@tubamis
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 35 - Ölüyorum Sana Bir adım daha atıp dışarıya tamamen çıktığımda, gökyüzünün ağır gri bulutlarla kaplandığı bir manzara karşılamıştı beni. Güneş, bulutların arkasında kaybolmuş, gökyüzü adeta kurşuni bir örtüyle örtülmüştü. Yağmur ince ince ve sürekli olarak yeryüzüne düşerken çevredeki her şey ıslak ve solgun görünüyordu. Ağaçların yaprakları yağmur damlalarının ağırlığı altında eğilmiş, yollar küçük su birikintileriyle dolmuştu. Havanın serinliği hafif bir rüzgârın etkisiyle daha da hissediliyordu. Sokak lambalarının solgun ışığı yağmurun buğusuyla birleşerek hafif bir sis görüntüsü yaratıyordu. Yağmurun monoton sesi şehirdeki tüm diğer sesleri bastırırken, sadece suyun yerlere düşerken çıkardığı şıpırtılar ve arada bir geçen araçların lastiklerinin çıkardığı hışırtılar duyuluyordu. Bu kasvetli hava içe kapanıklığı ve melankoliyi çağrıştırıyor, insanın ruhuna bir ağırlık çöküyordu. Etrafın gri tonları insanın iç dünyasında da benzer bir karamsarlık hissi uyandırıyordu. Ancak benim içimde ne karamsarlık ne de bir ağırlık vardı. Çünkü tam karşımdan gelen adam, her şeyi yerle bir edebilecek kadar güçlüydü. Dudaklarıma geniş bir gülümseme yerleşirken birkaç adım daha attım, Erim’le dip dibe geldiğimizde bakışlarımız birleşti. “Yağmurda dans etmeye ne dersin?” dedi yüzünde yer edinen her zamanki cazibeli gülümsemesiyle. Onaylarcasına başımı salladığımda elimden tuttu ve bir tur beni kendi eksenimde döndürdü. Belimi nazikçe kucakladı, hafif bir müzik çalmaya başladı. Dans ederken ayaklarımız birbirine uyum sağlıyordu. Adımlarımız her dönüşte çamura batıyordu. Belimden sıkıca tutup beni havaya kaldırdığında mutluluktan içim taşmak üzereydi. Ayaklarım tekrardan yere bastığında Erim’e doğru yaklaştım ve sıkıca kollarımı bedenine sarmaladım ancak tam yolun ortasında dans ettiğimiz için yoldan geçebilecek arabaları tahmin etmemiş olabilecektik ki güçlü bir korna sesi duyuldu. Erim ani bir hareketle beni kenara doğru çekerken çoktan yere düşmüştük bile ve Erim’in sırtı tamamen çamura bulanmıştı. Yüzüne de sıçrayan çamur karşısında gülmeye başladığımda Erim’in çatılan kaşlarına baktım. “Buse! Komik değil.” “Ama ama…” “Sus!” “Tamam,” derken dudaklarımı birbirine bastırdım ancak çok engel olamamıştım kendime. Ben ısrarla gülmeye devam ederken Erim bir anda belime baskı uygulayarak beni daha da çok çekti kendine. Yüzümdeki gülümse yavaşça silinirken kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Ben, hareleri dudaklarıma kayan Erim’in beni öpeceğini düşünürken Erim elini yere hızlıca vurdu ve yağmurla karışan toprak yüzüme sıçradı. Bozulan surat ifademe karşın Erim gürültülü bir şekilde kahkaha atarken hızlıca ayağa kalktım ve Erim kalkmadan yandaki su birikintisinde zıplamaya başladım. Ben zıpladıkça Erim daha da çok komik görünüyordu. Büyük bir neşeyle etrafımda dönerek zıpladım. Uzun süredir böylesine mutlu olduğumu hissetmiyordum. En son yorulduğumu hissettiğimde duraksadım ve bakışlarımı Erim’e çevirdim. Ayağa kalkmış ve hayranlıkla beni izliyordu. Gözümün önüne gelen ıslak saçlarımı geriye atarken Erim yanıma yaklaştı ve yanağıma uzunca bir öpücük kondurdu. Sanki dünya sadece ikimize aitmiş gibi tüm detaylar arka planda silikleşmişti. Erim’in nefesi yüzüme değdiğinde kalbimin çılgınca attığını hissettim. Dudaklarımız birbirine yaklaştıkça zaman yavaşlıyor gibiydi. Öyle de olmuştu. Erim’in dudakları dudaklarımdayken öpücüğüne çok geçmeden karşılık verdim. İçimde bir ateş vardı. Sönmüyor, yandıkça yanıyor, harlanıyor, güçleniyordu. Ellerim istemsizce yüzüne doğru kaydı. Parmaklarım çenesini, ardından saçlarını buldu. Yağmur damlaları hâlâ süzülüyordu ama sanki bedenimizdeki bu sıcaklık her şeyi buhara dönüştürüyordu. Kalp atışlarım hızlandıkça her şeyin gerçek mi yoksa bir rüya mı olduğunu ayırt edemez hale gelmiştim. “Erim,” diye fısıldadım, dudaklarım hâlâ onun dudaklarının yakınındayken. Bakışlarını gözlerime çevirdi. “Tekrar fısıldasana adımı.” “Erim…” diye bir kez daha fısıldadım. Bu kez daha yavaş ve daha içten söylemiştim. Adı, dudaklarımdan dökülürken gözlerindeki ışıltıyı gördüm. Hafifçe gülümsedi, yanaklarıma öpücüklerini kondurdu. “Bir daha söyle,” dedi alçak bir sesle. Sesindeki