Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Bölüm 32 - Çerçeve

@tubamis

Tehlikeli Fısıltı

Bölüm 32 - Çerçeve

Gözlerimi araladığımda başımda bir ağrı hissiyatı belirmişti anında. Alt ve üst kirpiklerimi birbirinden tamamen ayırmaya çalıştığımda, “Uyandı abi!” dedi küçük bir çocuk sesi. Harelerimi sesin geldiği yöne doğru çevirdim, görüş açıma köpeğin sahibi olan çocuk girdi.

Uzandığım yerde huzursuzca kıpırdanırken ani bir hareketle doğruldum ve oturur pozisyona geçtim. “İyi misin abla?” diye sordu yine aynı ses. Başımı, onu onaylayacak bir biçimde salladım. Akabinde konuşmak adına dudaklarımı araladım. “Ne oldu bana?”

“Bayıldın,” dedi, uyandığımdan beri duyduğum sese oranla oldukça daha kalın ve erkeksi ses. Kahverengi harelerimi karşımdaki çocuktan alıp, çocuğun hemen arkasında kapının pervazında beliren kişiye çevirdim. Üzeri baştan aşağı siyahtı. Siyah boğazlısının yakasını düzeltirken içeri girdi ve kardeşine baktı. “Batu, hadi abim odana.”

Adının Batu olduğunu öğrendiğim çocuk abisinin lafını ikiletmezken oturduğu koltuktan kalktı ve odadan çıktı. Çıkarken de kapıyı kapatmayı unutmadı. Sebepsiz yere gerildiğim dakikalarda, Batu’nun kalktığı koltuğa oturdu ve yüzüme baktı. Karşılık vererek ben de onun yüzüne baktım. Lakin ona baktıkça kendimi kötü hissediyordum. Deminden beri yumruk halinde olan ellerimi gevşettim ve elimi yanağına doğru uzattım.

Sol yanağındaki yara izine dokundu parmaklarım ürkek bir tavırla. Parmaklarım yanağındayken gözlerini kapattı birkaç saniyeliğine. Canını acıttığımı düşünerek elimi geriye doğru çektim ve solgun tenine baktım Aras’ın. Son gördüğümden bu yana siyah saçları uzamış, birbirine karışmıştı. Sakallı yüzündeki sakallar birkaç gün önce tıraş edilmiş gibi görünüyordu. Bu sefer ela gözlerindeki bakışlar farklıydı.

Yorgundu.

Çaresizdi.

“Seninle hiç güzel anlarda karşılaşmıyoruz,” dediğinde güler gibi yapmıştı. Daha doğrusu gülmek için kendisini zorlamış fakat bunu başaramamış gibi duruyordu.

Zihnimde dönen düşüncelerimle birlikte Aras’ın gözlerine baktım. “Yüzüne… ne oldu?”

“O kadar mı korkunç görünüyorum? Beni gördüğün an bayıldın da.”

Olayın yaşandığı ana gittim tekrardan. Yüzünü dönmesi için ona bakıyordum. Ve sonunda yüzünü görmüştüm ancak yüzünü gördüğüm kişi Aras falan değildi. Mehmet’ti. Alaycı bir şekilde gülümseyerek bakmıştı. Ondan sonrasını hatırlamıyordum işte. Beynim bana kötü oyunlar oynamaya başlamıştı. Uyandığımda ise Aras vardı karşımda. Aslında Aras’ı görmek Mehmet’i görmekten daha şaşırtıcı bir durumdu.

“Aras,” dedim uyarırcasına sert bir tavırla. “Yüzüne ne oldu?”

Esmer suratındaki kaşları düz bir ifadeyle bakıyordu. “Bıçak darbesi,” dedi gülerek. “Biraz derin kesse gerek, iz bıraktı yüzümde. E biraz da yanık var işin içinde… ama geçecek şeyler bunlar.” Bir anlığına sustu, bu sefer hüznünü yansıtan bir şekilde güldü.

“Aras iyi misin?” diye sordum kaşlarım çatılırken. “Böylesine bir yara almışsın ve gülüyorsun.”

“Annemin yokluğu da geçer mi peki ne dersin?”

Kurduğu cümleyi noktaladığında kalbim kırılmıştı. Ben buna ne cevap verebilirdim? Tesellisi olmazdı ki böyle şeylerin. Alışma süreci olurdu. Yokluğuna kendini alıştırma sürecin olurdu ancak geçmezdi.

“Baban…” dedim çekingen bir tavırla. Babası ile arasının iyi olmadığını biliyordum. Annesini çok seviyordu ancak bir kardeşi olduğundan da haberim yoktu. “Baban nerede?”

Omuzlarını silkti, dudakları bilmiyorum dercesine kıvrıldı. “Birkaç senedir iletişimimiz yok. Annemi aldatmış. Hem de senelerce. Batu… Batu’yu bize getirdiği gün siktir olup gitti ve bir daha gelmedi. Yedi yaşındaydı o zamanlar Batu. Annesi de terk etmiş çocuğu. Annem, annelik yaptı Batu’ya. İlk başta kabullenemedim aslında. Babam denecek o orospu çocuğu yüzünden. Ama annem bana sürekli Batu’nun bir suçu olmadığı gerçeğini anlamam için uğraştı.”

“Başarılı da oldu,” dedim sakin bir tavırla.

Başını salladı. “Oldu. Pişmanım ama annemi daha önceden dinlemediğim için. Batu konusunda… diğer konularda…”

“Peki annen neden vefat etti? Herhangi bir hastalığı falan…”

“Balkondan düştü,” dedi Aras sözümü keserken. Gözlerinin dolduğunu hissettiğinde hemen gözlerini kapattı ve birbirine sıkıca bastırdı ağlamamak adına. Ardından gözlerini açtı ve tekrardan bana baktı. “Senin evine oldukça uzak değil mi burası?”

Bu konuyu konuştukça üzüleceğini bildiğim için farklı bir şey sormadım. “Uzak,” dedim kısaca. “İşim vardı, onu hallettim.”

