Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Bölüm 15 - Beklenmedik Kişi

@tubamis

Tehlikeli Fısıltı

Bölüm 15 - Beklenmedik Kişi

“Buse, cinsiyetini söyle bakalım.”

Anlamsız bakışlarım yatağında yayılarak yatan Melis’e kaydı. Kahvaltıya Melis’e gelmiştim. “Erkek,” dedim gözlerimi devirerek. Espri yapmış gibi kahkaha attı ve harelerini tekrardan telefonuna çevirdi. Ne yaptığına dair en ufacık bir fikrim yoktu. Sırtımı dönen sandalyeye yaslayarak bacaklarımı yan tarafa doğru sarkıttım.

“Bazen seni bilerek görmezden geldiğini düşünüyor musun?”

“Kimin?”

“Ay kimin olabilir, Buse? Erim’in.”

Erim’in adını duyar duymaz kasılan bedenimin beraberinde, “Neyle uğraşıyorsun sen?” diye sordum.

Omuz silkti. “Sadece evet veya hayır de sen. Anlarsın sonra.”

“Hmm,” dedim düşünme moduna geçerken. Beni görmemezlikten… gelmiyordu. Aksine beni görmek için çabalıyordu. Ya da ben öyle hissediyordum. Ama önemli olan hislerimdi. “Hayır.”

“Erim’de en çok sevdiğin özellik ne, Buse? Okuyorum şıkları. Koruyucu tavrı, özgüveni, masumiyeti, zekâsı, dürüstlüğü, sevgi dolu olması.”

En sevdiğim özelliği… Aslında dürüstlük dışındaki diğer şıklar seçilebilir gibiydi. Ancak tek hakkım olduğunu biliyordum. Sanırım koruyucu tavrıydı. Sanırım değildi, öyleydi. “Koruyucu tavrı,” dedim düşünmem nihayet sona erdiğinde. Melis dediğim şıkkı işaretledikten sonra ekranı kaydırdı.

“Göz göze geldiğinizde ne yapıyor? Gözlerini başka tarafa çeviriyor, seni seviyorum der gibi bakıyor, benimle ilgilenmiyor.” Sorunun üzerine Melis’in dudaklarından kısık bir gülüş döküldü. “Bu soruyu senin adına ben cevaplayacağım.”

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken yatağın ucuna doğru uzanıp küçük yastığı Melis’in kafasına fırlattım ancak yastığı havada kaptı. Gülmesini kestikten sonra diğer sorusuna geçti. “Karşı cinsten birisi seninle alay ederse ne yapar? Kılını kıpırdatmaz, ona kızabilir, sana kıyamadığı için ona haddini bildirir.”

“Bilmiyorum,” dedim fazla düşünmeden. Sonrasında parlak bir fikirle gözlerim ışıldadı. “Bunu deneyelim!”

“Oha, evet! Yapalım. Neyse, bu soruyu pas geçiyorum… Senin bildiğine göre daha önceden çıktığı birisi var mı?”

Bu soru üzerine Erim’in geçen gün söylediği sesler beynimde yankılandı. ‘Bana sevgilim diyebilecek ilk ve son kişi.’ “Eğer yalan söylemiyorsa yok,” dedim düşüncelerimi dışa vurarak.

Melis başıyla onayladı ve geçen bir dakikanın ardından, “Oha!” diye bağırdı. Korkuyla Melis’in yanına gittim.

“N’oldu?”

Melis telefonu uzatarak, “Al kendin oku,” dedi. Telefonu aldım ve gözlerimi hafifçe kısarak ekranda yazan metni okumaya başladım.

Sen nasıl şanslısın öyle. Valla belli ki o da sana yanıp tutuşuyor. Sanırım biraz utangaç bu yüzden de gelip bu konuyu konuşmaya pek cesareti yok. Galiba senden bir adım ya da işaret bekliyor. Yani onu biraz cesaretlendirmen gerekiyor. Bunu da ufak bir bakışınla ya da sözünle yapabilirsin aslında.

“Utangaç değil ki,” diye mırıldandığımda Melis saçımı çekti. Canımın yanmasıyla birlikte yüzümü buruştururken bozuk surat ifademle Melis’e baktım.

“Tek dikkatini çeken şey o mu yani Buse?”

Dediğine hak vererek geri kalan kısımları okumaya koyuldum.

Canım sonuçta o da haklı, o kadar kolay mı hemen gelsin sana açılsın. Bak sen de çekiniyorsun mesela :) Hatta o sırf sen anlama diye senden uzak bile durmaya çalışıyor. Senin vereceğin tepkiden korkuyor çünkü. Aranızdaki şeyin tamamen bitmesinden korkuyor. O böyle uzak davranınca sen de şüpheye düşüyorsun tabii anlam veremiyorsun. Bu konular zaten anlaması epey zor şeyler. Fakat hisler asla yalan söylemez. Onun yanındayken içindeki kıpırtılar, birbirinizin elektriği seni o kadar etkiliyor ki.

Son cümleyi okur okumaz ellerimin terlediğini hissettim. Doğruydu. Onun yanındayken nefes almak bile güç geliyordu bana. Hisler yalan söylemez derlerdi ama… Ya yanıltıcı bir hissin doğru olduğunu düşünüyorsam? O zaman durum ne olurdu?

Aslında sen zaten anlamışsın onun da seni sevdiğini. Yalnızca sözlü olarak duymak istiyorsun haklı olarak. Hadi bakalım sana güveniyoruz, ona gerekli cesareti verebilirsin.

Evet… sözlü olarak seni seviyorum dememişti ancak hoşlandığını söylemişti. Bana âşık gibi davranmıştı ama seni seviyorum kelimesini kullanmamıştı. Yine de inanmıyordum. İnanmak istiyordum ama inanması güç geliyordu. Zaten bu yüzden değil miydi girdiğimiz bu saçma şeyler? Bakışlarım tekrardan metnin en baş kısmına kaydı.

