Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Bölüm 24 - Panzehir

@tubamis

Tehlikeli fısıltı

Bölüm 24 - Panzehir

Kaybolduğum düşüncesi zihnimi işgal ederken, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Her gittiğim adımda sürekli etrafımda dönüyor, nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum fakat amacıma asla ulaşamıyordum. Bu binalar, bu araçlar, bu insanlar…

Hiçbiri, hiçbiri tanıdık değildi. Burası benim her yerini adım gibi bildiğim şehir değildi. Burası bana çok yabancıydı, fazlasıyla.

Önüme çıkan insanları durdurarak buranın neresi olduğunu soruyordum fakat hepsi bana sanki onların anlayamadıkları bir şey söylemişim gibi bakarak geçip gidiyorlardı. Ellerimi saçlarımdan geçirirken ağlamak için dakikaları sayan gözyaşlarımı serbest bıraktım. Kabullenmesi çok zordu fakat ben gerçekten kaybolmuştum ve bunun başıma nasıl geldiğini bilmemek beni çıldırtıyordu.

Neler olduğunu hatırlamaya çalıştıkça beynim zonklamaya başlıyordu ve düşünmeme engel oluyordu. Ağladığım için buğulanan gözlerim görmemi bulanıklaştırırken ellerimin tersiyle gözyaşlarımı sildim ve derin bir nefes aldım. Adımlarım geri geri giderken bir şeye toslayınca aniden arkamı döndüm, bir iki adım uzaklaşarak tosladığım kişiye baktım.

Gördüğüm kişi karşısında şaşkınlıkla, “Buse…” dedim mırıldanırcasına.

Şaşkınlığımın mutluluğa dönüşmesine ramak kala fark ettiğim yangın her şeyi tuzla buz etmişti. Ürkek bakışlarımı bir kenara koyup titreyen bedenimle tekrardan Buse’ye bakarken vakit kaybetmeden ona doğru yaklaştım, incitmekten korkarcasına yüzüne dokundum. “Sen,” dedim hıçkırıklarımın arasından. “Buradasın.”

Gözyaşlarının biriktiği kahve gözleri gökteki en parlak yıldız gibi parlıyordu ancak konuşmuyordu. Yüzündeki ellerimi tuttu, avuçlarıma yumuşak bir şekilde öpücüklerini kondurdu. O an tüm bedenim yanarken, gün ağardı. Güneş kendini gösterdi, etrafı aydınlattı.

“Güzelim,” diye fısıldadım gözlerinde biriken tüm yaşları silerken. “Ağlama, kahretsin ki dayanamıyorum, ağlama.”

Kolları bedenimi sardı, çenesi omuzuma yerleşti. Kolları sıkılaştı, kokusu kokumla bütünleşti. Kollarım bedenini sarmaladı, rüzgârdan uçuşan saçları tek tek yüzüme dokundu.

Dokunduğu her yeri kavurdu, küllerinin kokusunu etrafa yaydı.

Çok geçmeden kolları bedenimden yavaşça ayrıldı, dolu olan gözleri sıcacık gülümsedi. Ayaklarını hafifçe kaldırarak boyumuzu eşitledi, yanağıma uzun, yumuşak bir öpücük bıraktı.

Geriye doğru çekilirken gözyaşlarımı sildi, “Hayır,” dercesine başını salladı. Ardından yangının çıktığı eve doğru koştu, alevlerin tam ortasına atladı.

“Buse!”

Gözlerimi araladığımda oturduğum yerde bir anda irkilince tüm gözler bana döndü. İyiyim dercesine başımı gelişigüzel salladım ve oturduğum yerden kalkarak sanki içeriyi görebilecekmişim gibi yoğun bakım odasına baktım.

Ameliyat bitmişti ancak Buse hâlâ uyanmamıştı. Kendime olan öfkem tekrardan kabardığında hızla koridorun sonuna doğru ilerledim ve merdivenleri inerek hastaneden çıktım.

