@tubamis
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 1 - Balo 17 Ekim 2019 Gittiğimiz her adımda yaşantımızdan herhangi bir ize rastlamadan mutlu olabilmek mümkün müydü? Hiçbir şey yaşamamış gibi davranmak, yaşananları yok saymak, kötülük bile görsek kötülüğü gördüğümüz kişiyi affetmek mümkün müydü? Kin beslememek, iyimser olmak, her yapılanı affetmek bu dünyada yalnızca çaresizlerin lügatına tabii olan kavramlardı. Onların elinden bir şey gelmeyeceği için kendilerini buna mahkûm ederlerdi. Aslında tamamen yanlıştı ancak güçsüzlerdi. İçlerinde yaşayan gücü öldürerek çaresizliğe hapsolmayı tercih etmişlerdi. Ve ben; Erim Koral ne çaresiz ne de gücümü öldürmüş birisiydim. Avuçlarımın arasında tuttuğum kader çizgilerinin gayesi benim bu dünyadaki gücümü temsil ediyordu. O çizgiler bir gün layığıyla birleşecek, yaşanması gereken her şey teker teker yaşanacaktı. Ardında bırakacağı izler ise asla geçmeyecekti. Geçilmesine izin dahi verilmeyecekti. Dondurucu soğuğun yaktığı tenime aldırış etmeden, baş parmağım ve işaret parmağım arasında tuttuğum sigarayı son bir kez daha götürdüm dudaklarıma. Zehri içime çektikten sonra izmariti yere attım ve ayakkabımın ucuyla ezerek sönmesini sağladım. Gök gürlemeye başladığında bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Çok geçmeden birkaç damla yağmur tanesi yere düştü, şimşek çaktı, gök bir kez daha gürültülü bir şekilde gürledi. Bakışlarımı gökyüzünden alıp saatime çevirdim. 17:47. Son üç dakika. İki. Bir. Sıfır. Derin bir nefes soluduktan sonra ağır demir kapıyı kendime doğru çektim ve açılan kapının yarattığı boşluktan içeri girdim. Gitmem gereken yer belliydi. Ne etrafa bakınmaya ne de gitmesem mi düşüncesini düşünmeye herhangi bir hakkım yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. Soğuk mermere sırtımı yaslarken bir ayağımı kendime doğru çektim, başımı hafifçe sağ tarafa eğdim. Akabinde kolumu kaldırarak saate baktım. 17:50. “Tam zamanında geldim,” dedim soluk bir sesle. Bir dakika bile geç kalma lüksüm bundan tam üç yıl önce bugün, bu saatte elimden alınmıştı. Geç kaldığım o bir dakika bana hayatımın darbesini vurmuştu. Geç kaldığım o bir dakika benden hayatımı çalmıştı. “Benimle konuşmaman canımı sıkıyor baba.” Bir süre bekledim. Aksi tekrarlanmadı. Konuşmadı. Konuşmayacaktı. Konuşamazdı. Harelerimi tekrardan babama çevirdim. “Konuşma, tamam,” dedim alışılmış bir ifadeyle. Kuruyan dudaklarımı ıslattım, başımı da soğuk mermere yasladım. Cebimdeki çakmağı çıkardıktan sonra yanması için baskı uygularken, ortaya çıkan ateşi hafifçe yüzüme doğru yaklaştırdım. Uzun bir süre ateşle göz teması kurdum. Sessizce. Yüzümdeki yangı hissi artmaya başladığı vakit damarlarımın kabardığını da hissedebiliyordum. Küçücük bir ateş parçası… Işık tutan, ısı veren küçük bir ateş parçası. Can yakan, karanlığa hapseden küçük bir ateş parçası. “Bu ateş parçasında kendimi görüyorum baba.” Atıştıran yağmur son sözümün üzerine bir anda bastırdığında kaşlarım pervasızca çatıldı. Önce babama, sonrasında elimdeki çakmağa baktım. Ateş saniyeler içerisinde sönmüştü. Yaslandığım mermerden doğrularak elimi ıslak toprağa attım. Çamura attım. Bakışlarım Doğan Koral yazan mezar taşına değdi. Avuçladığım toprak dolu elimi göz hizama getirdim, kokusu burnuma dolan toprağa baktım. “Sana söz veriyorum baba, elime bulaşan bu çamuru, kendi ellerimle ona da avuçlatacağım. Sana söz veriyorum baba, o çamur kin kokacak.” Elimdeki toprağı bir çırpıda yere attıktan sonra oturduğum yerden kalktım ve yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuş üzerime aldırış etmeden mezarlıktan çıktım. Kot pantolonumun arka cebinden sigara paketimi çıkarırken, ıslanmamış olması şükredebileceğim tek konuydu. Dudaklarıma yerleştirdiğim sigarayı yakmak için diğer cebime attığım