Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Bölüm 18 - Efsunlu

@tubamis

Tehlikeli Fısıltı

Bölüm 18 - Efsunlu

“Yavaş yavaş baba. Onu bir anda zehirlersem işimize yaramayacak, bunu sen de biliyorsun.”

Tarık Çetiner’in inatçı ve bir çocuk gibi huysuz bakışları kızına değdi. “Bir yılı aşkın bir süredir berabersiniz Derya.” Cümlesini yarıda kestiğinde sinirli bir şekilde soludu, bakışları ürkütücü bir hâl aldı. “Yoksa ona âşık mısın?”

“Saçmalamayı bırak baba! Daha yedi yaşındaydım elimden sevgi denen kavramı aldığında. Yedi ya yedi! Küçüktüm daha, çok küçüktüm! Ne sevgisinden bahsediyorsun sen? Benim birilerini sevmek gibi bir yeteneğim yok. Sakın bana bir daha bu düşünceyle yaklaşma!”

Tarık Çetiner duyduğu sözler karşısında ağlamaklı bir şekilde gülümsedi, kızını kollarının arasına alıp saçlarına uzunca bir öpücük kondurdu.

Derya herhangi bir tepki vermedi. Vermek istemiyordu. “Git buradan.”

“En geç yarına kadar bu işi hallet Derya. Bugüne kadar hiç şüphelendiği oldu mu?”

“Hayır.”

“Güzel. Son doz ağır olacak, biliyorsun. Dikkatli ol, bir şeyleri anlamasına izin verme. Emir diğerleri kadar saf durmuyor. Seni tongaya düşürebilir. Sakın bir şeyler mahvedeyim deme.”

Derya bıkkın bir tavırla başını salladı. Bu cümleleri gereğinden fazla duymaktan sıkılmıştı artık. Fakat babası bunu ısrarla anlamak istemiyordu, kızına bel bağladığı için her şeyi kusursuz yapmasını istiyordu.

Tarık Çetiner yüzüne yerleştirdiği memnuniyet gülümsemesi ile odadan çıktı. Gururluydu çünkü kızı sayesinde çok para kazanmıştı.

Kızı sayesinde milyonları kazanmıştı.

Birçok kişiyi aynı şekilde zehirlemişlerdi. Her defasında az miktarda vücuda enjekte edilen uyuşturucu laneti gün geldiğinde patlak veriyordu. Ne öldürüyordu ne yaşatıyordu. Süründürüyordu. Ve süründükleri gün, Tarık Çetiner yapması gerekeni yapıyordu.

Şahsın organlarını satıp para kazanıyordu.

Polisler peşlerindeydi ancak sıkı güvenlik önlemleri almışlardı.

Yakalanmıyorlardı.

Yakalansalar bile işin içinden sıyrılmayı mutlaka başarıyorlardı.

Derya babası gittikten sonra ağır adımlarla banyoya girdi ve temizlenmek üzere üstündeki kıyafetlerden kurtuldu. Duşunu aldıktan sonra bornozu giyip banyodan çıktı. Saçlarını kurutacağı sırada yatağının üzerinde duran kutuya sorgularcasına baktı. Kutuyu eline alırken usulca yatağa oturdu.

Dışı oldukça ihtişamlı olan kutunun kurdelesini çözdükten sonra kapağını açtı. Kutunun içinde beyaz bir elbise ve küçük bir not vardı. Elbiseyi inceledikten sonra notu okumaya başladı.

“Her gün güzel olduğu yetmiyormuş gibi bu gece ayrı bir güzel olacak biricik sevgilime. Saat dokuz da. Adresi atacağım konumda bekliyorum…

-Emir.”

***

“Sen bu erkek olma işini fazla abarttın bence. Ayrıca çok çirkinsin.”

Melis’in kışkırtıcı bakışları Emir’i bulduğunda Emir bir anlığına söylediği cümleye karşın pişman olmuştu. Hoş, genel olarak ne derse desin Melis onu tersleyecek bir sebep buluyordu. Emir, Melis’ten ne kadar haz etmese de ona sürekli borçlanıyordu ve bu durum hoşuna gitmiyordu. “

Sen istedin,” diye karşılık verdi Melis. “Ayrıca senden daha yakışıklıyım. Kıskanma.”

“Beni yakışıklı bulduğunu bilmiyordum.”

“Ne yazık ki ben sapyoseksüelim Emir.”

Emir, Melis’in dediğini göz ardı ederek Buse ve Erim’e döndü. “912 numaralı oda. Kamerayı yerleştirebilirsiniz.”

İkisi de eş zamanlı olarak onay verdiklerinde beraber otelin kapısından geçip odaya çıktılar. “Nereye koyacağız şimdi?” diye sordu Buse.

“Tavana mı assak?”

Kaşları çatıldı. “Daha kötü bir fikir sunana kadar en kötüsü buydu Erim.”

Bunun üzerine Erim sırıttı. Buse’nin sürekli kaşlarını çatması hoşuna gidiyordu. Onu bilerek sinirlendirmek kaçınmak istediği son şeylerden birisi bile olabilirdi.

Buse bir süre öylece etrafına bakındı, kamerayı koyacak yer aradı. Erim ise Buse’yi izleme taraftarıydı. Yapması gereken bir iş vardı, bunu gayet iyi biliyordu fakat işine gelen şey başkaydı.

“Buldum!” diye bağırdı Buse bir anda. Yatağın yan tarafında, koltukların tam ortasında kalan sehpanın üzerindeki çiçeği eline aldı. “Çiçeğe yerleştirebiliriz.”

Bu fikir Erim’in de aklına yatarken Buse’nin yanına yaklaştı ve çiçeğin yapraklarına küçük kamerayı yerleştirdiler. Ardından çiçek vazosunu geri yerine koydular.

“Buradan her şeyi çeker değil mi?” diye sordu Buse.

“Çeker. Önemli olan Derya’nın bunu fark etmemesi.”

“Umarım.”

Erim, Buse’nin tedirgin bakışlarını fark ettiğinde çevik bir hareketle onu kendisine doğru çekti ve çenesini omzuna yerleştirdi. Buse’nin şaşkın bakışları neler olduğunu kavramaya çalışırken, “Ne yapıyorsun sen?” dedi sahte bir öfkeyle.

