Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 3 - Uygulama

@tubamis

 

Tehlikeli Fısıltı

Bölüm 3 - Uygulama

Başımda at gibi tepinen Beril ile güne başlamak hayatımın en kötü kâbuslarından birisi olabilirdi. Veya değildi. Çünkü birkaç gün öncesinde yaşadığım olaylar daha da kötüydü. Ama sorun o ki bunca olayın üzerine bir de bu şekilde uyandırılmak en son isteyeceğim şey bile değildi. Gözlerimi hafifçe araladım ve sorgular gözlerle Beril’e baktım. “Seni kardeşlikten menediyorum Beril.”

Dilini damağına bastırıp cık cık yaparak, “Annem yok diye istediğin saate kadar yatabileceğini mi sandın?” dediğinde sinirle soludum ve “Beril git başımdan!” diye bağırarak tüm gücümle üstüme oturan Beril’i yere attım.

Totosunun üstüne düşerken acıyla bana baktı. “Vicdansız!”

“Ben de seni seviyorum,” dedim ve arkamı dönerek uykuma geri dönmeyi planladım ancak bu, Melis’in sesini duymamla yerle bir oldu. Gözlerim fal taşı gibi açılırken hızlıca doğruldum ve “Melis!” diye bağırdım. “Hoş geldin.”

Melis yanıma gelip bana sıkıca sarılırken sarılmasına karşılık verdim. “Hoş buldum, canım.”

“Buse, beş dakikaya sofrada ol,” diyen Beril odadan çıkarken Melis de “Karımı duydun,” dedi ve Beril’in peşinden gitti. Yatağımdan ayrılmak zor gelse de bunu başardım ve yatağımı topladıktan sonra rutin işlerimi hallederek mutfağa geçtim.

Beril çayları doldururken Melis ağzına patates kızartması atıyordu. Biraz sessizlikten sonra Melis gözlerini kısarak bana baktı. “Şimdi o mesajları atanın kim olduğuna dair teoriler üretmeliyiz.”

Desteklercesine başımı salladım fakat, “Başka mesaj atmadı ki,” dedim. “Hiçbir sonuca varamıyoruz şu an.”

Melis, “Bence şu an hiç aklımızda olmayan birisi,” dediğinde başımla onay verdim.

“Acaba mesaj mı atsak?”

Beril dediğime burun kıvırırken, “Bence birkaç gün daha bekleyelim,” diyerek karşılık verdi. “Eğer ses çıkarmazsa biz yazarız.”

Hepimiz bu fikri onaylarken, “Peki... Maskeli şahıs?” diye sordum. “Ve... balodaki o adam? Derdi ne ki benimle... açıkçası ben ilk karşılaştığımız gün deli olduğunu düşünerek kale almamıştım onu. Hâlâ da fikirlerim değişmedi. Her şey üst üste geldi. Bu kadar adrenaline alışık değilim.”

Melis bir anda, “Hayır, Buse!” diye yükselirken bakışlarımı Melis’e çevirdim. “Bulacağız kim olduklarını!”

Ardından Beril de “Evet!” diye Melis’i desteklerken ben de onlara katıldım.

“Anlaştık!”

Kahvaltımızı yaptıktan sonra masayı toparladık ve oturmak üzere salona geçtik. Beril’le, Melis ne izlediklerini bilmediğim bir videoya kahkaha atarken ben sıkılmakla meşguldüm. Bir süre daha boş boş oturduktan sonra bakışlarımı kızlara çevirdim. “Dışarıya mı çıksak?”

İkisi de eş zamanlı bana baktı. “Olur. Nereye gidelim?”

Omuz silktim. “Bilmiyorum ki... Ona dışarıda karar verelim.”

Melis dediğimi onaylarken odama geçerek kıyafetlerimi değiştirdim ve saçımı başımı düzelttikten sonra yanlarına gittim. Onlar benden önce uyandığı için çoktan hazırlardı.

“Hadi gidelim,” dedikten sonra montumu giydim ve Beriller dışarı çıktıktan sonra kapıyı kilitledim.

Gözüm Aysel Teyzenin evine ilişirken camdan bana el salladığını gördüm. Hastaneden dün gelmişti ve durumu daha iyiydi. Gülümseyerek ben de ona el salladım ve koşar adımlarla kızların yanına gittim. “Ee, nereye gidelim?”