tını beni ürpertiyordu ama bu üşümekten çok uzaktı. “Erim…” Gözlerimi öptü. “Adımın dudaklarına yakıştığını sana daha önce de söylemiştim…” Hareleri gözlerim ve dudaklarım arasında dolanıyordu. “Beni mahvediyorsun,” dedi itiraf edercesine. “Ve beni mahvetmezsen, kahrolurum.” “Bu…” “Sen…” dedi bir an duraksayarak. “Hem nefesimi kesiyor hem de bana nefes almayı yeniden öğretiyorsun.” “O zaman nefesimiz bir olsun,” dediğimde dudaklarımız yeniden birbirine kavuştu. Eriyordum. Bitiyordum. Yanıyordum. Gözlerimi kapatıp başımı omzuna yasladım. Göğsünün yükselip alçaldığını, nefesinin ritmini duyabiliyordum. Fakat bir anda bu an yavaş yavaş solmaya başladı. Yağmurun sesi uzaklaştı, Erim’in yüzü bulanıklaştı ve etrafımızdaki her şey kayboldu. Kendimi, rüyanın sıcaklığından zorla çekip alınarak gerçekliğe geri dönerken buldum. Gözlerimi açtığımda ise soğuk ve sert bir gerçeklik beni karşıladı; demir parmaklıklar. Oturduğum yerden kalkıp parmaklıklara doğru bir adım attım. Bir elimi dudaklarıma, diğer elimi de demirlerin soğukluğuna bastırdım. Acı. Acımasız. Hayat, acımasız. İçimdeki koca boşluk karanlık bir kuyunun dipsizliği gibi yankılanıyordu. Kendimi sorgulamaktan yorulmuş, zihnimde gerçek ile hayali birbirine karıştırır olmuştum. Belki de bu saatten sonra sadece rüya görecek, rüyamdan uyanacak, yine uyuyacak ve yine rüya görecektim. Belki de artık benim hayatım hapishane köşeleri olacaktı. Belki de artık benim bir hayatım olmayacaktı. Erim’in rüyamdaki gülüşü, yağmurun altındaki dansımız… beni öpüşü… şimdi sadece bir anıdan mı ibaretti? Gerçekte yaşanmamış olan bir anıdan… Belki de artık rüyalarım benim kaçışım olacaktı. Uykunun o kısa ve sahte tesellisine sığınacaktım. Rüyalarda Erim’in bana bakışını tekrar görecek, ellerinin dokunuşunu hissedecektim. Ama sonra… sonra uyanacaktım. Ve her uyanış ucu keskin bir bıçak gibi canımı yakacaktı. Yavaşça kendime sarıldım titreyişimi bastırmaya çalışarak. Yağmurun altında hissettiğim sıcaklık artık yoktu, sadece soğuk vardı. Tekrardan yerime geçeceğim sırada hücrenin kapısının açıldığını duydum. Polis kapıda belirdi ve bana baktı. “Buse, çıkıyorsun.” Polisin sözleri bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Başımı kaldırdım ve ona baktım. “Ne?” diye fısıldadım. Sesim çatlak ve kısık çıkmıştı. Kelimelerin gerçekliğini kavramakta zorlanıyordum. Polis, parmaklıkların kilidini açarken yüzündeki sert ifade hâlâ yerindeydi. “Suçsuzluğun kanıtlandı.” Suçsuzluk… Kelime zihnimde yankılandı ama anlamı ulaşmakta gecikiyordu. Bedenimden taşan ağırlıkla hücrenin soğuk duvarlarına bir kez daha baktım. Ellerimi kıpırdatırken titrememi fark ettim. Bunun sebebi korku muydu, yoksa yorgunluk mu emin değildim. Polis beni dışarı yönlendirirken ayaklarım yere sağlam basmıyordu. Adımlarım sersemlemiş gibiydi. “Nasıl?” diye sordum cevabını bilmek istermiş gibi ama aynı zamanda da hiç umursamaz bir tonda. “Ne oldu?” “Öğreneceksin.” Kalbim hızla çarpmaya başlarken polise şaşkınlıkla baktım. “İyi ama nasıl? Ben… ben birisini öldürdüm.” Bir cümle ne kadar çaresizlikle söylenirse, bu cümle o kadar çaresizdi. “Demek ki katil değilmişsin.” Polis, beni bir odanın önüne getirdiğinde içimde garip bir heyecan ve korku karışımı vardı. Kapıyı çaldıktan sonra memur olduğunu düşündüğüm adamın odasına girdik. O an gözlerim odadaki diğer insanları taradı, boğazımda bir düğüm oluştu. Annem ve Beril buradaydı. Gözlerim dolarken gözyaşlarımın akmasını engelleyemedim. “Anne,” diye fısıldadım sesim titreyerek. Koşarak anneme sarıldım. Annemin kollarındaki güven hissi içimdeki tüm korkuları bir anda silip süpürürken beni sıkıca sardı, saçlarımı okşayarak, “Kızım,” dedi ağlamasını bastırarak. Beril de yanıma yaklaşırken kollarını sıkıca bana sardı. Onların varlığı içimdeki yalnızlığı ve çaresizliği bir nebze de olsa hafifletmişti. Odaya döndüğümde polis memurunun bize sessizce baktığını fark ettim. Sanki bu duygusal anı bozmak istemiyormuş gibi bir adım geride duruyordu. Gözlerimi annemden ayırmadan, “Ne oldu? Neden buradayız?” diye sordum. Annem derin bir nefes alıp gözlerime baktı. “Kızım, her şey geçti. Senin suçsuz olduğunu kanıtladılar. Artık özgürsün.” Şaşkınlıkla donakalmış gibi hissediyordum. “Ama…” “Evet, abla. Suçsuzsun.” Yine rüya görüyor