Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Bölüm 19 - Dilek

@tubamis

Tehlikeli Fısıltı

Bölüm 19 - Dilek

Şirketin kapısından geçtikten sonra derin bir nefes aldım ve asansöre doğru ilerledim.

Yedinci katın düğmesine bastıktan sonra kapının kapanmasını bekleyerek yönümü aynaya çevirdim. Şirket olaylarına fazla alışık olmadığım için şu an kendimi oldukça tuhaf hissediyordum. Asansörün kata gelme sesini işittiğimde son bir kez daha kendimi kontrol ettim ve açılan kapının ardından asansörden çıktım.

Yetkili personelin tarifine göre sol koridorun sonuna doğru adımladım. Ancak sağ tarafa dönmemle babama çarpmam bir oldu. “Baba?” dedim sorgularcasına.

Babamın bakışları bana çevrildiğinde hızlıca yanağımdan öptü ve “Kızım sen odamda bekle,” diye izah etti. “Şimdi toplantıya gidiyorum.”

Babamı başımla onaylarken babam yanımdan geçti ve koşar adımlarla gözden uzaklaştı. Buraya babamın evden istediği birkaç dosyayı getirmek için gelmiştim ama toplantı saatine denk geleceğimden haberim yoktu.

Ağır adımlarımla kapının yan tarafında babamın adı yazan odaya geçtim ve masanın hemen dibindeki siyah deri koltuğa oturdum. Bakışlarım etrafta gezindiğinde oldukça ferah bir oda olduğunu fark etmiştim.

Arkama yaslanıp elimi montumun cebine attığım vakit odanın kapısı aralandı, içeriye Direnç girdi ve arkasından kapıyı kapattı.

Gözlerim kısıldığında, “Kokumu mu aldın?” diye sordum alayla. Dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme peyda olduğunda karşımdaki koltuğa oturdu, hafifçe öne doğru eğilerek kollarını dizlerinin üzerine koydu.

Konuşmak için hazırlanıyordu ki bir anda yüzü ekşidi ve hapşırdı. Boş boş Direnç’in suratına bakmaya devam ederken, “İnsan çok yaşa der,” dedi homurdanarak.

Sırıttım. “Çok yaşamanı isteseydim derdim belki.”

“Ölmemi mi istiyorsun?”

“Sadece şu an cezanı çekiyor olmanı istiyorum.”

Arkasına yaslanırken, “Ceza,” dedi histerik bir şekilde gülerek. “Suçlunun yanında durarak suçluyu savunan kız, ceza çekmemi istiyor.”

Gerilmeyecektim.

“Suçlu olan sensin. Gözlerimin önünde arkadaşımı vurdun.”

“Kanıtın var mı?”

“Keşke olsaydı.”

“Hiç düşünmedin değil mi?”

Cebimden telefonumu çıkarırken, “Neyi?” diye sordum. Ardından telefonumun tuş kilidini açarak gelen bildirimlere göz gezdirdim.

“Mehmet’i vuran kişinin ben değil de Boran olduğunu.”

En üstteki bildirime tıklayacak olan parmağım havada kalırken harelerimi Direnç’e çevirdim. “Ne saçmalıyorsun? Boran’ın derdi benimle. Mehmet’le değil. Lakin senin derdin Mehmet’le, benimle değil.”

“Yanılıyorsun.”

“Boran neden Mehmet’i vursun?”

“Ben neden vurayım?”

“Çünkü sebebini bilmediğim bir nefret besliyorsun. Yetmiyor gibi beni de saçma sapan oyunlarına alet etmeye çalışıyorsun. Seni görmek istemediğim her an dibimde bitiyorsun. Hepsi az olmuş gibi babamları ortaklığa ikna ettin Direnç. İnanamıyorum sana.”

“Zaten hiçbir şeyime inanmadığın için tartışıyorsun benimle.”

Kolumdaki çantadan babamın istediği dosyaları çıkarıp masasına koyduktan sonra Direnç’in önüne doğru yaklaştım. “Kanıtlayabilir misin Mehmet’in tehlikeli birisini olduğunu?”

Benim gibi o da ayağa kalktığında bir anda kalktığı için oldukça yakın bir mesafedeydik. Kokusu ciğerlerimi doldururken bir anlığına hareleri yüzümde gezindi. Gözleri yine maviydi. Lens takmayı bırakmış mıydı?

“Kanıtlarım,” dedi düşüncelerimi bozarken. “Ama yapmayacağım. Mehmet kendi kendine kanıtlayacak sana tüm gerçeği.”

Bıkkınlıkla solurken, “Yalanlarını dinlemek istemiyorum,” dedim ve Direnç’ten uzaklaşıp kapıya doğru ilerledim.

Kapı kulpunu kavradığımda, “Dikkate almadığın uyarılarımın sebebini öğrendiğinde benden özür dileyeceksin,” dedi oldukça kendinden emin bir ses tonuyla.

Başımı Direnç’e doğru çevirip kısa bir bakış attım. “Öyle bir şey olmayacak. Cezanı çekeceksin.”

Akabinde hızla kapıyı açtım ve odayı terk ettim. Babamı beklemediğim için kendimi kötü hissediyordum ancak Direnç'le aynı ortamda bulunduğum zaman da boğulacak gibi oluyordum.

***

Yazardan;

Genç kızın mavi parlak hareleri etrafta avını bekleyen kaplan gibi gezinirken amacına ulaşır ulaşmaz ininden çıktı ve koşar adımlarla avına doğru yaklaştı. “Emir!”

Emir, Melis’in aniden gelmesine karşın kaşlarını çatarken, “Efendim,” dedi soğuk bir sesle. Melis’e özel değildi aslında soğuk tavırları. Genel olarak da böyleydi. Hatta Melis’e daha sıcakkanlı bile yaklaşabiliyordu bazen.

Melis, gözlerinde şimşek çakan bir parıltıyla Emir’e dönüp pis pis sırıttı. Bugün onun günüydü ve bu fırsatı tepe tepe kullanacaktı.

“Hatırlarsan bir iddiaya girmiştik hani şu kaybettiğin.”

“Ee?”

“Onu bugün gerçekleştiriyoruz. Haydi bakalım Emir, ilk görev!” dedi Melis, sanki yılların generaliydi de emir komuta zincirinin en tepesindeydi. “Bugün benim kölemsin ve o gururlu egonu bir kenara bırakıp her dediğimi yapacaksın, anlaştık mı?”

Emir derin bir iç çekti, kaçabileceği bir yol aradı ama çare yoktu. Melis’e kafa tutmak, bir kaplana havlayarak yanına yaklaşmak gibi bir şeydi. Kafasını sallayıp istemeyerek de olsa kabul etti.

“Tugay’la beni yemeğe götüreceksin. Hesaplar da senden.”

Emir, Tugay ismini duyduğunda kasıldığını hissetti. Hiç hazzetmiyordu Tugay’dan ancak bunun sebebini herhangi bir olaya bağlayamıyordu. Acaba Melis’e yakın olması mıydı diye düşünüyordu ancak ihtimal de vermiyordu.

“Şimdi mi?”

Melis onaylarcasına başını salladı. Emir o an fark etti ki Melis çoktan hazırdı. Melis’e karşı haksızlık ettiğini biliyordu. Onun sayesinde hayatını mahvedecek kişiden kurtulmuştu. Melis’in sayesinde öğrenmişti uyuşturucu kullanmadığı halde neden zarar gördüğünü.

En son hastaneye getirdiğinde Direnç’in her zaman ki halleri dediğini biliyordu ancak gerçeğin ne olduğunu henüz bilmedikleri içindi söyledikleri bu yalan. Belki de Melis’e daha fazlasını borçluydu. Ve o gün kendi kendine söz vermişti ona daha ılımlı yaklaşacağına dair.

“Tugay nerede?”

“Gelir şimdi.” Bakışları yan tarafa kaydığında, “Geldi hatta,” dedi ve hızlı adımlarla Tugay’ın yanına gitti. “Emir bırakacak bizi. Kendisi özel hizmetlim bugün.”

Melis sırıtıyordu ancak Emir iç çekmekle yetinmişti.

Tugay ilk sorgulasa da irdelemedi ve okuldan çıktıktan sonra Emir’in arabasına geçtiler. Tugay ve Melis arkada oturuyordu. Melis, Emir’e gidecekleri adresi söyledikten sonra arkasına yaslandı ve başını Tugay’ın omzuna koydu.

Tugay’ın dudaklarına küçük bir tebessüm yerleşirken kolunu Melis'in omzuna attı. Eskiden beri hoşlanıyordu aslında Melis’ten ancak aralarına saçma bir soğukluk girdiği için tekrardan yanaşma cesareti bulamamıştı.

Şu an ise ona Melis yaklaşmıştı ancak sebebini bilmiyordu.

Sadece Melis’in de ondan hoşlandığını düşündüğü için mutlu oluyordu.

Yaklaşık yirmi dakika sonra Melis’in söylediği adrese yetiştiler ve hep birlikte arabadan indiler. Emir de Melislerin peşinden giderken Melis kaşlarını çattı ve Emir’in kolundan tuttu.

“Sen bizi burada bekle. Ben yemek bitince çağırırım seni.”

Emir istemese de başıyla onay verdi ve arabasına yaslandı. Boynunu iki yana doğru çıtlattıktan sonra kollarını göğsünün üzerinde birleştirdi. Tugay’la, Melis’i daha da yakın görmüştü bugün. Melis başını Tugay’ın omzuna koyduğunda Tugay’a dalmamak için zor tutmuştu kendini.

