorum. Biraz hava almak için salona geçtim ve salonu incelemeye başladım.

Kapı sessiz bir şekilde açıldı. Buna alışık değildim. Gelen Savaştı.

“Kalk seninle bir yere gidiyoruz.” Dedi emir verirmiş gibi. İşittiğim cümle beni mutlu ederken şaşkınlığımı gizleyememiştim. Evde sıkılmaktan iyidir diye düşündüm ve ayağa kalktım.

“Nereye gidiyoruz. Saat geç oldu.” Bakışlarımı Savaştan çektim ve elime koltukta ki kitabımı aldım.

Kitabın yazarı oldukça sevdiğim Şilan’a aitti. Şiir kitaplarını okumam geçirdiğim bu zorlu dönemi atlatmaya çalışmamda büyük etkisi olduğunu şimdiden hissedebiliyorum. Yaşadığım bu sarsılmadan kopmak istiyordum ama geçmişe dönük bağlarım vardı ve kopamıyordum. Ben giderken onlar beni çekiyor ve koştuğum zaman bana bağlı zincirler canımı yakıyordu.

“Arkadaş gurubumun yanına. Bir mangal partisi düzenlemişler bana söylemişlerdi ama aklımdan çıkmış seni evde yalnız bırakmak istemiyorum. Beraber gideriz diye düşündüm. Kaç gündür evde sıkılıyor olmalısın. Sana yaptığımız plandan dolayı uzun zamandır görüşmüyoruz onlarla. Bu yüzden geri çevirmek istemedim ama eğer gitmek istemezsen anlayışla karşılarım, gitmeyiz.”

Benim için arkadaşlarından kopmasına müsade edemezdim. Bu yüzden kararlı ses tonumla onu yanıtladım.

“Benim için sorun değil gideriz.” Savaşın yüzünde bir tebessüm belirdi. Sert bakışları uçup gitti. İlk defa onu bukadar neşeli görüyordum.

Hazırlanmak için odaya geçtim. Güneşin kızgın ışınları odayı aydınlatıyordu. Hızlıca dolabı açtım ve kıyafet aramaya başladım. Savaş basit bir kombin yaptığı için abartılı giyinmeme gerek yoktu.

Dakikalar sonra hazırdım. Üzerimde siyah bir bloz altımda ise uzun bir eşofman altı vardı. Çok abartılı değillerdi ama bluzun üzerinde ki süslemeler oldukça hoştu. Saçımı at kuyruğu yapıp odadan ayrıldım. Doğal yüzüm gözlerimde canlandığında cansız tenimden hiç kan geçmiyormuş gibiydi. Makyajsız yürüdüğüm merdivenlerde aklımda yeniden eskiler canlandı. Eskiden magazin dergisinde gördüğüm makyajları sokakta ki insanlar yapıyordu. Buna alışmam zor olacaktı. Eskiler zihnimdeki zamanla yolculuk yaparken hatıralarımı unutmak zaman alacaktı.

Merdivenlerden dikkatli adımlarla inerken Savaşın ayakta beklediğini gördüm.

 

“Neden ayakta duruyorsun? bir yere otursana.” Bakışları benimle buluştu.

“Sorun değil, çok şık olmuşsun.” Diye iltifat etti.

“Beğenmene sevindim.” deyip yanına yaklaştım ve onu süzdüm. Üzerinde beyaz gömlek altında ise siyah kot vardı altı vardı. Taktığı takılar zevkini belli ediyordu.

“Çok yakışıklı olmuşşun. Çıkalım mı?” iltifatını yalan ile karşıladım.

Kafasını olumlu anlamda salladı ve arabaya doğru geçtik. Yol boyunca onu tanıyabilmem için sorular sordum. Bütün yol Savaş’ın yaptığı esprilerle gülerken geçen zamanın farkında değildim.

Verandası olan ev oldukça büyüktü. Tahtadan dekore edilmiş olması kendine ayrı bir hava katıyordu.

“Hoş geldin kardeşim.” yükselen ses bir erkeğe aitti. Savaşın gelmesiyle birlikte herkes bize doğru döndü.

Savaş hepsi ile selamlaştıktan sonra beni tanıttı.

“Bu Eylül yeni arkadaşım” beni arkadaşı olarak tanıtmasına şaşırmadım çünkü operasyon gizliydi.