O da seni seviyor cümlesini okuduğumda kanımın fokurdadığını hissediyordum. Aniden telefonu kapattım ve yatağa fırlattım. “Bir test mi karar verecek sevip sevmeyeceğine? Hah!”

“Evet.”

Melis’in umursamazca verdiği cevap karşısında göz devirdim ve yataktan kalkarak masanın üzerinde duran telefonumu aldım. Sessizde olduğu için gelen bildirimleri duymamıştım. Annemden beş tane cevapsız çağrı ve bir mesaj vardı. Kaşlarımı çatarak mesajı açtım.

“Teyzen geliyor, eve gel.”

“Ne!”

***

Aldığım mesajdan sonra apar topar Melislerden ayrılıp eve gelmiş, çaresizce kendimi bıçaklamak istemiştim. Fakat planıma dahil etmediğim kısımda annem yanıma gelerek kafama vurmuştu ve doğaçlama olarak yere düşüp bayılma numarası yapmıştım.

Peki annem yemiş miydi? Yememişti.

İçimden bilmem kaçıncı kez söylendiğime dair herhangi bir fikrim yoktu ancak yüzümde yarım saattir gerçeklikten uzak bir gülümseme vardı. Hayır hayır, teyzemi seviyordum. Hem de çok seviyordum. Zaten bir tane teyzem vardı. Ama böyle pat diye gelmesini yedirememiştim. Teyzem İstanbul’da yaşıyordu. Birkaç günlüğüne kalmaya gelmişti. Annem teyzemden küçüktü. Aralarında üç yaş vardı.

“Hazır mısınız tamamen?”

Annemin sorusu üzerine düşüncelerimden sıyrıldım ve “Ben hazırım,” dedim. Teyzem, henüz bir yaşında olan canım kuzenim Eftal’in bebek arabasını katladıktan sonra, “Hazırız,” dedi ve yerde masumca yatan Eftal’i kucakladı.

Teyzemin bir arkadaşına gidecektik. Bir emaneti vermesi gerekiyormuş. Hayır, kendimin neden geldiğini anlamadığım gibi neden bugün gidiyorduk onu da anlamamıştım.

Daha üç saat önce geldin be kadın…

Annem bebek arabasını kavradığı an buna engel oldum ve “Ben taşırım,” dedikten sonra arabayı kucakladım. Kucaklamamla bedenimin iki büklüm olması aynı anda gerçekleşti. Ne kadar da ağırdı bu böyle! Yine de taviz vermedim ve kapıyı açtıktan sonra bahçeye çıktım.

Arabaya doğru ilerlerken bebek arabasını bagaja attım ve teyzemlerin gelmesini bekledim. Teyzem, Eftal olduğu için arka koltuğa geçerken ben de ön tarafa oturdum. Emniyet kemerlerimizi taktıktan sonra annem arabayı çalıştırdı ve yola koyuldu.

Beril’in piyano kursu olduğu için olan bitenden henüz haberi yoktu. Ama Eftal’i çok sevdiği için bu sürpriz hoşuna gidecekti.

Nereye gittiğimizi asla bilmiyordum ancak sorma gereği de duymamıştım. Gidince elbet görecektim. Radyodan güzel şarkılar çalan bir frekansı açtıktan sonra arkama yaslandım.

“Nereden arkadaşındı bu Müjgan?”

“Caner’le ortak bir projede yer almışlardı,” dedi teyzem annemin sorusuna cevap olarak. “Orada tanıştık. Sık sık İstanbul’a gelir.”

Caner Abi yani teyzemin eşi bir şirketin sahibiydi. Eftal doğmadan önce teyzem de şirkette çalışıyordu ancak Eftal’in doğum süreci sıkıntılı geçtiği için işi bırakmıştı ve doğumdan sonra da çabuk toparlayamamıştı. Bakıcılara bu süreçte güvenmediği için Eftal’in biraz daha büyümesini bekliyordu. Ondan sonra tekrardan işe dönmeyi düşünüyordu.

Ortama sessizlik hakim olmuş, Eftal ise uyumuştu. Kafamı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapatacağım anda annemin sağa dönmesiyle gözlerim yerinden fırlayacak gibi açıldı. Bu sokak… bu sokağı ben biliyordum. Yaşadığım gerginliği bir kenara atmaya çalıştım, “Sakin ol, Buse,” dedim içimden. “Burada sadece o oturmuyor. Sakin ol…”

Annem düşüncelerimi haklı çıkararak daha ileriye gittiğinde derin bir oh çektim.

“Buket evi geçtik.”

Teyzemin cümlesi üzerine annem, “Hay aksi,” diye mırıldandı ve başını arkaya çevirerek geriye doğru gitti. Büyükçe siyah bir kapı ağır ağır açıldıktan sonra annem arabayı evin bahçesine doğru sürdü. Burası yüksek ihtimalle evin arka kısmındaki park yeriydi. Arabayı durdurduktan sonra el frenini çekti ve emniyet kemerlerimizi çıkardıktan sonra arabadan indik.

Küçük çaplı bir kalp krizi geçirmeme hangi yöne gideceğimiz karar verecekti. Karşılıklı olarak iki ev vardı ve bu park alanı sanırım ortaktı. Sağ taraf gitmek istediğim, sol taraf ise gitmek istemediğim kısımdı. Belki şansım bu yöndedir diyerek sağ tarafa doğru ilerlerken, “Balım,” diyen teyzeme baktım. “Yanlış tarafa doğru gidiyorsun.”