“Sana sarılıyorum. Dün her şeyimle seninim demedin mi bana?”

“Sadece sana güvenmek istiyorum dedim.”

Erim umursamazca dudaklarını kıvırdı. “Tamam işte. İkisi de aynı şey.”

Buse bıkkınlıkla Erim’in kollarının arasından sıyrılırken kolundaki saate baktı.

“Buradan çıkmalıyız bir an önce.”

***

Beyaz güller, beyaz mumlar ve beyazların en güzeli giydiği elbise ile Derya Çetiner. Emir usulca sevgilisinin yanına yaklaşarak gülümsedi. “Çok güzelsin. Yine.”

Derya gülümserken kollarını Emir’in boynuna doladı. Geriye çekildiği vakit etrafına bakındı. “Emir… bunca hazırlık ne için?”

“Senin için. Seni sevdiğim için. Elimden gelse her gün yaparım.” Derya utanırken Emir, Derya’nın yanaklarından usulca öptü. “Çok güzel kokuyorsun Kayra,” dedi fısıldarcasına.

“Sen her şeyin daha güzelisin sevgilim,” dedi Derya samimiyetle. Ardından yemek masasına geçtiler.

Emir, her şeyi çoktan ayarlamıştı.

Yemekler yendikten sonra masadan kalktılar. Derya koltuklardan birisine otururken, Emir dolaptan şampanya çıkardı. Derya’nın gözleri etrafı tararken yanındaki çiçeğe odaklandı. Tam koklamak üzere çiçeğe eğilecekti ki bunu fark eden Emir hızlı bir hamleyle Derya’yı kendisine çekti. Derya ilk şaşırsa da fazla bir tepki vermedi ve gülümseyerek dudaklarını Emir’in dudaklarına bastırdı.

Emir’in aklına sebepsiz bir şekilde Melis’in onu öptüğü an gelirken kaşları çatıldı. Fazla zaman geçmeden Derya’ya karşılık verdi. Ardından geriye çekildi ve şampanyayı patlattı. Kadehlere şampanyayı doldurduktan sonra birisini Derya’ya uzattı.

Yatağa oturdukları vakit ikisi de içiyordu.

“Emir,” dedi Derya kadehinden bir yudum daha aldıktan sonra.

“Söyle, güzelim.”

“Beni gerçekten seviyor musun?”

“Şüphen mi var Kayra?”

Hayır anlamında iki yana başını salladı. “Sadece beni sevdiğini söylemen hoşuma gidiyor.”

Bunun üzerine Emir güldü. “Söylemiyorum sanki.” Ardından öpmek için Derya’ya doğru eğildi ancak Derya bir anda ayaklandı. “Bitmiş,” dedi kadehini göstererek. Sonrasında Emir’in elindekini de aldı. "Bu da bitmiş."

Kadehleri sehpanın üzerine koyduktan sonra şampanyayı eline aldı. Emir yatakta uzanırken Emir’e döndü. “Sevgilim, ben çok susadım. Su alabilir misin?”

“Dolapta olması lazımdı.”

“Baktım. Yok.”

“İsteyelim hemen.”

“Gelmesi uzun sürer. Ben çok susadım, beklemek istemiyorum. Lütfen…”

Emir yattığı yerden doğrulurken baş parmağını Derya’nın yanağında gezdirerek, “Asma o suratını,” dedi yumuşak bir sesle. “Getiriyorum hemen.”

Derya teşekkür ederken Emir odadan çıktı.

Derya çabucak çantasına koştu ve çantanın iç gözündeki uyuşturucuyu alarak Emir’in kadehine koydu. Babasının da dediği gibi; Bu sefer dozu ağır olacak şekilde. İkide bir arkasına bakmayı da ihmal etmiyordu. Kadehe şampanyayı döktükten sonra parmağıyla kadehi karıştırdı ve suç teşkil eden maddeyi geri çantasına koydu.

Emir suyu aldıktan sonra hızlı adımlarla Melis’in yanına gitti. Onun bu erkek kılığı komiğine gidiyordu ancak yine de gülmesini bastırdı ve “Ne yapacağını unutmadın değil mi?” diye sordu.

Melis histerik bir kahkaha attı. “Ben ve benim güçlü hafızam daima bir arada.”

“İyi,” dedi Emir soğuk bir tavırla. “Tam beş dakika sonra odaya gel. Şimdi gitmem gerekiyor.”

Emir odaya çıktığında Derya koltukta oturuyordu. Emir’in geldiğini görünce yerinden fırladı ve “Bir tanesin,” diyerek elindeki suyu aldı. Ardından gerçekten de susamış gibi suyu kafasına dikti.

Suyu içtikten sonra bir köşeye fırlatırken Emir’e vereceği kadehi ruj izi olanından ayırt edip gülümsedi. Kadehi Emir’e uzattıktan sonra hülyalı bir bakış sundu sevgilisine. Bir an önce içmesini diledi.

Emir ise bazı şeylerin belli olmaması için minik bir yudum aldı.

Bir an önce Melis’in gelmesini diledi.

Ve dileği o an gerçek oldu, kapı iki kez tıklatılarak içeri erkek kılığına girdiği yetmiyormuş gibi bir de garson kılığına giren Melis girdi. Bu hikayesinin en büyük başarısı Melis’ti. Emir’e bu denli yardım etmesinin sebebi içinde öldüremediği melekleriydi.

Vicdanıydı.

Derya’nın hoşnutsuz bakışları Melis’i bulduğunda Melis hiçbir şey demeden masaya doğru yöneldi ve boşları toplamaya başladı. Emir, Derya’ya bakarak, “Onların da işi bu güzelim,” dedi surat ifadesine karşın.

“Temizlik oda boşalınca yapılmıyor mu? İş bilmezlerin çalışması ne kadar doğru?”

“Kayra, sakin ol sevgilim. Çıkar şimdi.”

Melis içinden Derya’ya ne kadar sövse de atağa geçemiyordu.