Çok geçmeden Emir de peşimden geldi. Ses çıkarmadım. Hastaneye geldiğimden beri pek konuştuğum söylenemezdi de zaten. Ancak Emir sürekli yanımda olmuştu, şu anda da olduğu gibi.

Boş olan banklardan birisine yerleştikten sonra başımı semaya çevirdim. Gökyüzündeki bulutlar içimdeki karmaşayı yansıtır gibiydi. Gri, ağır ve bir türlü dağılmıyordu. Kahretsin ki canım çok yanıyordu ve olanların tek suçlusu bendim.

Gereğinden fazla tepki vermiştim. Sevdiğim kızın bana inanmaması içimde bir şeylerin kırılmasına sebep olmuştu ve sırf bu yüzden onu bu denli üzmüştüm. Ama nasıl başarmıştım bunu bilmiyordum. Akıl sır erdiremiyordum. Kötü davranmaya çalışırken bile canım yanıyordu lan benim!

Yanıma geldiği gün gitmesine izin vermemeliydim.

Başımı önüme geri çevirdiğimde, harelerim bilinçli olarak sağ bileğime kaydı. Takılı olan bilekliğe dokunurken belli belirsiz gülümsedim. Önemsiz dediğim ancak esasında Buse’nin beni düşünüp getirdiği için kalbimi hızla çarptıran bu bilekliğin üzerinde parmaklarım gezindi. Öylesine güven veriyordu ki şu an bana… Sanki her an Buse’nin varlığını yanı başımda hissetmeme sebep oluyordu.

Belki de Buse’nin dokunduğu içindi bu zincire olan güvenim.

Her anımda bana ait olan bir parça gibi geliyordu, kaybetmek istemediğim bir şeydi. Buse’yi kaybetmeyi düşünmek bile içimde korkunç bir boşluğa neden oluyordu.

Sadece düşündüm. Gülümsemesini, neşesini… Kendi ruhumun karanlık köşelerini aydınlatan ışık gibi parlayan yüzünü…

Omzumda bir el hissettiğimde başımı Emir’le eş zamanlı olarak sağ tarafa doğru çevirdim, görüş açıma ağlamaktan gözleri şişmiş Melis girdi. Melis’in uzattığı suyu elinden aldıktan sonra Emir’in yanına oturdu. “Uyanmıyor,” dedi oldukça bitkin bir ses tonuyla. Yeni yeni sakinleşmişti zaten. Keza Buse’nin ailesi de aynı şekildeydi.

“Çıkacak,” diye karşılık verdim olumsuz tek bir düşünce dahi düşünmeden. “Arkadaşının ne kadar güçlü olduğunu benden daha iyi biliyorsundur.”

“Öyle… öyle ama… ne bileyim, ilk defa bu denli ağır yaralandığını gördüm ben. Saçını çektiğimde bile canı hemen yanardı onun… O kadar kesiğe nasıl ses çıkarmadı?” Bir an duraksadı, sanki içinde dolup taşan karmaşık düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. “Onu koruyamadım… Elimden hiçbir şey gelmedi.”

“Düşünme bunları,” dedi Emir bakışlarını Melis’e çevirdiğinde. Melis’in yeni durdurduğu gözyaşları yeniden akmaya başlarken küçük bir kız çocuğu gibi kıvrıldı, başını Emir’in omzuna yasladı. Emir soluk bir nefes alırken Melis’in saçlarında dolandı eli.

Nasıl iyi hissettireceğini bilmiyordu ancak deniyordu bir şeyler.

Harelerim sol tarafa kaydığında, görüş açıma Tugay denen herif girdi. Tek kaşım havalanırken Melis’le sevgili oldukları aklıma geldi. Emir söylemişti bana da. Fakat nedense hiç sevgili gibi durmuyorlardı. Tugay’ın bakışları Emir’i bulduğunda yüzündeki siniri anlamamak mümkün değildi.