çakmağı çıkardım ve baskı kurarak yakmaya çalıştım. Ancak ısrarla denememe rağmen çakmak yanmıyordu. Gazının bittiğini fark ettiğimde dudaklarımdan kısık bir küfür savruldu. “Sikeyim!” “Sigara…” Harelerim daha önce hiç duymadığım bu sesle buluştuğunda gözlerim hafifçe kısıldı. “İçmek için fazla genç değil misin?” Bir süre sadece onu inceledim. Bakışlarını kaçırmasına izin vermeyerek ağır adımlarımla sesin sahibine doğru yaklaştım. Yağmur hâlâ yağıyordu. Sırılsıklam olan bedenine, bedenime aldırış etmeksizin dibine sokulduğumda geriye kaçmak için bir hamle yaptı ancak buna izin vermeyerek kolundan yakaladım ve sol elini kavrayarak sağ elimin hizasına getirdim. Huzursuzlanmıştı. Israrla kaçmaya çalışıyordu. Konuşuyordu, susmuyordu. Bakışlarımı gözlerinden alıp ellerimize çevirdim. Kader çizgilerimize dikkatlice baktım. Birbirini tamamlayan, birbirine ait olan kader çizgilerimize. Akabinde yeniden saate baktım. 18:19. Tekrardan bakışlarım çehresini buldu, konuşmak üzere dudaklarım hareketlendi. “Bugünü, bu saati ve bu yüzü… asla unutmayacağım. Şunu da aklından sakın ama sakın çıkarma, mutlaka geri geleceğim.” *** 17 Ekim 2023 Belimi sararak ayak bileklerime kadar uzanan kırmızı, saten, yırtmaçlı elbisemin straplez yaka kısmını hafifçe yukarıya kaldırdım, boynumda ters dönen gerdanlığımı düzelttim. Önümde duran parfüm şişesini elime alırken daha sıkmadan kokusu etrafı sarmıştı. Boynumun iki yanına birer fıs sıktıktan harelerimi duvardaki saate çevirdim. Son bir dakikam kalmıştı. On altı yaşımdan beri kafe, bar tarzı mekânlarda sahne alıyor, şarkı söylüyordum. Yaşım ilerledikçe kendimi geliştirmiş, daha çok insanlara hitap etmeye başlamıştım. Fakat bu yıl lise son sınıftaydım ve önümde kazanmam gereken bir sınav vardı. Sınavdan başarılı bir sonuç gelene kadar sahne almaya ara verme kararı almıştım. Ta ki birkaç gün öncesinde gelen ısrarlı teklife kadar. İnsanları kolay kolay kıramama gibi bir huyum olduğu için teklifi kabul etmiştim ve şu an buradaydım. Üzerimdeki elbiseye kadar her şeyimi mekândaki kişiler ayarlamıştı. Lüks bir yerdi ve ilk defa gelmiştim. Aralık olan kapı tamamen açılıp içeriye makyajımı yapan Gencer Bey girerken kahverengi harelerimi ona doğru çevirdim. Baştan aşağı beni süzerken yanıma geldi, dalgalı olan saçlarıma bir iki dokunuş yaptıktan sonra, “İşte şimdi harikulade oldu,” dedi tekrardan üzerimi inceleyerek. Nezaketen tebessüm ettim. “Teşekkür ederim, Gencer Bey.” “Sahne senin Regina!” Gencer Bey’i ardımda bırakıp odadan çıktım, şarkı söyleyeceğim sahneye geçip ses ekibindekilere kısa bir gülümseme attım. Bana ait olan koltuğa yerleşirken mikrofonu ayarladım ve yanda duran gitarı kucağıma aldım. Başımı kaldırıp kirpiklerimin arasından etrafımdakilere bakındım. Hepsi oldukça alımlı insanlardı. Hiçbirini tanımadığım halde şunu söyleyebilirdim ki oldukça varlıklı bir hayatları vardı. Giyim kuşamlarından tut hal ve hareketlerinden bile belli oluyordu bu. Bir çeşit baloydu ama ne üzerine yapılan bir baloydu bilmiyordum. İşin garip yanı balolarda enerjik şarkılar dinlenir diye biliyordum bugüne kadar, lakin benim söyleyeceğim şarkılar hiç de öyle değildi. Söyleyeceğim şarkılar belliydi. Ben seçmemiştim. Kutlamanın sahibi olan kişiydi galiba her şeyi planlayan. Düşündüğüm şeylerden uzaklaşıp yapacağım işe odaklanmak adına derince bir nefes aldım. “Buse, hazır olduğunda başlayacağız.” Başımı sağ tarafa çevirip sesin sahibi Kemal’e baktım. Elimle onay işareti yaparken, “Hazırım ben,” dedim. Etraftaki ışıklar tek tek sönüp sadece orta kısmı aydınlatan beyaz spot ışık açık kalmıştı. Ekip, şarkının melodisine giriş yaparken gitarın tellerine parmaklarımı dokundurdum. Gitarın çıkardığı sesin beraberinde çenemi dikleştirip mikrofonu dudaklarıma yaklaştıracağım esnada kaşlarım pervasızca