“Hoş geldin Eylül, gel bize katıl!” bir kadına ait bu cümle yüzünü aramama sebep oldu. Uzun siyah saçları beline kadar uzanıyor ve doğal dış görünüşü ile beraber ihtişamlı bir gösteriş sunuyordu. Gıpta ile kadını incelerken yabancı çevre beni germişti. Yapmamam gereken yanlış davranışları sessizliğim ile korudum.

Etrafta gözlemlediğim herşey gözüme yabancı geliyordu. Sessizliğim bu yüzden korunmalıydı. Dışarda hazırlanan masalara bir göz attım. Ahşap masaların üstüne gelen güneş ışınlarını çardak engelliyordu.

İsmini yeni öğrendiğim Ateş önümde ki tabağa yeni pişmiş olduğu etrafa yaydığı sıcaklıktan belli olan tavuklardan koydu. Koyduğu porsiyonun büyüklüğü bir an için gözümü korkuttu. Derine doğru bakışlarımı çevirdim ve salatayı uzatmasını rica ettim.

“Salatayı uzatabilir misin?”

Derin minik bir tebessümle salatayı uzattı. Hız kesmeden 14 yıl aradan sonra canımın çekebileceği herşeyi tabağıma doldurdum. Ben koyarkan mangal başında ki Savaş arkamdan tabağıma ilave yaptı. Ani gelişi beni korkutmuştu ama bunu kimse fark etmedi.

Kısa bir süreden sonra herkes masaya oturarak yemeğe başladı. Savaş yanıma oturmuştu. Bu huyu beni rahatsız etsede bunu ona söylemekten vazgeçtim. Arkadaşlarının yanında dikkat çekmeye niyetim yoktu.

Yemeğimi hızlıca bitirip tabağımı mutfağa götürdüm. Karnım dolduğu için herkesin daha fazla yemek alma teklifini reddetmiştim.

Yüksek bir sesle “ Lavabo ne tarafta?” dedim. Savaş diğerlerine müsaade vermeyip koşar adımlarla yanıma geldi. Burada ki odalarda geldiğinde üstünü değiştirmiş olmalıydı çünki üzerinde vücudunu saran beyaz bir atlet vardı.

“Karşıya bak!” dediğinde bakışlarım kordidorun sonu ile buluştu. “karşıda 2. kapıdan içeri gir hemen orada.” teşekkür edip yanından ayrıldım ve yürümeye başladım.

Lavabo oldukça sade ve şık dekore edilmişti. Siyah ve altın uyumlu musluğu açıp elimi yıkadım ardından aynada kendime baktım.

Kapı sert bir şekilde açıldığında korkumu gizlemek için tüm damarlarımı bastırdım. Kıvırcık ve dalgalı saçları ile içeri adım aran İçeri Kıvılcıma yer açıp geçmesine izin verecektim ki konuşmaya başladı.

“Herkesin içinde vermek istemedim” dedi. Anlamaz gözlerle ona bakarken eline telefonunu aldı ve telefonundan bir ekran açtı. “Bu benim numaram eğer bir şeye ihtiyacın olursa bana buradan ulaşabilirsin.” Olumlu anlamda başımı salladım.

“Telefonumu şarjda unuttum ama Savş’tan öğrenirim eve gidince.” Telefonum olmadığı için yalan söylemiştim. Söylediğim yalan beni huzursuz ederken gözlerimi masumiyetimi belli etmek için kırptım.

“Tamam canım.” diyip kapıdan çıktı. Bende çok geçmeden yıkadığım ellerimi kurulayıp lavabodan ayrıldım.

Dışarı çıktığımda üstsüz Savaşın bedenini Kıvılcım kaplamıştı. Bakışları o kadar keskin eve geri dönülemezdiki bir an beni yakacaklar sandım. Farklı bir yöne çevirdiğimde Savaş ile bakışacağımızı ummuyordum.

“Eve gidelim mi?”

“Bana uygundur.”

Mutfağa çantamı almak için girdiğim sırada yabancı eve bakarak afalladım.

Arkamdan koşar adımlarla Derin geliyordu. Bir sorun var mı diye arkamı dönüp Derin’e baktım.