Melis ve Tugay yemeklerini sipariş ettikten sonra Tugay yalandan boğazını temizledi ve “Melis,” dedi usulca.

Melis’in mavileri Tugay’a değdi. “Canım?”

Tugay aslında oldukça rahat bir insandı ama Melis’in yanındayken eli ayağına dolanıyordu bir şekilde. Söze nasıl gireceğini bilmezken bir anda pat diye, “Sevgili misin benimle!” diye sordu hızlı hızlı.

Melis korku dolu bir bakış atarken, “Ne?” diyebildi sadece.

Tugay kelimeleri karıştırdığını anladığında masadaki sudan bir iki yudum içti ve biraz daha toparladı kendini. “Melis. Uzun süredir senden hoşlanıyorum ben. Daha öncesinde de gelmek istedim ama cesaret edemedim. Hazır aramız iyiyken yeniden bozulmasın diye de bu kadar erken davrandım. Yani demek istediğim… eğer sen de boş değilsen bana karşı…”

“Olurum,” dedi Melis, Tugay’ın sözünü yarıda keserek. Tugay’dan hoşlanmıyordu ancak Tugay’ın kendisini sevebileceğini de düşünmüyor değildi. O yüzden şans vermek istiyordu. Sevilmek istiyordu.

Tugay’ın hareleri mutlulukla parlarken Melis'in masada duran elini ellerinin arasına aldı ve küçük bir öpücük kondurdu. Melis gülümseyerek tepki verdiğinde bir kez daha güzelliğine hayran kaldı Tugay.

Yemekleri geldikten sonra bol sohbetli bir yemek yiyip kalktılar masadan. Tugay hesabı ödemek için kasaya yöneldiğinde Melis, Tugay’ı durdurdu. “Sen ödeme. Emir ödeyecek.”

Tugay’ın kaşları çatıldığında, “Ne alaka?” diye sordu.

“Sonra anlatırım.”

Melis Tugay’ın yanından ayrılıp Emir’in yanına gitti ve “Ödeyebilirsin,” dedi rahatlıkla. “Tugay’ı eve bıraktıktan sonra dediğim adrese gideceğiz. İkinci görevini yapacaksın.”

Emir’in devrilen gözleri Melis’i buldu. “Bir an hiç doymayacaksınız sandım.”

Melis, Emir'i göz ardı ederken Emir hesabı ödemek için restorana geçti. Emir gittiğinde Tugay geldi. Melis’in elini, elinin arasına aldığında kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. İlk sevgilisi değildi ancak Melis çok farklıydı gözünde.

Emir çok geçmeden geri geldiğinde bakışları direkt olarak Melis ve Tugay’ın birlikte olan ellerine kaydı. Melis bunu fark ettiğinde sebepsiz bir şekilde huzursuzca kıpırdandı ve elini Tugay’ın elinden çekerek arabaya geçti.

Tugay ve Emir’in arasında korkunç bir bakışma yaşanırken onlar da arabaya yerleştiler. “Tugay’ı evine bırakalım,” dedi Melis, Emir’e bakarak. Ardından Tugay adresini söyledi.

Emir o kadar hızlı sürmüştü ki arabayı on dakikalık mesafeyi beş dakikaya indirmişti.

Tugay’ın evinin önüne geldiklerinde Melis, Tugay’a sarıldı ve “Görüşürüz,” dedi neşeli bir tonla. “Çok güzel bir gündü.”

Tugay gülümsediğinde, “Görüşürüz, güzelim,” dedi ve arabadan indi. Melis Tugay’a el sallayacağı sırada Emir bir anda gaza basınca neye uğradığını şaşırmıştı.

Çok sürmeden yavaşladı Emir. Fakat bu sefer de çok yavaş gidiyordu. Melis, Emir’in bu dengesiz hallerine asla anlam veremiyordu.

“Az önce tavşanken şimdi neden kaplumbağaya döndün?”

“Ayağım yoruldu.”

Melis baygın bir bakış atarken adresi söyledi ve oraya doğru yol aldılar, kısa sürede bir mağazanın içerisine girdiler.

İkinci görev, Melis’in seçtiği kıyafetlerle dolaşmaktı. Aslında pek de “seçmek” denemezdi. Melis, Emir’e pembe renkte, saçma sapan süslerle dolu bir tişört ve kapri pantolon uzatırken gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Diğer elinde de sivri burunlu, parlak yeşil ayakkabılar vardı.

“Bunları giymemi mi istiyorsun?” diye sordu Emir, kaşlarını kaldırarak.

“Tabii ki, çok yakışacak. Hem sevgilim olmasa, bu tip kıyafetlerle sokağa çıksan kesin sana âşık olurdum,” dedi Melis, dudaklarında sinsice bir gülümseme belirmişti. “Ama ne yazık ki sevgilim var, o yüzden sana âşık olamam. Gerçi, olmasa da olmam ama neyse, konumuz bu değil.”

Emir, zoraki de olsa pembe tişörtünü, pembe kaprisini ve yeşil, parlak ayakkabıları üzerine geçirip aynada kendine baktığında, tam anlamıyla dehşete düşmüştü. Bu da neydi böyle?

Melis usulca Emir’in yanına yaklaşıp gülmemek adına dudaklarını birbirine bastırırken, “Hadi şimdi dışarı çıkıyoruz, önce bunları satın alalım da” dedi göz kırparak. Sanki bu utanç verici durum yetmezmiş gibi bir de bu kıyafetleri satın alacaklardı.

Emir kaşlarını çatıp, “Melis saçmalama. Hayatta bu iğrenç kıyafetlerle dışarı çıkmam ben,” dedi kararlı bir şekilde. O sırada tişörtün yakasını çekiştiriyor, sanki daha az gösterişliymiş gibi kendisini kandırmaya çalışıyordu.

Melis, kollarını göğsünde kavuşturup dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle baktı. “Çıkmama şansın yok,” dedi gözlerindeki sinsi pırıltıyla.

Hesabı ödeyip kalabalık caddeye çıktıklarında tüm gözler Emir’e dönmüştü.

Melis, “Emir, hayatımda ilk defa bu kadar şık gördüm seni yemin ederim. Kırmızı halıya böyle çıkabilirsin,” dediğinde Emir’in gözlerinde sabır sınırının uçurumunda sallandığını gösteren o tanıdık bakış vardı.

İlk başta birkaç genç, Emir’in kıyafetine bakıp kıkırdadı, ardından selfie modunda bir iki fotoğraf çekmeye başladılar. Melis’in sinsi gülümsemesi, zafer kazanan bir komutan gibi gözlerinde parlıyordu.

Emir, kendini kontrol etmeye çalışıyordu ama sinirden krize girecek gibi bir hali vardı. “Melis! Bu rezilliğin nereye kadar sürecek?” diye sinirle sordu.

Melis, umursamaz bir tavırla omuz silkerek cevap verdi, “Bugün tamamen bana aitsin, Emirciğim. Yani şikâyet edecek bir şey yok. Ayrıca böyle kocaman bir kalabalık tarafından sevgiyle karşılanman harika değil mi?” dedi kıkırdayarak.

O sırada, yanlarından geçen yaşlı bir teyze, Emir’e bakarak kafasını salladı. “Gençlerin tarzını anlamak zor valla…” dedi kendi kendine. Emir’in yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Bir grup çocuk da koşarak Emir’in yanına geldi. Çocuklardan biri, “Abi, fotoğraf çekilebilir miyiz? Sen komedyen misin?” diye sordu heyecanla.

Emir kızgın ama şaşkın bir ifadeyle çocuklara bakarken Melis hemen araya girdi. “Tabii tabii, kendisi ünlü biri. Bugün özel kıyafetlerini giydi,” diyerek kahkahalara boğuldu.

Emir, sinirden patlayacak gibi olmuştu ama ağzını açamıyordu. Çevredekiler gülüşerek telefonlarına sarılıyor, onu bir oradan bir buradan çekiyorlardı. Tam da bu sırada Melis, gülmekten gözlerinden yaşlar akarak Emir’e döndü. “Biliyor musun, bu anı yaşadığım hiçbir şeye değişmeyeceğim.”

Emir, o an Melis’ten intikam almak için yemin etti.

“Emirciğim,” dedi Melis yeniden. Sesi fazla tatlıydı ve bu her zaman tehlike işaretiydi. “Şimdi senden bir şey daha isteyeceğim. Hani şu karşıdaki kafenin önündeki kalabalık var ya?” Parmaklarıyla bir kafeyi işaret etti, orada oturan birkaç kişi sohbet ediyor ve kahvelerini yudumluyordu.

Emir kaşlarını çattı, bir şeylerin ters gittiğini hissediyordu. “Ne var kafede?” diye sordu gözlerini Melis’ten ayırmadan.

Melis şeytani bir gülümsemeyle ellerini çırptı. “Oraya gidip… biraz şarkı söylesen harika olmaz mıydı? Yani, madem bu kıyafetlerle dışarı çıktın, günün anlam ve önemine uygun olarak kendini iyice gösterelim.”

Emir’in gözleri büyüdü, şok içinde Melis’e baktı. “Şarkı mı söyleyeyim? Sokak ortasında, bu kıyafetlerle? Melis, ciddi misin?”

Melis, yüzünde hiç taviz vermeyen bir ifadeyle kafasını salladı. “Hem de çok ciddiyim. Senin gibi yetenekli birisini insanlardan esirgemeyelim. Hadi bakalım, iddiayı kaybettiğini unutma.”