Emir sıradaki hamlesini yapmak üzere masanın olduğu bölüme doğru adımladı, Melis’le aynı anda adımladıkları için çarpıştılar ve Emir’in kadehindeki tüm şampanya Melis’in üzerine boca oldu.

“Çok üzgünüm,” dedi Emir mahcup bir tavırla.

Melis yiyecek gibi gözlerle Emir’e bakarken, özür dilemeyi bile doğru düzgün yapamıyor diye geçirdi içinden. Akabinde sorun yok dercesine başını hareket ettirdi. Emir’in elindeki kadehi aldı ve diğer boşlarla birlikte odadan çıktı.

Derya’nın yenilgi hissi tüm vücudunu kaplarken, “Gecemizi mahvetti!” dedi hiddetle. Emir usulca sevgilisinin dibine sokulurken Derya’nın elindeki kadehi dudaklarına yerleştirerek küçük bir yudum aldı.

“Gecemiz henüz başlamadı.”

“Öyle mi?”

Muzipçe gülümsedi Emir. “Banyoya geç. Arabadan bir şey almam gerekiyor. Hemen dönerim.”

“Çok bekletme.”

Emir, Derya’nın şakağına uzunca bir öpücük kondurdu ve “Bekletmem,” diye cevap verdi. Derya ise sevgilisinin isteğini ikiletmeyerek banyoya geçti.

Emir oldukça hızlı hareketlerle kamerayı aldı ve montunu da aldıktan sonra sessiz adımlarla odadan çıktı. Otelden nasıl ayrıldığını bile bilmezken Erim’in arabasında bulmuştu kendini.

“Melis, kadehi aldın mı?”

Emir’in sorusu üzerine Melis poşete sardığı kadehi yukarıya doğru salladı.

Hep birlikte kameradaki görüntüleri izlemeye başladılar. Derya’nın bardağa koyduğu uyuşturucu anbean kayıtlanmıştı. “Vakit geldi,” dedi Emir ve telefondan Ekin’i aradı.

Bunun üzerine Ekin ve ekibi 912 numaralı odaya daldılar, odanın her yerini arayıp uyuşturucu maddesini buldular. Ancak Derya odada yoktu.

Polis ekipleri otelin her köşesini aradı.

Ardından Ekin, arabadan inen Emirlerin yanına geldi. “Emir. Derya kaçmış.”

“Siktir!” dedi Emir öfkeyle. “Oteli aradınız mı?”

“Aradık.”

Söze karışan Erim, “Etrafa bakınalım,” dedi.

Bunun üzerine hep beraber etrafa dağıldılar ancak bulamamışlardı.

“Yine elimizden kaçırmış olamayız!”

“Kaçacağını da düşünmeliydim Ekin. Benim aptallığım!”

“Orada!”

Buse’nin lafı üzerine herkes işaret ettiği yöne baktı. Derya tam karşı tarafta, lüks bir araca biniyordu. “Çabuk!” dedi Erim ve arabaya geçtikten sonra Ekin de ekipleriyle birlikte aracı takibe başladı. Ekin bir yandan komuta vererek aracı sağa çekmelerini söylüyordu ancak nafileydi.

Önlerine bir yol ayrımı çıktığında Erim risk alarak yol ayrımına girdi, son süratle yola devam etti. Yan tarafı uçurumun eşiği olan bir yola sapmışlardı. Erim amacına ulaştığında kovaladıkları aracın önünü kesti. Araç ani fren yaptığında arkadan da polis araçları geldiği için tam arada kalmışlardı. Herkes araçtan indiğinde Derya ve babası bir aradaydı.

“Bu sefer kaçamazsın Tarık Çetiner,” dedi Ekin gelişigüzel bir gülümsemeyle.

Tarık Çetiner kendisini ilk kez bu kadar çaresiz hissediyordu.

“Kanıtlayamazsınız,” dedi hırçın bir şekilde.

Emir gürültülü bir kahkaha attı, elindeki görüntüleri izletti babası ve kızına. Sonrasında Derya’ya baktı. “Sana güvenmiştim,” dedi kırgın bir şekilde. “Sana inanmıştım. Sana âşıktım lan ben! Ama sen nesin? Kimsin sen Kayra? Kimsin!”

Derya hiçbir şey demeden öylece baktı.

Emir bu sefer acıyla güldü. “Kim inanırdı ki bir gün organ mafyasının kızına âşık olacağıma?”

“Emir bildiğin gibi değil…” dedi ağlamaya başladığı vakit.

Melis, Derya’nın yanına yaklaşıp Emir’e kısa bir bakış attı. “Özür dilerim çok içimde kaldı,” dedi, Derya’ya sert bir tokat attı. “Ay rahatladım valla!”

Buse, Melis’in yaptığı harekete gülerken Tarık Çetiner, Melis’e doğru bir adım attı ancak bunu fark eden Emir, Melis’i arkasına aldı. Ekin’e komuta verdiğinde polisler Tarık Çetiner’i yakaladı ve kelepçelediler.

“Yolun sonuna geldin Kayra!” diye bağırdı Emir. “Ait olduğun cehennemine gideceksin birazdan, sonsuza kadar yaşayacağın cehennemine.”

Derya, gözleri dolu dolu bir şekilde Emir’e bakarak, “Emir, yapma!” diye haykırdı. Sesi titrek ama bir o kadar da çaresizdi. “Bırakma beni. Söz veriyorum her şeyi düzelteceğim. Biliyorum, yanlış yaptığım ama ben de seni seviyordum Emir! Yemin ederim ki seviyordum.”

Emir’e adeta yalvarıyordu.

Ancak Emir, bir an bile tereddüt etmeden kararlı bir hareketle kolunu Derya’nın sıkıca tutan ellerinden çekti. O anda Melis, alaycı bir ifadeyle Derya’ya doğru yürüyerek yanına geçti. “Ah, iki yüzlü insanlarla yüz yüze gelmek gerçekten daha korkutucuymuş,” dedi. “Bu gece uyuyabileceğimi hiç sanmıyorum!”