Telefonunu eline aldı ve oda Kıvılcım gibi numarasını verdiğinde soluklarım yavaşladı. Nedense Derin bana daha sıcak kanlı gelmişti. Derin telefonu bana gösterirken aklımı başka bir soru kemirdi. Acaba onlara bu akşam nasıl yazacaktım? Savaştan bana telefon almasını istesem yanlış bir şey istemiş olur muydum? Başka bir sorunumuz daha vardı ben telefon kullanması bilmiyordum.

“Teşekür ederim Derin.” Dedim ve rica ederek yanımdan uzaklaştı. Bende Savaş’ı bekletmeden mutfaktan ayrıldım ve yanına geçtim.

“Ben hazırım gidebiliriz Savaş.” Savaş olumlu anlamda başını salladı ve ikimizde onlarla vedalaştık. Hava kararmak üzereydi ama sorun etmeyip arabaya geçtik. Bulutlar ayı gölgesinde izlerken ben onları izlemekle yetinmiştim.

Arabayı sürerken bile üzerinde tişört yoktu. Yol boyunca bakışlarımı ondan uzaklaştırarak boş yolu izledim.

Güneş batıp yerini ay kaplerken duran araç sarsılmama neden oldu. Ne olduğunu anlamadım ve Savaş’a baktım. Savaş arabadan inip lastikleri kontrol ettiğinde aklımda o ihtimal canlandı. Yolda kalmış olabilirdik.

“Lastik patlamış.” mutsuzluğumu gizleyemeden yüzüme yansıttım. Bütün olumsuzluklar beni buluyordu.

Aniden Savaş’a doğru bir kurşun yükseldi. Bu oyuncak kurşun ağaçların arkasında gizlenen bir çocuğa ait olmalıydı.

‘Burası park değil gidin kendi oyun alanınızda oynayın.’ İçimden fısıldadığım kelimeler öfkemi hararetlendirmişti.

Oyuncak kurşun Savaşın bedeninin yanından geçerken ben izlemekle yetindim.

Savaş seri bir şekilde kapıyı açıp beni elimden çekti. O zaman gerçekler ile yeniden yüzleştim. Biri bizim ile oyun oynuyordu. Bu adil bir oyun değildi. Oyun kurucu bir oyunbozanın tekiydi. Kimdi bu şerefsizler? Ağzımı istemsizce onlar için bozmuştum ama umrumda olmadı.

Savaş beni nazik ve hızlı bir şekide araçtan çıkardı ve arabanın arkasına çömelmem için işaret etti. Bunu yaparken dikkatini dağıtmamak için sustum.

“Onlar seni kaçırdığım gün orada öldürdüğüm adamların geride kalanları.” dedi ve yüzüm bir anda morardı. Onları öldürdüğünü sanarken haftalar önce ölenlerin geride kalanları plan yapmıştı. Elim ile dağınık saçlarımı düzeltirken zihnim gerçekleri daha iyi anlamaya çalıştı. Savaş’ın arabası kurşun geçirmez olduğu için içim rahattı. Bunu Savaşın ekibi ile tanıştığım gün öğrenmiştim. Kurşunların sayısı artarken gelen araba sayısıda artıyordu. Artık ne yapacağımızı bilmiyordum ama onları bir şekilde atlatmamız gerekiyordu.

Kurşunlar arabanın ön camını parçaladı ve camlar etrafa saçıldı. Korkum giderek artarken ne yapacağımızı bilmiyordum. Savaş ekibe haber versede onların gelmesi en az yarım saat isterdi.

Savaş bagajı açtı ve oradan siyah bir çanta çıkardı. Çantayı bagajdan alıp içini açtığında içi silah doluydu. Artık beni kaçırmak istediklerini anlamıştım. Savaş eline bir tabanca alıp karşılık vermeye başladı. Karşı ekibin gözü döndüğü için acımasızca davranıyordu. Fakat unuttukları birşey vardı hırsları onlara gizlenmeleri gerektiğini söylememişti. Onlar bizi köşeye sıkıştırdıklarını zannederken Savaş onlara karşılık verdi ve onlarda arabalarının arkalarına koşar adımlarla gittiler.

Savaş bu sürede 3 adamı yere sermişti. Fakat bir sorun vardı. Biz en büyük şeyi atlamış bir aptallık yapmıştık. Bizim arkamız boş ve arkamızdan gelen araba sesleri işimizin bittiğini fısıldıyordu.