“Ha,” dedim sanki gerçekten de karıştırmışım gibi. Akabinde teyzemleri takip ederek sola yöneldim. Ayaklarım geri geri gitmek istiyordu ancak yapamıyordum. Tanıdık olduğum evin kapısının önüne geldikten sonra teyzem zile bastı. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Karşımda otuzlu yaşlarının sonunda olduğunu tahmin ettiğim kumral bir kadın vardı. Boyu da saçları gibi uzundu.

Çok güzeldi.

Büyük bir samimiyetle gülümsedi ve “Hoş geldiniz,” diyerek içeriye davet etti.

Sarılma faslımız bittikten sonra koltuklara yerleştik. Annemi hiç görmemişim gibi dibine sokuldum. Kalbim her an fırlayacakmış gibi atıyordu. Kırk yıl düşünsem teyzemin arkadaşının Erim’in annesi çıkacağı aklıma gelmezdi.

Adının Elisa olduğunu öğrendiğim kadın Eftal’i kucaklayıp severken, “Nasılsın Müjgan?” diye sordu.

“Bildiğin gibi. Seni sormalı?”

“İş güç,” dedi Elisa Abla aynı samimiyetle. Ardından anneme döndü. “Müjgan’ın kardeşi oluyordunuz değil mi?”

Annem başıyla onay verdi. Ardından beni gösterdi. “Bu da büyük kızım.”

Elisa Ablanın kahve hareleri beni buldu. “Seni gözüm bir yerlerden ısırıyor mu?” diye sorduğunda tüm bedenimi elektrik dalgası esir aldı.

Belli etmemeye çalışarak gülümsedim. “Nereden olabilir ki? Belki de birisine benzetmişsinizdir. İnsanlar çift yaratılmıştır.”

Elisa Abla dediklerime ikna olmamış olacak ki, “Bir dakika,” dedi ve Eftal’le birlikte yerinden kalkarak odadan çıktı. Yaklaşık iki dakika sonra ise geri geldi. Özür dileyerek yerine geçerken annemler sohbete başladı.

Sohbet oldukça koyu ilerlemeye başladığı vakit, “Gel oğlum,” diyen Elisa Ablaya baktım. Bakışları kapının oradaydı. Başımı o tarafa doğru çevirmedim ancak hep birlikte ayağa kalktık.

Teyzem hayran gözlerle, “Ne kadar da yakışıklı olmuşsun,” derken Erim, teyzemin yanına geldi ve sıkıca sarılarak, “Hoş geldin güzellik,” diyerek karşılık verdi.

Ardından anneme baktı. Tanımadığı için çehresi sorgulama ifadesine geçmişti. Annem kendini tanıştırırcasına, “Müjgan’ın kardeşiyim,” dedi. Erim aydınlanma yaşadığında yine aynı samimiyetle anneme de hoş geldin dedi ve benim önüme geldi.

Yetişkin ve sağlıklı insanlarda kalp atış hızı dakikada altmış-yüz aralığındaydı ancak benim kalp atış hızlarım şu an neredeyse bin beş yüz gibiydi. Elini bana doğru uzattığında, “Hoş geldin, Buse,” dedi.

Adımı söylemesiyle başımdan kaynar aşağı sular döküldü. Bıyık altından sırıttığını hissedebiliyordum.

Annemin kaşları adımı nereden bildiğini sorgulamak üzere çatılırken taviz vermedim ve “Hoş buldum, Erim,” diyerek uzattığı eli tuttum. Ama bu normal bir tutuş değildi. Erim’i öldürmek istercesine sıkarak bir tutmaydı.

Acısı yüzüne vururken gülümseyerek elimi çektim ve geri oturduk. Erim annesinin yanına geçtikten sonra Elisa Abla bana baktı. “Demek meşhur Buse sendin.”

İşte gidiyorum…

Bir şey demeden,

Arkamı dönmeden...

Şikâyet etmeden.

Hiçbir şey almadan,

Bir şey vermeden,

Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum…

İçimdeki Kazım Koyuncu sevdasını bastırarak boğazımı temizledim. “Meşhur derken… anlayamadım?”

Elisa Abla hafifçe kıkırdadı. “Sürekli senden bahsediyor. Dediği kadar da varmışsın.”

Boğazıma yalancı bir öksürük yerleşirken annem sırtıma vurdu. “Su içmek ister misin annem?”

Hayır anlamında başımı salladım. “İyiyim, iyiyim. Erim de sınıftan arkadaşım anne. Hani demiştim ya sınıfın ortasında nakil geldi diye. O şahıs işte.”

Annemin yüz ifadesi geri eski haline dönerken üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi rahatladım. Erim’in bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bıyık altından güldüğünü de hissediyordum. Adımı da bilerek söylemişti, biliyordum. Adi herif!

Annemler sohbetlerine geri devam ettikten bir süre sonra Eftal huzursuzlanmaya başladı. “Atlas yok mu?” diye sorduğumda, “Yeni uyuttum canım,” dedi Elisa Abla. Anladığımı belli edercesine gözlerimi kırpıştırdım.

Teyzem Eftal’in daha güçlü ağlaması üzerine Eftal’i kucakladı ve susturmaya çalıştı. Ancak Eftal ısrarla susmuyordu. “Biz kalkalım artık,” dediğinde Elisa Abla bunu istemediğini belli eden bir bakış attı. Teyzem gülümsedi ve “Zaten çok oturamayacaktık,” dedi.

“Bunu kabul etmiyorum. İstanbul’a dönmeden tekrardan bekliyorum.”

Vedalaşma faslını bitirdikten sonra odadan çıktık ve dış kapıya doğru ilerledik. Annem ve teyzem benden önce çıkmışlardı. Elisa Abla da annemlerin yanındaydı.