olabilir miydim? “Suçlu olmadığım nasıl açığa çıktı? Yani ben… benim yüzümden…” “Hayır, Buse,” dedi polis memuru lafımı bölerken. “Otopsi sonuçları her şeye açığa kavuşturdu. Dila Eren’in ölmesinin sebebi sen değilsin. Kullandığı ilaçlar.” Kafamın içinde binlerce düşünce uçuşuyordu ama hiçbirine tam olarak odaklanamıyordum. “Nasıl yani?” “Dila Eren’in aldığı ilaçlar vücudunda beklenmedik bir reaksiyona neden olmuş. Senin onun ölümüne sebep olduğun düşünülüyordu ama otopsi sonuçları bunun tamamen yanlış olduğunu gösterdi. Dila Eren kendi kullandığı ilaçlar yüzünden ölmüş, seninle hiçbir ilgisi yok.” Birkaç dosya imzaladıktan sonra odadan çıktık. Dış kapıya doğru ilerlerken bir anlığına adımlarım durdu, varlığını hissettiğim kişiye bakmak adına başımı sağ tarafıma doğru çevirdim. Erim’i gördüğümde kalbim ağzımda nüksetti. Aramızdaki mesafeyi kapatarak kollarımı boynunda doladım ve gözlerimde biriken gözyaşlarımı akıttım. Şükürler olsun ki bu rüya değildi. Geriye çekildiğimde Melis ve Emir görüş açıma girdim. İkisine de gülümserken sıkıca Melis’e sarıldım. “Bundan sonra bensiz hesap sormaya gidersen kafanı kırarım, Buse.” “Tamam, söz,” dedim gülerek Melis’in gözlerine bakarken. Emir bize bakıp başını hafifçe iki yana salladı. “Sizin kadar birbirini her anında destekleyen iki yakın arkadaş görmedim. Kıza böyle şeyler yapma demek yerine beni de çağır diyorsun, Melis.” “Kaos seviyoruz biz.” “Kaostan başımız kurtulmuyor, Melis. Bu sevgimizi azaltsak mı artık? Artık kendimizi koruyamıyoruz da.” Erim hafifçe iç çekti. “O yüzden başına gelen her şeyden seni ben korudum ya.” Bir anlığına suskunluk oldu, tüm gözler Erim’e döndü. Akabinde korkarcasına bakışlarımı anneme çevirdim. Annem. Erim. Erim’in söylediği cümle. Annem. Yüzünde ne düşündüğünü anlamamı imkânsız kılan o sakin ama delici ifadeyi gördüğümde, içimde bir korku dalgası yükseldi. Erim’in söylediği cümle havada asılı kaldı. Beni koruduğu gerçeği zaten yadsınamaz bir gerçekti ama bunu annemin önünde bu kadar açık söylemesi… “Buse’nin başına bilmediğim başka olaylarda mı geldi?” “Hayır, anne. Hepsi senin bildiğin şeyler.” Geldi. Annemin bakışları bir an için Erim’e kaydı, ardından tekrar bana döndü. Gözleriyle sanki ruhumu delip geçiyordu. Derin bir nefes aldı, sonra sakin ama bir o kadar da ciddi bir ses tonuyla, “Umarım benden bir şey saklamıyorsunuzdur,” dedi. “Saklamıyoruz,” dedi Erim benim yerime. Sesi güven veriyordu. “Saklamayız da. Buse’nin başına bir şey gelmesine izin vermem. Belki bu söylediklerim hoşunuza gitmez ama ben Buse’yi gerçekten seviyorum. Önce sizin, sonra benim korumam altında.” Annem, Erim’e dönüp onu dikkatle süzdü. “Buse’yi koruman güzel bir şey Erim,” dedi, ses tonu hala ölçülüydü. “Ama bu, sorumluluğunu hafifletmiyor. Sevgi güzel bir şeydir ama sadece sözlerle olmaz. Gerçekten onun için iyi bir şey yapıyor musun, ona ayakları üzerinde durmayı öğretmek için çaba gösteriyor musun? Asıl mesele bu.” Erim, annemin bakışlarından etkilenmeden, başını hafifçe eğerek ciddiyetle konuştu. “Buse’nin ne kadar güçlü biri olduğunu biliyorum. Kendi ayakları üzerinde durabilecek kadar cesur ve kararlı. Ben sadece onun yanında olmak, desteğini hissetmesini sağlamak istiyorum. Çünkü sevgi, birinin zayıflıklarını kullanmak değil onunla birlikte daha güçlü olmaktır.” Annem, Erim’in bu sözlerine karşı birkaç saniye sessiz kaldı. Sonunda derin bir nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. “Buse,” dedi, yüzü bir nebze yumuşamıştı. “Bu söylediklerini gerçekten hissettiğinden emin misin? Erim’in yanında kendini güvende hissediyor musun?” Erim’in bana olan sevgisini ve annemin içindeki o sonsuz endişeyi aynı anda hissetmek garip bir duyguydu. “Evet, anne,” dedim gözlerim dolmaya başlarken. “Erim beni seviyor ve ben de onun sevgisine inanıyorum. Onun yanında kendimi güvende hissediyorum. Her zaman.” Annem bir süre daha bizi süzdü, sonra hafifçe başını salladı. “Peki,” dedi, tonunda bir yumuşama vardı. “Ama unutmayın, sevgi kadar sorumluluk da önemlidir. Birbirinize sahip çıkın ama kendi değerlerinizi de unutmayın. İlişkiler böyle sağlam kalır.” Erim, annemin bu sözlerine ciddi bir şekilde başını eğerek, “Haklısınız,” dedi. “Buse’ye layık biri olmak için elimden geleni yapacağım.” Bu sözler annemi