Gölgeler ışıkta gizlenmiş yerimizi fısıldarken biz bunu duymuyorduk. Gölgeler sessizliğini korumaya devam ederken korku dolu gözlerle Savaşa baktım. Savaş açıklama yapmak ister gibi oldu ama yapamadı. Yapamazdı artık yerimzi belli edemezdik. Arabanın altından sıkmasınlar diye dua ederken Savaşın kulağına fısıldadım.

“Solumuz orman oraya kaçabiliriz.” Bu söylediğimi gölgeler bile duymamıştı. Bulunduğumuz ıssız yolda sokak lambaları bile olmadığı için arabalarının farları kendi gölgelerini belli ediyordu. Savaş olumlu anlamda başını sallayınca başka çaremizin olmadığını anladım. Arkamızdan ve önümüzden gelen araçlar bize daha da yaklaşıyordu. Elimin tersi ile anlımda ki terleri sildim. Farkında olmadan o kadar terlemiştim ki sırılsıklamdım.

Savaş dudaklarını oynatarak içinden saydı. Onu anlayabiliyordum.

Saydığı süreler dolunca koşmaya başladık. Artık özgürlüğümüz için koşuyorduk. Ben özgürlüğün hasretini 14 yıl çekmişken kendi ellerimle tekrar boğulamazdım. Buna mecburdum.

Ağaçlara doğru koşarken gölgeler bizi fark etti.

Kurşunlar havada sessizce patlatırken bizim için bu kurşunlardan kaçmak tek şansımızdı.

Bir kurşun üzerimize doğru gelirken beni isabet aldığını anladım. “Hayır bu seferde beni öldürmeyi mi planlıyorsunuz!” istemsizce sesli söylemiştim. Öfkem gittiçe artarken kurşun etrafında dönerek bana doğru geliyordu. Koşarken kurşun yağmurundan kaçmak oldukça zordu deneyimsiz birine göre.

Yerimizi fark eden gölgeler arkamızdan koşuyordu. Kurşunlar üzerimize yağarken başka bir şeyden daha kaçacaktık. Hayır bu olamaz diye haykırırken dikkatsiz bir anıma geldi ve tabanca tekrar beni isabet aldı. Kurşun üzerime koşmayı seçerken ben bunu çok geç fark etmişdim.

Kurşunun hedefi kalbimdi! Kurşun kalbimden geçmek için sevinç çığlıkları atarken Savaş bunu fark etti ve üzerime atladı. Hayır bu olamazdı hedef Savaştı! Başka birini daha kaybetmeye gücüm yetmezdi.

Kurşun Savaş’ın içinden geçerken arkamızda ki adamlar koşuşlarını hızlandırmış bize doğru geliyordu. Bende bu sürede ne olduğu anlayamamıştım. Gözlerimde ki yaşlar şelale olmayı seçmişken Savaşın içinden geçen kurşun ise bir katil olmayı tercih etmişti. Göz yaşlarıma boğulan bedenimi engelleyemedim. Dizlerim bedenim ruhum ve tenim. Hepsi hissiz bir varlık gibi hareketsizdi. Kalp atışlarımı hissederken varlığı olduğunu belli etti.

Savaş kollarımda bayılırken kurşun neresine isabet ettiğini göremedim. Ama benim için kalbimden geçmeyi hevesleyen kurşun Savaş içinde bunu istiyor olmalıydı. Arkamızda ki insanlar artık bize yaklaşmış ben bir çıkmazdaydım.

Kucağıma yığılan kaslı kollarla beraber bende otların üzerine doğru dengemi kaybedip düştüm. Artık bize kurşun ateşlenmemesinin hiçbir etkisi yoktu. Savaşın baygın vücudama devrildiğinde zihnimin durduğunu hissettim. Kanla buluşan vücudumu kanın ele geçirmesine izin verdim. Akan kan benim kanım değildi fakat benim için akıtılmıştı. Ölmeyi dilerken Tanrılara dileğimin bir süre daha geri çevirileceği gerçeği ile yüzleştim. O sırada gölgeler şu sözleri haykırdılar uzaktan bile olsa bağırarak; “Her göz bir yarına açılır bu yaşadığımız dünyada olmasada!” bunu o kadar istekli söylemişlerdi ki yere yığılan vücudum bu isteğe karşı gelmek için çok direndi. Ama… diye cümleler kendini tamamlarken konuşmak benim hakkım değildi.

Loading...
0%