Emir, inatla yerinde durdu ama Melis’in gözlerinde gördüğü o bakıştan bir şeyler yapacağını biliyordu. Zaten çevredekiler de meraklı gözlerle ikisini izlemeye başlamıştı. Kafede oturanlar başlarını kaldırıp Emir’e bakıyor, kimileri kameralarını hazırlıyordu.

Emir, dişlerini sıkıp sahte bir gülümsemeyle kafeye doğru ilerledi. Melis arkasından gelerek cep telefonunu açtı, video çekmeye hazırdı. Emir derin bir nefes aldı, utancını bastırmaya çalışarak kafedeki birkaç kişiye bakarak, “Herkese iyi günler! Küçük bir şarkı molası vermeye karar verdim,” dedi, sesi çatallaşmıştı.

Sonra, Melis’in zorlamasıyla, titrek bir şekilde şarkı söylemeye başladı. Etraftaki insanlar şaşkınlık ve gülümsemeyle izliyor, telefonlarıyla video çekiyorlardı. Emir, şarkının her notasında içten içe daha fazla sinirleniyor ama kendini tutuyordu. Şarkısını bitirdiğinde herkes alkışladı, Melis ise gülmekten nefes nefese kalmıştı.

“Harikaydın, gerçekten!” diye alay etti Melis elini alkışlamak için kaldırırken. “Belki de gelecekteki kariyerin bu olabilir, kim bilir?”

Emir, nefesini zor kontrol ediyordu. “Melis, buna devam etmeye kalkarsan beni hiç tanımıyorsun demektir. Bir gün bu iddianın intikamını alacağım,” dedi ama Melis sadece gülümseyip kameradaki videoyu oynatırken göz kırptı.

“Bekliyorum,” dedi Melis, zafer dolu bir ifadeyle.

Emir, kafedeki şarkı performansından sonra yeterince rezil olduğunu düşünüyordu. İçindeki kızgınlığı kontrol altında tutmaya çalışarak Melis’in gözlerinin içine baktı. “Şimdi kıyafetlerimi geri giyiyorum,” dedi kararlı bir sesle. Emir üzerini değiştirdikten sonra arabaya doğru ilerlediler. “Şimdi ne yapıyoruz, majesteleri?”

“Bence geceyi taçlandırmak için bara gitmeliyiz!”

Emir gözlerini devirerek iç çekti. “Gerçekten mi? Yani tüm bunlardan sonra bara mı gitmek istiyorsun?”

Melis kıkırdadı, “Aynen öyle. Birkaç kadeh içki, biraz dans… Eğlenceli olmaz mı?” diye ısrar etti. Emir başını iki yana sallasa da dediğini gerçekleştirecekti.

Bara vardıktan bir süre sonra Melis ortama kendisini kaptırmıştı bile. Hemen birkaç kokteyl söyleyip barın yanındaki yüksek taburelere oturdular.

Birkaç kadeh sonrası Melis, yüzünde dağınık bir gülümsemeyle, hafifçe sallanarak Emir’e döndü. Gözleri hafif şaşkın bakıyordu, belli ki sarhoş olmuştu. “Emir!” dedi abartılı bir ciddiyetle. “Biliyor musun, sen var ya… sen kesin bir süper kahramansın. Evet, kesinlikle! Kırmızı mı giysen acaba, çok yakışır. Ya da mor? Ah yok yok, mavi olmalı!”

Emir gözlerini devirdi ama Melis’in ciddiyetine gülmeden edemedi. “Melis, şu an gerçekten saçmalıyorsun.”

Melis, parmağını sallayarak ona meydan okurcasına baktı. “Hayır, hayır, gerçekten… Bazen öyle şeyler yapıyorsun ki kesin seni başka bir gezegenden göndermişler. Hatta belki de ajan falansın, bilmiyorum ama… bunu çok iyi gizliyorsun, anladın mı?” dedi, ardından kendi söylediklerine gülerek yere doğru eğildi.

Emir kıkırdamaktan kendini alamadı, başını iki yana salladı. “Evet, evet, gizli ajanım, Melis. Başka bir gezegenden geldim, sırf seninle uğraşmak için.”

Melis elini şap diye masaya vurdu. “Biliyordum! Biliyordum!” dedi, ciddi bir sır verir gibi. Ardından gözlerini kapatıp sahte bir dramatiklikle yüzünü ellerinin arasına aldı. “Şu hayatta benim kadar eğlenceli biri olmadı,” diyerek abartılı bir şekilde iç çekti. “Ben var ya… dans etmeliyim!” dedi aniden ve ayağa kalktı, sendeleyerek dans etmeye başladı.

Melis, barın ortasında kendi halinde dans ederken, Emir onu izlemekten kendini alamıyordu. Diğer insanların Melis’e bakışları, gülüşleri ve hatta ona yaklaşma cesareti gösteren birkaç kişi Emir’in sinirini yavaş yavaş artırmıştı. Melis’in ne kadar sarhoş olduğunu fark edince, hemen yanına gidip kolundan tuttu.

“Melis, yeter artık. Sen çok içtin, hadi çıkıyoruz buradan,” dedi, sesi kesin ve kararlıydı.

Melis, başını kaldırıp Emir’e bakarak kıkırdadı. “Amaan Emir, ne olur yani, sadece birazcık dans ediyorum,” dedi sallanarak.

Emir ise gözlerini devirdi, “Evet, evet… Sadece dans ediyorsun,” dedi. Ama bir saniye bile beklemeden Melis’i kucağına aldı. Melis, şaşkınlık içinde hafif bir çığlık attı, ardından kahkahalarla Emir’in boynuna sarıldı.

Emir onu kucağında bardan çıkarırken, Melis’in etraftaki herkese el sallaması ve “Ben süper kadınım!” diye bağırması işini biraz zorlaştırdı. Yine de sonunda onu arabaya kadar taşımayı başardı. Melis’i özenle ön koltuğa oturttu, kapıyı kapatıp kendisi de direksiyon başına geçti.

Arabada baş başa kaldıklarında Emir biraz daha rahatlamıştı. “Bu iddia artık sona erdi, değil mi Melis? Yarın kalktığında bugün yaptığın hiçbir şeyi hatırlamayacaksın, söz veriyorum,” dedi, yüzünde hafif bir gülümsemeyle.

Tam o sırada Emir, Melis’in bir anda yüzünü buruşturduğunu fark etti ama çok geç kalmıştı. Melis ansızın arabanın içine eğilip kustu.

“Melis! Arabamı mahvettin!” diye bağırdı Emir, sesi şaşkınlıkla karışık sinir doluydu.

Melis bir an durup Emir’e kırgın bir bakış attı. Dudakları titremeye başladı, gözleri doldu. “Bana bağırdın...” dedi fısıltıyla. “Bana kötü davranıyorsun!” diye hıçkırarak ağlamaya başladı, ardından arabadan fırlayıp gözyaşları içinde yürümeye başladı.

Emir, bir an ne yapacağını bilemeden donup kaldı. Sonra hemen arkasından koştu. “Melis!” diye seslendi ama Melis, gözyaşlarıyla karışık inatla yürümeye devam etti.

Emir sonunda yetişip kolundan tuttu, yavaşça kendine çevirdi. “Güzelim, sakin ol,” dedi, bakışlarında yumuşak bir pişmanlık vardı. Melis gözlerini kaçırarak yüzünü silmeye çalıştı ama Emir parmaklarını nazikçe çenesine koyarak onun yüzüne bakmasını sağladı.

“Melis, özür dilerim,” dedi yumuşak bir sesle. “Aslında bağırmak istemedim.”

Melis, biraz şaşkın ama bir o kadar da kırılgan bir ifadeyle ona baktı. “Özrünü kabul etmemi istiyorsan beni öpmelisin.”

“Ne?”

Kendisi de tam ne dediğini anlamıyordu. “Evet, öpmelisin. Bu, özür dilemenin... resmi yolu. Evet! Kitapta okumuştum,” dedi, abartılı bir ciddiyetle başını sallayarak.

Emir gözlerini kısarak hafifçe gülümsemeye çalıştı. “Gerçekten mi? Hangi kitapta yazıyor bu?”

Melis gözlerini kısarak yüzünü buruşturdu sanki gerçekten düşünüyormuş gibi. “Hangi kitap mı?” diye yineledi ve ardından omuz silkerek, “Ne bileyim ben... şey işte, romantik kitapların hepsinde var. Hem zaten kural gibi bir şey bu. İnsana bağırınca öpülür. Bunu herkes bilir!” diye dudaklarını büzerek ekledi ama kendisi de söylediklerinin saçmalığını fark etmiş gibiydi.

Emir gülmemek için kendini zor tutarken ona eğildi. “Yani, sırf özür dilediğim için mi? Yoksa aslında öpülmek istiyor olabilir misin?”

Melis gözlerini kaçırarak, “Ben... şey... kesinlikle hayır! Sadece... kural gibi bir şey dedim,” diye mırıldandı ama yüzü al al olmuştu.

“Emin misin?”

“Eminim ama bak, öpüyorsan da... yavaş yap. Yoksa... kalbim filan yerinden çıkar, rahatsız oluruz,” dedi, ardından kendi lafına gülerek başını öne eğdi.

“Seni bayağı kaybettik, Melis.”

“Emir, şaka yapmıyorum. Beni öpmelisin, bu gerçekten özür dilemenin doğru yolu,” dedi, gözlerini kısarak.

“Melis, kendinde değilsin, güzelim.”