Montumu üzerime geçirme işlemimi nihayet bitirdiğimde evden çıktım ancak Erim’in beni çekmesiyle çıktığım eve geri girdim. Korkuyla annemlere baktım. Odak noktaları burası değildi. Harelerimi Erim’e çevirdim. “Ne yapıyorsun sen?” diye bağırdım fısıldayarak.

Elimi Erim’den kurtarırken, “Çok güzel kokuyorsun,” dedi. Aldığım iltifata tepki veremeyecek kadar uygun olmayan bir ortamdaydık. Çabucak Erim’den uzaklaştım ve annemlerin yanına geçtim.

Kalbim yine çok hızlı atıyordu.

Neden yapıyordu bunu bana? Beni öldürmek mi istiyordu?

***

Güçlü bir çığlık sesi duyduğumda bebek arabasını hiç düşünmeden bıraktım ve koşarak sesin geldiği yöne gittim. Yerde acıyla kıvranan teyzeme korkuyla bakarken annem hemen yere çömeldi ve teyzemin ayağını eline alarak incelemeye başladı.

Evet, Erimlerden ayrıldıktan sonra yine Erimlerin evine oldukça yakın olan bir alışveriş merkezine gelmiştik ve şu an ise bowling oynuyorduk. Daha doğrusu ben bebek arabasındaki kuzenime bakmakla meşgul olduğum için annem ve teyzem oynuyordu.

Ne yazık ki teyzem yere düşüp ayağını sakatlayana kadar…

Annem, “Üstüne basabilecek misin Müjgan?” diye sorunca teyzem umutsuzlukla başını salladı. “Ağrıdan duramıyorum.”

Yüzündeki acı karşısında kanım çekilirken annem, teyzemin koltukaltına girdi ve onu ayağa kaldırdı. “Anne hemen hastaneye gitmeliyiz,” dediğimde annem varlığımı yeni fark etmiş olacak ki bana baktı, daha sonra ise kızarcasına baktı.

“Buse! Eftal’i yalnız mı bıraktın?”

İdrak ettiğim gerçeklik karşısında “Eftal!” diyerek bağırdım ve koşarak sanki kuzenim değilmiş gibi terk ettiğim Eftal’in yanına gittim. Neyse ki hâlâ arabasındaydı ve kendi kendine oynuyordu. Elimi göğüs kafesime yerleştirip rahat bir nefes aldım. Annemle teyzem yanıma geldiğinde annem endişeli gözlerle bana baktı.

“Kızım sen Eftal’i de al eve git. Ben teyzeni hastaneye götüreceğim.”

Annemin isteği bende şok etkisi yaratmıştı. “Anne ben ne anlarım bebek bakmasından ya?” diyerek Eftal’e baktım.

“Buse, başka şansımız mı var annem?”

Derince bir iç çekerek, “Peki,” dedim çaresizce. Bebek arabasını kavradım ve asansörün olduğu kısma doğru yöneldik. Asansöre bindikten sonra aşağı indik ve alışveriş merkezinden çıktık. Annem teyzemi arabaya yerleştirdikten sonra şoför koltuğuna yerleşti. Hastane bizim eve oldukça ters düştüğü için beni bırakmaya vakitleri yoktu. Bu yüzden taksi çağıracaktım.

Teyzem Eftal’in bakımıyla ilgili gerekli bilgileri söyledikten sonra arabanın kapısını kapatmak üzere hareketlendim ancak teyzemin, “Buse!” demesiyle kapıyı tekrardan açtım. Teyzem çantasından bir zarf çıkarırken, “Elisa’ya vereceğim şeyi vermeyi unuttuk,” dedi. Ardından zarfı bana uzattı. “Bunu Elisa’ya götürebilir misin?”

“Acele mi?”

Gözleriyle onay verdi. Gerçi sorduğum soru oldukça saçmaydı. Sırf bu yüzden Elisa Ablaya gitmiştik. Ah be teyzem neden vermeyi unutuyorsun ki… Zarfı elime aldıktan sonra, “Tamam,” dedim ve kapıyı kapattım.

Annemler uzaklaşırken Eftal’e baktım. “Bücür,” dedim hayıflanarak. Akabinde zarfı teslim etmek üzere Erim’in evine doğru yol aldım.

Çok az bir mesafe kalmıştı ki Eftal yeniden ağlamaya başlamıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum ve susmuyordu. Erim’in evinin olduğu sokağa girdiğimde Eftal’i kucağıma aldım ve boş bebek arabasını sürmeye devam ettim.

Kucağa geldiğinde susuyordu ancak kaç dakika sürerdi bilemiyordum. Eve yetiştikten sonra zile bastım ve kapının açılmasını bekledim. Kapıyı Elisa Abla yerine Erim açtığında şaşkınlıkla bana baktı. “Beni görmeden yapamıyor musun yoksa?”

Burnumu kırıştırırken, “Annen nerede?” diye sordum.

“Markete gitmişti. Gelir on dakikaya.”

Zarfı Erim’e mi versem yoksa annesini mi beklesem diye derin düşüncelere dalarken Eftal yeniden ağlamaya başladı. Sırtına vurarak susturmaya çalıştığımda Erim küçümser gözlerle bana baktı. “Bebek böyle mi susturulur?”

“Ya,” dedim tek kaşım havalandığında. “Nasıl susturulur?”

Yüzüne arsız bir gülümseme peyda olurken, “Nasıl susarsın?” diye sordu.

Elimi yumruk yapıp suratına çarpacağım sırada kucağımdan Eftal’i aldı ve “Gel bakalım buraya,” diyerek Eftal’i omzuna yatırdı. Erim kucaklar kucaklamaz susan Eftal’e şaşkınlıkla baktığımda Erim gülmekle meşguldü. Ardından hiçbir şey demeden içeri geçti. Ben de kapıyı kapatarak peşinden gittim.