Derya, Melis’in bu soğuk tepkisine dayanamayıp öfkeyle ona döndü, bakışlarındaki çaresizlik yerini keskin bir kararlılığa bıraktı. Bir anda Melis’in kolunu yakaladı ve onu uçurumun kenarına doğru sürükledi.

“Eğer beni affetmezsen bu kızı atarım, Emir!” diye bağırdı, sesinde tartışmasız bir tehdit bulunduruyordu. Sözleri yankılanırken çevredeki sessizlik ağırlaştı.

Melis, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Kalbi deli gibi atıyor, korku bütün bedenini sarıyordu. Buse ve diğerleri, Melis’in başına bir şey gelmemesi için çaresizlikle izlerken, Ekin yavaşça Derya’ya doğru bir adım attı. Ancak Derya gözlerinde çılgın bir parıltıyla Melis’i daha sıkı kavrayıp bir adım geriye çekildi.

“Yaklaşma!”

Emir, durumu kontrol altına almak için Derya’ya bakarak sakin ama ısrarcı bir sesle, “Tamam,” dedi, yavaşça ona doğru yaklaşırken. “Seni affedeceğim. Sadece Melis’i bırak, tamam mı?” Sözlerinde kararlı bir yumuşaklık vardı, Derya’nın gözlerindeki şüpheyi dağıtmaya çalışıyordu.

Derya, birkaç saniye boyunca gözlerini Emir’in üzerinde tutarak onun sözlerinin samimiyetini tartmaya çalıştı. İçinde beliren o küçük umut kırıntısı, Melis’i bırakmaya ikna etmiş gibi görünüyordu.

Yavaşça Melis’in kolunu bıraktı ve Melis serbest kalır kalmaz hızlı adımlarla Buse’nin yanına koşarak arkadaşına sıkıca sarıldı. Kollarını Buse’nin etrafına dolamış, hâlâ yaşadığı korkunun etkisinde titriyordu.

Tam o sırada Derya, Emir’e doğru bir adım attı. Fakat, Ekin’in ona doğru yaklaştığını fark edince aniden geri çekildi. Geriye attığı adımda ayağı bir taşa takıldı ve dengesini kaybetti. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar olmuştu.

Derya’nın ayakları kaydı ve vücudu uçuruma doğru sendeledi. Bir anlık boşluk hissinin ardından, Derya’nın gözleri korkuyla büyüdü.

Emir ve Ekin, Derya’yı kurtarmak adına hamlede bulunsalar da Derya’nın bedeni saniyeler içerisinde uçurumun kenarından aşağıya düşmeye başladı. Bağırmak için ağzını açtı ama sesi yankılanmadan, yamaç boyunca yuvarlanarak gözden kayboldu.

Geriye yalnızca rüzgârın hışırtısı, babasının çığlığı ve herkesin yürek burkan sessizliği kaldı.

***

İki Hafta Sonra, Cumartesi;

Yeni yeni toparlanmaya başlamıştım. Okul dışında iyice eve gömülmüştüm ve tüm zamanımı YKS sınavına çalışarak geçiriyordum. Derya’nın uçurumdan düşmesi, cansız bedenini görmemiz… bünyeme oldukça ağır gelmişti. Melis bu durumlarda soğukkanlı olduğu için kolay kolay etkilenmiyordu ancak ben ne yazık ki öyle değildim.

Emir’den ise haberim yoktu. Okulda da gördüğüm söylenemezdi.

Kadehten alınan örneğin vasıtasıyla Derya’nın işlediği suç kesinleşmişti. Cezası insanları kasten öldürme suçundan müebbetti, tabii ölmemiş olsaydı. Onun yerine cezasını babası çekecekti.

Kızı gözlerinin önünde öldüğü için de delirdiği söyleniliyordu.

Ağzıma attığım cevizi çiğnedikten sonra, “Yarın pikniğe mi gitsek?” dedim Melis’e kısa bir bakış atarak.

Bunun üzerine Melis önce bana, daha sonra ise oturduğu yerden kalkarak pencereden dışarı baktı. Akabinde camı açtı. “Duyuyor musun, Buse? Bir ses geliyor.”

“Yağmur yağıyor.”

“Seller akıyor.”

Melis benimle alay ederken homurdanarak ağzıma bir tane daha ceviz attım. “Ne var yani kış mevsimindeysek? Piknik yapmanın mevsimi olmamalı.”

Melis beni kâle almazken Mert bir elinde içecekler bir elinde ise cips tabaklarıyla içeri girdi.

Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallarken ayaklandım ve Mert’in elinden içecekleri elinden alıp masaya koydum. “On tane kolun yok senin. Arada yardım çağırmalısın.”

Mert’in küçümseyici bakışları beni buldu. “Ben demeden yardım etmen gerekiyordu. Seni küçük sıçan.”

“Ay Mert! Nerede kaldı bu sevgilin?”

Melis’in bıkkınlıkla haykırışı yersiz değildi. Film izleyecektik ve neredeyse bir saattir Dila’yı bekliyorduk.

“Bekleye bekleye ağaç olmadın ya kızım, zırlama. Gelir şimdi.”

Melis gözlerini devirirken Mert’in masaya koyduğu cips tabağına uzandı ancak Mert’in, Melis’in eline vurması cipsi yemesine engel oldu.

“Çek pis ellerini. Herkes gelmeden yiyemezsin.”

“Ay sanki gün yapıyoruz! Bir altınımız eksik.”

Kapı çaldığında Mert, Melis’i göz ardı ederek kapıyı açmak üzere odadan çıktı. Melis de fırsattan istifade az önce yiyemediği cipsten bir avuç ağzına tepiştirdi. Gözlerimi büyüterek Melis’e baktığımda ağzı dolu dolu konuştu.

Daha doğrusu konuşmaya çalıştı.

“Nopoyom kozom, çok conom çokto.”

Melis’in bu haline sırıtırken kot pantolonumun cebinde olan telefonumu çıkardım ve kamerayı açarak Melis’in fotoğraflarını çektim. Kaşları çatıldığında kahkaha atmaya başladım. “Sevdiğim çocuk doğal kızlardan hoşlanıyorum deyince ben.”