biraz daha rahatlatmış gibiydi. Hafif bir tebessüm ederek, “Göreceğiz,” dedi. “Ama şimdilik bu kadar yeter, kızımı eve götürmeliyim.” Gülümseyerek vedalaştık ve karakoldan ayrıldık. Arabaya binip kemerimi takarken kaşlarım çatıldı. “Anne, babam nerede? O neden gelmedi?” “Baban evde kızım, biliyorsun ne kadar güçlü bir yapısı da olsa başınıza bir şey geldiğinde toparlayamıyor.” Anlayışla başımı salladım ve yola koyulduk. Eve yetiştiğimizde arabadan indim ve etrafıma bakındım. İçeride kaldığım üç dört gün sanki bana bir asırdır oradaymışım gibi hissettirmişti. Eve girdiğimde içeride derin bir sessizlik vardı. Salonun kapısına doğru yürürken annem beni kolumdan tutup yönümü değiştirdi ve yıllardır kullanmadığımız boş odaya doğru çekiştirdi. Bu oda evin fazla odalarından birisiydi ve burayı her ne kadar güzel bir oda yapmak istesem annemler de o kadar ilgilenmemişti bu konuyla. Gözlerim anlamsızlıkla kısılırken, annem önüme geçti ve odanın kapısını açtı. İçeriye baktığımda, gördüğüm manzara karşısında adeta donakalmıştım. Bu boş oda tamamen yenilenmiş, duvarlar açık mavi bir renkle boyanmıştı. Her köşeye en sevdiğim çiçekler özenle yerleştirilmişti. Odaya hafif bir lavanta kokusu hakimdi. Duvarda çocukluğumdan beri çekilmiş en güzel anılarımızın fotoğrafları asılıydı. Her biri büyük bir dikkatle seçilmiş, anılarımızı ölümsüzleştiren karelerdi. Ortaya büyük bir masa kurulmuştu ve masanın üzerinde kocaman bir pasta duruyordu. Pastanın üzerinde, “Buse’ye!” yazıyordu, etrafında küçük mumlar yanıyordu. Masanın arkasındaki duvarda büyük bir projeksiyon perdesi asılıydı ve perdeye yansıtılan görüntüler beni geçmişe götürüyordu. Ailecek yaptığımız tatiller, doğum günleri, küçükken yaptığımız piknikler… Gözlerim dolarken nasıl tepki vereceğimi bile bilemiyordum. Babamın yanıma yaklaştığını hissettim, elini omzuma koydu. “Prensesim.” “Baba…” derken titrek sesimle beraber babamın boynuna atladım. Bugün gözyaşlarım şelale gibi akıyordu. Babam bana sıkıca sarılırken saçlarımdan öptü. Mutluluktan dolan gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Bir yandan bu kadar sevildiğimi hissetmenin verdiği mutluluk, bir yandan da yaşadığım acılarla yüzleşmenin zorluğu beni sarsıyordu. “Düşündüğünüz her şey... Bu sürpriz... Gerçekten inanılmaz,” dedim gözlerimi silerek. “Beni bu kadar sevdiğiniz için... Ne kadar şanslı olduğumu biliyorum.” “Sen her zaman bizim en büyük mutluluğumuzsun, Buse.” Babamın sözleri karşısında gülümsedim. Annem ve Beril de bize katıldı ve birlikte uzun bir süre sarıldık. Hayatımın belki de en zor döneminin geride kaldığını, ailemin sevgisi ve desteğiyle her şeyin üstesinden gelebileceğimi hissettim. Bu an bize birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu ve sevginin gücünü bir kez daha hatırlatmıştı. Sonunda annem gözyaşlarını silip, “Hadi bakalım, bu kadar duygusal olmak yetti. Şimdi birlikte bu güzel pastayı keselim,” dedi neşeyle. Beril, “Evet, Buse! Babamın bu pastayı hazırlarken harcadığı emeği tatmamız gerek!” diye ekledi. Babam biraz mahcup ama gururlu bir ifadeyle güldü. Hep birlikte masaya oturduk, pastayı kestik ve kahkahalarla dolu bir akşam geçirdik. Her lokmada ailemin sevgisini, sıcaklığını hissettim. O gece, hayatımın en unutulmaz gecelerinden biri olmuştu. *** Yaşadığım olayın üzerinden sadece iki gün geçmişti. Okulda devamsızlık hakkım asla kalmamıştı ve sanırım sınıfta kalmıştım. Bu düşünce beni gerçekten sarsmıştı. Derslerimde o kadar başarılıyken sınıfta kalmak… Zaten YKS’ye de adam akıllı çalışamamıştım ve kendimi berbat hissediyordum. Sıkıntıyla iç çekerken televizyonu kapattım ve kumandayı gelişigüzel fırlattım. O esnada kapı çalınca ayaklandım ve terliklerimi ayağıma geçirdikten sonra kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda Dila’nın annesi Şeyda Ablayı ve babası Selman Abiyi gördüğümde şaşkınlıkla bakakaldım. “Merhaba, Buse,” dedi Şeyda Abla hafifçe gülümseyerek. “Umarım rahatsız etmiyoruzdur. Konuşmamız gereken bazı şeyler var.” Bu sözlerle birlikte onları içeri davet ettim. İçeri girerken Selman Abi de hafifçe başını eğerek selam verdi. Babam evde yoktu ancak annem evdeydi. Salona girdiğimde annem bana baktı ve “Kim geldi kızım?” diye sordu. Bunun üzerine kenara çekildim ve annem gelen