Melis aklına gelen şeyle sırıtırken, “Buldum!” dedi heyecanla. “Hani bir uygulama var ya ıssız konumlar buluyor. Ondan yapalım.”

“Emin misin Melis? Başımıza sürekli olay gelmesinden zevk mi alıyorsun sen?”

Kahkaha atarak cevapladı sorumu. “Evet.”

Ardından Beril söze girdi. “Karım istiyorsa yaparız.”

Bense bu fikre fazla sıcak bakmıyordum. “Yapmasak?”

Melis aşağılar gözlerle bakışlarını üzerime dikti. “Kötü çocuklar cesur kızları sever, Buse.”

Dediğinin üzerine kaşlarım havalandı. “Bu hikâyedeki kötü çocuk kim?”

Omuz silkti. “Buluruz. Korkak, Buse.”

Sulu gözlerle Melis’e baktım ve isteksizce bu fikri kabul ettim. “Tamam. Gidelim. Uygulamayı kim indirecek?”

“Ben de yüklü,” dedi Melis ve ardından telefonunu çıkararak uygulamaya girdi. Bir süre bekledikten sonra bir konum işaretlendi ve adrese baktık. Burası bulunduğumuz yere çok da uzak bir yer değildi. Bu yönden şanslıydık. Gideceğimiz yere doğru adımlamaya başlarken içimde ne olduğunu bilmediğim bir his vardı. Ya başımıza bir şey gelecekti ya da ben fazla kafamda kuruyordum. Saçma düşüncelerimi defetmeye çalışarak ortama uyum sağlamaya çalıştım.

Geçen yirmi dakikanın ardından gideceğimiz yere varırken usulca etrafa bakındım. Kuş bile uçmuyordu. Karşımızda inşası yarıda bırakılmış dört katlı bir bina vardı. Etrafı tamamen toz topraktı. Yerde çimento torbaları, dışı kurumuş toprak olan el arabaları ve birçok tuğla yığınları vardı. Issız binaya doğru adımlarken korkum gitgide artmaya başlıyordu.

Benim aksime Melis ve Beril oldukça eğleniyordu. Binanın önüne geldiğimizde Melis, “İçeri girelim,” dedi ve vakit kaybetmeden içeri girdi.

Titrek adımlarım yürümeye çalışırken etrafı inceledim. Ne kadardır insan uğramıyordu buraya? Çoğu yer örümcek ağıyla kaplıydı ve duvarların bazı kısımlarında yazılar vardı. Hepsi saçma sapan şeylerdi. Hatta bir kısımda, “Zehirden şifa, kahpeden vefa beklenmez,” yazıyordu.

Yani.

Tamam.

Melis merdivenlere doğru yönelirken, “Melis,” diye seslendim. “Bence bu kadar yeterli, hadi gidelim.”

Melis gözlerini devirerek, “Sus, Buse,” dedi ve merdivenleri tırmanmaya başladı. Ben de peşinden gittim. Beril ise etrafın fotoğrafını çekiyordu.

Beril?

Üst katın da alt kattan herhangi bir farkı yoktu. Farklı yerlere bakınırken yerde gördüğümüz şeyle olduğumuz yerde durduk. Üçümüzde birbirimize bakarken yavaşça yerde duran şeye doğru ilerledik. Bu bir battaniyeydi. Melis yere eğilerek battaniyeye dokunurken, “Altında sert bir şey var sanırım,” dedi.

Gözlerim dehşetle açıldı. “Ceset olmasın?”

“Oha,” dedi Melis. “Kendimi şu an cinayet şubede çalışıyor gibi hissettim, çok heyecanlı.”

Melis’in dediğine Beril kıkırdarken ben hâlâ korkmakla meşguldüm. Ama o şeyin ne olduğunu da merak ediyordum. “Ne olduğuna bakalım,” dediğimde Melis şaşırarak bana baktı.

“Buse, senden bu performansı beklemezdim... Çok duygusal.”

“Melis,” dedim ikaz dolu bir tonla. “Şakanın sırası değil.”

“Tamam, tamam. Açıyorum.”