“Batu…” dedi kirpikleri birbirine yaklaşırken. “Ağzından kaçırmış bir şeyleri.”

İlk ne demek istemediğini anlamamıştım ancak Batu’nun dedikleri aklıma gelince, “Ah, evet,” diye karşılık verdim. “Sen İzmir’de yaşamıyorsun diye bilirken… sürekli beni dinlemeye gelmen neyin nesi Aras?”

“Herkes neden dinliyorsa o sebeple.”

Verdiği cevaptan ötürü alaycı bir şekilde güldüm. “Ya da her şeyden pişmandın ve kendini bununla avutuyordun.”

“Sevgilin var,” diye yanıtladı beni. Akabinde nefeslenerek ayağa kalktı. “Yakışıyorsunuz.”

Kaşlarım gözlerimin üzerine bir perde gibi düşerken, “Sen nereden biliyorsun?” diye sordum. Fakat sorduğum soru saçmaymış gibi cevap vermedi. Ben de umursamadım ve ayağa kalktım. Başımın ağrısı dinmiş gibiydi. Ki zaten daha fazla burada duramazdım.

Telefonumun cebimde olmasından emin olduktan sonra Aras’a baktım. “Başın sağ olsun,” dedim soğuk bir sesle.

Dudakları iki yana kıvrıldı. “Teşekkür ederim.”

Kapıyı açarak odadan çıktım ve krem rengi duvarların arasından geçerek çıkış kapısına geldim. Ayakkabılığın üzerinde duran ayakkabılarımı elime alıp dış kapıyı açarken Aras arkamda belirdi. Dışarı çıkıp ayakkabılarımı giydikten sonra Aras’la son kez göz göze geldik.

Bir şey diyecek gibi duruyordu ancak demiyordu da. Gözlerim kısılırken, “Hoşça kal Aras,” dedim ve hızlıca merdivenlere doğru yönelerek Aras’ın görüş açısından çıktım. Kaçıncı katta olduğumu bile bilmezken neden merdivenlere yönelmiştim onu da bilmiyordum.

Bir kat inip asansörü çağırırken asansör on birinci katta durdu, kapısı açıldı. On bir kat inemezmişim de gerçekten! Asansöre bindikten sonra zemin katın tuşuna bastım ve sırtımı aynaya doğru yasladım.

Aras’ın yaşadıklarına üzülmüştüm gerçekten. Ona teselli verememiştim ama Aras benden çok daha güçlü bir karaktere sahipti. Bunun üstesinden geleceğini biliyordum… ne kadar bir yanı daima eksik kalsa da…

***

Her zaman ki gibi isteksiz adımlarımla sınıfa doğru ilerliyordum. Sınıfa gireceğim sırada Erim beni belimden yakaladı ve gülümseyerek yanağımdan makas aldı. Sınıfa girdiğimiz an konfetiler patladı, sınıftakiler hep bir ağızdan “Sürpriz!” diye bağırdı. Erim anlamsız gözlerle önce bana, sonrasında ise sınıfa baktı.

Hülya, elinde tuttuğu pastayla Erim’in yanına yaklaşırken sinirden dudaklarımı kemirmeye çoktan başlamıştım. Bu neyin kutlamasıydı şu an? Kaçırdığım bir şey mi vardı?

“Sınıfımıza geleli uzun bir süre olmadı ama biz seni çok sevdik Erim Koral. Doğum günün kutlu olsun!” Hülya sözlerini bitirdikten sonra tüm sınıf, “İyi ki doğdun Erim!” melodisini söylemeye başladı. Erim’in bozuntuya vermeyerek Hülya’nın elinde tuttuğu pastanın üzerindeki mumu üfledi ve alkış sesleri yükseldi.

Hülya gülümseyerek pastayı öğretmenler masasının üzerine koyduktan sonra Erim’e yaklaştı ve “Doğum günün kutlu olsun Erim!” dedi neşeli sesiyle. Ardından kollarını Erim’e doladı.

Kıskançlık duygusu vücudumda kırmızı alarm yakarken Erim’in yanında belirdim ve Hülya’yı Erim’den uzaklaştırıp yerine ben sarıldım. Ayakuçlarımda yükselirken, “Ben bu kızı öldürürüm,” diye fısıldadım ve gülümseyerek geri çekildim.

Hülya bozulsa da bozuntuya vermedi ve “Şimdi seni öğretmenler masasına alalım, doğum günü çocuğu,” dedi, samimi bir şekilde gülümsedi ve Erim’i elinden tutarak öğretmenler masasına götürdü.

Elini tutarak?

Ben derince bir nefes alırken Kutay, Erim’e doğru yaklaştı ve önce Erim’e sonra ise pastaya baktı. “Ne zaman pasta yiyeceğiz? Canım çekti vallahi!”

Kutay’ın aç gözlülüğüne herkes homurdanırken Kutay gözlerini devirdi. Ama şu an bu oldukça önemsiz bir meseleydi. Hülya cadısı sevgilime ayaküstü yürüyordu ve ben olay çıkarmamak adına kendimi zor tutuyordum.

Erim sınıftakilere kısa bir bakış atarken, “Düşündüğünüz için gerçekten teşekkür ederim,” dedi minnet duyulan bir ses tonuyla. “Bu bilgiyi nereden aldınız bilmiyorum ama benim doğum günüm bugün değil, yarın.”

Sınıftakilerden bir, “Aaa…” nidaları yükselirken Erim kimseyi umursamadı ve elimden tuttu, ardından beni de peşinden götürdü. Bahçeye çıktığımızda, “Bunlar herkesin doğum gününü kutluyor mu böyle?” diye sordu.

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. “Hatta hiç kimseye yaptıklarını görmedim bugüne kadar. Kesin o Hülya’nın işidir bu.”

Hülya derken bile sinirden damarlarım kabarıyordu.

Erim’in dudaklarına keyifli bir gülümseme peyda olurken, “Ne kadar da güzel kıskandın beni öyle,” dedi.