Melis cipsleri nihayetinde yutkunduğunda daha konuşamadan odaya önce Mert, arkasından Dila ve en arkasından ise Erim girdi.

Erim’i görmeyi beklemediğim gibi görür görmez heyecanlanmayı da beklemiyordum. Kalbim, göğüs kafesimden fırlayacak gibi atıyordu ve ben bunun sebebini çözemiyordum.

Bakışlarımı anında Erim’den kaçırdım ve kendime gelmek adına derin bir nefes aldım. Erim’in bakışları hâlâ üzerimdeydi, içeriye ilk girdiği andan beri.

Mert, Erim’i çağırdığını söylememişti. Yalnızca Dila’dan haberimiz vardı. Erim’in bakışlarını görmemeye çalışarak Dila’ya yanaştım ve kollarımı uzatarak, “Hoş geldin,” dedim neşeyle. “Görüşemiyorduk ne zamandır.”

Dila sarılışıma karşılık verirken, “Hoş buldum, güzelim,” dedi. “Ne zamandır okul işleriyle uğraşıyordum. Gelemedim yanınıza.”

“Halloldu mu peki?” diye sordum geriye çekildiğimde.

“Halloldu ama buraya biraz uzak olması can sıkıcı.” Neyse dercesine gülümsedi, harelerini Melis’e çevirdi. “Melis, sen nasılsın?”

Yine soğuktu Melis. “İyiyim, sen?”

“Ben de iyiyim.”

Dila, “Erim’le de yolda karşılaştık,” dedi bedenini yeniden bana doğru çevirirken. Bakışlarım Erim’e değdi, göz göze geldik. Ben gülümseyince o da gülümsedi.

“Hoş geldin,” dedim mırıltıyla.

“Hoş buldum,” dedi o da aynı ses tonuyla. Beni taklit ettiğini biliyordum.

“Hadi hadi, film izleyelim.”

Herkes Mert’i onayladığında mutfağa geçip diğer eksikleri de salona getirdim. Mert filmi açtıktan sonra kumandayı gelişigüzel bir yere koydu ve U şeklindeki koltuğun sağ köşesine kuruldu. Mert oraya geçtiği için Dila da yanına sinmişti. Mert elini Dila’nın omzuna atarken saçlarından öptü.

Bunlar da iyice çifte kumru olmuşlardı.

Erim koltuğun tam ortasına yerleşirken Melis’le ben de sol tarafa yerleştik. Sonrasında ortam sükuta boğuldu, yalnızca filmin sesi duyuldu. Korku filmiydi. Perdeler koyu renkli olduğu için de muazzam bir film izleme ortamı yaratıyordu. Bu yüzden Mertlerde film izlemeyi seviyordum.

Ailesi ise Mert bizi çağırdığı için dışarı çıkmıştı.

Filmin ortalarına doğru ben hiçbir gerilim yaşamazken Dila ve Mert’e baktım. Dila korkudan Mert’e sığınmıştı. Bakışlarım Erim’e kaydığında yeniden göz göze gelince kaşlarım çatıldı. Melis’in filme olan dalgınlığından yararlanıp biraz daha Erim’e yaklaştım.

“Sen filmi izlemiyor musun?” diye sordum fısıltıyla.

“İzliyorum.”

“Anlatsana biraz.”

Bunun üzerine Erim nefeslendi, harelerini ekrandan alıp bana çevirdi. “Gözleri çok güzel. Bugüne kadar gördüğüm en güzel kahverengiler onun gözleri. Kaşları da çok güzel. Burnu da güzel… yanakları da güzel…”

Anlamsızca yüzümü buruşturdum. “Erim, sen ne saçmalıyorsun?”

Koyu renkli gözleri birkaç saniyeliğine dudaklarıma değdiğinde gülümsedi. “Dudakları da çok güzel. Tam…”

Erim’in sözü kafasına gelen yastık darbesiyle yarıda kesilirken sinirli bakışlarını Mert’e dikti. Mert de sinirliydi. “Sen korkmuyorsun diye bize mi gülüyorsun şerefsiz?”

Mert’in dediğine ve Erim’in surat ifadesine karşın kahkaha atmaya başladığımda Erim kafasına atılan yastığı geri Mert’in suratına geçirdi.

“Yapacağın işe sıçayım senin!”

Ben hâlâ kahkaha atmaya devam ederken Erim aniden bana döndü ve eliyle ağzımı kapattı. “Gülme daha fazla,” dedi sert ama kısık bir tonla. “Öpesim geliyor seni.” Son cümlesini daha yumuşak ve imalı bir şekilde söylemişti.

Gözlerim yerlerinden fırlayacak gibi açılırken kalbim yeniden yerini terk etmek istiyormuşçasına atmaya başlamıştı. Kalbimi dizginlemeye çalışırken yukarı kattan bir takırtı sesi geldi, herkes aynı anda kafasını kapıya çevirdi.

Mertlerin evi fazla büyük değildi ancak iki katlıydı. Siz de duydunuz mu?” diyerek ayaklanan Dila’ya baktım.

“Cinler bastı,” dedi Melis, Dila’yı kışkırtırcasına. “Birimizin içine girecek şimdi.”

Dila yaşadığı korkuyla bir anda Erim’in kolunu kavradığında kaşlarım yeniden çatıldı. Yanında sevgilisi varken neden Erim’i tutma gereksiniminde bulunuyordu?

Erim’in elinin hâlâ dudaklarımın üzerinde olduğunu idrak ettiğimde geriye çekildim ve Melis’e döndüm. “Biz Melis’le bir bakıp gelelim.” Sonrasında Mert’e baktım, gözlerimi kıstım. “Ev sahibi olarak senin bakman gerekmiyor muydu?”

“Korku filmi izleyelim diyen sendin, altıma sıçtım zaten izlerken. Bir de gelen sese bakmaya mı gideceğim? Hepsi senin suçun Buse.”

Mert’in dırdırına karşın gözlerimi devirirken aynı ses yeniden duyuldu ve Dila, Erim’in kolunu daha da fazla sıktı. Erim de benim kadar Dila’nın yaptığına tepkisiz kalırken hissettiklerimin açıklamasını yapamayacak haldeydim.