Erim, Eftal’i yere yatırmış, kendisi de üzerinde duruyordu. Başını Eftal’e yaklaştırarak burnundan öptü. Eftal, Erim’in bu hareketine neredeyse mest olurken bu tablo yaklaşık birkaç dakika sürdü. Ve ben o birkaç dakika zarfında Eftal’i izlemeyi bırakıp onu öpen Erim’i izlemeye koyulmuştum.

Bir bebek… bu kadar güzel sevilir miydi?

Odaya beklemediğim bir anda uykulu gözleriyle Atlas girdiğinde, “Vuse!” dedi beni görür görmez. Gülümseyerek yerimden kalktım ve Atlas’ı kucaklayarak yanaklarını öptüm.

“Nasılsın bakalım?”

“İyiyim, Vuse,” dedi şen sesiyle. Ardından bakışları Eftal’e kaydı ve kucağımdan inerek Eftal’in yanına koştu. “Bu bebek kim, abi?”

“Vuse’nin kuzeni,” dedi Erim, Eftal’in oturmasını sağlarken. Atlas Eftal’le oynamaya başladığında telefonumun titremesi üzerine cebimden çıkardım ve annemin aramasını yanıtladım. Aldığım mükemmel haberlerden sonra, “Harika,” dedim mırıldanarak.

Erim’in kaşları havalanırken, “Sorun ne?” diye sordu.

“Teyzem bowling oynarken düştü ve ayağını incitti. Şimdi de annem aradı, bir gün gözlem altında tutulacakmış ve annem de orada kalacakmış. Babam yine şehir dışında. Beril’de annemin yanına gitmiş. Eftal de bana kaldı…”

“Geçmiş olsun,” dediğinde hafifçe gülümseyerek, “Teşekkür ederim,” dedim.

“Abi, bu bebek çok tatlı,” diyen Atlas’a baktığımda Eftal’in ellerini tutuyordu. “İleride o da senin gibi yakışıklı olacak abiciğim.”

Atlas gülümseyerek harelerini bana çevirdi. “Vuse, bebeğin adı ne?”

“Eftal.”

“Eftal…” diyerek dediğimi tekrarladı. Ancak dili tam dönmediği için Atlas daha tatlı söylemişti bu ismi. Atlas’ın götünü ısırmamak için başka bir sebebe ihtiyacım falan yoktu bence.

“İçecek bir şey ister misin?” diye soran Erim’e bakarak olumsuz anlamda başımı salladım. “Annen gelsin, gideceğim. Teyzem bir zarf verecekti. Unutmuş. Onu getirmeye geldim.”

“Çok güzel Türk kahvesi yaparım bak. Başka yerde içemezsin.”

Egosuna karşın baygınlık geçirirken, “Kötü olduğunu düşündüğün herhangi bir şeyin var mı?” diye sordum.

Hiç düşünmeden, “Var,” dedi. “Gece uyurken yastığa sarılarak uyumak mesela.”

Anlamsızca kaşlarım çatıldı. “E sarılmadan uyu?”

“Sarılmadan uyuyamıyorum ama sarılmak istediğim şey yastık değil.”

Yaptığı imasını anladığım ancak anlamak istemediğim vakit konuyu anında değiştirerek, “Şekerli olsun,” diye karşılık verdiğimde sırıttı ve baş üstüne hareketi yaparak mutfağa gitti. Ben de Eftal’in yanına oturup saçlarından öptüm.

Aynı Buse ablası, pü maşallah!

“Kuzenini çok sevdim, Vuse,” dediğinde Atlas’ın saçlarını karıştırdım.

“O da seni sevdi yavruşum.”

“Buraya sık sık geliyor mu Vuse?”

Başımı iki yana salladım. “Maalesef. Normalde İstanbul’da yaşıyorlar. Geldikçe onu sana getireceğim ama söz.”

“Vuse sözü mü?” dedi heyecanla. “Hı-hım,” diyerek onay verdim. “Vuse sözü.”

Hemen hemen on dakika sonra, “Kahveler de geldi,” diyen Erim’e bakarken uzattığı kahveyi aldım ve “Umarım zehirlenmem,” diyerek mırıldandım.

Bunun üzerine Erim, “Benim zehrim bile şifa,” dedi ve göz kırparak elindeki tepsiyi yanıma koyduktan sonra kendi kahvesini alarak karşımdaki koltuğa oturdu. Kahveyi dudaklarıma götürdüğümde kokusu normalinden farklıydı. “Bu kahve neyli?”

“Portakallı.”

“Daha önce hiç içmedim,” dedim ve kahveden bir yudum aldım. Doğrusu Türk kahvesiyle pek aram yoktu ama bu kahvenin tadı gerçekten güzeldi. Alay edercesine sırıttım, “Nişanlanacağım gün kahvelerimi sana yaptıracağım,” diyerek kahvemden bir yudum daha aldım.

“Büyük ihtimalle o sırada damatlığımı giyiyor olurum. Kahve yapmaya yetişemem.”

Kahveyi boğazıma kaçırmadan zoraki yutkunurken tepsideki suya uzandım ve bir dikişte suyu içtim. “Kahveni bitir de sana fal bakayım,” dediğinde korkuyla, “Hayır!” dedim. Son fal faciamızdan sonra bunu tekrarlayabileceğimi hiç ama hiç sanmıyordum.

“Bakayım, bakayım,” dedim ısrarla.

Kaşlarım havalandı. “Bakabiliyor musun gerçekten?”

Gururlu bir tavır takındı. “Bir zamanlar fal dükkânım vardı.”

“Ne?”