Alay etmesine tepki vermeden, “Evet,” dedim tekdüze. “Kıskandım.”

“Başka gözlerin bana bakmasında mıdır olay yoksa benim bir çift kahverengilerde kaybolmamda mı?”

Aldığım iltifata karşın tüm sinir hücrelerim anında yok olurken gülümsedim ve Erim’e sokuldum. O ise başımdan öptü. “Gereksiz birisi için sinirlenme.”

Başımı onaylarcasına salladım. Zil çaldığında Erim’den uzaklaştım ve birlikte geri sınıfa gittik. Sınıfa girdiğimizde pastanın sadece kutusu kalmıştı. Gözlerim Kutay’ı bulduğunda gözlerimi kısarak baktım. Göz göze gelirken, “Ne?” dedi huysuzca. “Tüm pastayı benim yediğimi düşünmüyorsun herhalde?”

“Sen yedin Kutay!”

Sınıftaki beş altı kişiden aynı anda çıkmıştı bu ses. Kutay korkmuş gibi yaparken ona güldüm ve sırama geçtim. Erim de yanıma otururken Mert yanımıza geldi ve Erim’in sırasının üstüne çıktı. “Size bir soru soracağım.”

Sırtımı arkama yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirirken Mert’e baktım. “Sor Mert.”

“Bir ıssız adaya düşseydiniz… yanına alacağınız ilk şey ne olurdu?”

Mert’in saçma sorusuna karşı bomboş bir bakış atarken Erim, “Sen,” diye cevap verdi. “Sensiz ıssız bir ada düşünemem ben Mert.”

“Ah… biliyordum beni alacağını. Canım Erim’im!”

“Mide özsuyum ağzıma geldi,” dedim ikisine de bakarken. Mert ise omuz silkti. “Kıskanma, Buse. Senden önce ben aşıktım Erimciğime.”

“Gay misin Mert?”

“Hayır, Erimseksüelim.”

Erim, Mert’in dediğine kıkırdarken sınıftaki uğultular bir anda artmaya başlamıştı. Ne olduğuna anlam vermek adına sınıfın kitlendiği yere doğru baktım, yani kapının oraya. Olayı kavramaya çalışırken daha öncesinde hiç görmediğim bir çocuk sınıfa girdi, tüm sınıfa göz ucuyla baktı.

“Ne oldu Buse?”

Mert’in sorusu üzerine kaşlarımla tahtanın önünü işaret ettim. “Birisi geldi sınıfa. Herkes ona bakıyor.” Mert’in beraberinde Erim de yeni gelen çocuğa bakarken, “Mert’in dudaklarından kısık bir, “Siktir!” döküldü.

“Kim bu?”

Erim’in sorgusuyla beraber Mert tekrardan bize döndü. “Atahan Saral. Klişe olacak biliyorum ama gittiği her yerde sorun çıkaran bir çocuk. Değiştirmediği okul kalmadı. Şimdi de buraya geldi galiba.”

“Bir Atahan’ımız eksikti,” diye mırıldandım. Neden bizim sınıfta olduğunu düşünmek istemiştim ama kontenjan bakımından Mehmet gittiği için gelebileceği sınıf zaten biz gibiydik. Aslında senenin başında gelmeyenleri almamaları gerekiyordu ama özel okuldu işte. Para verdiğin zaman her şeyi başarıyordun.

Atahan oturacak yer bakınırken bir anlığına göz göze geldik. Ben bakışlarımı anında kaçırmıştım fakat onun hâlâ baktığını hissediyordum. Bu his beni rahatsız ederken Erim’in koluna yapıştım kene gibi. Erim saçlarımdan öperken kalbim sıcacık olmuştu. Birkaç saniye sonrasında hoca sınıfa geldi, ayağa kalktık.

Hoca kapıyı kapatırken öğretmenler masasına eşyalarını koydu ve “Günaydın çocuklar,” dedi samimi sesiyle. Ardından Atahan’a baktı. “Artık arkadaşlarınızla kendiniz tanışacak yaştasınız ama kısaca özet geçeyim. Atahan yeni sınıf arkadaşınız.”

Atahan gülümsemekle yetinirken Mehmet’in sırasına doğru adımladı ve köşe tarafa sindi. Erim bakışlarını Atahan’a kitlemişti. Biraz kulağıma doğru eğildi, “Bir bok kokusu alıyorum bundan,” dedi.

Erim’e kısa bir bakış attıktan sonra ben de Atahan’a baktım. O esnada sırtını duvara yasladığı için yüzünü görebiliyordum. Esmer bir suratı vardı. Kaşları biçimli ama kalındı. Sol kaşında ve yanağında ise piercingi vardı. Gözleri siyah denilebilecek kadar koyu kahverengiydi ve çene gamzesi bulunuyordu. Saçları da yine aynı şekilde siyah, alnını kapatan bir modeldi. Tanımadığım için söylüyordum ki gerçekten de serseri tipli birisine benziyordu. Ama bir yandan da oldukça zararsız, sevimli gibi duruyordu. Bir tezatlık söz konusuydu ve bunu, Atahan’ı tanımadan anlamamız mümkün değildi.

Gel gör ki tanımak isteyen kimdi?

Öğle arasına girdiğimizde Erim, Emir’le birlikte basketbol sahasına inerken ben de kantine yönelmiştim. Erim’i seyretmek istiyordum ancak karnım ağrıdığı için sınıfta kalmayı tercih etmiştim. Bunu Erim’e söyleseydim eğer benim başımda beklerdi o yüzden bu bilgiyi Erim’e söylememiştim.

Sıcak bitki çayımı aldıktan sonra dökülmemesine dikkat ederek merdivenleri tırmandım ve sınıfa doğru adımladım. Sınıfa girdiğimde yeni gelen çocuğa sarılan bir kız görmüştüm. İkisinden başka kimse de yoktu. Atahan geldiğimi fark ettiğinde hiçbir şey demeden bakışlarımı Atahan’dan kaçırdım ve sırama geçtim. Ben bitki çayımı yudumlarken kızın hıçkırık sesi doldu kulağıma. Ağlıyor muydu o?