Birkaç sert adımla yanımıza geldi, “Senin benim sevgilimin yanında ne işin var?” dedi kelimeleri neredeyse tükürerek. Melis, ağlamaktan kızarmış gözleriyle Tugay’a bakarken, Emir yüzünde donuk ve kayıtsız bir ifadeyle bakıyordu. Tugay bakışlarını Emir’den ayırmadan tekrar konuştu, bu kez sesi daha da sertleşmişti. “Ben sana ondan uzak duracaksın demedim mi?”

Emir, şaşırtıcı bir sükûnetle, “Hastanedeyiz,” dedi, sesinde en ufak bir öfke belirtisi bile olmadan. “Ve şu an bu konuyu konuşmak istemiyorum.”

Bu yanıt Tugay’ın öfkesini dindirmek yerine, onu daha da körüklemişti. Bakışlarını bu kez Emir’den alıp Melis’e çevirdi, gözleri alev alev yanıyordu. “Ben sana ondan rahatsız olduğumu söylemedim mi Melis?” diye bağırdı. Sesi o kadar yüksek ve baskındı ki, bahçenin sessizliğini adeta bir bıçak gibi kesiyordu.

Bu sözler, Melis’in içinde bir şeyleri tetiklemiş gibiydi. Bir anda yerinden fırlayıp bütün gücüyle Tugay’ı itti. Gözlerinde biriken yaşlar öfkeyle parıldarken, sesi çatallaşmıştı.

“Ya sen kimsin de bana hesap soruyorsun?” dedi, sesi hem güçlü hem de kırılgandı. “Seni çağırmamın üzerinden altı saat geçti, daha yeni geliyorsun. En yakın arkadaşım içeride ameliyatta, ben burada korkuyla beklerken senin gelme sebebin bu mu? Onun nasıl olduğunu bile sormuyorsun, gelmiş burada kıskançlık krizine giriyorsun! Böyle saçma sapan kıskançlıklarınla uğraşamam! Siktir git buradan, Tugay. Bitti!”

Tugay, Melis’in sözleriyle sarsılmış halde bir an durakladı. Yüzündeki öfke, yerini kısa bir süreliğine bir şaşkınlığa bıraktı ama ardından bu şaşkınlık da yok oldu. “Melis, saçmalama! Sadece seni düşündüğüm için…” dedi ama Melis’in gözlerinde gördüğü soğuk ve kararlı bakış lafını yarıda kesti.

“Git dedim sana, Tugay!” diye bağırdı Melis. “Git! Artık istemiyorum seni!” Sesi gereğinden fazla yükselirken gözlerindeki yaşlar daha da belirginleşmişti.

Göz ucuyla Emir’e baktım. Bakışımı anlamış olmalı ki yerinden kalkarak Melis’e doğru yöneldi. Sessizce, sakin bir ifadeyle ona yaklaşarak, “İçeri gidelim,” dedi.

Melis, söyleyecek bir şeyi kalmamış gibi derin bir nefes aldı ve hiçbir şey demeden yanımızdan ayrıldı. Emir de peşinden ilerledi.

Banktan kalktıktan sonra göz ucuyla Tugay’a baktım. Derin bir nefes aldım, bakışlarımı onun üzerine dikerek sert bir tonda konuştum. “Melis’in yanında olacak gücün yoksa, o kadar uzakta kal ki nefesini bile hissetmesin.”

“Bu seni ilgilendirmez.”

“Beni ilgilendiriyor çünkü Melis benim arkadaşım. Sevdiğim kızın da en yakın arkadaşı. Ve bir daha onu böyle üzersen, bu sefer beni karşında bulursun.”

Tugay, kelimelerim karşısında afallamış gibi bir an yüzüme baktı ama söyleyecek bir şey bulamadı. Sessizce başını eğip arkasını döndü ve hızla uzaklaştı.