“Şaka,” dediğinde gözlerimi devirdim ve kahvemi bitirdikten sonra fincanı ters çevirerek soğumasını bekledim. Fincanın soğumasının ardından Erim gerçek bir falcı edasıyla fincanı eline aldı ve incelemeye başladı.

“Buse... çok kötü şeyler oluyor. Çok kötü bir şey gördüm.”

“Ne gördün?”

“Gelip senin bakman lazım, çok kötü bir şey… söyleyemiyorum bile,” dediğinde, “Atlas, Eftal’i tutar mısın?” diye sordum ve Atlas, Eftal’i kavradıktan sonra merakla Erim’in yanına sokularak fincanda ne gördüğüne baktım. “Ne? Hani nerede? Ne gördün?”

İşaret parmağıyla bir noktayı gösterdi. “Bak görüyor musun, burada bir kalp var. Onu takip eden yolda ise bir oğlan duruyor. Böyle kaslı, yakışıklı, uzun boylu ve beyaz bir ten rengi var. Kalbin diğer yanında ise sen varsın. Yani bu demek oluyor ki sen bu kalbe ulaştıktan sonra kalbinin sahibini bulacaksın. Sahibi de o çocuk. Çünkü kalbe ulaşır ulaşmaz direkt olarak onu göreceksin,” dediğinde şaşkınca başımı kaldırıp Erim’e baktım.

Az önce dibine sokulduğum için şu an fazlasıyla yakındık ve sadece birazcık hareket etsem burunlarımız birbirine değecekti.

“Yani ben...” diye mırıldandığımda lafımı kesti. “Yani sen âşık olacaksın. Hem de çok fena. Böyle sırılsıklam falan.”

Kaşlarımı çatıp fincana geri baktım. “Onu nasıl gördün?”

“Çocuğun ilerisine bak. Görüyor musun? Orada uçurum var. İleriye gidersen eğer düşeceksin. Geriye gittiğinde ise dikenli teller var. O çocuk tam ortada. Tek kurtuluşun o.”

Dudaklarım aralandı ve başımı Erim’e çevirdim. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda eliyle çeneme baskı uyguladı ve ağzımı kapattı. Bunun üzerine doğruldum ve Erim’den uzaklaştım. “Güzel salladın,” dedim sırıtarak.

“Güzel etkilendin,” dedi o da sırıtarak. Tam o sırada Eftal yeniden huzursuzlanınca yanına gittim. Atlas hangi ara uyuyakalmıştı bilmiyordum ancak Eftal ağlar bir tavırla sürünüyordu. Henüz emeklemeyi öğrenememişti.

Eftal’i kucağıma aldıktan sağa sola doğru sallanmaya başladım. Erim, Atlas’ı kucaklayarak odasına götürdü. Elisa Abla ise hâlâ gelmemişti.

“Benim eve gitmem lazım,” dedim Erim tekrardan yanıma geldiğinde. Ardından cevap vermesini beklemeden kapıya doğru gittim. O da peşimden geldi. Montumu falan çıkarmadığım için herhangi bir hazırlık yapmama gerek yoktu. Zaten ayakkabı çıkarmıyorduk. Malum, zengin eviydi.

Kapıya uzandığımda kapının ben tarafından değil de dış taraftan açılması üzerine bir iki adım geriledim. Elisa Ablayla göz göze geldiğimizde, “Buseciğim,” dedi gülümseyerek. “Tam zamanında yetişmişim. Annenle konuştum. Bugün burada kalabileceğini söyledi. Evde tek kalmanı istemiyor.”

Mahcup ve şaşkın bir ifadeyle, “Hiç gerek yok…” dedim. “Ben eve gideyim.” Fakat daha Elisa Abla ağzını açmadan gürültülü bir şekilde gök gürledi.

“Gitmemen daha iyi olur, canım. Hem Eftal için gerekli birkaç şey aldım.”

Elisa Ablanın bakışları resmen hayır denilemeyecek güçteydi. Her ne kadar istemesem de bir anda yağmur bocalayınca burada kalmaya razı gelmiştim.

Elisa Abla aldıklarını mutfağa yerleştirdikten sonra, “Yardıma ihtiyacın olursa Erim’e söyle. Benim şimdi duşa girmem lazım,” dediğinde anlayışla başımı salladım ve Eftal’in karnını doyurmak için mutfağa geçtim. Ancak Eftal’i sandalyeye oturtamazdım. Düşerdi. Bunun üzerine Erim’i çağırmak adına yanına gittim.

“Yardım edebilir misin? Eftal’i tutman gerekiyor.”

“Hay hay, efendim,” dediğinde sevinçle gözlerim parladı ve Eftal’i, Erim’e doğru uzatarak, “Adamın dibisin Erim,” dedim.

Erim, Eftal’i kucaklarken dediğime kaşlarını çatarak tepki verdi. “Bazen sütçü Cabbar gibi davranıyorsun.”

“Sütçü Cabbar kim?”

“Sütçü işte. Süt satıyor.”

Anlarcasına başımı salladım ve “Çok konuşma da Eftal’e göz kulak ol,” diyerek mutfağa geçtim. Elisa Ablanın aldığı biberonu yıkadıktan sonra su ısıttım ve suyu biberona doldurduktan sonra yine Elisa Ablanın aldığı devam sütünü yeteri miktarda biberona döktüm. Karışımı hazırladıktan sonra bir iki damla bileğime damlatarak ısısına baktım.

Saate baktığımda dokuza geliyordu. Zaman hangi ara bu kadar çabuk geçmişti hiçbir fikrim yoktu. Biberonla beraber Erim’i bıraktığım yere geri döndüm ancak Erim orada yoktu. Odasından başka bir yere gideceğini düşünmediğim için merdivenleri tırmanarak odasına gittim.