Adrenalin tüm vücudumu ele alırken Melis’e biraz daha yaklaştım. Melis elini tekrardan battaniyeye attığı an aşağıdan tıkırtı sesleri geldi. Ne olduğuna anlam veremezken Melis ayağa kalktı ve fısıldayarak, “Galiba aşağıda birisi var,” dedi.

Üçümüzde sessiz adımlarla duvar kenarına sinerken gelen sesleri dinlemeye devam ettik. Birisi bir şeyleri fırlatıyor gibiydi. Ya da biz öyle sanıyorduk. Ardından bir süre sonra sesler kesildi. “Aşağı mı insek?” diyen Beril’i onaylarken yine sessiz adımlarla merdivene doğru yürüdük.

“Ama durun,” diyen Melis bize engel olurken anlamsızca baktım. “O battaniyeyi açmadan hiçbir yere gitmem.”

Ve yanımızdan ayrılarak battaniyenin olduğu kısma gitti. Biz de peşinden ilerlerken beklemediğimiz bir ses, “Denemeyin bile,” dedi tehdit edercesine. Korkudan sıçtığımın farkına varırken sesin kaynağına bakmaya asla cesaretim yoktu. Melis’in eli havada kalırken ayağa kalktı ve arkamızdaki şahsa baktı.

“Kızlar,” dedi sessizce. “Arkanıza dönmeniz lazım.”

Beril’le beraber korkar bir vaziyette arkamızı dönerken yine kar maskeli şahısla göz göze geldim. “Sen!” dedim bağırarak. Ardından bize doğru doğrulttuğu silahı fark ettim. Sesim kısıldı. “Yine sen...”

Kar maskeli beni zerre umursamazken Melis’e karşı, “Arkadaşlarının yanına geç,” dedi. Emir dolu, sert ve tok sesiyle. Melis yanımıza gelirken o, battaniyenin olduğu yere geçti.

“Ne bok var onun altında?” dedi Melis merakla.

“Senin bunu bilmen gerekmiyor. İşinizin olmadığı yerlerde belanızı aramayın.”

Beril, “Ben burada senden başka bela göremiyorum şu an,” dediğinde ayağımla Beril’e vurdum. Şu an ölümle burun burunaydık fakat canım kardeşim ve canım arkadaşım katilimize kafa tutuyordu.

“Gidin,” dedi yine dediklerimizi umursamayarak.

Sanki zorla konuşuyordu da ağzından cımbızla laf alıyorduk. Bunun üzerine, “Neden?” dedim korkumu bir kenara atarak. “Neden sen gitmiyorsun? Neden bizim gitmemiz gerekiyor?”

Bakışları beni buldu. Uzaktaydı, yine seçemiyordum. Ama emindim. Bu oydu. Geçen gün bana yardım eden kişiydi. Mehmet değildi. Seslerini ayırt etmeyi başarmıştım. Bir süre sessiz kaldı.

Dudaklarımı aralayıp, “Cevap vermeyi düşünüyor musun?” dediğimde, “Şşh,” diyerek beni susturdu ve etrafına bakınmaya başladı.

Bir dakikalık sessizliğin ardından gelen silah sesiyle olduğumuz yerde sıçrarken maskeli şahıs, “Sikeyim,” diyerek bir küfür savurdu. Ardından bize baktı, “Çabuk beni takip edin!” dedi ve yere eğilerek battaniyenin altındaki torbayı eline aldı.

Kızlarla ne olduğunu anlamaya çalışırken, “Düşüncelerinizi çözümlemeye vaktimiz yok,” diyen maskeliye baktık. Tekrardan silah sesi gelince dediğini yaptık ve onu takip ederek peşinden gittik. Binanın farklı bir kısmından aşağı inerken az ilerideki siyah arabaya doğru adımladık. Alelacele arabaya bindikten sonra alandan oldukça uzaklaştık.

Melis’in gözleri maskeli ve yan koltuğa koyduğu torba arasına mekik dokurken fısıltıyla, “Acaba o torbada var?” diye sordu. Melis’e sinirli bir bakış attığımda bunu umursamayarak omuz silkti. “Ne var kızım, ölmedik ya.”

Ben ne kadar paniksem Melis de o kadar rahattı.

"Sen," dedi maskeli. Bakışlarımı ona çevirdim. Dikiz aynasından bana bakıyordu. "Seni sürekli görmek hiç hoşuma gitmiyor."