Anlık bir hamleyle Erim’in koluna asıldım ve “Sen de gelsene benimle,” diyerek Erim’i peşimden sürükledim. Üçümüz aynı anda odadan çıktıktan sonra Erim’in kolunu bıraktım. “Sen buradaki odalara bak.”

Akabinde Melis’le birlikte yukarıya çıktık. Ses gelmeye devam ediyordu. Sesin geldiği yolu takip ederken Melis kolumdan tutarak beni kendisine doğru çekti.

“Buse… Bu kız neden sevgilisi yerine Erim’e tutundu?” Olabildiğince sessiz söylemişti bunları. “Çocukluk arkadaşı olabilir evet ama… ne bileyim, tuhaf geldi. Zaten hazzetmiyorum kızdan.”

“Refleksle olmuştur belki…”

“Ay Buse! Çıkar at gözlüklerini.”

Melis’in kırıcı sözlerini duymamazlığa verip yarım bıraktığım işi tamamlamak üzere adımladım. Olabildiğince dikkatliydim ancak ses bu sefer arkamdan gelince ödüm patlamıştı.

“Melis?”

Cevap gelmeyince gözüme ilk ilişen şeyi, çalar saati, elime aldım ve hızlıca arkamı döndüm. Arkamı dönmemle bedenimin birisine toslaması bir oldu. İçimdeki çığlığımı bastırmayı becermiştim ama elimdeki çalar saat yere düşmüştü.

Neyse ki halının üzerine düştüğü için ses çıkmamıştı.

Başımı hafifçe yukarıya kaldırdığımda Erim’le göz göze geldim. Geriye çekildim ve kaşlarımı çatarak Erim’e baktım. “Senin işin var burada? Melis nereye kayboldu?”

“Melis’i cinler aldı.”

Tam cevap vereceğim sırada takırtı sesini yeniden işitince tekrardan o sese yöneldim. Gitgide korkmaya başlıyordum. Filmi izlemek gibi değildi yaşamak.

Ağır adımlarımla ilerlerken bir anda üzerime küçük bir köpek atlayınca çığlık attım ve dengemi kaybederek yere yapıştım. Köpek üzerime çıkıp yanaklarımı yalarken Erim’in gülme sesi kulağıma doldu.

Köpeği tutarak üzerimden çektim ve bir hışımla ayağa kalktım. Önce Erim’e daha sonra ise köpeğe baktım. O kadar sevimliydi ki… Gülümseyerek eğildim ve köpeği kucağıma alarak tüylerini okşadım.

“Lan! ben Rıfkı’yı tamamen unuttum,” diyerek yanımıza gelen Mert’e hem sorgular hem de boş bakışlarla baktım. “Rıfkı kim?”

Sırıttı. “Kucağındaki.”

Akabinde Mert, Rıfkı’yı kucağına aldı. “Rıfkı’yı bir hafta önce kapımızda bulduk. Yaralıydı. Görünce içim acıdı ve onu annemle veterinere götürdük. Daha sonra tedavi falan oldu. Kısacası Rıfkı’yı sahiplendik ama size onu anlatmayı unuttum. Kendi halinde de oynuyordu zaten. İndirmedim aşağıya.”

Erim köpeği Mert’in kucağından alırken merdivenlere yöneldi ve aşağıya indi. Biz de peşinden gittik. Salona geri geçtiğimiz de Melis ve Dila oturuyordu.

“Melis, nereye kayboldun?”

“Helaya gitmem gerekiyordu da.”

Hela demesine karşın kıkırdarken Melis’in yanına oturdum. Erim ise Rıfkı’yı seviyordu. Dila hemen yumuşak bir ifadeyle Erim’in dibine sokuldu ve Rıfkı’yı sevmeye başladı.

“Yaa,” dedi tiz çıkan sesiyle. “Bu köpek çok tatlı, sevgilim.”

“Senin kadar değil.”

Melis’le aynı anda birbirimize baktığımızda ikimizin de aklından aynı şey geçmişti.

Gözler, “Hadi oyun oynayalım!” diyen Melis’e döndüğünde Rıfkı andan faydalanmış olacak ki Erim’in kollarının arasından zıpladı ve odadan çıktı.

“Ne oyunu?” diye sordu Mert.

Melis pislik sırıtışı sergiledi. “Kaktüs oturtma.”

Erim ve Dila’nın şaşkın bakışları, Mert’in korku dolu bakışları ve Melis’le benim kötü kız bakışlarımız aynı anda buluştu.

“Oynamayalım!” dedi Mert isyan edercesine. “Sevmiyorum ben o oyunu.”

Dila, “Ne oyunu bu?” diye sorduğunda yalandan boğazımı temizledim.

“Şimdi. Aslında oyunumuz çok basit ama cezası biraz pis bir şey. Aramızdan bir kişi ilk olmak üzere bir şarkı söylüyor ve şarkının istediği kısmında susuyor. Tam sustuğu zaman, denk gelen son kelimesiyle de sıradaki kişi başka bir şarkı söylüyor. Toplam beş tur oynanıyor. Otuz saniye içerisinde de şarkı söylenmezse eğer, toplam skoru yirmi ve yirmiyi geçen kişi kaktüsün üzerine oturuyor. Yani bu demek oluyor ki yalnızca iki defa pas hakkınız var. Her şarkı söylememe on puan.”

“Çok eğleneceğiz!”

En az Melis kadar ben de bu oyunu çok seviyordum. Çünkü bu oyunu biz tasarlamıştık ve içimizde yatan pislik bir şekilde açığa da çıkmalıydı. Bizim şarkılarla aramız iyi olduğu için genel olarak kaktüs dikeni yememiştik ancak Mert bu konuda biraz kötüydü ve sırf bu yüzden oynamayı da istemiyordu.

“Eğer cezayı kabul etmezsek?” diye sordu Dila.

Melis yanıtladı. “Öyle bir hak yok maalesef. Zorla da olsa gerçekleşecek bir eylem. Kaçış da yok yani.”

Dila anlarcasına başını salladıktan sonra, “Oynayalım!” diye şakıdı. “Aslında eğlenceli gibi.”