“Kendimdeyim ben.” Ardından, ellerini beline koyarak ekledi. “Bak, özür dileyip sonra öpmeyince özür eksik kalıyor. Yani, kural böyle.” Başını bir bilmiş gibi salladı ve gözlerini ciddiyetle kıstı sanki çok önemli bir şey söylüyormuş gibi.

Emir ellerini havaya kaldırarak gülümsedi. “Peki, peki... Diyelim ki seni öpmem gerekiyor, çünkü… kural bunu gerektiriyor.”

Melis başını salladı, sanki gerçekten mantıklı bir açıklama yapmış gibi. “Aynen öyle! Yani, insanlar böyle yapıyor. Özür dileme paketine öpücük dahildir, öyle söyleyeyim,” dedi ve sanki bir fiyat karşılaştırması yapıyormuş gibi elini ileri geri salladı.

Emir, gözlerini kısarak ona doğru eğildi. “O zaman, başka hangi ‘paketler’ var, anlat bakalım?”

Melis ciddiyetini bozmadan, “Bir özür dileyip sarılmalı paket var. Onun alt paketi olan omuza dokunma özrü var. Ama en pahalı olanı… öpücükle yapılan özür tabii,” diye sıraladı. Ardından başını dikleştirip ekledi, “Ve ben en pahalı paketi talep ediyorum!”

Emir, artık daha fazla direnemedi. “Peki, madem bu kadar ısrar ediyorsun…” diye fısıldayarak yavaşça ona yaklaştı.

Emir, Melis’in gözlerine bakarken içindeki hislerin yoğunluğu arttı. Yavaşça onu öpmek için yaklaştı ama tam o sırada aklına Tugay geldi.

Emir, aklına Tugay’ın gelmesiyle hızla Melis’ten uzaklaştı ve arabasına bindi. Melis’in de gelmesi için kornaya bastı. Melis neler olduğunu anlayamadan Emir’in yanına gittiğinde Emir, evinin adresini sordu ve ardından direksiyonu sertçe çevirerek arabayı Melis’in evine doğru sürdü.

Yetiştiklerinde Melis arabadan inip kapıyı kapatırken, “Sadece bir öpücük için mi bu kadar sinirlendin? Neden beni her zaman uzak tutmaya çalışıyorsun?” dedi, sesi hüzünle doluydu.

Emir histerik bir şekilde sırıttı ancak cevap vermedi. Bunun üzerine Melis yeniden konuştu. “Benden gerçekten özür dilemen gerekiyor, Emir. Bu, ağladığım için değil. Bana inanmadığın için.”

Emir bir süreliğine suskun kaldı. Dudaklarını birbirine bastırdı, “Özür dilerim,” dedi samimi olduğunu yansıtmaya çalışarak.

“Hayır, Emir. Ben dediğim için değil. Kendi içinden geldiğinde özür dilemeni istiyorum.”

Emir bakışlarını yoldan ayırmadan, “Öyle yaptım,” dedi.

Melis güldü. “Ben istediğim için yaptın.”

Emir’in hareleri Melis’in yüzünde gezinirken, “Görüşürüz,” dedi yine soğuk bir ifadeyle.

Melis bir süre öylece baktı Emir’e. Ardından çantasını alıp yalpalayarak evine doğru adımladı. Muhtemelen uyandığında son yaşadıklarını hatırlamayacaktı.

***

Okul formamı aceleyle üzerime geçirirken kapı üçüncü kez çaldı. “Beril hayır, herhangi bir şeyini unutup anahtarını çıkarmaya üşendiğin için kapıyı çalıyor olamazsın!”

Pantolonumun fermuarını çektikten sonra düğmesini ilikledim ve paspal bir şekilde kapıya doğru ilerledim. Bir hışımla kapıyı açarken, “Daha beş dakika olmadı evden çıkalı!” dedim huysuzca.

Fakat sadece dediğimle kaldım.

Kapıda kimse yoktu. Acaba gelen kişi -Beril olmayabilirdi- ben açana kadar gitti mi düşüncesiyle etrafa bakındım, biraz daha ileriye bakmak için iki adım dışarıya doğru adım attım. Ancak ayağıma takılan şeyle bakışlarım yere çevrildi.

Küçük bir kutu vardı.

Kaşlarım hafiften çatıldığında yere eğilerek kutuyu aldım. Üzerinde herhangi bir şey yazmıyordu. Tekrardan bakındım etrafa, sonuç aynıydı. Kutuyla birlikte içeri girdim ve ayağımla kapıyı kapattım. Salona geçtikten sonra koltuğa yerleştim ve kutuyu açarak içindekileri koltuğa döktüm.

Bunların hepsi fotoğraftı.

Bunların hepsi benim fotoğraflarımdı.

Tüm fotoğrafları art arda koydum ve teker teker bakmaya başladım. Okuldan çıkarken, kafede, sokakta, hastanede… hepsi benden habersiz çekilen şeylerdi bunlar. Tüylerimin ürperdiğini hissettiğimde bir süre öylece kaldım, fotoğraflara tekrar tekrar baktım.

Anın verdiğini sükûnetin altında telefonum bir anda çalınca irkilerek koltuktan kalktım ve odama geçtim. Ben gidene kadar susmuştu telefon. Kimin aradığına baktığımda bilinmeyen numara olduğunu gördüm.

Sanki tüm saniyeleri planlamış gibi o an yine bilinmeyen numaradan mesaj geldi.

“Güzelim, gönderdiğim fotoğrafları beğendin değil mi? Hepsinde de o kadar güzelsin ki… Sana yalnızca birkaç tanesini gönderdim. Benim odam fotoğraflarınla dolu. Kavuşacağız. Ve bu sefer fotoğraflarına değil, sana bakacağım.”

Okuduğum mesajlar kanımın donmasına sebebiyet verirken daha önce yapmadığım şeyi yaptım ve parmaklarım klavyede gezindi.

Kimsin sen?

Yaklaşık iki dakika sonra cevap geldi.

Öğreneceksin. Zamanı gelince. Geliyor :)

Kimsin?

Sorduğumla kalmıştım. Cevap vermemişti. Sinirle ellerimi saçlarımdan geçirirken ne yapacağımı düşündüm. Polise gitmeli miydim? Bulabilirler miydi? Bence bulabilirlerdi.

Hızlıca saçlarımı at kuyruğu yaptıktan sonra dünden hazırladığım çantamla birlikte salona geri geçerek kutuya fotoğrafları geri koydum. Ardından da kutuyu çantamın ön gözüne attım. Montumu giydikten sonra telefonumu alarak evden çıktım.

Ancak evden çıkmamla kapının önünde bir kutu daha görmem bir oldu. İçesine kaşlarım çatıldığında yere eğilerek kutuyu elime aldım, hızlıca kapağını açıp içindeki şeye baktım. Bu sefer tek bir fotoğraf ve bir not vardı.

Fotoğraf Melis’e aitti. Dışarıda, ondan habersiz çekilmişti.

Fotoğrafa bakmayı bitirdiğimde küçük kâğıt parçasındaki notu okudum.

“Canını vereceğin arkadaşının can vermesini istemezsin. Polise gitme :)”

Ürkek bakışlarımla etrafı kolaçan ettiğimde sanki birisi beni adım adım izliyor gibiydi. Gerçi… zaten öyleydi ama polise gideceğimi nereden anlamıştı? Ya da… sadece bunu akıl etmişti.

Kafayı yemek üzereydim.

Yemiş bile olabilirdim.

Yaklaşık yarım saat sonra okula gittiğimde, dersin başlamasına son beş dakika falan kalmıştı. Koşarak okula girdim ve yine koşar adımlarla Melis’in sınıfına çıktım. Melis de yeni gelmiş olmalı ki askılığa montunu asıyordu.

“Melis!”

Seslenişime karşın hareleri bana dönerken, “Günaydın,” diye şakıdı. Akabinde yüz ifademi sorguladı, hızla yanıma geldi. Kolundan tutarak Melis’i sınıftan çıkardım ve tuvalete götürdüm.

“Melis. Gizli numara.”

Mavileri heyecanla parladı. “Kim olduğunu mu öğrendin!”

Olumsuz anlamda başımı sallarken çantadan fotoğrafları çıkardım ve Melis’e uzattım. Melis hepsini tek tek inceledikten sonra gözleri fal taşı gibi açıldı.

“Hassiktir! Polis…” Melis'in sözünü uzattığım not ve kendi fotoğrafı bölerken, “Gidemiyoruz,” diye tamamladı mırıltıyla. Sonrasında bana baktı. “Bence tuzağa getirmeliyiz.”

Çaresizmişim gibi nefeslendim. “Nasıl olacak o?”

Omuzlarını silkti, “Bilmiyorum,” dediğinde. Fotoğraflara tekrardan bakmaya başladığında kendi fotoğrafını bana doğru tuttu.

“Ne?”

“Yalnız çok güzel çıkmışım. Şuna bak. Neyim ben İzmir güzellik birincisi falan mı?”

Melis’in elinden bir hızla fotoğrafı alırken, “Pes,” dedim homurdanarak. “Şu durumda bile dalgaya vuruyorsun!”

Kıkırdadı. “Ne var kızım ya… yalan sanki.”

“Melis!”

Lavabonun kapısı açıldığında içeriye Hülya ve Yağmur girdi. Hülya’nın sevimsiz bakışları bana kısa süreli değdikten sonra aynanın karşısına geçip çantasından çıkardığı ruju sürmeye başladı. Yağmur da aynı şekildeydi.