“Atahan…” dedi çatallaşmış sesiyle. “Ben sensiz ne yapacağım? Neden okulunu değiştirdin?”

“Melda, ağlamayı keser misin artık? Bu konuyu seninle defalarca konuştuk. Ben de isteyerek değiştirmedim okulumu. Alış bazı şeylere.”

“Ben de buraya geleyim olmaz mı?”

Atahan, “Saçmalama!” diye yükseldiğinde korkuyla irkildim ve bitki çayım elime döküldü. Yanmanın verdiği etkiyle yüzüm buruşurken, “Ah!” diye sızlandım. Tüm bakışların üzerimde olduğunu da hissedebiliyordum. Yerimden hızlıca kalkarken sınıfı terk ettim ve koşarak lavaboya gittim.

Yanan elimi soğuk suya tuttuğumda büyük bir rahatlama hissi yaşamıştım. Beş dakika elimin yangınını aldıktan sonra tekrardan sınıfa geçtim. Onlar da yine aynı yerindeydi. Tam sırama geçeceğim esnada, “Sen!” dedi sinirli bakışlarını üzerime bir ok gibi saplarken. “Senin bu sınıfta ne işin var?”

“Aynı soruyu ben sana sorsam?”

Bu kız bana bir yerden tanıdık geliyordu. Kimdi bu? Kimdi bu… Düşün Buse… Düşün… Maç günü kafasına kola döktüğüm kız! İyi ama bu kızın burada ne işi vardı?

“Soruma soruyla cevap verdiğin için çocuk olduğunu düşünürüm. Haksız da değil gibiyim.”

“Tüh,” dedim alayla. “Sırrım açığa çıktı.”

Anında kaşlarını çattı. “Alay mı ediyorsun sen benimle?”

“Evet,” dedim inkâr etmeyerek. Bunlar neden bitmek bilmiyordu?

Kız Atahan’a baktı. “Atahan, ben bu kızı yolarım. Bana ukalaca davranmasın bak gerçekten elimde kalır! O gün saçlarıma tüm kolayı boca ettiğini unuttu sanırım. Özür dileyeceği yerde gelmiş benimle laf dalaşına giriyor. Ayrıca bu aptalın bu sınıfta ne işi var ya? Başka okul mu kalmadı da senin okulunda?”

Dudaklarıma, ‘gerçekten mi?’ gülümsemesi yayılırken içimden sabır nidaları çektim. “Özür dilerim,” dedim mahcup bir tavırla. “Bilerek dökmedim ama sen bana beni öldürecekmişsin gibi baktığın için o an ki panikle kaçtım.”

Kız oturduğu masadan yere zıplarken dibime geldi ve suratıma baktı. “Seni en baştan uyarayım. Atahan’a sakın yaklaşma. Olur ya, yaklaşırsın falan. İlk günden bil bu gerçeği. Gözüm pek tutmadı seni.”

Gürültülü bir şekilde kahkaha attım. Ancak şaşkındım. Gerçekten şaşkındım. Bu kadar aptal olmak için çaba sarf ediyorlar mıydı? Onlar normaldi de ben mi anormaldim? Gerçekten anlayamıyordum. Böyle insanların hâlâ var olması gerçekten korkunçtu.

“Yok,” dedim gülmemi bitirdiğimde. “Ülkede hiç insan kalmamış gibi Atahan’a yaklaşacağım ben.” Omuz silktim umursamazca. “Yanlış düşünme. Tamamen keyif işi.”

Kız ani bir hareketle elini saçlarıma attığında buna engel oldum ve elinden yakaladım. Bu konudaki reflekslerim gayet iyiydi. Eline yaptığım baskı ile yüzünü buruştururken, “Hepiniz mi arızalı olursunuz!” diye bağırdım. “Ya da hepiniz mi beni buluyorsunuz? Yemin ederim kafayı yiyeceğim sizin yüzünüzden! Bir bitin artık!”

Kuvvetli bir güç belime yerleştiğinde kızdan uzaklaştırılmıştım. “Ne yapıyorsun?” diyen Atahan’a baktığımda sinirim hâlâ üzerimdeydi.

Kız sinirle masadaki çantasını aldı ve Atahan’a döndü. “Gerçekten bravo Atahan! Şu meymenetsiz kız benim burada gelmiş bana saldırıyor ama sen hiçbir şey demiyorsun! Cidden bravo!” dedi ve sınıftan çıkarak kapıyı çarptı. Atahan ise bana baktı ve “Senin icabına sonra bakacağım,” diyerek kızın peşinden gitti.

Gözlerimi devirirken biraz nefes almak adına pencereleri açtım ve sırama geçerek çayın döküldüğü yerleri peçete ile kuruladım. Peçetemi çöpe atıp geri döneceğim sırada kapı açıldı ve içeriye Atahan girdi. Ardından ise kapıyı kapattı ancak pencereler açık olduğu için çarpmıştı kapı.

Atahan’ın varlığını görmezden gelmiştim ancak, “Dursana,” diyerek sırama yürümeme engel olmayı başarmıştı. Meraklı gözlerle Atahan’a döndüm, soru işareti atıyormuşum gibi suratına baktım.

Atahan hiçbir şey demeden yanıma yaklaştı ve bakışlarını elime çevirdi. “Kızarmış. Biraz daha soğuk suya tut.”

Atahan’ın tavrına karşın kaşlarım çatılırken ondan uzaklaştım ve “İyi böyle,” dedim. “Beni düşünmene ihtiyacım yok.”

Omuzlarını silkti. “Sen bilirsin.” Saçlarını hafifçe karıştırıp kollarını hafifçe sıyırırken sırasına geçti. Üşüdüğümü hissettiğimde ayaklandım ve pencereyi kapatmak üzere akıllı tahtanın olduğu kısma doğru yürüdüm. Ancak Atahan’ın ayağına takılmamla yere kapaklanacak gibi olmam, yere kapaklanmadan önce Atahan’ın beni tutması eş zamanlı gerçekleşmişti.