“Bizim evde kaktüs yok ki.”

Melis, Mert’e alaycı bir gülüş sunarken oturduğu yerden kalktı ve çantasına doğru gitti. Ardından elinde kaktüs ve kum saatiyle geri geldi, kaktüsü tuttuğu elini Mert’e doğru uzattı.

“Çüş kızım ya!”

Melis elindekileri ortadaki masaya bırakırken abur cuburları bir köşeye çektim. Yere minder attıktan sonra masanın etrafında çember oluşturduk. Sırasıyla Mert, Dila, Erim, ben ve Melis oturuyorduk.

“Baş harfi listenin ilk başında olan oyunu başlatsın,” dediğimde tüm gözler bana döndü. Kendi ellerimle kendimi mi yakmıştım? Hayır yakmamıştım! İlk olmak her zaman avantajdı.

“Başlıyorum,” dedim ekibe karşın. “Bu arada yalnızca Türkçe şarkılar.”

“Haksızlık!”

Hepimiz aynı anda, “Sus Mert!” diye bağırdığımızda Mert ürkek bir ceylan gibi baktı, dudaklarına fermuar çekiyormuş gibi yaptı.

Ardından şarkıya giriş yaptım.

Gitme buradan...

Sen olmadan ben asla yaşayamam,

Kesmiyor ne ilaç ne antidepresan...

Nihat Doğan taklidi yaparak söylediğim şarkıya herkes hunharca gülerken ben de gülmeye başladım. Sonrasında vakit kaybetmeden kum saatini kavradım ve çevirdim. “Hadi, Melis’im.”

Mert, “Kulaklarımı kapatsam ayıp olur mu?” diye sorduğunda Melis, Mert’e ölümcül bakışlar attı. Bunun üzerine Dila, Mert’i cimcikledi.

“Ayıp.”

“Aman iyi.”

Mert, Melis’in zamanından çalmıştı ancak Melis süresi bitmeden şarkısını söylemeye başladı.

Antidepresan… gülümsemesi…

Böyle gitme ne olur, böyle gitme ne olur…

Biraz yanımda otur diyemedim…

Melis sustuğunda Mert korkulu gözlerle Melis’e baktı. Melis hiç vakit kaybetmeden kum saatini çevirdi. “Başka duracak kelime yoktu zaten.”

İşaret parmağıyla kum saatini gösterdi Melis. “Süren doluyor.”

Mert’in saniyeleri gittikçe azalırken son anda gürültülü ve oldukça role kendisini kaptırmış bir şekilde şarkıya girdi.

Diyemedim... diyemedim... diyemedim... diyemedim...

Bakarken ardından...

Hayret edercesine kaşlarımı kaldırdığımda, “Oh be!” dedi Mert. Ardından Dila’ya döndük. Melis hızlıca kum saatini çevirdi.

“Mert… şarkının devamı yok muydu?”

“Aklıma o kadarı geldi, yavrum.”

Dila düşünmeye devam ederken süresi bitti. “Of, bulamadım.”

Sıra Erim’e geçmişti. Mert’in kelimesini devam ettirecekti.

“Başla, Erim,” dedi Melis kum saatini eline aldığında. Çok geçmeden çevirdi. Erim ise hiç düşünmeden şarkısını söylemeye başladı.

Ardından,

Derim yeter,

Beni beter bırakıyor bu kelimeler,

Geri dönemem diyenler hep geri döner...

Sen benimle gel.

Erim’in sesi içimde yeni filizler yeşertirken, ‘gel’ kelimesinde sustuğu için sıra bendeydi. “Sıra sen de Buse,” dedi sırıtarak. Bakışlarımı Erim’den alıp kum saatini çevirdim ve yaklaşık on saniye boyunca düşündüm. Nihayetinde aklıma şarkı geldiğinde derin bir nefes aldım.

Gel yârim ol, sevdalım ol,

Sultanım ol, fermanım ol,

Dertlerimin dermanı…

Sustuğumda hareleri Erim’de takılı kaldı. Bakışları anlamlıydı ama ben o anlamı göremeyecek kadar kördüm. Ve oyun başladığından beri hissediyordum ki yalnızca beni izliyordu. Düzeltiyorum, buraya geldiğinden beri beni izliyordu. Beni izlediği düşüncesi kalp atışlarımı hızlandırdığında bakışlarımı kaçırdım ve Melis’e döndüm.

“Çeviriyorum.”

“Çevir.”

Kum saatini çevirdiğimde Melis hiç düşünmeden söyledi şarkıyı.

Dermanı yardadır, sende bulunmaz,

Boşuna benimle uğraşma doktor…

Dokunma! Dokunma!

Benim gönül yarama…

Dokunma doktor…

“Yuh Melis!” diye çıkıştı Mert. “Böyle bir şarkı mı var?”

“Dinletebilirim?”

Mert homurdanırcasına gözlerini devirirken Mert’in süresini başlattım ancak Mert şarkı bulamamıştı. Bu sefer Mert’in aksine Dila söylemişti şarkıyı ve bu şekilde devam ederek son tura geçmiştik.

Hoş, Mert çoktan kaybetmişti ve evden kaçma planları kuruyor gibiydi.

“Sensiz,” dedim heyecanla. Erim’in sırasıydı ve Dila’nın şarkısında durduğu kelime sensiz olmuştu. Erim bana bakıp gülümserken süresini başlattım.

Sensiz değilim, sensiz deliyim,

Hiç iyi değilim, iyi değilim...

Sensiz deliyim, sensiz değilim...

Hiç iyi değilim, delirdim.

Erim’in söylediği şarkı karşısında yutkunmayı unuturken bakışlarım donuklaştı, nefesim kesildi. Bu şarkı… rüyamda duyduğum bu şarkı… dans ettiğimiz…

Tepkisizliğim Erim’in kaşlarının çatılmasına sebep olurken Melis’in saçımı çekmesiyle bakışlarımı yavaşça Melis’e çevirdim ve fısıldadım.

“Ben de delirdim.”

***

“Çok sıkıldım,” diyen Mehmet’e baktığımda bıkkınlıkla ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.