“Okulda ruj sürmek yasaktı sanki,” dedi Melis Hülya’ya ucu sivri ok gibi bakışlarını fırlatırken.

Hülya hafifçe sırıttı. “Okul başkanı makyajın yasak olmaması için yönetimle anlaşacak.”

Doğru ya, Erim okul başkanı seçilmişti. Yardımcısı ise Mert’ti.

Ardından bana baktı. “Sağ olsun Erimciğim kırmadı beni.”

Erimciğim?

“Hadi, Buse,” diyen Melis’e bakışlarımı çevirirken, “O elinizdeki fotoğraflar ne?” diye sordu Yağmur.

“Hızlı giden atın boku seyrek düşermiş.”

Verdiğim cevaba karşın kaşları çatılırken, “Ne alaka?” diye sordu. Kıkırdadım. “Ben de aynısını bu soruyu sorduğunda düşündüm, senin beni sorgulaman kadar alakasız bir cümle kurdum.”

“Bırak şunları Yağmur.”

Ders zilini duyduğumda hafif aralık olan kapıdan çıktım ve Melis de arkamdan geldi. “Ders boyu tuzak meselesini düşünürüm.”

“Ben de.”

Melis yanaklarıma küçük bir öpücük bırakıp sınıfına giderken fotoğrafları geri çantama attım. Merdivenlerden aşağıya inerken Emir’le karşılaştım. Beni fark ettiğinde göz kırptı.

“N’aber?”

“İyilik, senden?”

“İyi ben de. Melis geldi mi okula?”

“Sınıfta. Neden?”

Güldü. “Günüm güzel geçer belki demiştim.”

Emir’in dediğine gülümsemekle yetinirken yoluma devam ettim ve merdivenleri inip sınıfıma geçtim. Çantamı sırama fırlatırken montumu da çıkardım ve masanın üzerine koydum. Bakışlarım varlığını yeni fark ettiğim Erim’e kayarken yanına doğru gittim. Ancak harelerim sınıf defterinin üzerindeki kâğıda ilişti.

Kâğıdı elime alıp ne olduğuna bakarken de olabildiğince kaşlarım çatıldı.

Bakışlarımı kâğıttan alıp kalorifere yaslanmış bir vaziyette etrafı izlemekle meşgul olan Erim’e çevirdim. “Biz neden seninle birlikte ve bugün… okul nöbetçisiyiz?”

Harelerini anında bana çevirdiğinde dudaklarına sinsi bir gülümseme yerleşti. Ardından sanki hiç bilmiyormuş gibi şaşkınca kaşlarını havalandırdı ve yaslandığı yerden doğrularak elimdeki kâğıdı aldı. “Aa! Tesadüfün de böylesi gerçekten.”

Erim’in surat ifadesine karşın sırıtarak kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım ve kâğıdı sınıf defterinin üzerine geri bırakıp sırama doğru ilerledim. Gelişigüzel fırlattığım çantamı sıradan alıp omzuma taktıktan sonra masanın üzerindeki montumu da aldım.

Bugün nöbetçi olacağımı bilseydim eğer yok yere ağır kitapları taşıyarak kendime eziyet etmezdim.

Sınıftan çıkmak üzere adımlarken telefonum titreyince telefonu cebimden çıkardım ve gelen bildirime baktım. Gratis’ten aldığım bilmem kaçıncı indirim mesajıydı. Telefonu cebime geri koyacağım esnada bir güç tarafından hızla çekildiğimde kaşlarım yeniden çatıldı.

Harelerim önce karşımdaki Mehmet’i daha sonra ise beni çeken Erim’i bulurken sessizce soluklandım. “Günaydın, Mehmet,” dedim kolumu Erim’den kurtarıp Mehmet’in yanına yaklaşırken.

“Günaydın, güzellik de… Nereye gidiyorsun?”

“Okul nöbeti sırası bize geçti.”

Sorgular vaziyette tek kaşı havalandı. “Sen listenin sonlarındasın ama.”

Bilmiyorum dercesine dudak sarkıttım. “Birileri listeyi yenilemiş.”

Erim yanıma geldiğinde, “Okul başkanı olarak ben değiştirmiş bulundum,” dedi Mehmet’e ithafen.

Mehmet herhangi bir tepki vermezken, “Kolay gelsin,” diyerek yanağımdan makas aldı ve Erim’e delici bir bakış attıktan sonra yanımdan geçip sırasına yerleşti.

Vakit kaybetmeden sınıftan çıktım ve en alt kata indim. Müdür yardımcısından nöbetçi öğrenci kartlarını aldıktan sonra masaya geçip deri koltuğa oturdum. Çok geçmeden Erim de yanıma geldi.

Kollarımı göğüs hizamda birleştirip arkama yaslanırken göz ucuyla Erim’e baktım. “Çarpacaktın o yüzden.”

“Mehmet’e çarpacaktım.”

“Amacım ona çarpmanı engellemekti zaten.”

Kafamı tamamen Erim’e çevirdiğimde, “Neden?” diye sordum.

Dirseğini koltuğa yaslayıp bana döndü. Kahverenginin en güzel tonu olan hareleri kısa bir süreliğine yüzümde gezinirken, “Kıskandım,” diye cevap verdi. “Ayrıca Erim Koral kanunlarını çabuk unutmuşsun.”

Gözlerimi bıkkınlıkla devirdim, “O. Benim. Yakın. Arkadaşım,” dedim her kelimesine bastıra bastıra. “Ne zaman kavrayacaksın bunu?”

Bir anda dibime sokuldu. Saniyeler yavaşladı, tüm sesler sustu. Bir sanat eserine bakar gibi bakmaya başladı bana.

Öylesine davetkâr, öylesine cüretkâr.

Her uzun bakışında daha fazla kan pompalıyordu kalbim. Her bir sözünde yenilmek istemediğim bir savaşa karşı gelemiyor, yaralanıyordum. Beni kendisine çekiyordu ve akışını durduramayacağımız bir akarsuya kapılmış gibi gidiyordum bu düzenekte.

Sen, Erim Koral. Benim tüm dengelerimi alt üst ediyorsun.

“O sana arkadaş gözüyle bakmıyor, Buse.” Sükûnet bozulduğunda irkildim ve bakışlarımı Erim’in yüzünden çektim.

“Yine başladın.”

“Görmüyorsun gerçekleri.” Oldukça netlik bildiren sesi bir melodi gibi doldurdu kulağımı ancak söylediği şey sadece kuruntuydu.

Öğretmenler zili çaldığında koridor çoktan boşalmıştı ancak kim olduğunu bilmediğim iki tane kız geldi yanımıza. Sorgularcasına kızlara bakarken elimde tuttuğum nöbetçi öğrenci kartlarını işaret ettiler.

“Alabilir miyiz onları?”

“İyi de nöbet…”

Erim benden önce davranarak, “Tabii ki de alabilirsiniz,” diye lafımı böldü, kartları elimden alarak kızlara uzattı. Ardından hızlı bir hamleyle önce çantamı sonra montumu en son ise beni tutarak peşinden sürükledi.

Erim’in bu tavırlarına artık şaşıramıyordum bile.

Koridorun en sonuna gittiğimizde merdivenden indik ve kapı bölmesi olan yere geçtik. Ardından hemen kapıyı kapattı, önümüzde bulunan diğer kapıyı açtı. Okulun arka bahçe tarafına çıktığımızda duraksadım ve elimi elinden çektim.

“Sana sürekli ne yapıyorsun diye sormaktan yoruldum, Erim.”

“Nöbetçilik sıkıcı olacaktı. Kaçırdım seni.”

Limon yemiş gibi suratımı ekşittim. “Yerimize başkalarını mı ayarladın?”

“Hı-hım,” dedi onaylayarak. “Rica ettim, kırmadılar biricik okul başkanlarını.”

Aklıma Hülya’nın söylediği söz gelirken moralim bozulmuştu.

“Haklısın,” dedim kısaca. “Erimcik kimseyi kıramaz.”

Erim’in şaşkınlıkla kaşları havalanırken, “Yüzün neden düştü?” diye sordu.

Omuz silktim. “Yanlış görmüşsün.” Erim’in elinden montumu ve çantamı alırken, “Ben derse gidiyorum,” dedim ancak yürümeme fırsat bile vermeden beni yeniden çekiştirdi. "

“Kaçmaya çalışırsan atarım omzuma.”

“Sen iyice terbiyesiz birisi oldun.”

Sesli bir şekilde güldüğünde, o güldüğü için ben de güldüm. Artık sinirim işlemiyordu Erim’e karşı. Fazla çingenelik göstermeyip okuldan çıktığımızda Erim’in arabasında buldum kendimi. Emniyet kemerimi takarken, “Nereye?” diye sordum.

Sürücü koltuğuna yerleşip kemerini taktıktan sonra, “Mağazaya,” dedi.

Sorguladım. Ancak sesli değil.

Kısa sürede mağazanın önüne gelirken emniyet kemerimi çıkardım ve arabadan indim. Erim de indikten sonra mağazaya doğru adımladık. Aslında mağaza demek için buranın çok daha büyük olması gerekiyordu. Bir nevi butik gibiydi. İçeriye girer girmez yanımızda biten kadına anlamsız bir şekilde baktım.

Saniyesinde damlamasalar olmazdı değil mi?

“Hoş geldiniz Erim Bey,” diyen ince sesli kadın bakışlarını bana çevirirken, “Siz de hoş geldiniz hanımefendi,” dedi. Yapay bir şekilde gülümseyerek başımı salladım. “Hoş bulmuşuzdur inşallah.”