Büyük bir öfkeyle Atahan’a bakarken elimi elinden kurtarmaya çalıştım ancak daha da sıkı tuttuğu için bunu başaramadım. Öfke nöbeti geçirmeme ramak kala boşta olan elimle Atahan’ın elini çizdim. Bunu yaptığım için ani bir refleksle elini geriye çekti. Fırsattan istifade Atahan’dan uzaklaşarak kapıya doğru gittim.

Burada durmak istemiyordum.

Bir hışımla kapıyı açtığımda Erim’in vücuduna tökezlemiştim. Erim’i görür görmez dudaklarım genişçe iki yana kıvrıldı ve kollarımı Erim’in beline dolayarak başımı göğsüne yasladım. Erim de kollarını bana sararken gördüğüm son şey Atahan’ın kasılan yüz ifadesiydi.

***

Yatağımın içinde debelenip dururken sıkıntıyla ofladım ve yorganı ayağımla itekleyerek üzerimden attım. Bir kısmı yerde sürünüyordu. Bugün yine uyuyamıyordum ve Beril’in kulağının dibinde top patlatsak duymayacağı uykusuna çoktan dalmış olması beni üzüyordu. Ben de uyumak istiyordum.

Yastığımın yanındaki telefonumu elime aldım ve kilidini açmak üzere ekrana dokundum. Ekrana dokunmamla duvar kâğıdım beyaz olduğu için büyük bir aydınlanma gözlerimi kamaştırmıştı. Gözlerim anında kısılırken telefonun kilidini açtım ve ekran parlaklığımı kıstım.

Sosyal medya hesaplarımda biraz gezindikten sonra sevgili kedim Tom’u beslemek adına oyuna girdim. Evet, bu oyunu hâlâ oynayan sayılı kişiler arasındaydım. Acıkmış olan kedimin karnını doyuracağım sırada camıma birisinin vurmasıyla irkildim, bakışlarımı telefonumdan çekip pencereye çevirdim.

Gecenin bir yarısı, penceremde Erim’i görmeyi gerçekten de beklemiyordum. Gözlerim şaşkınlıkla büyürken dudaklarım aralandı ve hızla yatağımdan kalktım ve pencereyi açtım. “Erim!” dedim kısık bir sesle bağırarak. “Senin ne işin var gecenin bir yarısı burada?”

Üzerinde montu, montunun içerisinde gri bir kazağı ve kazağının altında ise siyah, kalın bir eşofmanı vardı. Saçlarına bir iki defa dokunup bırakmıştı. Bu halini seviyordum. Her halini seviyordum.

“Okuldan ayrıldığımızdan beri göremiyorum seni. Ne kadar özledim haberin var mı?”

Dudaklarıma keyifli bir gülümseme peyda olurken pervaza yaslandım. “Çok uzun bir süre olmuş gerçekten… ama yarın okulda görüşecektik zaten. Gecenin bir yarısı gelmene gerek var mıydı?”

Erim olduğu yerde kıpırdanırken biraz daha öne doğru eğildi ve “Sus, çok konuştun,” dedikten sonra dudaklarıma kapandı. Geriye çekildiğinde sendelemiştim. Erim’in gülümsemesine karşın ben de sırıttım.

Beril homurdanarak yatış yönünü değiştirdiğinde, “Hadi,” dedim Erim’e. “Git artık.”

Erim onaylamaz bakışlarını bana diktiğinde kıvrak bir hareketle pencereden atlayarak odamın içine girdi ve pencereyi kapattı. Gözlerim yerlerinden fırlarcasına Erim’e bakarken, “Posterlerin nerede?” diye sordu ciddi ciddi. “Onları yok etmeye geldim.”

“Erim sen ciddi misin?”

Başını olumlu anlamda salladı, sokak lambalarının aydınlattığı odayı incelemeye başladı. “Nereye koydun?”

Bıkkın bir tavırla sızlandım. “Erim uyumak istiyorum. Gider misin evimden? Ayrıca posterlerimin yerini söyleyemem kusura bakma.”

Erim son dediğimin üzerine itiraz eden bir bakış atarken, “Öyle mi?” dedi fısıltıyla. Ardından üzerime doğru yürümeye başladı. O üzerime geldiği için ben de geriye doğru gidiyordum. “Söylemez misin yerini?”

En son duvara yapıştığımda, “Söylemem,” dedim mırıltıyla. Erim’in hareleri yüzümde gezindikten sonra bir süre dudaklarımda takılı kaldı ve tekrardan gözlerime baktı. Kollarını duvara yaslayarak beni duvarla arasına sıkıştırmıştı.

İlk kez yapmıyordu bunu.

“Erim…” dedim fısıltılı sesimle. “Lütfen git artık. Birisi gelecek aniden. Basılacağız.”

“Mecbur evleniriz o zaman.”

“Erim!”

“Söyle güzelim.” Bende yarattığı etki bambaşkaydı. Her yakınlaştığımızda sadece kalbim çalışıyordu ve sanki beynim varlığını unutturuyordu. Mantıklı düşünmek diye bir şey yoktu. Mümkün değildi, olamıyordu.

“Git,” diye direttim tekrardan.

“Eğer bana bir kez daha git dersen bu senin için olumsuz sonuçlar doğuracak.”

Tehditvari ses tonuna karşın tek kaşım havalandı. “Erim. Git.” Son kelimemle birlikte yeniden dudaklarıma yapıştı. Kaçışımı engellemek amacıyla elleriyle yüzümü avuçlarken öpüşüne karşılık verdim.

Ayrıldığımızda ikimiz de nefessiz kalmıştık.

Neydi aşk denilen illet?

***

“Ee, Buseciğim, sınav hazırlıkların nasıl gidiyor bakalım? Uzun süredir göremiyoruz hiç seni.”