misafirlere bir anlık sessizlikle baktı. Şeyda Abla çekingen adımlarla koltuğa oturdu, Selman Abi de yanına geçti. İkisini de yıllardır görmemiştim. “Size içecek bir şeyler getireyim,” dedim, sessizliği bozmak için ancak Şeyda Abla elini hafifçe kaldırarak beni durdurdu. “Teşekkür ederiz Buse ama çok fazla vakit almak istemiyoruz. Aslında buraya sizinle konuşmak ve özür dilemek için geldik,” dedi gözleri dolarak. “Yaşananlar çok karmaşık ve zor bir süreçti. Kızımızın ölümü bizi büyük bir acıya boğdu, bu acı bizi kör etti. Sizin de zor zamanlar geçirdiğinizi biliyorum. Özellikle de senin, Buse. Haksız yere içeride yattığını kabul etmemiz gerekiyor. Ve bunun öncesinde sevdiğin adam yaralandı bunu da biliyoruz…” Selman Abiye bakarken annemin yanına oturdum. “Sizin özür dilemenize gerek yok,” dedim ciddi bir tavırla. “Sizin suçunuz değildi. Sadece Dila…” “Dila yıllardır depresyonla mücadele ediyor, Buse. Ve bu mücadelesinde sayısız ilaç kullandı. İlaçları bıraktığında kendisine zarar veriyor, etrafındakilere zarar veriyor… İyileşmesi için gitmediğimiz hastane kalmadı ancak bir şekilde sarpa sardı olaylar. İlaçlarını bir süredir yine kullanmıyordu ve öldüğü gün…” İçinde yaşadığı acıyı hissettiğimde başımı önüme eğdim. Her ne kadar Dila bize zarar vermiş olsa da anne ve babası onu çok seviyordu. Kızlarının ölümünü kabullenmeleri oldukça zor olacaktı. “İlaçları gereğinden fazla kullanmış,” diye söze devam etti Şeyda Abla. “Bu da çarpıntı yapmış, kalp krizi geçirmesine sebep olmuş. En son sen onu ittiğin için yere düşünce de ölüm sebebi senden bilinmiş. Otopsi sonuçları çıkana kadar da seni gözetim altına aldılar.” “Onunla daha fazla konuşmamız gerekirdi, ama... O dönemde her şey çok zordu,” dedi Selman Abi gözleri dolarak. Dila’nın yaşadığı zorlukları daha önce bu kadar derinlemesine bilmiyordum. Üzülmüştüm onun adına. “Ben…” “Kimse bu sonucun böyle olacağını bilemezdi, Buse. Biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık ama bazen kaderin önüne geçilemiyor. Dila’yı kaybettik ama senin hâlâ önünde bir hayat var.” Gözyaşlarımı tutmaya çalışırken başımı salladım. Şeyda Abla, “Buse, seni suçlamıyoruz,” diye devam etti. “Bu olayların nasıl geliştiğini, ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Dila’nın aldığı ilaçlar yüzünden bu duruma geldik. Senin onun üzerinde bir suçun yok. Erim’e olan takıntısını Dila’mı kaybetmeden birkaç gün önce öğrendik. Daha önceden bilseydik eğer… İzmir’den taşınırdık. Sırf Dila buraya gelmeyi çok istediği için geri dönmüştük zaten ama… keşke kızımızı kurtarabilseydik.” Şeyda Abla’nın sesi titreyerek kesildi, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Sözleri içimde bir şeylerin paramparça olmasına sebep olmuştu. O an onun hissettiği acıyı tamamen anlayabiliyordum. Birini kaybetmek, özellikle de kızını kaybetmek dayanılmaz bir şey olmalıydı. Gözyaşlarımı tutmaya çalışırken başımı salladım. “Anlıyorum, Şeyda Abla,” dedim kısık bir sesle. “Keşke her şey farklı olsaydı. Keşke onu kurtarabilseydik.” Selman Abi sessizce karısının omzuna elini koydu. Gözleri dolu ama kararlıydı. “Buse, biz de keşke kızımızın acı çektiğini daha önce anlayabilseydik,” dedi derin bir nefes alarak. “Ama şimdi bunu değiştiremeyiz. Yapabileceğimiz tek şey onun anısını yaşatmak ve bu acıyla başa çıkmaya çalışmak.” Annem sessizce yanımda duruyordu. Gözlerinde derin bir üzüntü vardı. “Dila’nın küçüklüğünü bilirim Şeyda. Ne kadar iyi anlaşırlardı Buse’yle.” Şeyda Abla hafifçe gülümsedi. “Hatırlıyorum. Keşke hep o günlerde kalsaydık Buket. Fakat hayattaki her şey zamanla değişir. Kimse sonunun böyle olacağını tahmin bile edemezdi. Nasibin ötesine geçilmez, engel olunamaz. Hepimiz daha fazlasını yapabilirdik belki ama artık olanları geri alamayız. Önemli olan bu acıdan bir ders çıkarıp, birbirimize daha çok sarılmak.” Sessizlik, odada ağır bir şekilde asılı kaldı. Bir süre sonra hareketlendiler ve ayağa kalktılar. Şeyda Abla yanıma gelip bana sarıldı ve “Kendine iyi bak, Buse. Gerçekten çok güçlü birisin,” dedi. Selman Abi ise hafif bir el hareketiyle başını eğdi ve “Görüşürüz,” dedi. Kapıdan çıkarken birbirlerine destek olarak yürüdüler. Kapı kapandıktan sonra annem ve ben bir süre sessiz kaldık. İçimdeki karmaşık duyguları anlamaya