Erim dediğime karşın ters bir şekilde bana bakarken sevimli olduğumu düşünerek daha fazla gülümsedim.

“Size nasıl yardımcı olabilirim?”

“Hanımefendiye uygun elbise bakacağız,” dedi Erim. “Yardımcı olursanız sevinirim.”

Anlamsız bakışlarım Erim’i buldu. “Ne bu şimdi?”

“Haftaya Atlas’ın doğum günü. Senin de gelmeni çok istedi.”

Atlas’ın adını duyduğumda vücudum mutluluk hormonu salgılarken, “Yaa,” dedim duygusal bir şekilde. Sonrasında öfkeyle Erim’in koluna vurdum. “Neden bana bunu bugün söylüyorsun? Hediye alırdım.”

“Alırız,” dedi büyük bir rahatlıkla. “Bir hafta var daha ama önce sana elbise alalım.”

“Bir hafta var daha.”

“Bir gününü benimle geçirmeni istedim.”

Erim’in itirafı karşısında göğsüm harlanırken anın farkına varıp yalandan öksürüyor gibi yaptım. Kadın hâlâ yanımızda duruyordu. Sırıttığımda o da gülümseyerek karşılık verdi. “Bu taraftan lütfen.”

“Ben telefon görüşmesi yapıp geliyorum.”

Erim’i onayladıktan sonra kadının dediği yöne doğru ilerledim ve askıdaki elbiselere tek tek bakmaya başladım. Kadın sürekli bir şeyler söylüyor, bir şeyler soruyordu ancak kadını pek umursandığım söylenemezdi. Yarım saatlik bir arayışın ardından kadına ithafen, “Tamamdır, bunları denemek istiyorum,” dedim.

Kadının boğuk gelen sesi karşısında başımı şaşkınca yana çevirdim. Boyu benden oldukça kısa olan kadının elindeki elbiseler yüzünün neredeyse yarısını kapatırken gülmemek için kendimi zor tuttum. Resmen kadını boğacaktım.

“Ay çok özür dilerim!” dedim ve hızla kadının elindeki elbiselerin bir kısmını kendi kucağıma aldım.

Gören de iki yüz parça kıyafet seçtim zannederdi.

Kadın bana yine ve yine gülümserken kabine geçtim ve elime gelen ilk kıyafeti denedim. Kabin içerisinde ayna olmadığı için dışarı çıkmak zorunda kalmıştım. Ben çıktığımda Erim hemen karşıdaki koltukta oturmuş, parmakları şakağına yaslı bir vaziyette bana bakıyordu. Harelerimiz eş zamanlı birbirine değdiğinde kalbim hızlı atmaya başlamıştı.

Sadece bakıştınız Buse! Sadece bakıştınız!

Erim’i es geçip aynaya doğru çevirdim yönümü. Beyaz, dar kesim bir elbiseydi. Üzerime güzel oturmuştu ancak çok beğenmemiştim sanki. “Seçtiğin kıyafetler kabinde mi?”

Erim’in sorusuna karşın bakışlarımı ona çevirdim. “Evet.” Bunun üzerine Erim ayaklandı ve çıktığım kabine girdi. Ne yapmaya çalıştığını düşünürken çok geçmeden elinde bir elbiseyle çıktı.

“Bu olmalı.”

Elindeki elbiseye baktım. “Emin misin?”

“Oldukça.”

Elbiseyi alıp kabine geçtikten sonra kapısını kapatıp kilitledim ve üzerimdeki elbiseyi çıkarıp Erim’in verdiğini giydim. Kabinden çıktıktan sonra direkt aynaya doğru yöneldim, üzerimde duran elbiseyi inceledim.

Kolları tamamen tüldü. Yakası düz, kadifemsi kısmı büzgülü, yine beyaz bir elbiseydi. Bu elbiseyi diğerine oranla daha çok

Vücuduma beğeni duygusunun hoşnutluğu yayılırken ayna yansımasına Erim gözüktü. Kokusu burnuma dolarken nefesi tam boynumda bitti. Ben aynaya, o ise bana bakıyordu. “

“Çok yakıştı,” dedi usulca. “Elbise sana, ben yanına. Çok yakıştık.”

Kalp atışlarımın hızlandığını hissettiğimde kıpırdandım. Elbiseden ziyade ‘ben yanına’ demesiydi kalbime etki eden sözcükler. Bakışlarını aynaya çevirdiğinde ikimize baktım. Yakışıyor muyduk gerçekten birbirimize?

Bedenim kasılmaya başladığında Erim’den uzaklaştım. “Bunu alalım o zaman.”

“Alalım o zaman.”

Kasaya doğru adımlamaya başladığımda, “Buse,” deyince arkamı döndüm. Hareleri üzerimde gezindi. “Elbiseyi çıkarmayacak mısın?”

Elbiseyi çıkarmam gerektiğini anımsadığımda, “Pardon,” dedim ve hızlıca kabine geçtim. “Neler oluyor sana Buse! İki dakika da yapacağın işi de unuttun!” Söylenmeyi bırakıp üzerime geri okul kıyafetlerini geçirdikten sonra elbiseyle birlikte kabinden çıktım ve kasaya doğru yöneldim. Ancak aklıma gelen şeyle duraksadım, koltukta oturan Erim’e döndüm.

“Çantam arabanda kaldı.”

Sorgularcasına tek kaşı havalandı. “Yani?”

“Kartım çantamda.”

Erim bıkkınlığını yüzüne yansıtırken yerinden kalktı ve elbiseyi elimden aldı. Tam konuşacağım sırada işaret parmağını dudağıma bastırdı. “Bugünün tüm sorumluluğunu ben alıyorum. Çünkü seni kaçırdım. Cezamı ödemeliyim.”

“Ne kadar dirensem de sen ödeyeceksin değil mi?”

“Hı-hım.”

“İyi,” dedim somurtarak. “Ama borç.”

Güldü. “Tamam. Borç.”

Çünkü elbisenin fiyatına bakmıştım ve hiç de uygun bir fiyatı yoktu. Erim kasaya doğru ilerlediğinden ben de gözüme takılan berelerin olduğu bölüme doğru hızlıca yürüdüm.

Çok güzel bereler vardı fakat ilk gözüme çarpan yeşil bere, “Alacaksan al beni, sonra pişman olursun, sonra çüşman olursun,” şarkısını söylüyordu sanki.

Atkuyruğu olan saçlarımı bir çırpıda açtım ve biraz elimle düzelttikten sonra bereyi kafama geçirdim. Aynadan yansımama baktım. Yakışmıştı. Aynaya bakma işlemim bittikten sonra berelerin olduğu bölüme tekrar gittim ve hemen sol taraftaki erkek berelerine de göz attım.

O sırada Erim elinde poşetle yanıma geldi. Taktığım bereye bakarken, “Çok güzel,” dedi mırıltıyla. Dudaklarıma oldukça geniş bir gülümseme peyda olduğunda, “Gerçekten yakışmış mı!” dedim heyecanla.

Erim’in hafifçe kaşları çatıldı. “Saçlarının yaydığı kokudan bahsediyordum.”

Övmüş müydü?

Sövmüş müydü?

“Bere kötü yani?”

Sık bir nefes aldı. “Buse… Senin adın bile yalnızca sana yakışıyor. Sence üzerindeki herhangi bir şeyin kötü olması mümkün mü?”

Yapma Erim.

Yakma beni.

İzin verme kalbimin senin için atmasına.

İzin verme kırılmama.

Dudaklarıma küçük bir tebessüm peyda olurken bakışlarımı Erim’den kaçırdım ve yeniden berelere baktım. Beğendiğim bir tanesini hızlıca yerinden aldım ve ayakuçlarımda yükselerek Erim’in kafasına geçirdim.

Malum, boyu benden uzundu.

Saçlarının önlerini bereden birazcık çıkardıktan sonra sırıttım ve Erim’i aynaya doğru itekledim. “Çok yakıştı.”

“Erim Koral yakışıklılığı diye bir şey var.”

Gözlerim devrildi anında. “Senin burcun ne Erim? Bu egondan kaynaklı bir iki tane tahminim var ama… Mesela Oğlak ve Aslan?”

Sırıttı. “Balığım ben.”

Limon yemiş gibi suratımı ekşittim. “Doğum günün ne zaman?”

“11 Mart.”

Benimkini sormadığı için suratımı astım küçük bir çocuk gibi. “Röportaj mı yapıyoruz bana neden sormuyorsun?”

“31 Temmuz.”

Verdiği cevap karşısında dudaklarım aralı kalırken bunu çok uzun tutmadım. İyi ama nasıl biliyordu ki ne zaman doğduğumu?

“İyi misin, güzelim?”

Gözlerimdeki şaşkınlıkla birlikte, Erim’in ‘güzelim’ demesi de kalbimde bir şeyler uyandırmıştı. “Ben... Evet, iyiyim,” dedim ama sesim biraz titrek çıkmıştı. “Sadece nereden bildiğini merak ettim.”

“İlgilendiğim tek şey sen olduğun için, biliyorum.”

Erim’e gülümseyip kafamdaki bereye son bir kez daha bakmak için aynaya biraz daha yaklaşacağım sırada Erim kafamdaki bereyi aldı ve “Bekle,” dedi. İlerlemesine engel olurken, “Hayır,” dedim. “Almanı istemiyorum.”