Hastaneye geri girdiğimde yoğun bakımın önünde bir hareketlilik vardı. Kalbim göğsümde hızla atarken adımlarım da istemsizce hızlandı. İçimde büyüyen kasvet, aklıma gelen en kötü ihtimalleri tetikliyordu. Gözlerim telaşla Emir’i buldu, yanına vardığımda endişeyle sordum, “Bir şey mi oldu?”

Emir, yüzünde rahatlamış bir gülümsemeyle bana sarıldığında şaşırdım. Ellerini sırtımda gezdirip omzuma hafifçe vurdu. “Uyanmış, kardeşim. Buse uyanmış.”

***

Buse Uluer’den;

Anne ve babamın manidar bakışlarının altında ezildiğimi hissettiğimde kuruyan dudaklarımı ıslattım. “Anne, baba…” dedim bitkinliğimin sesime yansımış haliyle. “İyi hissediyorum ben kendimi.”

Annem elini saçıma atıp saçlarımı okşamaya başladığında diğer eliyle de elimi tutup dudaklarına doğru götürdü, uzun bir öpücük bıraktı. Gözlerinin altı ağlamaktan olsa gerek şişti. İçim burkulurcasına diğer kolumu ani bir hareketle anneme doğru uzatınca kesikten dolayı acıyla yüzümü ekşittim.

“Dikkat et!” Babamın panikleyen ses tonuna karşın anlayışla başımı hareket ettirdim ve kolumu geri indirdim.

“Sizi çok seviyorum.”

“Biz de seni çok seviyoruz, abla.”

Harelerim babamın yanında olan Beril’e kaydığında gülümseyerek, “Buraya gelsene,” dedim. Dediğimi sorgulamadı ve yanıma yaklaştı. “Eğil.” Beril eğildiğinde yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Normalde asla böylesine bir sevgi gösterisi sunmazdık birbirimize ama şu an çok farklı hissediyordum.

Kapı tıklatıldığında Beril doğruldu ve eş zamanlı bakışlarımız kapıya ilişti. İçeriye doktor ve polis üniformalı bir kadın girdi. Doktor gülümseyerek yanıma yaklaştı. “Hastamız nasıl oldu?”

“İyiyim, teşekkür ederim,” dedim aynı samimiyetle.

“Buseciğim, polis olay hakkında birkaç soru soracak. Cevaplayabilecek durumda mısın?”

Harelerim yeniden polise kaydığında bir anlığına tereddütte kaldım. Yaşadığım şeyleri tekrardan hatırlamak istemiyordum ancak uyanana kadar sürekli Mehmet’le ilgili kâbuslar görmüştüm. Kaçamıyordum. “Verebilirim,” dedim düşüncelerimden arındığımda.

Akabinde polis annemlere baktı. “Bizi biraz yalnız bırakabilir misiniz?”

Annemler anlayışla karşıladıktan sonra doktorla birlikte odadan çıktılar ve polisle baş başa kaldık. Kadın karşımdaki sandalyeye oturduktan sonra elinde tuttuğu not defterini dizinin üzerine yerleştirdi, başını kaldırıp bana baktıktan sonra yeşil gözleriyle gülümsedi.

“Nasılsın, Buse?”

“İyiyim. Siz?”

“Teşekkür ederim.”

Hareleri sargılı yerlerimde gezindiğinde bilinçsiz bir şekilde kıpırdandım. Huzursuzlandığımı fark etmiş olacak ki anında bakışlarını çekti, yüzüme baktı. “Olay tam olarak nasıl gerçekleşti? Mehmet senin neyin oluyordu? Oraya nasıl gittin?”

Polisin soruları art arda gelmeye başladığında zoraki yutkundum, boğazım kurumuştu. Gözlerimin önünde o anlar film şeridi gibi geçiyordu. Mehmet’in yüzü, ses tonu, ürkütücü bakışları… Her detayı anımsıyordum. Mehmet’in adını duymak bile içimde tarifsiz bir korku yaratıyordu artık.