Dediğine karşın yüzümü buruştururken, “Ben sana bayılıyorum,” dedim. “Her gün yatmadan önce dua ediyorum muazzam gözlerini görmek için. Malum, yüzün olmadığı için gözlerinle idare ediyorum.”

Melis ve Beril dediğime kıkırdarken onun bakışları daha da ciddileşti. “Nereden çıktınız karşıma amına koyayım!” diye sinirlendiğinde, “Bizi kaçırıyor musun?” diye sordum.

Hiç düşünmeden, “Evet,” dedi. “Ama tehlikeden kaçırıyorum. Aptal fikirlerinizdeki kötü çocuk veya mafya babası değilim.”

Melis sırıttı. “Böyle düşündüğümüzü düşünmen ne kadar da acı.”

Maskeli sabır dilerken arabayı yavaşça sağa çekti ve “İnin,” diye komuta verdi. Birisinin emir kipiyle konuşmasından ne kadar nefret etsem de şu an buna cırlayacak bir zaman değildi. Dediğini yaparak arabadan indik ve nerede olduğumuzu bilmediğimiz etrafı süzmeye başladık.

Melis kolumu dürterken fısıldadı. “Bu çocuk bize zarar vermez değil mi?”

“Bilmem,” dedim sanki bugünkü maceramızın sebebi Melis değilmiş gibi. “En fazla ölürüz.”

Maskeli, arabanın bagajını açıp içinden siyah sırt çantasını çıkardı ve ardından o gizemli torbayı alarak az ileride görünen eve doğru adımlamaya başladı. “Kızlar,” dedim. “Eve gitmeliyiz.”

Beril bana katılırken Melis, “Nasıl gideceğiz?” diye sordu. “Şu etrafa bir bakın, köpek bile havlamıyor burada.”

“Bence geldiğimiz yoldan geri yürüyelim.”

“Sen delirdin mi?” diyen sesin kaynağına bakarken hafifçe yutkundum. “Yaklaşık yarım saatlik yol geldik nasıl yürüyerek gitmeyi planlıyorsun?”

“Sen götür o zaman?” dedim sorarcasına. “Kimse senden bizi buraya getirmeni istemedi.”

Dediğimin üzerine hafifçe sırıttı. “Çok şey bildiğini sanıyorsun sen.” Ve ekledi. “Akşamüstü bırakacağım. Şu an ya benimle gelirsiniz da ya da dışarıda kalır hayvanlarla aksiyon yaşarsınız, seçim sizin.”

Maskeli yoluna devam ederken Melis ve Beril’e baktım. “Ne yapacağız?”

“Onunla gidelim,” dedi Melis. “Çok gizemli.”

“Bence de onunla gidelim. Belki kim olduğunu çözeriz. Zaten amacımız bu değil miydi?” Ardından bana baktı. “Bu seni kurtaran maskeli değil mi Buse?”

Kafamı sallayarak Beril’i onayladım. “Evet, o.”

“Tamam o halde, neyi bekliyoruz?”

El mahkûm maskelinin peşinden yürümeye başladık. O maskeyi bir şekilde çıkarmamız gerekiyordu ancak nasıl yapacağımıza dair herhangi bir fikrim yoktu. Silahlı olması dezavantajımdı.

Eve girdiğimizde oldukça temiz ve düzenli olduğunu gördüm. Demek ki burayı kullanıyordu. Neyden kaçmıştık, ortada neler dönüyordu çok merak ediyordum. İşin tuhaf yanı neden bize iyi davranıyordu? Veyahut iyilik başlığı altında kötülük mü yapacaktı?

Aklımdaki soruları Beril’in cimciklemesi dağıtırken, “Yürüsene,” dedi. Dediğini yaptım ve odaya girdikten sonra koltuğa oturdum.

İçerisi oldukça soğuktu.

Kızlar da yanıma otururken maskeliye baktım. “Burası çok soğuk.”

“Biliyorum,” dedi ukala bir tavırla. “Odun kırmam gerekiyor. Yarım saate dönerim.”

Başımızla onu onaylarken odadan çıkmak üzere adımladı. Aklına bir şey gelmiş olacak ki aniden döndü ve bize baktı. “Sizi şimdiden uyarıyorum, evimi karıştırmaya yeltenmeyin.”