Kolunu elimin arasından kurtarırken, “O senin problemin,” dedi ve burnumu parmaklarının arasına kıstırıp hızla yanımdan ayrıldı. Sızlanarak butiğin dışına çıktım ve kalçamı Erim’in arabasına yaslayarak Erim’i beklemeye başladım. O sırada telefonumun titrediğini hissettiğimde telefonumu arka cebimden aldım ve gelen aramaya baktım.

Melis’ti.

“Güzelim."

“Buse! Neredesin? Okulu talan ettim seni bulmak için. Nöbetçi yerinde de başka kişiler vardı. Sordum ama açıklama yapmadılar. Pislikler!”

Kıkırdadım. “Erim’le birlikteyim.”

Melis’in karşıdan gelen şaşkınlık ve karmakarışık duygular içerisine girmesinden dolayı telefonu kulağımdan uzaklaştırırken yüzümü ekşittim. Erim’in geldiğini gördüğümde, “Detaylı anlatırım akşam,” dedim ve telefonu kapattım.

Erim geldiğinde arabanın kapılarını açtı ve elindeki poşetleri arka koltuğa attı. Şoför koltuğuna geçtikten sonra ben de yanına geçtim ve kapıyı kapattım. Emniyet kemerimi takarken, “Şimdi nereye sayın Erim Koral?” diye sordum.

“Nereye dersen,” dedi arabayı çalıştırırken.

Hiç düşünmeden, “Atlas’a hediye alalım,” dedim. Ne alacağıma dair de bir fikrim yoktu ama bakacaktım artık bir şeyler. Diğer günlere sarkmasındansa bugün halletsem daha iyi olurdu. Bildiğim bir dükkân vardı. Orada güzel hediyelik eşyalar satılıyordu. Erim’e adresi söyledikten yaklaşık on dakika sonra dükkânın önüne geldik ve arabayı park ettikten sonra arabadan indik.

Erim’i hiç beklemeden dükkâna dalarken çalışanlardan birisi yanıma geldi ve gülümseyerek, “Hoş geldiniz,” dedi. Bakışlarımı yanıma gelen çalışana çevirirken şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.

“Derin?”

Derin benim aksime oldukça normal bir tepki vermişti. “Aa, Buse. Nasılsın?”

Yüzümdeki şaşkınlık ifadesini atmayı başardığımda, “İyiyim,” diye cevap verdim. “Sen nasılsın?”

“İyiyim ben de. Hobi olarak çalışıyorum burada. Bunu sorguladığını az çok hissettim.”

Gerçekten de bunu sorgulamıştım. Samimi bir şekilde gülümsediğimde, “Yardımcı olabileceğim bir konu var mı?” diye sordu.

“Hediye bakıyorum. Beş yaş, erkek çocuğu için.”

O sırada Erim yanıma geldiğinde Derin’in hareleri kısa süreliğine Erim’i buldu. Akabinde yeniden bana baktı. “Kim için.”

Elimi kaldırıp Erim’in yanağına iki kere vurdum. “Erim’in kardeşine.”

Erim yanağında vurmama karşın kırıştırdığı suratını düzeltti ve “Tanışıyor musunuz?” diye sordu. Onaylarcasına başımı salladım.

“Tanışıyoruz. Babamın yeni iş ortağının kızı.”

Derin gülümseyerek elini Erim’e doğru uzattığında, “Derin ben,” dedi. Erim de uzattığı elini sıktı. “Erim.”

Neden Derin’in Erim’e karşı olan tavrı kasılmama sebep olmuştu?

Fazla vakit kaybetmeden Derin’in elini Erim’den ayırdım ve “Hadi Derin,” dedim çekiştirerek. “Yardım et bana.” Derin beni sağ tarafa doğru götürürken Erim de peşimizden geliyordu.

“Burada bulabilirsin bir şeyler.”

“Teşekkür ederim.”

Derin geriye doğru çekilip Erim’in yanına yaklaşırken, “Bugün mü doğum günü?” diye sordu. Bunun üzerine Erim bakışlarını etrafa bakınmaktan alıp abisi gibi mavi gözleri olan Derin Erguvan’a çevirdi. “Haftaya.”

“Şimdiden doğum günü kutlu olsun o zaman.”

Gülümsedi Erim teşekkür ettiğinde. Harelerini bana çevirdiği vakit yakalandığımı bilip hemen bakışlarımı kaçırdım ve hediyelik eşyalara bakmaya başladım. Ancak şu an Erim ve Derin yan yana olduğu için odaklanamıyordum.

Ama ben Buse’ydim. Bunun da üstesinden gelirdim!

Erim ve Derin’i olabildiğince göz ardı edip hediyelere odaklandım ve yaklaşık yarım saatin sonunda alacağım hediyeye karar verdim. Hediyeyi alıp arkamı döndüğümde beklemediğim bir şekilde Erim’e çarptım. Elimdekini son anda düşürmemeyi başarırken bir iki adım geriye çekildim. Derin yoktu.

“Ne çıkıyorsun önüme pat diye!”

Cevabını hiç geciktirmeden, kelimelerini tane tane söyleyerek verdi. “O kadar dalmıştın ki zaten dibinde olduğumu fark etmedin.”

İstifimi bozmadan devam ettim. “Derin’le konuşuyordun.”

“Derin yarım saattir diğer müşterileriyle ilgileniyor.” Sözü bittiğinde bakışları elimdeki ay şeklindeki gece lambasına çevrildi. Renk de değiştiriyordu. “Güzel tercih.”

Gülümsediğimde, “Hadi gidelim,” dedim ve kasaya doğru yöneldim. Neyse ki bu sefer kartımı yanıma almıştım. Atlas’ın hediyesini de abisine aldıramazdım. Buna gönlüm razı gelmemişti. Erim yanıma geldiğinde, “Uzaklaş,” dedim. “Ben ödeyeceğim.”

Dediğime karşın güldü. “İlk dediğini yapacağımı düşünüyorsan… yanılıyorsun, Buse Uluer.”

Gözlerim hafiften kısıldığında omuz silktim ve önüme dönerek lambayı kasiyere uzattım. “Hediye paketi de yapabilir misiniz?”

“Tabii ki,” dedi genç kız gülümseyerek. Ardından ücreti ödedim ve hediye poşetiyle birlikte kasadan ayrıldım. Arkamı döndüğümde Erim yoktu. Harelerim Erim’i ararken yine Derin’in yanında olduğunu gördüm. Kapının önündeydiler. Yanlarına gittiğimde Derin, Erim’e sanki hayran olmuş gibi bakıyordu.

“Gidelim mi?”

Erim’in sorusuna başımı sallayarak cevap verdiğimde, “Görüşürüz Derin,” dedim samimiyetsiz bir samimiyetle. Erim, Derin’e gülümsedikten sonra arabasının yanına doğru ilerledi, ben de peşinden gittim.

Arabaya yerleştikten sonra emniyet kemerimi taktım ve harelerimi Erim’e çevirdim. “Sevdin sanırım Derin’i?”

Erim arabayı çalıştırıp hareket ettiğinde göz ucuyla bana baktı. “Kıskandın sanırım Derin’i?”

Gözlerimi yalandan kocaman açtım. Ardından kınarcasına bakıp, “Cık, cık,” sesi çıkardım dilimle damağım arasında. “Onu da nereden çıkardın? Pes doğrusu!”

Erim dediğime kıkırdarken yola koyulmuştuk bile. “Aç mısın?”

“Değilim,” dedim kısaca. Sabah evden çıkmadan önce kahvaltı yapmamıştım daha doğrusu yapamamıştım ancak canım yemek istemiyordu şu an. Karnım guruldamadığı sürece hiçbir sıkıntımız olmazdı. “Nereye gidiyoruz?”

“Bundan sonrası sürpriz.”

Ses çıkarmadım. Aklıma yine fotoğraf olayı geldiği için canım sıkılmıştı. Arkama doğru yaslanırken derin bir sessizliğe gömüldü ortam. Yaklaşık beş dakikalık bir sessizlikten sonra Erim elini radyoya doğru uzattı ve radyoyu açarak sessizliği bozdu. Şarkı yerine reklam sesini duyduğumda homurdandım. Erim surat ifademi gördüğünde sırıttı.

“Reklam bitecek şimdi.”

Dediği gibi de oldu. Reklamların bittiğini anlatan bir tanıtım geldi ve daha sonra bir adam, “Herkese yeniden merhaba arkadaşlar,” diyerek söze girdi. Oysaki ben şarkı çalacak diye bekliyordum.

“Bugünkü Burç-u Aşk programımıza yeniden hoş geldiniz! Lafı uzatmadan yorumlamalara geçelim mi? Geçelim dediğinizi duyar gibiyim! O zaman çok bekletmeden, yoğun da istek üzere Balık erkeği, Aslan kadınını yorumluyoruz. Balık ve Aslanlar aman dikkat! Kulaklarınızı benden ayırmayın!”

Aslan burcunu duyduğum an radyodaki spikere pürdikkat kesildim ve diyeceklerini dinlemeye başladım.