Gözlerimi kapatıp açtım, derin bir nefes aldım ama fayda etmemişti. Yüzüme yerleşen soğuk terleri, titreyen ellerimi fark ettim. Sanki odanın bir köşesinden o karanlık gülümsemesiyle bana bakıyordu, bir adım ötede saklanıyordu. Bu his beni zorluyordu, nefesim daralıyordu. Her an yeniden karşıma çıkacakmış gibi içimdeki korku zihnime yeniden yayılıyordu.

Polis, bir an tereddüt edip durdu, sonra yumuşak bir sesle konuştu. “Buse, acele etmemize gerek yok. Hazır olduğunda anlatabilirsin,” dedi. Sesi güven verici ve nazikti.

Başımı yavaşça sallayarak yeniden toparlanmaya çalıştım. Mehmet’in gölgesinin üzerimde olmadığını, buranın güvenli bir yer olduğunu kendime hatırlatmalıydım.

“Liseden arkadaşımdı,” diyerek söze başladım. “Aramız iyiydi ancak bilmiyorum, ben… böyle birisi olacağını hiç düşünmedim. O gün de buluştuk. Bana bir sürpriz yapacağını söyledi, ardından beni sevdiğini itiraf etti. Bense onu reddettim, eve gitmek için yanından ayrıldım ancak çok geçmeden peşimden geldi. En son burun ve ağzımı kapatarak bayılmama sebep oldu. Gözlerimi açtığımda ise basık bir yerdeydim, ellerim ve ayaklarım bağlıydı. Arkadaşı vardı yanında. Önce Mehmet başımı yaraladı, sonrasında ise arkadaşı kollarımı ve boynumu…”

O an ki acıyı tekrardan hissettiğimde sustum.

“Tamam,” dedi polis üzüntüsünü belli eden gözlerle baktığında. “Kim buldu peki seni?”

Aklıma Erim geldiğinde büyük bir mutluluk sardı bedenimi ister istemez. Onu henüz görememiştim ama görmek için can atıyordum. Neredeydi uyandığımdan beri? “Erim Koral,” dedim polise bakarak.

“Neyin oluyor?”

Bir süre duraksamak zorunda kaldım. Sevdiğim kişiydi, beni seven kişiydi. Yaralandığım için ağlayan, konuştuğum için bana kızan kişiydi. Beni kurtaran, her zor anımda yanımda olan kişiydi Erim Koral.

Tekrardan gülümsediğimde, “Sevgilim,” dedim büyük bir cesaretle.

Polis cevabıma ithafen gülümsedi. Dediğim her şeyi de not almıştı. Yerinden kalktığında, “Tekrardan geçmiş olsun, Buse. Suçluları bulmak için elimizden gelenin en iyisini yapacağız, şüphen olmasın,” dedi ve odadan çıktı.

Polis çıkar çıkmaz büyük bir rahatlama hissetmiştim. Çok zaman geçmeden kapı açıldı, içeriye Melis girdi. Melis’i görünce gülümsedim. Koşarak yanıma geldi ve bir anda boynuma sarıldı. Dudaklarımdan acılı bir, “Ah!” firar ederken Melis anında benden ayrıldı ve korku dolu mavi hareleriyle bana baktı.

“Çok acıdı mı? Seni öyle görünce dayanamadım!”

Kıkırdayarak başımı hafifçe salladım. “Bir şeyim yok.”

Melis yanıma sokulurken, ellerini usulca saçlarımda gezdirmeye başladı. Parmaklarının yumuşak dokunuşu bir anlık huzur hissetmemi sağlamıştı. Kendime gelmeye çalışıyordum. Bedenim hâlâ ağrıdan zonklarken, “Eğer uyanmasaydın seni öldürürdüm, Buse!” dedi sahte bir sinirle.

Biraz nefeslenip gözlerimi ona dikerek kıkırdadım. “Uyanmasaydım zaten ölmüş olurdum,”

Sözlerim onu tatmin etmemiş olacak ki sinirle kaşlarını çatarak yüzüme baktı. Bakışları, içine sakladığı korku ve endişeyle karışık sert bir ifadeye büründü. Bir anlık bir utançla yüzümü başka yöne çevirdim, sanki göz göze gelirsek Melis’ten azar işitecektim.