çalışıyordum. Dila’nın ailesiyle yapılan bu konuşma onlarla aramızda bir tür anlama köprüsü kurmuştu. Bir yandan geçmişin yükü ağır bir şekilde üzerimizde kalmıştı ama diğer yandan… birlikte yaşanan acıları paylaşmak bir nebze olsun hafifletici olmuştu. “Anne, bu konuşma... Her şeyin biraz daha netleşmesini sağladı,” dedim anneme dönerek. Annem sessizlik içinde derin bir nefes aldı. Gözlerinde hâlâ hafif bir hüzün vardı ama aynı zamanda konuşmalarımızın getirdiği rahatlama da hissediliyordu. “Evet, güzelim,” dedi yumuşak bir tınıyla. “Her şeyin bir nedeni vardır ve bu süreçte ne kadar acı çektiğimiz önemli değil, önemli olan bu acılardan ders çıkarabilmek.” Onaylarcasına başımı salladım ve hâlâ kapının önünde durduğumuzu fark edince odama doğru ilerledim. Ancak odama daha giremeden kapı yeniden çaldı. Kaşlarım çatılırken annem benden önce davranarak kapıyı açtı. Karşımda Melis’i gördüğümde şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. “Melis! Ne işin var burada?” Melis parlayan mavileriyle ve kocaman bir gülümsemeyle içeri girdi. “Sürpriz! Hanımefendi bensiz ruh halinin düzelmeyeceğini düşündüğüm için seni neşelendirmek için geldim.” “Hoş geldin Melis.” “Hoş bulduk Buket ablam.” Annem bizi yalnız bırakıp mutfağa geçerken Melis elimden tuttu ve beni odama çekiştirerek kapıyı kapattı. “Bugün 29 Mart.” “Yani?” “Yani… Pera konseri var bugün! Ve biz o konsere gideceğiz Buse.” Gitme taraftarı değildim hiç. “Melis…” “İtiraz etme hakkın olduğunu düşünmüyorum.” “Hiç mi yok?” “Hiç yok. Şimdi koca götünü kaldırıp üzerindeki pijamalardan kurtuluyorsun ve yanıma geliyorsun. Ben seni kapıda bekliyorum. Annemden arabayı aldım senin için. On dakikan var Buse, kaçtım.” Melis cümlesini bitirir bitirmez odadan, sonra da evden çıkarken dolabıma yöneldim ve elime gelen ilk kot pantolon ile siyah bluzumu aldım. Üzerimi değiştirdikten sonra topuz olan saçlarımı dağınık bıraktım ve çantamı aldıktan sonra odadan çıktım. Anneme haber verme işlemini de hallettiğime göre artık tamamen hazırdım. Melis’in arabada olduğunu görünce vakit kaybetmeden arabaya doğru ilerledim ve sağ koltuk prensesliği görevini yerine getirerek koltuğa kuruldum. Ben emniyet kemerini takarken Melis çoktan yola koyulmuştu bile. Akabinde müzik açtı ve çalan müziğe eşlik etmeye başladı. Gerçi, eşlik etmekten çok müziği yaşıyor gibi davranıyordu ve bense sadece Melis’i izlemekle yetiniyordum. “Bu gece gel benim ol diyemem! Sana ben aşkımı söyleyemem! Utanırım beni öp diyemeeeeemmmm!” “Seni videoya alayım mı?” “Al, sonra her yerde paylaş. Ünlü olurum belki.” “Emir sinirlenmesin sonra?” diye sorduğumda sırıttı. “Ben onu da ünlü ederim, dert etme sen.” “Öyle diyorsan…” “Karabiberim vur kadehlere, hadi içelim, içelim her gece! Karabiberiiiiimmmmmm!” Melis kendine özgü bir dans figürüyle şarkı sözlerini eşleştirmeye çalışırken gülmeden edemedim. Bu kızı gerçekten çok seviyordum. Bakışlarımı Melis’ten alıp dışarıya baktım. Bir alışveriş merkezinin önüne geldiğimizi görünce gözlerim kısıldı. “Pera konseri burada mı olacak şimdi? Affedersin ama göt kadar yerde.” “Saçmalama. Yeni şeyler alacağız. Bu bir terapi yöntemidir Buse, bilmiyor musun?” “He o bakımdan.” Melis arabayı park ettikten sonra arabadan indim ve alışveriş merkezine doğru adımlamaya başladım. Çok geçmeden Melis de bana yetişti ve beraber içeri girip güvenlikten geçtik. Hiç düşünmeden ilk gördüğümüz mağazaya daldık. Melis, hedefe kitlenmiş gibi elbise reyonuna yöneldi. Kıyafetleri kurcalayışını izlerken içimden oflayıp duruyordum. Derken bir elbise kaptı ve hiç düşünmeden bana doğru tuttu. “Şunu bi dene,” dediğinde askı çeneme çarpınca istemsiz bir “Ah!” çıkardım. “Mızmızlanma,” diye homurdandı, elbiseyi uzaktan şöyle bir süzüp, “Tamam, bu güzel,” diye karar verdi. Elbiseyi uzattığında itiraz ettim. “Ben bunu beğenmedim.” Melis’in gözleri kısıldı, sanki suç üstü yakalanmışım gibi bakıyordu. Derin bir nefes aldı ve elini beline koyup, “Zevksiz misin, Buse?” diye sordu. “Elbise bildiğin cillop gibi.” “Ne gibi ne gibi?” diye sordum kaşlarımı kaldırarak. “Cillop! İki kere söyletme. Şimdi git ve bunu dene.” “Bu nerenin Türkçesi, Melis?” dedim ama lafımı tamamlayamadan “Sus da elbiseyi dene!” diye patladı. “Elbiseyi gerçekten beğenmedim ama…” diye mırıldandım. O