“Peki,” dedim usulca. “En azından deneriz,” diye de mırıldandım.

Melis dediğimi duyup sırıtırken maskeli bize tuhaf bir bakış atıp evden ayrıldı. Maskeli gider gitmez Melis ayağa kalktı. “O torbada ne olduğunu öğrenmezsem gözüm açık giderim!”

“Ben de giderim!” dedi Beril.

“Bulalım öyleyse,” dedim. “Zaten büyük bir yer değil. Odalara dağılırsak işimiz daha da kolaylaşır.”

Melis, “Tamam,” dedikten sonra hepimiz odalara dağıldık ve torbayı aramaya koyulduk. Ben yatak odasındaydım. Oldukça şık ve zarifti. Zevkini beğenmedim desem yalan olurdu. Bakılabilecek her yere bakmıştım ancak hiçbir şey bulamamıştım. Odadan ayrılıp Beril’in yanına gittim. “Sen bir şey bulabildin mi?”

“Hayır,” dedi umutsuzca. “Hiçbir yerde yok. Belki Melis bulmuştur.”

Başımı salladım. “Yanına gidelim.”

Melis'in yanına gittiğimizde Melis geldiğimizi fark ederek bize baktı. “Buldunuz mu?”

“Hayır,” dedim umutsuz bir tavırla. “Sen bulmuşsundur diye düşündük.”

Omuz silkti. “Bulamadım. Mutfağa mı baksak?”

“Olur.”

Son çare mutfağa gittikten sonra tüm dolapları karıştırmaya başladık ama burada da yoktu. “Bir adam televizyonu sürekli çalındığı için tatile gittiğinde televizyonunu yanında taşıyordu. Acaba maskeli de o adam gibi yanında götürmüş olabilir mi?”

Beril’in verdiği örneğe gülerken, “Olabilir aslında,” dedim. “Bize güvenmediği apaçık ortada.”

“Hayır,” dedi Melis düşüncelerimin tersini söyleyerek. “Yanında götürmedi.”

Kaşlarım havalandı. “Nerden biliyorsun?”

Melis eliyle yukarıyı gösterdi. “Burada gizli bir kısım var. Kesin buraya koydu.”

“Oha,” dedi Beril. “Çok rahat, çok profesyonel.”

“Nasıl açacağız orayı?” diye sordum.

“Güzel soru,” dedi Melis. “Beril’in boyu uzun. Sandalyeleri üst üste koyalım.”

“Ah ben de olmasam ne yapardınız...”

“Bir gün düşüneceğim bunu canım kardeşim ama şu an halletmemiz gereken bir konu var.”

“Aman!”

Sandalyenin birisini gizli bölmenin olduğu kısma orantılı bir şekilde denk getirdikten sonra diğer sandalyeleri de üzerine koyduk. Melis, “Tabana kuvvet Beril’im!” derken bugüne kadar duymadığımız kalın bir ses, “Bence de” dedi. Aynı anda sesin geldiği yöne bakarken karşımızda duran adamla göz göze geldik.

Bugün ikinci kez namlunun ucundaydık.

Yaklaşık otuz beş yaşlarında, orta boylu, kirli sakallı ve esmer birisiydi. “Sen kimsin?” diye sormama fırsat kalmadan Melis kıvrak bir hareketle adamın üzerine atladı ve adam ani dengesizlik ile yere düştü.

Kafası kapının girişindeki tümseğe denk geldiğinde korkulu gözlerle Melis’e baktım. “Melis! Ne yaptın sen?”

“Üzerine atladım,” dedi sakince. “Hadi yardım edin de içeriye taşıyalım.”

***

Adamı içeriye taşıyıp sandalyeye bağladıktan sonra ayin yapar gibi etrafını çevirmiştik. Maskeli şahıs hâlâ ortalıkta yoktu ve yarım saati çoktan doldurmuştu bile. Üstüne üstlük bu adamın kim olduğunu da bilmiyorduk. İpi bile nereden bulduğumuzu anımsamayacak durumdaydım şu an.

Adamın yüzünü su ile ıslatıp kendine getirmeye çalışmıştık ama hâlâ uyanmamıştı. “Lan acaba çok mu sıkı bağladık adamı?” diyen Melis’e baktım.