Ellerini saçlarımdan çekip omzuma hafifçe koydu. Derin bir nefes aldı, sesini daha sakin ama ciddi bir tona bürüyerek, “Buse,” dedi.

Yavaşça ona döndüm, gözlerimi yeniden o mavi harelerine sabitledim. Birkaç saniye sustu, sonra gözlerini kısarak devam etti. “Kaçtılar.”

“Biliyorum… polis onları bulacağız dediğinde anladım daha doğrusu. Direkt olarak kaçtıklarını söylemedi.”

Başını aşağı yukarı hareket ettirdi. “Evet, arıyorlar. En çok da Emir ve Erim.”

“Erim…” dedim mırıltıyla. “Nerede?”

“Senin uyandığının haberini aldıktan sonra gözden kayboldu. İnan bilmiyorum. Ama bir dakika olsun ayrılmadı hastaneden. İlk defa bu kadar üzgün gördüm Erim’i.”

Erim’in şu an burada olmaması keyfimi kaçırırken herhangi bir şey demedim. Onu da görmek istiyordum ve o beni görmeden gitmiş miydi gerçekten? Aklıma bir sürü soru doldu, cevap bulamadıkça daha da ağırlaştılar. Neden gitmişti ki? Eğer gidecekse neden uyanmamı beklemişti? Bekledikten sonra neden beni görmemişti?

Melis’in bakışları üzerimdeydi, sanki bir şeyler söylememi bekliyordu ancak dilimden hiçbir kelime dökülmedi. Kapı açıldığında düşüncelerimden sıyrıldım ve içeriye giren hemşireye baktım. Hemşirenin bakışları Melis’e değdiğinde gülümsedi.

“Hastamız biraz dinlese mi artık?”

Melis’in hiç gönlü olmasa da mecburen ayaklandı ve öpücük atarak odadan çıktı. Hemşire serumumu değiştirirken ben de gözlerimi kapadım.

Çok geçmeden de uykuya daldım.

***

Erim Koral’dan;

Gecenin sessizliğinde elim kapının kulpuna yerleştiğinde derince bir nefes aldım. Buse’nin uyandığı haberini aldıktan sonra hastaneden ayrılarak babamın yanına gitmiştim. Çünkü babama sözüm vardı, uyandığı an yanına geleceğimi söylemiştim.

Sözümü tutmuştum.

Saat ikiye geliyordu ve şu an kalbim yerinden her an fırlayacak gibi çarpıyordu.

Tüm cesaretimi topladıktan sonra kapının kulpuna baskı uyguladım ve kapıyı hafifçe aralayarak içeriye girdim. Ağır adımlarım yatağa doğru ilerlediğinde Buse’nin uyuduğunu fark ettim. Benzi olduğundan daha soluktu. Yara almış her yeri sarılıydı.

Ben ona dokunmaya kıyamazken orospu çocuğunun yaptığı şey akıl kârı değildi.

Öylece uzaktan izlemeye başladım onu. Yanına yaklaşamadım. Uyandırmak, o güzel uykusunu bölmek istemedim. Ama bu kadar uzakken de tenini soluyamıyordum ve nefes almam oldukça zorlaşıyordu.

İnsanın nefes alma sebebi bir insan olduğunda anlıyordunuz bazı şeyleri.

Başını bir anda benim olduğum tarafa doğru çevirdiğinde yüzünün kasıldığını seyrettim. Kaşları çatıktı ve yüzünde korku vardı. Bacaklarını bir şeyleri ittiriyor gibi hareket ettirdiğinde endişeyle olanları anlamaya çalıştım.

“B-bırak beni,” dedi yaşadığı korkuyla kekeleyerek. “Mehmet yalvarırım bırak… beni. Canım yanıyor! Bırak b-beni! Hayır! Hayır ben seni sevmiyorum! Bırak!”