Tahmin ettiğim gibi buradaydı. Eftal’i havaya kaldırmış bir vaziyette uçak uçurur gibi oynatıyordu. Kaşlarım çatılırken, “Ne yapıyorsun sen?” diye sordum.

Bakışlarını bana çevirmeden, “Sence?” diye sordu.

“Aşağı indir, karnını doyuracağım.”

Lafımı ikiletmedi ve Eftal’i aşağı indirerek bana uzattı. Yere oturup sırtımı yatağa yasladıktan sonra Eftal’i kucakladım ve “Bana yastık verir misin?” diye sordum. Erim yastığı verdikten sonra yastığı ayaklarımın üzerine koydum ve Eftal’i dizlerimi yatırdıktan sonra başını yastığa koydum. Biberonu Eftal’in dudaklarına yerleştirerek sütü içirmeye başladım.

Sütünü bitirdikten sonra uyuyakalan Eftal’i kucaklayarak Erim’in yatağına bıraktım ve yanına oturdum. Hiç bu kadar yorulduğumu hissetmemiştim bugüne dek. “Sen de uyu,” diyen Erim’e bakarken, “Uykum yok henüz,” dedim.

Anlayışla gözlerini kırptı. “Aç mısın?”

“Pizza yemiştik.”

Perdeyi aşarak içeriye yansıyan şimşeğin ardından gök tekrardan gürledi. Ve çok geçmeden ışıklar kapandı. Karanlık korkum olduğu söylenemezdi. Bu yüzden herhangi bir tepki vermemiştim. Yataktan kalkarak cama doğru yaklaştım ve perdeyi hafifçe sıyırarak sokağa baktım. Her yer karanlıktı. Yağmurun sesi net duyuluyordu. Camı açarak yağmurun kokusunu içime çektim.

“Çok güzel yağıyor.”

“Ama buna rağmen yağmuru sevmiyorsun.”

Camı kapatıp bedenimi Erim’e çevirdim. Haklıydı. Yağmuru sevmiyordum. Daha doğrusu yağmurda ıslanmayı sevmiyordum.

“Güzel olan şeylerden kaçar mısın hep böyle?”

Kıkırdadım. “Yine laf yedim sanırım.”

Tekrardan Eftal’in yanına sokuldum, elimi başıma yerleştirerek Erim’e baktım. “Kendime zarar verebilecek şeylerden kaçıyorum,” diyerek düzeltme yaptım. Bunun üzerine Erim de Eftal’in diğer yanına doğru uzandı ve benim gibi elini yatağa koyarak başını yasladı. Üzerinde siyah bir tişört ile gri eşofman vardı. Odaya yansıyan tek ışık ay ışığıydı ve ışık bizim üzerimize düşüyordu.

“Hep böyle devam etmeyecek biliyorsun değil mi?”

“Derken?” dedim sorgularcasına. Akabinde nefeslendi, dudaklarına bir gülümseme peyda oldu. “Bana karşı tabularını yıkacaksın, bir gün.”

Kolum ağrıdığı için daha rahat bir pozisyona geçtim ve tavana baktım. “Gerçekten de hiç sevgilin olmadı mı?”

“Hayır,” dedi anında.

“Neden peki?”

Sesli bir şekilde güldü. “Allah en güzeline saklamış, kötü mü?”

Başımı hafifçe yan tarafıma çevirdim. “Çisil’e mi?”

Kaşları çatıldı, tiksinircesine yüzünü buruşturdu. “Çisil ne alaka kızım?”

Omuz silktim. “İçimden o geçti.”

Kolunu uzatarak saçlarımı okşadı. “Aynaya hiç bakıyor musun sen? Değil İzmir, dünyada dahi senin güzelliğinle yarışabilecek tek kişi yok.”

Sanki kalbim bir çöldü ve Erim… Erim ve Erim’in sözleri çölde sel oluşturabilecek tek unsurdu.

***

Suratıma yumuşak bir şey çarpınca gözlerimi araladım. Eftal’in uyandığını görünce gülümsedim. Çok geçmeden olay yerini ve olayı kavradım. Hızlıca yattığım yerden sıçradım. Ben Eftal’i ihmal edip uyumuş muydum? Korku dolu gözlerim bir anlığına Erim’i buldu, korkudan dehşete, dehşetten ise normal haline bıraktı kendini. Saçları dağılmıştı ve bu durum onu çok tatlı gösteriyordu.

Görüş açıma Eftal girdiğinde Erim’in üzerine çıktığını gördüm. Tam yere düşeceği sırada panikle Erim’in üzerine atıldım ve Eftal’i tutarak geriye çektim. Derin bir nefes verirken Erim’le göz göze geldim.

Sanırım çocuğu ezmiştim.

Erim mayışmış suratıyla bana baktığında ne gibi bir yüz ifadesine bürüneceğimi bilemedim. Çünkü şu an Eftal, Erim’in üzerindeydi ve benim kollarım da Eftal’i tutuyordu. Başım ise Erim’le dip dibeydi. Neredeyse kirpik saymaya başlayacakken alelacele doğruldum ve yataktan inerek, “Eftal’i tut. Ben lavaboya gideceğim,” dedim, odadan çıktım.

Yüzüme su çarptıktan sonra musluğu kapattım ve aynaya baktım. “Kendine gel, Buse. Sen tüm yakışıklı oğlanlara düşüyorsun. Erim’in uyurken o kadar tatlı olması senin ondan hoşlanmanı göstermiyor. Tamam mı güzelim? Saçma sapan düşüncelere kapılma. Normal şeyler bunlar!”

Motivasyon konuşmamı bitirdikten sonra ellerimi ve yüzümü kurulayarak banyodan çıktım.

Odaya girdiğimde Erim hâlâ yatıyordu ve Eftal de onun üzerinde yatıyordu. İkisini de tanımasam baba-oğul dememem için herhangi bir sebebim olmazdı.