“Sık bağlasak vücudu tepki verir de uyanmaz mıydı?”

Başını salladı. “Doğru.”

“Biz adamın nabzını kontrol ettik mi? Ölmediğinden emin miyiz?” Beril’in sorusu karşısında afalladım.

“Biriniz kontrol etsin ben yapamam.”

“Ben de yapamam.”

Bakışlarımız Melis’e döndüğünde homurdandı. “Her şeyi de Melis yapsın zaten.”

“Sen hiç konuşma Melis,” dedim imayla. “Başımıza ne geldiyse senin suçun.”

Melis suçunu kabul ederken yavaşça adama yaklaştı ve önce boynundan daha sonra da iyice emin olmak için bileğine bakıp nabzını kontrol etti. Tam dudaklarını araladığı sırada adam öksürünce ürkerek geriye çekildi. “Yaşıyormuş diyecektim ama kendisi söz hakkı almak istedi sanırım.”

Adam yavaş yavaş kendine gelirken, “Kafam…” diye sızlandı. Ardından harelerini bize çevirdi. “Silahım nerede?”

Beril, ceketinin fermuarını açarak silahı çıkardı ve havaya doğru kaldırdı. “Burada. Ama aşk olsun bey amca, boş silahla bizi korkutmaya çalıştın.”

Adamın kaşları çatıldı. “Amca mı? O kadar yaşlı mıyım?”

“Kaç yaşındasın?”

“Otuz dört.”

Beril güldü. “Bey amcaymışsın.”

Adam Beril’in dediğine bozulsa bile belli etmemeye çalışarak, “Çözün beni,” dedi sert bir tavırla.

Bunun üzerine Melis kollarını göğsünde birleştirdi ve adamın etrafında dönmeye başladı. “Kim olduğunu öğrenmeden ne çözmesi, canım?” Biraz düşündü ve “İlk önce adını öğrenelim,” dedi.

“Ammâr.”

Kaşlarım çatıldı. “Bu nasıl bir isim? Cin kabilesi ismi gibi.”

“Oha,” dedi Melis korkuyla. “Yoksa sen cin misin?” Ardından yere eğildi ve adamın ayaklarına baktı. “He, ters değilmiş sorun yok.”

Ammâr Abi bize ters bir bakış attı. “Siz üç bücürün akıl sağlının yerinde olduğunu hiç düşünmüyorum.”

“Akıl sağlığımızın bozulmayacağı bir dönemde mi yaşıyoruz bey amca?” dedi Beril hüzünlü bir role girerek. Sanırsın dram dizisi çekiyordu. “Her gün daha da kötü bir olay yaşıyoruz.”

“Haklısın o konuda,” dedi Ammâr Abi. Ammâr Abiyle ne tür bir sohbet ettiğimizi anlamazken, bir kapı sesi duyuldu ve içeriye maskeli girdi.

Gözleri fal taşı gibi açılırken, “Siz...” dedi şaşkın bir şekilde. “Siz ne yaptınız?”

“Kendimizi koruduk,” dedi Melis.

Bunun üzerine maskeli gürültülü bir kahkaha attı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken gülmesine devam ederek Ammâr Abinin ipini çözdü. Yavaş yavaş kendine geldiğinde, “Korumanızı kendinizden mi korudunuz gerçekten?” diye sordu. Maskelinin sözleri üzerine afalladık.

“Ne koruması?”

“Odunları kırdıktan sonra acil bir işim çıktı. Geç döneceğimi bildiğim için de Ammâr Abiyi yanınıza gönderdim size göz kulak olsun diye ama...” Gülmesini bastırmaya çalıştı. “Pek başarılı olamamış anlaşılan.”

Bu sözlerden sonra utançtan yerin dibine girmek üzereydim. Üstüne üstlük adama bir sürü saçma sapan soru sormuştuk. Utanan gözlerle Melis ve Beril’e bakarken onların da benden geri kalan yanı yoktu.

Melis sen bizi yaktın!

“Şey,” dedi Melis maskeliye bakarak. “Artık eve gidebilir miyiz? Ortam yeterince sıcak oldu zaten. Sana da zahmet verdik o kadar odun kırdın falan.”