ise homurdanarak elbiseyi elimden alıp reyonuna geri astı. “Pekâlâ,” dedi başka bir elbiseye yönelirken. “Ama bizi akşama kadar burada oyalarsan sahnenin önüne değil de arka sıralara düşeriz.” Söylenmesine engel olmak için ben de kıyafetlere göz gezdirmeye başladım ama Melis beni rahat bırakmayacaktı tabii ki. “Bak bu çok güzel,” diye tekrar belirdi yanımda. Elbiseyi yüzüme doğru sallarken zafer kazanmış gibiydi. Elindeki elbiseyi alıp kabinlerin olduğu kısma doğru ilerledim ve boş olan kabinlerin birisine girdim. Kabin oldukça ferahtı. Aynalı, kilitlenebilir ve kesinlikle güvenliydi! Elbiseyi üzerime geçirdim ve aynada kendimi baştan aşağı süzdüm. Siyah, ince askılı, büzgülü saten bir elbise… Çok güzeldi. Gülümseyerek kabinden çıktım ve Melis’i aradım. Ama Melis zaten beni görmüş olacaktı ki ışık hızıyla yanıma geldi. Beni süzdü ve elini çenesine koyarak sahte bir hayranlıkla, “Buse, boş ver Erim’i falan. Gel sen beni al,” dedi. “Ne?” diye kahkahalara boğuldum. “Melis, Erim bu lafını duysa ne yapar biliyor musun?” “Ne yaparsa yapsın!” dedi omuz silkip ciddiyetini bozmadan. “Ben Erim’den daha çok hak ediyorum seni.” Melis’in iltifatına gülerken, “Alalım bunu,” dedim. “Ama akşam soğuk olur. Eve geri dönecek miyiz?” “Hayır.” “Tamam o zaman.” Üzerimi değiştirip elbiseyle birlikte kabinden çıktıktan sonra gözüme çarpan deri ceketi aldım ve kasaya doğru ilerledim. Melis de kendine siyah bir elbise seçmişti. Anlaşılan bugün ikiz olacaktık. Aldıklarımızı ödedikten sonra mağazadan çıktık ve Melis’e döndüm. “Şimdi ne yapıyoruz?” “Gel benimle.” Melis’in peşinden ilerlerken alışveriş merkezinden çıkmıştık ve tam karşımda Erim ve Emir vardı. Erim arabasına yaslanmış bir vaziyette sigara içiyordu ve Emir de yanındaydı. Kaşlarım çatılırken Melis’e baktım. Baktığımı fark ettiğinde güldü. “Aslında plan ikisinindi. Şimdilik yollarımız ayrılıyor, konser onda başlayacak.” Melis’in dediğine sırıtırken yanından ayrıldım ve Erim’e doğru yürümeye başladım. Emir de Melis’in yanına gidiyordu. Erim’in şu andaki görüntüsünün güzelliğini anlatmama gerek var mıydı? Yanına yaklaştığımda sigarasını söndürüp bana sokuldu ve yanağıma uzunca bir öpücük kondurdu. İçim kıpır kıpır olurken benden ayrılıp arabaya bindi. Derince bir nefes alırken elimdekileri arka koltuğa bıraktım ve yanına geçtim. “Saat daha beş. Nereye gideceğiz şimdi?” Başını bana çevirirken, “Hmm,” diyerek düşünür gibi yaptı. “Otele falan gidebiliriz istersen. Konser öncesi güzel şeyler olabilir.” Erim’in sırıtışı şu an beni pis emellerine alet etmek istediğini anlatıyordu. Gözü dudaklarıma kaydığında nefesini tutup yine gözlerime baktı. “Önüne bak,” dedim ikaz edercesine. “Kaza yapacağız senin yüzünden.” “Ölürken bile birlikte ölürüz işte, fena mı?” “Erim!” “Tamam tamam.” Önüne döndüğünde, “Bize gidiyoruz. Birlikte vakit geçirelim konsere kadar,” dedi. “Sonrasında hazırlanırız.” “Güzel fikir ama benim sende hiç makyaj malzemem falan yok ki.” “Annemden kullanırsın, güzelim.” “Olur mu ki öyle?” Sağa dönerken dudaklarına hoş bir gülümseme peyda oldu. “Olur.” “Peki, şimdi ne yapacağız?” “Beraber basket maçı yapabiliriz. Su savaşı yapabiliriz, çamurdan pasta yapabiliriz.” Yüzümü buruşturduğumda bunu fark etmişti. Güzel gözleri yüzümde gezinirken başka fikirler düşünüyordu. Gözleri son durak olarak gözlerime çıktığında durdu. Parlayan gözleri sanki saniyeler içerisinde edepsiz bir teklifte bulunacak gibi bakıyordu. “Söyle.” “Önce kabul et.” “Söylemezsen etmem.” “Söylersem edeceksin yani?” “Bakarız.” “Net cevap vermen gerekiyor, sevgilim.” “Önce teklifi sunman gerekiyor, sevgilim.” Haylaz bakışları bana döndü. “Öpüşebiliriz.” Erim Koral her zaman ki gibi beni şaşırtmamıştı. “Olmaz,” diye cevap verdim. “Öyle aktivite mi olur?” “Neden olmuyormuş?” “Olmaz işte.” “Olur.” Sırıttım. “Sus.” “Hiç değilse bunu yapmama izin ver,” dediğinde sorarcasına baktım. Bana doğru eğildi ve dudağımdan öptü. Geri çekilmeyince gözlerimi kapadım. Dudağı hareketlendiğinde gözlerimi araladım, arkasına yaslanmış sırıtıyordu. Yanan yüzümü önüme çevirirken arabanın camını sonuna kadar açtım. Yeşil ışık yandığında ise arabayı sürmeye devam etti. “Bu bizim ilk konserimiz.” “Evet… Ama son olmasın.” “Seninle tek sonumuz ölüm olur ancak.” Dediğine gülerken