“Ben de fazlasıyla sıkıldım.”

“Buse.”

“Mehmet.”

“Akşam bize gelsene.”

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. “Neden?”

“Felekten bir gece çalarız?” dediğinde güldüm.

“Olur aslında. Gelecek olursam haber veririm.”

Beden dersi başkanımız Alper sınıfa aniden daldığında gözleri direkt beni buldu. “Buse,” nöbetçisin bugün. Erim’le birlikte.”

“Erim mi? Nöbetçi sıralaması mı değişti?”

“Değişti,” dedi gözleriyle onaylayarak. Mehmet’in anında yüzü düşmüştü. Çünkü normalde Mehmet’le nöbetçi oluyordum listede adımız art arda olduğu için. “Biz spor salonundayken sınıfı havalandırmayı ve sınıfı kolaçan etmek sizin göreviniz.”

Sanırsın büyük bir iş yapıyorduk.

“Her seferinde aynı şeyleri söylemekten sıkılmadın mı Alper?” dediğimde Erim sınıfa girdi. Kısa süreli bakışlarımız birbirini bulduğunda, “Estağfurullah, güzelim. Bu benim kutsal görevim,” dedi Alper. Bir anda güldü. “Kafiyeli oldu lan!”

“Sınıf emniyet altında!” dedim ve asker selamı çaktım.

“Aferin asker!” dedi ve gülümseyerek sınıftan çıktı.

“Eğlenceli birisine benziyor,” dedi Erim, Alper’i kastederek. Harelerimi Erim’e çevirirken çene kaslarının belirginleştiğini görmüştüm. Garipsesem de üstüne düşmedim.

“Öyledir.”

Ders zili çaldığında Mehmet ayaklandı ve “Akşam gel olur mu?” diye sordu.

Bilmiyorum dercesine dudak büzdüm. “Söz vermeyeyim.”

Mehmet bana gülümseyerek karşılık verirken Erim öğretmenler masasının olduğu kısma doğru ilerledi ve camı açtı. Daha sonra ise diğer camları da açtı. İçeriye soğuk hava anında dolarken, “Bugün ayrı bir soğuk,” dedi Mehmet.

Bunun üzerine Erim lafa karıştı. “Bence sen bir an önce spor salonuna in. Üşütüp hasta olmanı istemem. Yeni iyileştin sayılır.”

Düşünceli değildi. Kibarca Mehmet’i sınıftan kovmuştu. Mehmet, Erim’e cevap vermeden sınıftan çıktı. Erim ise bir şeyler mırıldanmıştı ama ne dediğin anlayamamıştım.

“Sen yaptın değil mi?” diye sorduğumda yarım ağız gülümsedi. “Neyi ben yaptım?”

“Nöbetçi sırasını sen değiştirdin.”

Hiç düşünmeden, “Evet,” dedi saniyesinde. “Mehmet’le seni bir arada tutmak Erim Koral kanunlarına aykırı.”

Oldukça üşümeye başladığımda sıramdan kalktım ve bir cam hariç diğerlerini kapattım. Sonrasında öğretmenler masasına oturup ellerimi kalorifere yapıştırdım. “Erim Koral kanunları ne?”

Sırtını duvara yaslarken ellerini göğsünde birleştirdi. Üzerinde gri bir kapüşonlu ceket vardı ve saçları her zaman olduğu gibi dağınıktı. Bu çocuk gün geçtikçe yakışıklı mı oluyordu bana mı öyle geliyordu?

“Buse Uluer’e yaklaşan her erkeği uzaklaştırmak için alınan tüm önlemler.”

Verdiği cevaba kıkırdarken, “Mehmet benim yakın arkadaşım,” dedim. “Bunu daha önce de söyledim sana.”

“Ama o sana arkadaş gözüyle bakmıyor, Buse.”

“Saçmalıyorsun.”

Yaslandığı duvardan ayrılıp yanıma geldi ve sandalyeyi çekerek oturdu. “Bana bahsetsene biraz kendinden.”

Bunu demesini beklemiyordum. “İzlenimlerden yola çıkarak öğrenmeni yeğlerim.”

“O ayrı bir olay. Hakkında bilmediğim çok şey var. Öğrenmek istiyorum, merak ediyorum.”

Bu adam beni kalpten götürecekti bir gün…

Başımı önüme çevirdim ve bir süre ne anlatsam diye düşündüm. Ardından, “En sevdiğim renk yeşil,” diyerek başladım söze. “En sevdiğim çiçek nergis, en sevdiğim koku şeftali kokusu ve yağmurdan sonra çıkan toprak kokusu.”

O an fark etmiştim ki Erim’in kokusu da bu kokuya benziyordu.

Demek bu yüzdendi Erim’i soluduğumda aldığım rahat nefes.

“Bazen herhangi bir olay olduğunda, elimden hiçbir şey gelmiyorsa eğer… bir anda kendimi sevmediğim her şeyi yaparken buluyorum. Mesela… Geçen gün kendi isteğimle pırasa yapıp yemiştim. Nasıl sindirdim bilmiyorum ama… pırasadan nefret ediyorum normalde.”

Erim dediklerime gülümserken kıkırdadım ve devam ettim. “Belki sana komik gelebilir ama tam bir pijama bağımlısıyım. Dolabımın yarısı pijamalarımla dolu.” Aklıma başka bir şey gelmediğinde sustum, harelerimi camdan alıp Erim’e çevirdim. “Çok sıkıcıyım değil mi?”

Erim oturduğu yerden kalkarken boyumuzu eşitledi ve başını yüzüme yaklaştırdı. “Hayır, sıkıcı değilsin. Aksine uçsuz bucaksız bir girdap gibi içine çekiyorsun insanı. Nesin sen böyle Buse? Nereden çıktın karşıma? Seni görmeden yapamaz oldum ben, sesini duymadan kendime gelemez oldum. Efsunlusun, Buse…ve bana gereğinden fazla tesir ediyorsun.”

Neydi aşk denen kavram?

Neydi iki üç söze kalbinin deli gibi atması?

Neydi benim bu denli sözlerine kanma isteğim?

Loading...
0%