Çatalıma batırdığım tatlıyı dudaklarıma götürürken çatalım yarı yolda kaldı ve tekrardan tabaktaki yerini aldı. “İyi gidiyor,” diye yanıtladım Türkan Teyzeyi.

Sabah okula giderken evde gün olduğunu unuttuğum için okul sonrası eve gelmiştim ve eve dönmemle birlikte kendimi büyük bir kalabalığın ortasında bulmuştum.

Bir köşeye sinmiş, gün tabağımdakileri yemekle meşguldüm ancak komşuların saçma sapan soruları asla bitmiyordu, ki bu soruyu yaklaşık beş kişi daha sormuştu. ‘Okul nasıl? Dersler nasıl? Hangi bölümü istiyorsun? Aman kızım iyi çalış iyi, oku da mesleğini eline al. Biz evlendik de ne oldu? Ah kafam! Keşke ben de okusaydım!’

Ve daha niceleri!

Üstüne üstlük daha yoldayken bir konuyu anlatmak için Melis’i çağırmıştım ve buraya gelecekti. Yapılacak günden habersiz… ah canım arkadaşım!

Gülüşler havada uçuşurken kapı çalınca elimdeki tabakla birlikte odadan çıktım ve koşarak kapıyı açtım. Melis önce kapının önündeki ayakkabılara, sonrasında ise korkulu gözlerle bana baktı. “Buse…”

“Melis…”

Melis tam geri gidecek gibi olduğunda kolundan yakaladım ve Melis’i içeri çektim. “Nereye gidiyorsun?”

“Aa, Melis kızım, hoş geldin.” Annem elinde tabaklarla Melis’e bakarken Melis gülümseyerek botlarını çıkardı ve annemin yanına giderek yanaklarını sıktı. “Hoş buldum Buket aşkım.” Ardından elindeki boş tabakları aldı. “Sen geç içeriye.”

Annem, Melis’in dediğini yaparak içeri geri geçti ve ben de annemin peşinden ilerledim. Geri yerime kurulurken çok geçmeden Melis elinde tabakla geldi. Odadaki tüm gözler Melis’e dönerken, “Selam ilerideki ben hallerim,” diyerek yanıma oturdu.

“Sen hallerin mi?” diye bir ses yükseldiğinde Hanife Ablaya baktım. Melis kaşığını kısırına daldırırken, “Evet,” diye cevap verdi. “İleride ben de böyle olacağım işte. Evli, çocuklu, dedikoducu.”

Melis’in dediğine benim dışımda kimse gülmemişti. Kafa yapılarımız farklıydı işte. Melis’in alay ettiğini de anlamamışlardı haliyle. Melis arkasına yaslanırken, “Yok mu dedikodu?” diye sordu.

“Kızım sen bu mahallede oturmuyorsun ki. Anlatsak da nereden bileceksin neyin ne olduğunu?”

“Aşk olsun Aysel Teyze! Kim olduğunu bilmeme ne gerek var? Her şeye uyum sallarım ben vallahi!”

“İlahi Melis,” dedi gülerek Aysel Teyze. Ardından konuşmak üzere dudakları hareketlendi. “Fulya var ya hani onu bilirsin.”

“Kaçık Fulya mı?”

“Evet, o.”

“Ay kız! Kocaya mı kaçtı yoksa?”

“Keşke kocaya kaçsaydı! Adamın birisini kaçırmış.”

“Neeeeeee!” diye bağırdı Melis şaşkınlıkla. Gözleri de irileşmişti. “Artık kaçırma işini de mi biz yapıyoruz? Prenseslere bak ya! Şempanze götleri!” Son iki kelimesini oldukça kısık bir şekilde söylediği için kimse duymamıştı Melis’in ne dediğini yoksa anında kınamaya geçerlerdi.

“Aman kızım,” dedi Aysel Teyze. “Adam da alkolik birisiymiş. Aralarında da nereden baksan on beş yaş var. Birbirlerini bulmalarını geçtim herkes Fulya koskoca adamı nasıl kaçırabildi diye konuşuyor.”

“Bu devirde her şey mümkün Aysel Teyze,” dedim lafa karışarak. “Bizim başımıza gelmediğine bakma sen.”

“Haklısın kızım, haklısın.”

Araya başka birisi laf kattığında konu tamamen değişti ve Melis’le birbirimize bakarak odadan çıkıp benim odama geçtik. Gürültüden uzaklaştığımı hissettiğim an kafam rahatlamıştı. Melis, Beril’in yatağına otururken ben de kendiminkine geçtim. “Beril nerede yine?” diye sordu Melis kucağına küçük yastığı alırken.

“Okuldan sonra kaçmıştır gün var diye.”

“Keşke sen de kaçsaymışsın.”

“Gün olduğunu unutarak eve geldim.”

“Malsın.”

“Aras’ı gördüm.”

“Ne!” Melis’in bağırmasıyla yüzümü ekşittim ancak olayı anlatmak adına eski halime çabucak geri döndüm. “Balık tutmaya gittiğimizin ertesi sabahı Atlas’ı okula bırakmak için Erim’in evine gittim. İşleri vardı o yüzden beni çağırdı Erim. Atlas’ı bıraktıktan sonra durağa gittim ve otobüsü beklemeye başladım. O sırada yavru bir köpek buldum, sonra köpeğin sahibi geldi. On yaşlarında bir çocuktu. Beni tanıdığını, abisiyle birlikte ben şarkı söylemeye geldiğini söyledi… sonra abisini gördüm. Aras’mış işte.”

Melis duyduklarını sindirmeye çalışırken, “İyi de nasıl?” diye sordu. “Kardeşi yoktu ki.”

Nefeslendikten sonra kurumaya yüz tutmuş dudaklarımı ıslattım ve olayların geri kalanını da anlattım. “Üzüldüm,” dedi Melis buruk bir tonlamayla. “Ama hâlâ seni seviyor oluşuna takıldım ben. Psikopata bak. Tüm dinletilerine gelmiş bir de!”