“Tek mantıklı önerinizdi.”

Bunun üzerine Ammâr Abiye baktık. “Gerçekten çok özür dileriz,” dedim mahcup bir şekilde. “Biz başımız belada sanmıştık.”

Hafifçe güldü. “Size kızmıyorum, kendinizi korumanız güzel bir şey. Sorduğunuz soruları ise unutmuş gibi yapacağım.”

Güldük. Ardından teşekkür ettik ve evden ayrılarak maskelinin arabasına bindik. Maskeli, arabayı çalıştırdıktan sonra yola koyuldu ve ortamda derin bir sessizlik oluştu. Yaklaşık on dakika boyunca sessizlik devam ederken bunu bozan Melis oldu. “Sen o maskeden sıkılmıyor musun?”

“Hayır,” dedi tok bir sesle. “Amacım doğrultusunda yaptığım işlerden sıkılmam.”

“Adın ne?” Bunu soran Beril’di.

Hafifçe kıkırdadı ve dikiz aynasından bakışları beni buldu. “Maskeli şahıs.”

Bunu dediğimi hangi ara duymuştu? Yarasa kulaklı...

Beril hoşnutsuz bir tavırla gözlerini devirirken aynı hareketi ben de yaptım. Ciddi anlamda sinir bozucu birisiydi.

Yarım saatin ardından maskeli, tarif ettiğimiz yere geldi ve bizi evin biraz daha gerisinde indirdi. Kendisi de bizimle indiğinde sorgularcasına dudak kıvırdım. “Kızlar siz ilerleyin, ben geliyorum,” dedim ve onlar eve doğru giderken bense maskelinin yanına yaklaştım. “Neden indin?”

“Hava alasım geldi. Sorun mu var?”

“Hayır,” dedim düz bir şekilde. “Tuhafsın.”

Maskenin altındaki kaşları havalandı. “Neden tuhaf olduğumu düşünüyorsun?”

“Bu olanlar normal şeyler mi sence?” diye sordum. “Bizi neden koruyorsun veya neyden kaçıyorsun? Neler saklıyorsun? Kimsin sen?”

Derin bir nefes aldı. “Çok fazla soru soruyorsun...” Biraz durdu ve devam etti. “Her şeyi böyle merak ediyor musun?”

“Evet?”

“Anladım,” dedi ve hafifçe yutkundu. “Sizi korudum çünkü benim yüzümden yaralanabilirdiniz.”

“Yaralanmamız neden umurunda?”

“Buse,” dedi sakin bir sesle. “Kalpsiz birisi değilim. Kimseyi umursamayacak veya insanları incitecek birisi de değilim. Ne istiyordun? Göz göre göre, olacakları bile bile sizi ölüme terk etmemi mi? Üzgünüm, bu isteğini gerçekleştirecek kişi ben değilim. Ama eğer çok istersen tanıdığım kötü çocuk modelleri var, numaralarını verebilirim.”

Dedikleri karşısında ne diyeceğimi bilemezken, “Adımı nereden biliyorsun?” diye saçma bir soru sordum.

Gerçekten bu soruyu soruyor musun bakışını attıktan sonra, “Arkadaşın seslenirken duydum,” diyerek cevap verdi. Akabinde, “Gitmem lazım,” diye ekleme yaptı.

Arabasına binmek üzere kapısını açarken, “Dur,” dedim. Dediğimi uyguladı ve yüzünü bana döndü. Dibine girdim ve ayakuçlarımda yükselerek gözlerine baktım.

İlk kez bu kadar yakından baktım... Ve bu gözler bana yabancı gelmemişti. Gözlerine bakmaya devam ederken ne yapacağımı sorguluyordu. Ani bir hareketle elimi yukarıya kaldırdım ve maskesinden tuttum. Tam çekeceğim sırada elimi tuttu ve sıkmaya başladı. “Bunu üçüncü kez yapma,” dedi.

“Acıtıyorsun.”

Dediğimin üzerine elimi yere indirdi ve serbest bıraktı. Ardından arabaya bindikten sonra hızla uzaklaştı.

Yine aynı şeyi yapmıştı.

Bölüm Sonu.

Sizce maskeli kim?

En sevdiğiniz karakter?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤙🏻💚

Loading...
0%