Yerinde duramadığında kalbim acıyla kasıldı, koşarak odadan çıktım. “Hemşire! Doktor!” diye bağırdım ancak etrafta kimse yoktu. Buse hâlâ kriz geçiriyordu. Birkaç kez daha bağırıp geri odaya geçtim.

“Yalvarırım bırak! Eve gitmek istiyorum! Vurma artık! Yapma… bırak! Mehmet!”

Elim ayağım birbirine dolaşırken Buse’nin yanına gittim, yataktaki çırpınışlarını engellemek amacıyla bir elimle başından tuttum. Diğer elimle sol elini tutarken bacaklarını sabitlemek için de bacağımı üzerine attım.

“Şşh,” dedim beni duymasını arzulayarak. “Geçti güzelim, geçti. Bak yanındayım.” Çırpınışları hâlâ devam ederken sağ elini de tuttum. Çırpınan eli bileğimdeki bilekliğe tutunduğunda sıkıca bilekliği kavradı. Yavaş yavaş sakinleşiyordu ancak göğsü çok hızlı inip kalkıyordu. “Sakin ol…” dedim fısıltıyla. “Sakin ol… Geçti.”

Alnı terden dolayı ıslaktı. Nefesi yavaş yavaş sakinleşip belli bir düzene girdiğinde rahat bir nefes aldım. Gözümü bile kırpmadan yüzüne bakıyordum. Tüm çizgilerini, yorgun ifadesini hafızama kazıyordum.

Ellerim usulca alnına doğru kaydı, parmak uçlarımın hafif dokunuşuyla alnındaki teri sildim. İçimde ona dokunarak o kâbusun etkisini bir parça da olsa dindirebilme arzusuyla eğildim. Yaralı alnına küçük, nazik bir öpücük kondurdum.

Bir an göz kapakları titredi, sonra gözlerini yavaşça araladı. Bakışları henüz bir anlam bulamadan, şaşkın ve mahmur bir şekilde yüzümde dolandı. Olanları idrak etmeye çalışıyor, sanki rüyadan gerçekliğe adım atmakta zorlanıyordu. Gözlerindeki o kaybolmuş ifadeyi gördüğümde, sesimi yumuşatıp ona güven vermek ister gibi fısıldadım.

“Kâbus gördün,” dedim usulca, avucumu alnında gezdirerek. “Korkma, geçti.”

Henüz yeni yeni kendine geldiğinde yutkunmaya çalıştı, ardından üzerini inceledi. Bakışları yeniden korkuya dönüştüğünde hızla yataktan kalktım. “Özür dilerim,” dedim mahcup bir tavırla. “Kriz geçirdin… Sakinleştirmek için.”

“Su,” dedi tüm dediklerimi duymazlıktan gelerek. Harelerim etrafta gezindi, komodinin üzerindeki sürahiden bardağa su doldurdum ve yatağa oturdum. Ben daha suyu içirmeden Buse doğrulmaya çalıştığında ani bir hareketle engel oldum.

“Ne yapıyorsun sen? Dinlenmen gerekiyor.”

Bıkkınlıkla gözleri devrildi. “Kaç saattir yatıyorum bilmiyorum ama yatmaktan hiç bu kadar sıkıldığımı hatırlamıyorum.”

“Hayır, Buse. Yatman gerekiyor.”

“Erim!”

“Yavrum?”

Sırıttı. “Yavrun muyum gerçekten?”

Buse’yi geri yatırdığımda bardağı dudaklarına doğru götürdüm ve suyu içmesine yardımcı oldum. Birkaç yudum içtikten sonra başını yana çevirdi. Bunun üzerine bardağı yerine koydum. Geri Buse’ye döndüğümde hafifçe yanına doğru sokuldum, dirseğimi yatağa sabitleyerek başımı elimin üzerine koydum.

“Yavrumsun,” dedim az önceki sorusuna karşılık olarak.