Omuz silktim. “Çok yoruldum, Melis. Sadece YKS çalışıp, okula gidip geliyordum ben. Mart ayındayız ve geride bıraktığımız her gün bir vukuat yaşadık resmen. Ders çalışmayı da aksattım zaten. Kendimizi toparlamamız gerekiyor bir an önce.”

“Haklısın valla, ben de aynı şekil. Saldım gibi bir şey oldu. Ama halledeceğiz, eminim. Sıkma canını.”

“Umarım hallederiz.”

“Evden bir an önce kaçmamız lazım Buse. Çok sıkıcılar.”

Başımı sallayarak onay verdim. “Ben kapıya gidiyorum,” dedim yatağımın üzerine fırlattığım montumu üzerime geçirirken. “Peşimden gel. Sakın yakalanayım deme yoksa Aysel Teyze bizi gırgırla öldürür.”

Yüzünü buruşturdu. “Gırgır mı? Emin misin? Ve neden annen değil de Aysel Teyze?”

“Annem gitmeme bir şey demiyor Melis. Aysel Teyze diyor. Bana aşık bence bu kadın.”

“O sana sen torununa… ah be zalim hayat…”

Melis’in dediğine gülerken oturduğum yerden kalktım ve odadan çıkarak dış kapıya yöneldim. Misafir odasının kapısı kapalıydı ve içeriden bol gülüşme sesleri geldiği için kaçmamız daha da kolay olacaktı. Sessizce kapıyı açtım ve dışarıya çıkarak ayakkabılarımı giydim. Melis de telefonunu montunun cebine attıktan sonra evden çıktı ve kapıyı kapattı. Botlarını giyerken, “Nereye gideceğiz?” diye sordu.

“Bilmem, yürürüz.”

Bir süre yürüdükten İzmir’in izbe denilebilecek caddelerinden birisine doğru yol aldık. Ancak cadde izbe dediğim için bana alınmış gibi gürültü yaptı, önümüzden birkaç adam hızlıca koşarak geçti. Koşan adamın arkasından bakarken, “Dur!” diye bağırdı bir ses. Sesin geldiği yöne doğru baktığımızda korku dalgaları vücudumu ele geçirmişti.

Adamın yüzünün bir kısmı ve eli kanlar içerisindeydi. Biraz daha koşmaya çalıştı ancak sendeliyordu ve bir anda yere yığıldı. Büyük bir şaşkınlıkla olanları izlerken Melis adama doğru adımladı lakin kolundan tutarak geriye çektim. “Melis ne yapıyorsun? Başımızda bin türlü bela var zaten. Bir de bununla mı uğraşacağız?”

“Bin bir türlü bela olur işte fena mı!”

Melis kolumdan kurtulup koşar adımlarla adamın yanına gidince ben de peşinden ilerledim. Adam bayılmıştı galiba. Melis çantasını karıştırarak içinden su şişesini çıkardı ve avucunun arasına suyu dökerek adamın kanlı yüzünü temizlemeye başladı. “Abi,” dedim adamın yanaklarına vururken. “İyi misin?”

Melis mavi gözlerini üzerime dikti. “Sence iyi mi Buse? Adamın her yeri kan içerisinde.”

“Panikledim, Melis! Herkes senin kadar soğukkanlı olmayabiliyor.”

“Tamam, tamam. Kızma hemen.” Melis’le beraber adamı uyandırma çabalarımız beş dakika sonunda işe yaradığında, adam gözlerini araladı ve açık kahverengi hareleriyle bize baktı. Yattığı yerden doğrulmakta güçlük çekerken doğrulmasına yardımcı olduk ve geriye çekildik.

Melis adamın yüzünün neredeyse tamamını kan izlerinden kurtarmıştı.

Adamın bakışları yerdeki su şişesine ilişirken az biraz kalan suyu ellerine döktü ve ellerindeki kandan kurtulmaya çalıştı. Melis’i biraz geriye çekiştirdim ve “Melis,” dedim fısıltıyla. “Ben bu adamı daha önce de görmüştüm.”

Sorgularcasına yüzü kasıldı. “Kim ki?”

“Tanımıyorum. Bir restoranda görmüştüm, bir kadınla. Restorandan ayrıldığımda yine aynı kadınla karşılaştım. Sarhoştu ve ağlıyordu. Bana aşkın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmıştı. Sonrasında ise iyi bir şey olduğunu. Bu adam için ağlamıştı kısacası. Tuhaf birisiydi…”

“Yani?” dedi Melis umursamaz sesiyle.

“Ne bileyim… adamda bir şeyler var sanki.”

İkimiz de sustuğumuzda adama döndük tekrardan. Adam bu izbe yerlerde yaşamayacak kadar varlıklı birisine benziyordu. Dış görünüşüne göre yargılamak istemezdim ancak gerçekten de öyleydi. Yaşına göre oldukça karizmatik bir adamdı. Siması aslında hiç yabancı değildi ama kime benzetiyordum bilmiyordum. Sorgulamayacaktım da.

“Yakalayamadım,” dedi adam az önce kaçan adamlara atıfta bulunarak. Akabinde Melis’in gözleri merak duygusuyla parladı. “Olay neydi tam olarak?”

Karşıdan bir araba korna çalarak gelirken yolun ortasından çekildik ve kenara geçtik. Üçümüz de kaldırıma oturmuştuk. Adam nefeslendi ve bize baktı. “Bu iki şerefsiz küçücük bir çocuğu dövüyordu sokağın ortasında ve etraftaki hiç kimse müdahale etmedi. Söylenene göre mahallenin belalısılarmış galiba. Ben de kayıtsız kalamadım ve olaya karıştım. Kargaşa çıktı. Çocuğun kaçmasını başarmıştım ancak o an bıçak çektiler, bacağımı yaraladılar. Bacağımı yaraladıkları için de kaçtılar. Peşlerinden koştum ama sakat bacağımla yetişemedim onlara.”