“Aslan kadını ile balık erkeği arasında son derece güzel bir uyum vardır. İkisinin de en önemli ortak özelliği aşkı sevmeleri ve ona sahip çıkmalarıdır. Balık erkeği duygusaldır. Aslan kadını da dışarıdan sert gibi görünse de oldukça hassas bir yapısı vardır. O hassas ve duygusal yapısını ancak bir balık erkeği net bir şekilde görebilir. Balık erkeği sevilmek ve sahiplenilmek ister. Kıskanç kadınları sever. Aslan kadını da sahiplenici ve kıskanç özelliği ile balık erkeğinin aklını başından alacaktır. Aslan kadını hemen kendisini teslim etmez. Çok fazla uğraştırır. Bu uğraşı balık erkeğin hoşuna gidecektir. Kadını için uğraşmayı, onu kazanmaya çalışmayı çok sever. Aslan kadını açık sözlü ve her düşüncesini olduğu gibi dile getirir. Balık erkeğini kırarsa toparlaması zor olabilir. O yüzden davranışlarına çok dikkat etmelidir. Aslan kadını renkli bir karakterdir. Sosyal olmak onun için çok önemlidir. Balık erkeği ise sakin bir karakterdir. Bu tür zıt özellikler bu ikili için çok iyidir. İlişkileri dengede olacaktır. Anlayışlı olmaları sayesinde kimi zaman hareketli kimi zaman sakin bir gün geçirebilirler. Balık erkeği çok hayal kurar. Aynı zamanda çok fazla romantiktir. Aslan kadını o hayalleri dinlemeye bayılır. Bir anda balık erkeğinin dünyasında kendisini bulabilir. Balık erkeği dışarıda arkadaşlarıyla olmaktansa, Aslan kadını ile sıcak bir ortamda baş başa romantik bir gece geçirmek ister. İkisinin de aileye olan düşkünlüğü birlikteliklerinin hızlıca evliliğe dönüşmesinde yardımcı olacaktır. Çok iyi bir anne baba olabilirler. Özellikle balık erkeği için aile dendiğinde akan sular durur. Cinsellik konusunda aslan kadını kontrolü eline almak ister. Yatakta oldukça aktiftir. Balık erkeği de romantik dokunuşlarla aslan kadını daha da ateşleyebilir.”

“Ne yapıyormuşuz öyleyse? Balık erkeği Aslan uyumu deyip kenara çekiliyormuşuz! Evet, arkadaşlar bugünkü söyleyeceklerim bu kadardı. Yarın ki sürpriz burç uyumunu merakla bekleyin. Bakalım hangi uyum olacak! Kendinize iyi bakmanız dileğiyle, iyi günler.”

“Buse,” dediğinde konsantremi bozup Erim’e baktım. “Maharetli olduğun tek konunun yemek olmadığını düşündüğümde yanılmamışım.”

Erim’in imasını yaklaşık on saniye sonra anlarken gözlerim yerlerinden fırlayacak gibi açıldı. “Edepsizleşme!”

“İlk defa reddetmedin. Doğru yani?”

Elimi yumruk yapıp sertçe Erim’in omzuna geçirdiğimde onun canının yanması gerekirken benim canım yanmıştı. Erim yüz ifademi fark etmiş olacak ki arsızca gülümsedi. “Çok şapşalsın.”

Gözlerimi devirirken radyoda başlayan şarkıya kulak verdim. Melodisi tanıdıktı. Biliyordum bu şarkıyı.

Kalbine sor,

Bu kalbime zor,

Şu derdimi gör canım halimi sor,

Bok var gibi yüreğime düştün.

Son cümleyi Erim söylediğinde anlamsızca kaşlarım havalandı. Bakışları da üzerimdeydi.

Sana başka bir ben lazım, bana sen yine,

Kalbimi soy ve içine de kendini koy,

Gecelerim ol, güneşi de söndürürüm uğruna dünyayı da…

Bana bakmasını devam ettirirken şarkının devamını şarkıcıyla birlikte kendisi de söylemeye başladı.

Kavuşalım gün batışında,

Belki de hapsolur aşk bu sonuçta,

Deli gibi sevişelim ay ışığında,

Şehrin kuytularında…

Dedikten sonra gülümseyerek göz kırptı ve bana bakmayı keserek kafasını önüne çevirdi. Neyi ima ettiğini anlamıştım ama anladığım şeyi anlamak istemiyordum. Bakışlarımı Erim’in üzerinden çektim ve kolumu uzatarak radyoyu kapattım.

“Niye kapattın?”

“Şarkı güzel değildi,” dedim yalandan. Sonrasında sıkıntıyla ofladım. “Nereye gidiyorsak yol bitmedi.”

“Az kaldı.”

“Ben çok sıkıldım ama,” dedim mızmızlanarak.

Erim bana yine kısa bir bakış atarken, “Oyun oynayalım mı?” diye sordu.

“Ne oyunu?”

“Taş-kâğıt-makas.”

“Sen direksiyon başındayken mi?”

Sağ elini yanağıma doğru uzattı ve yanağımı sıkarak, “Farkındaysan bu elimi kullanmıyorum,” dedi. Yanağımı sıktığında kalp atışlarım yine rayından çıkarmayı başarmıştı. Bu çocuk bana dokunduğu an benliğimi kaybetmeye başlamıştım ben.

“Yine de saçma,” diyerek Erim’in bu fikrine katılmadım. Kesin beni öldürmeyi falan planlıyordu!

“Kaybeden kişi kazanan kişinin bir gün boyunca kölesi olacak,” dediğinde gözlerim kalpler çıkararak Erim’e baktı. Teklif üzerine acayip pis sırıttım. Bu oyunu oynadığım hiçbir kimse beni henüz yenemediği için kendime gayet güveniyordum ve Erim’e de efsane şeyler yaptırabilirdim.

“Kabul,” dedim büyük bir mutlulukla. Hodri meydan!

Erim bir, iki, üç diye saydı ve oyuna başladık. İlk olarak o taş yaptı ve ben kâğıt yaparak onu sarmaladım.

1-0

Erim elini makas yaptığında ben de taş yaparak onu ezdim. Yaşasın! Sayı üçte bitecek.

2-0

Ben kazanacağımı bildiğim için sırıtıyordum ama Erim’in üzülmesi gerekirken neye sırıttığına dair hiçbir fikrim yoktu. Üçüncü kez ellerimizi havaya kaldırdık ve bir-iki-üç. Erim taş, ben ise makas. Ne? Hayır…

2-1

Erim bana baktı ve ukalaca, “Kaybetmeni istemezdim,” diyerek geri önüne döndü.

“Sen öyle san. Hadi bakalım. Taş-kâğıt-makas!”

Erim kâğıt, ben taş.

2-2

Sakindim!

Son el… Bir-iki-üç… Erim makas, ben kâğıt…

2-3

Anlık suratım asılırken Erim yavaşça arabayı durdurdu ve anahtarı kontaktan çıkardı. Emniyet kemerini açtıktan sonra bana doğru döndü ve “Sen bu oyunu kaybettin mi yoksa ben rüyada mıyım?” diye sordu.

Hem üzgün hem de sinirli bir şekilde Erim’e baktım. “Hile yaptın!”

“Doğru. Büyücüyüm ben hatta. Korkmalısın benden.”

Erim’in dediklerini duymamazlıktan gelip nereye geldiğimize dair etrafıma bakınırken buz pateni pistini görünce tek kaşım havalandı. “Sever misin?”

Sorduğu soru üzerine Erim’e çevirdim harelerimi. “Severim.”

Birlikte piste girdikten sonra hazırlıklarımızı yaptık ve odaya geçtik. Odada yalnızca ikimizin olmasına şaşırarak tepki vermiştim. “Neden başka kimse yok?”

“Başkaları olsaydı eğer anlam bahşetmezdi.”

Boş odaya melodi sesi dolmaya başladığında Erim’den uzaklaştım ve kaymaya başladım. Buz patenini seviyordum. Kendimi mutlu hissediyordum kaydığım zaman. Etrafımda dönerken Erim beni izlemeyi bıraktı ve o da kaymaya başladı. Ben uzaklaştıkça o benim dibime giriyordu. En sonunda beni yakaladığında bir eliyle elimi tuttu ve diğer elini ise belime koydu. Melodinin orta kısımlarına geldiğimizde her şey ağır çekime girmişti sanki. İkimiz de birbirimize bakarken hiçbir şey demeden birlikte ilerledik her yöne.

Beni bıraktığında eş zamanlı uzaklaştık, sonrasında yeniden buluştuk tam orta noktada. Karşıma geçtiğinde ellerimden tuttu. Etrafımızda döndük gözlerimizin içine bakarken.

Öylesine bakıyordu ki bana, hapsediyordu beni kimsenin göremediği ormanına.

Bir elimi bıraktığında beni kendi eksenimde döndürdü.

Sanki rüyada gibiydim.

Sanki gördüğüm rüyanın gerçeğini yaşıyor gibiydim.

Bedenimi kendi bedenine çektiğinde bir eli belime dolandı. Nefesini boynumda hissettiğim zaman içimde bir ürperti oluştu. Başı kulağıma doğru yaklaşırken, “Dün gece uzunca gökyüzünü izledim,” dedi. “Sessizdi etraf. Sakindi. Yıldızlar parlak, ay dolunaydı. Sonra sen geldin aklıma. Çünkü seni ilk gördüğüm günün gecesinde dolunay vardı gökyüzünde. Belli belirsiz hafifçe gülümsediğimde bir anda yıldız kaydı. Ve ben o an…. Sadece seni diledim.”

Kalp atışlarımın hızını duyabiliyordum.

Belimdeki eli tam sol tarafıma yerleşti. “Yanında olmayı, sana sarılmayı, öpmeyi, koklamayı…”

“Gerçekleşecek mi dersin dileklerin?”

Elimden tutup yeniden kendine doğru çevirdi bedenimi. Gülümseyerek yüzüme baktığında fısıldayarak, “Gerçekleşti,” dedi ve dudakları dudaklarıma kapandı.

Loading...
0%