Bir insan yaralıyken bile bu kadar güzel olmayı nasıl başarabilirdi? Bu güzellikle baş edebilecek miydim gerçekten bilmiyordum…

Utanarak gözlerini kaçırdığında, “Buse,” dedim tekrardan bakmasını sağlayarak. “Ben özür dilerim. Her şey için. Sana öyle davranmamalıydım biliyorum…”

“Erim. Bunları konuşmak istemiyorum.”

Israr etmedim. Elimi saçlarına atacağım sırada bir anda elim alnına çarptı, yüzü acıyla kasıldı. Büyük bir endişeyle doğrulurken, “Özür dilerim,” dedim alelacele. “Bilerek yapmadım. Çok yandı mı canın? Hemşire çağırmamı ister misin?”

Buse bir anda kahkaha atmaya başlarken, “Çok şapşalsın,” dedi kesik nefesinin arasından.

“Çok korkmuştum…”

“Öp de geçsin.”

Son cümlesinin üzerine yeniden gülmeye başladığında üzerine doğru eğildim ve alnına, yarasının olduğu yere, küçük bir öpücük kondurdum yeniden. Anlık afalladığında yüzündeki sevimli ifadeye karşın sırıttım.

“Öpeyim de geçsin,” diye mırıldandım, kollarındaki yaralarına da öpücük kondurdum küçük ama sayamayacağım kadar çok bir şekilde.

Yanına tekrardan uzandığımda kalbinin sesini duyabiliyordum. “Çok hızlı çarpıyor,” dediğimde bakışlarım refleksmiş gibi sol tarafına doğru kaydı.

Tekrardan Buse’ye baktığımda yutkundu. “Çünkü çok hızlı çarpmasına neden oluyorsun. Ve bu ilk defa olmuyor Sayın Erim Koral.”

Tek kaşım havalandığında, “Ben bu itirafların için neden bunca zaman bekledim Sayın Buse Koral?”

“Öyle gerekiyordu…” Jetonu yeni düştüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı. “Ne?”

Sanki neyi ima ettiğini bilmiyormuşum gibi sorgularcasına başımı salladım. “Ne, ne?”

“Buse mi Koral?”

“Buse,” dedim Buse’nin şaşkın yüz ifadesine karşın. “Bakma bana böyle. Seni öpesim geliyor.”

Utandığını fark ettiğimde yanakları kızarmıştı bile ancak herhangi bir cevap vermedi. Veyahut veremedi. “Karşılıklı sevgimizi çok hayal etmiştim,” dedim sessizliği bozarken. “Ama hiçbiri gerçeği kadar güzel değilmiş.”

“Erim.”

“Güzelim?”

“Yaklaşsana biraz.”

Dediğini uyguladığımda yüzümü biraz daha yakınlaştırdım yüzüne. Sadece nefes alabileceğimiz bir alan bıraktım desem daha doğru olurdu. Kahve hareleri yüzümde gezinirken, “Bir daha ağlama,” dedi melodi gibi olan ses tonuyla.

“Bir daha ağlatma.”

Dudaklarına samimi bir gülümseme peyda olduğunda, “Seni çok seviyorum,” dedi ve başını hafifçe kaldırarak dudaklarını dudaklarımla birleştirdi. Bir anlığına afallasam da öpmesine karşılık verdim. Gülümseyerek geriye çekildiğinde harelerim boynundaki sargıya kaydı.

Hafifçe aşağı doğru kayıp boynunu öptüm, dudaklarımın sıcaklığı teninde gezindi. Alnındaki yaraya yöneldim, hafif bir öpücük dokundurdum. Sonra, dikkatlice sağ koluna yöneldim. Oradaki kesikler ne kadar derin ve acı verici olsalar da bu acıları geçirecektim. Ardından başını göğsüme yerleştirerek saçlarını okşamaya başladım. “Söz veriyorum her bir yaranı tek tek sevgimle iyileştireceğim.”

Loading...
0%