Sırıtarak yanlarına yaklaştım ve eğilerek Eftal’i kucağıma aldım. Daha doğrusu alamadım çünkü Erim izin vermedi. “Erim, bu müthiş tatlı bebeğin kuzeni sen olmak isterdin biliyorum ama Eftal’i bana versen çok iyi olur.” Sözlerimi noktaladığımda gözlerini açtı ve Eftal’i düşürmeden yerinde doğruldu.

Kollarımı uzattım. “Almıyorsun ki,” derken muzipçe sırıttı. Ama bu oldukça kısa sürdü çünkü bir anda yüzünü ekşitti. “Bu koku?”

Eftal’e doğru eğilip totosunu kokladığımda öksürerek iki adım geriye kaçtım. “Sadece süt içen bir bebekten bu koku nasıl çıkabilir ya?” diyerek homurdandığımda Erim aniden yataktan kalktı ve Eftal’i kucağıma koydu.

Dudaklarım aralanırken, “Benim tuvaletim geldi,” diyerek hızla odadan çıktı. Daha doğrusu bez değiştirme işini ona kakalayacağımı hissetmiş gibi kaçtı.

Yüzümü buruşturarak Eftal’i kendime çevirdim. “İçin mi çürüdü be çocuk? Bu nasıl bir koku?” dediğimde Eftal kıkırdamakla meşguldü.

Sızlanarak odadan çıktım ve tekrardan mutfağa gittim. Poşetler aynı yerindeydi. İki poşeti de karıştırarak bez ve ıslak mendil çıkardım ve misafir odasına geçerek Eftal’in altını değiştirdim.

Sayemde otantik çiçek bahçesi gibi kokmuştu.

Elimdekilerle birlikte mutfağa geri geçerken içimden ‘sanırım Erim klozetin deliğine düştü’ diye söylendiğimde Erim içeri girdi. Hiçbir şey demeden Erim’i sandalyenin birisine oturttum ve Eftal’i kucağına verdim. “Takılın siz,” derken elimdeki bezi çöpe attım ve tezgâhta duran bebek mamasının kapağını açtım.

“Kaşıklar nerede?”

Erim eliyle sağ taraftaki ikinci çekmeceyi işaret ettiğinde oraya doğru yöneldim ve kaşık çıkararak mamayı birazcık karıştırdım. Bu meyveli mamaların tadı gerçekten lezzetliydi.

Nereden biliyorsun diye sormayın.

Saatin henüz dokuz olduğunu gördüğümde hüzünle dudaklarım sarktı. “Annenler ne zaman uyanır?”

“En geç on gibi.”

Başımı aşağı yukarı hareket ettirdim ve Erim’in karşısına oturdum. Erim’in parmağını tutan Eftal’in minik elleri beni gülümsetirken mamasından bir kaşık aldım ve dudaklarına götürdüm. Ağzını açıp mamayı yerken ikinci kaşığı da aldım ama bu sefer Eftal mamayı yemek yerine huysuzlanarak kafasını çevirdi.

Dudak büzdüm. “Hadi ama benim minik bebeğim. Uçak geliyor, uçak geliyor, uçak geliyor... Ham,” dediğim sırada Eftal eliyle kaşığa vurdu ve kaşıktaki mamayı suratıma sıçrattı.

Kulaklarıma kahkaha sesi dolarken sinirle Erim’e baktım. “Komik mi ya? Komik mi?!” diye tısladığımda Erim hâlâ gülüyordu.

Yüzümü masanın üzerindeki peçeteyle sildikten sonra Eftal’e beş altı kaşık daha mama yedirdim ve yerimden doğrularak ayağa kalktım. Titreyen telefonumu cebimden çıkarırken mama kavanozunu tezgâha bıraktım. Ardından aramayı yanıtladım. “Anne, durumlar nasıl?”

“Yoldayız şu an. Işıklardaydık arayayım dedim. Uğrayıp seni de alalım. Eftal’le nasıl gidiyor?”

Annem görmese bile gözlerimi devirdim. “Sorma anne, hiç sorma. Az önce mamayı yüzüme boca etti. Tek başıma olsam kafayı yerdim herhalde.”

“Bak iyi ki de göndermemişim seni eve. Zaten elektrikler gitmiş bizim orada da. Kim var yanında?”

“Erim var anne. Elisa Abla uyuyor. Yardım ediyor o yüzden.”

“Tamam, annem. Ben şimdi kapatıyorum. Görüşürüz.”

“Görüşürüz anniş.” dedim ve aramayı sonlandırdım.

Harelerim Erim’e kaydı. “Her şey için… çok teşekkür ederim,” dedim minnetle. Gerçekten de oldukça yardımı dokunmuştu.

“Keşke her dakika dibimde olsan. Seninle vakit geçirmek hoşuma gidiyor.”

Gözlerimi kısarak dudaklarıma alaycı bir sırıtış yerleştirdim. “Buse Uluer’le vakit geçirmek herkese nasip olmuyor. Değerini bil.”

Yersiz egom tabii ki de şakaydı. Ben Erim değildim.

Erim oturduğu yerden kalkarak yanıma doğru yaklaştı ve yarım ağız gülümsedi. Hafifçe eğildi, nefesi boynuma çarptı. Dudaklarını kulağımda hissettim. “İnsan ancak birisini sevdiği an değer bilir Buse. Ve inan bana ben senin bendeki değerini çok iyi biliyorum.”

Bölüm Sonu.

Düşünceleriniz?

En beğendiğiniz sahne?

Az çok demeyelim yorum ve oy atmadan geçmeyelim lütfen... 💚

Diğer bölümlerde görüşmek üzere 🥺<3

Loading...
0%