Adamın anlattıkları biter bitmez bakışlarımız bacağına kayarken gerçekten de kot pantolonunda kan koyuluğu vardı. Tüylerim diken diken olurken saçlarımdaki bez bandanayı elime aldım ve adamın yanına yaklaşarak bacağındaki kesiği bandanam ile sıkıca bağladım.

Yaptığım harekete karşılık dudaklarından, “Teşekkür ederim,” sözcükleri döküldü. Akabinde bakışlarını yüzüme çevirdi. Tüm yüz hatlarımı ezberleyecek kadar dikkatli bir şekilde yüzümü inceledi. Dudaklarında belirsiz bir ifade vardı. Bunu dışa yansıtarak, “Sen…” dedi mırıldanır bir tonla. “Yakınım olan birisine o kadar benziyorsun ki.”

Ayıp olmasın diye tebessüm ettim ve adamdan uzaklaşarak ayağa kalktım. “İnsanlar çift yaratılmıştır derler.”

O da ayağa kalktı ve “Adım Alpay,” dedi elini bana doğru uzattığında. “Alpay Ertepınar.”

Ürkekçe uzattığı eli tuttum ve “Buse,” diyerek karşılık verdim.

Akabinde Melis’e doğru uzattı bıraktığım elini. “Melis.”

“Yürüyebilecek misiniz? Ambulans çağıralım isterseniz.”

Alpay Ertepınar harelerini bana çevirirken, “Gerek yok,” diyerek karşılık verdi. “Yeterince zahmet verdim size. Tekrardan teşekkür ediyorum.”

Biz gülümsemekle yetinmiştik ancak bir adım atar atmaz acıyla yüzü kasılmıştı. Bu kesikle buraya kadar koşarak nasıl geldiği merak söz konusuydu. Melis’e baktığımda ne dediğimi anlamış olacak ki telefonunu çıkardı.

“Ehliyetiniz var mı?”

Alpay Ertepınar’ın sorusu üzerine Melis’in eli havada kalırken, “Benim var,” diye yanıtladı.

“Arabam fazla uzakta değil. Bu kadar yardım etmek istiyorsanız eğer beni evime bırakmanızı rica edebilir miyim?”

“Ama hastane…”

“Lütfen.”

Melis anlayışla başını sallarken arabasına doğru yürümeye başladık. Yürüyemediği için ise koltukaltlarına girip yardımcı oluyorduk. Birkaç adım daha attıktan sonra, “Burası,” dedi ve gözleriyle arabasını işaret etti. Arabaya yaklaştıktan sonra anahtarını Melis’e verdi ve Melis şoför koltuğuna ben ise yanına yerleşmiştim. Alpay Ertepınar ise arkaya geçmişti.

Bu adam kimdi ve bize neden güveniyordu?

Bu adam kimdi ve biz ona neden yardım ediyorduk?

“Navigasyon açık Melis. Eve oradan gidebilirsin.”

Melis kısık sesle, “Tamam,” dedikten sonra emniyet kemerlerimizi taktık ve yola koyulduk. Navigasyon yardımıyla yarım saat sonrasında evi bulmuştuk. Alpay Ertepınar’ın inmesine yardımcı olduktan sonra oldukça lüks olan villanın kapısına doğru yürüdük.

Doğru tahmin etmiştim.

Adam gerçekten de varlıklı birisiydi.

Kapıyı çaldıktan sonra birkaç saniye bekledik ve kapı açıldı. Yardımcı olduğunu düşündüğüm kadın önce gülümseyerek karşıladı bizi ancak Alpay Ertepınar’ı görünce panikledi. “Alpay Bey!”

“İyiyim Füsun,” dedi kadına göre sakin bir tavırla. “İçeri geçelim.”

İçeri geçtikten sonra oldukça geniş olan salona geçtik ve Alpay Ertepınar’ın koltuğa oturmasına yardımcı olduk. Bize oldukça minnet duyan gözlerle bakıyordu. Füsun elinde su bardağıyla yanımıza geldi ve bardağı Alpay Bey’e uzattı. “Ne oldu size böyle!”

“Bunları daha sonra konuşuruz Füsun. Rıza Bey’i arar mısın?”

“Hemen efendim.”

Füsun Abla odadan çıkarken baş başa kalmıştık. “Kızlar, gerçekten teşekkür ederim. Yemeğe kalın isterseniz. Sizi ağırlamaktan memnuniyet duyarım.”

Melis’le eş zamanlı başımızı iki yana salladık. “Bir şey yapmadık ki,” dedim hafifçe tebessüm ederek. “Küçük çaplı bir yardımdı sadece.”

“Buse doğruyu söylüyor. Siz bir an önce sağlığınıza kavuşmanıza bakın.”

Alpay Bey ne kadar inat etse de teklifini kabul etmemiştik ancak bizi yardımcılarından birisinin bırakması konusunda ikna etmeyi başarmıştı.

“Hah, Sertaç da geldi. Sertaç, kızları evlerine bırakabilir misin?”

“Tabii, Alpay Bey.”

Sertaç denilen kişi taş çatlasın yirmi yedi yaşındaydı. Buğday tenli ve hafif sıska bir adamdı. Bize bakarken ayağa kalktık ve “Geçmiş olsun,” dedik gülümseyerek.

“Teşekkür ederim. Keşke yemeğe kalsaydınız.”

Melis başını eğmekle yetinirken odadan çıkmak üzere kapıya doğru ilerledik. Kapıdan çıkmak üzereyken ani bir hareketle ayağım burkuldu ve ikinci kez düşme tehlikesi yaşadım. Destek aldığım vestiyere baskı uygulayarak geri doğrulurken vestiyerin üzerindeki çerçeveye dikkat kesildim.

Kaşlarım gözlerimin üzerine düşerken çerçeveyi elime aldım, parmaklarım fotoğraftaki bebeğin üzerinde gezindi. Yüreğime küçük bir alev parçası düşmüş gibi hissederken zorla nefeslendim.

Fotoğraftaki bebek bendim?

Loading...
0%