çatıldı, yüzünü göremediğim ancak tam karşımda duran siluete baktım. Beni izlediğinin farkındaydım ancak bunu sorgulamadım, bakışlarımı ondan alıp mikrofonuma çevirdim. Şarkıyı söyleyecektim fakat içimdeki bir his buna engel oluyor gibiydi. Boğazımın kuruduğunu hissettiğimde yutkunmaya çalıştım. “Buse, başlamayı düşünüyor musun?” diye bir fısıltı duyduğumda başımı aşağı yukarı hareket ettirdim. Kendimi iyi hissetmek adına yaklaşık on saniyeliğine gözlerimi kapadım, her şeyin iyi olacağına inandırdım. Şarkıya başladığım vakit iyi olduğumu düşünürken yavaşça kapalı olan gözlerimi araladım. Kirpiklerimin arasına yansıyan görüntü karşısında bir anlığına irkildim. Az önceki siluet tam dibimdeydi ve ben bu yakınlıktan rahatsız olmuştum. Bana olan yakınlığını göz ardı edip sesimde pürüz çıkmamasına dikkat ederek şarkımı söylemeye devam ettim. Bakışlarımı gitarıma çevirmiştim ancak onun bakışları hâlâ üzerimdeydi, bunu yoğun bir şekilde hissediyordum. Söylediğim şarkı bittiğinde büyük bir alkış tufanı koparken başımı yeniden kaldırdım ve beni alkışlayan kişilere karşın tebessüm ettim lakin bu oldukça kısa sürdü. Çünkü az önceden beri beni izleyen şahsın belindeki silah tüm dengelerimi altüst etmek için yeterli olmuştu. Oturduğum yerden hızlıca kalkarken odama adımlamak üzere yönümü sola doğru çevirdim. Kemal’in kolumu tutarak hamle yapmasıyla birlikte yürümem durdurulurken çatık kaşlarla Kemal’e baktım. “Nereye gidiyorsun Buse? Daha sadece bir tane şarkı söyledin.” “Çok susadım,” diye bir yalan uydurdum. “Gelirim iki dakikaya.” “Acele et.” Başımla Kemal’i onaylarken kolumu elinin arasından sıyırdım ve yürümek üzere adımladım tekrardan. Ancak bu sefer de önüme birisi çıkarak yürümeme engel oldu. Sağ tarafa kaydım, orada da birisi çıktı önüme. Ne olduğunu anlamaya çalışırken adımlarım geriye gitti. Ve o an anlamıştım ki tüm etrafımı insanlar çevrelemişti. Kendimi salonun tam ortasında bulurken beyaz spot ışık benim üzerimdeydi şu an. Nefes alışverişlerim hızlanırken etrafımı çevreleyenler bir anda kayboldu. Andan yararlanıp kaçacağım sırada belimde bir el hissettim. Belimdeki el beni kendisine çekerken kalbim hızla çarpıyordu. Başımı çevirip belimdeki elin sahibine baktım. Önüme geçip iki elini de belime yerleştirdi. Olayların nasıl geliştiğini idrak edemeden dans ederken bulmuştum kendimi. Harelerim karşımdaki şahsın simasını dikkatlice incelerken zihnimde garip bir an canlanmaya çalışıyordu fakat başarılı da olamıyordu. Bu kahverengi gözler… bu bakışlar… sanki… sanki oldukça tanıdıktı. Kimdi bu adam? Ben daha tek kelime etmeden başını, başımın sağına doğru yaklaştırdı ve dudakları kulağıma değdi. Dudaklarından bıraktığı nefesi ürpermeme sebebiyet verirken, “Neden burada olduğunu biliyor musun?” diye sordu pürüzsüz ve tok çıkan ses tonuyla. Ardından konuşmasına devam etti. “Neden bu kırmızı elbiseyi giydiğini…” Tekrardan yüzüme bakarken parmakları dudaklarımda gezindi. “Bu kırmızı ruj, söylediğin şarkı, bakışlarını daha da şehvetli bir hale getiren makyajın, insanları deli edebilecek bu kokun… hepsi neden biliyor musun?” “Neden?” diye sordum içimdeki sessizliği bozmayı başardığımda. Dudakları genişçe iki yana doğru kıvrıldı. Âdemelması hareketlendi, bakışları yüzümde gezindi. “Kırmızı sana çok yakışıyor Buse. Seni gördüğüm ilk gün kırmızı bir bere vardı başında, o yüzden kırmızı seçtim elbiseni.” “Sen?” Sözümü yarıda keserken, dudaklarını yeniden kulaklarıma dokundurdu. “Sana yıllar önce tekrardan geleceğimi söyledim,” dedi ciddi bir sesle. “Geldim. Bu sözümü asla unutmamanı söyledim. Unuttun. Ama o ki Buse… Sen benim yıllarca özlemini çektiğim tek kadınsın. Senin buraya gelmeni ben istedim çünkü artık sana verdiğim sözü tutmanın zamanı gelmişti. Ve kendini buna hazırla, artık her anında ben varım.” |
0% |