başımı arkaya yaslayıp kendi tarafımdaki camdan dışarıyı izlemeye başladım. Ancak Erim’in cama yansıması düştüğünde dışarıyı bırakıp Erim’i izlemeye koyuldum. Ben Erim’e doyamıyordum. Nasıl baş edecektim bu durumla? Evin önüne geldiğimizde doğrularak emniyet kemerimi açtım ve arka koltuğa fırlattığım poşetleri aldım. Arabadan indikten sonra eve doğru ilerledim. Erim de peşimden geldi ve kapıyı açtıktan sonra içeri girdik. “Annenler yok mu?” “Yoklar.” Salona doğru adımlarken bir anda duraksadım ve bedenimi Erim’e çevirdim. “Erim sen… tamamen iyileştin mi? Ben sormadım, özür dilerim…” “Güzelim, iyiyim ben. Sakın suçun bulunmadığı konularda özür dileme benden.” Dudaklarımı büzdüğümde Erim gülümsedi ve omuzlarımdan tutarak beni merdivenlere sürükledi. Birlikte merdivenleri tırmandıktan sonra Erim’in odasına geçtik ve elimdekilere yatağa bıraktım. “Yapılacak bir aktivite daha buldum aslında.” “Neymiş?” “Seni çizeceğim.” Gözlerim heyecanla parlarken, “Gerçekten mi?” diye sordum. “Gerçekten. Hadi geç odaya.” Sevinçle Erim’in çizim yaptığı odaya geçtim ve etrafa bakındım. Erim içeri girdikten sonra tuvalini ayarlayarak bana baktı. “Sen otur istersen.” “Olur,” diyerek kenardaki sandalyeyi çektim ve Erim’in tam karşısına geçtim. “Ay nasıl poz vereyim şimdi?” “İstediğin pozu verebilirsin, sevgilim.” Rahat bir şekilde oturduktan sonra Erim’e baktım. “Hazırım. Çizebilirsin.” Erim sadece bana bakmaya devam ederken bir anda kaşlarım çatıldı. “Neyi bekliyoruz?” “Nü çizmeyecek miydik? Böyle çizemem ki.” Erim’in dudaklarına yerleşen sırıtışa karşın gözlerim büyürken etrafta Erim’e fırlatacak bir şey aradım ancak hepsi çok büyüktü. Erim gülmeye devam ederken, “Sinirlenme,” dedi. “Ama tepkilerin o kadar eğlenceli ki…” “Erim!” Ciddi bir tavırla, “Tamam, tamam. Şimdi gerçekten çizmeye başlıyorum,” diyerek fırçasını eline aldı ve tuvalin önüne geçti. Odaya sessizlik hâkim oldu, sadece Erim’in fırçasının tuvalle buluştuğunda çıkardığı hafif hışırtı duyuluyordu. Birkaç dakika boyunca hiç konuşmadan ona baktım, yüzündeki odaklanmış ifadeyi izlerken içimde bir sıcaklık hissettim. “Bu arada,” dedi Erim bir süre sonra. “Seni böyle çizerken, seninle ilk tanıştığımız zamanı hatırladım.” Bir an duraksadı, fırçasını tuvalden çekip bana baktı. “O gün, seninle tanıştığım anı zihnime kazıdım. Gerçi, tam tanıştığımız da söylenemezdi ama… Olsun.” “Beni zorla alıkoymuştun, hatırlıyorum.” “Unutmuş gibi davranıyordun.” “Üç yıl sonra tekrar karşıma çıkana kadar unutmuştum aslında.” Erim tekrar fırçasına odaklandı ama bu sefer yüzünde daha yumuşak bir ifade vardı. “Buse,” dedi, fırçasını durdurarak. “Sana bir şey itiraf etmeliyim.” Merakla ona baktım. “Ne oldu?” Fırçasını bırakıp bana doğru adım attı. “Ben aslında… seni çizerken hep aklımda bir şey vardı. Seni çizerken düşündüğüm şey senin ne kadar özel olduğunu anlatabilecek bir yol bulmak istememdi.” Kalbim hızla atmaya başlamıştı. “Ne demek istiyorsun?” O an Erim yanıma geldi ve ellerimi tuttu. “Seni çizebilirim, resimleyebilirim ama senin güzelliğini, içindeki ışığı tamamen aktarmam imkânsız. Seninle geçirdiğim her anı, seninle paylaştığım her gülümsemeyi tuvale sığdırmam imkânsız.” “Erim…” dedim mırıltıyla. Gözlerim söylediği sözcüklere kilitlenmiş, kalbim hızla atıyordu. İlk karşılaşmamızdaki anı hatırladım. Mezarlığın önünde, yağmurun altında, kendimi kaybolmuş hissettiğim bir anda karşımda beliren yabancı bir siluetti Erim… Üzerinde siyah deri ceketi, altında siyah kotu ile hiçbir şekilde iyi bir enerji alamadığım bir insandı. Ancak yine de sebepsiz bir şekilde laf atma girişiminde bulunmuştum. Erim devam etti konuşmasına. “O gün, seninle karşılaştığımda içimde bir şeyler uyandı. Sanki seni yıllardır tanıyormuşum gibi hissettim. O an sadece yağmurun sesi ve senin huzursuz adımların vardı.” “Ama neden… neden o gün bana öyle davrandın? Senden o kadar korkmuştum ki.” Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. “İlk görüşte âşık olunca saçmaladım, afalladım. Sen benden korkak adımlarınla uzaklaşırken sen gözden kaybolana kadar sadece seni izledim. Yağmurun altında, içimdeki karışık hislerle.” “Ve şimdi… şimdi burada, yıllar sonra karşı karşıyayız.” Başını salladı. “Evet, Buse. Ve o günden beri içimdeki o his hiç değişmedi. Seninle yaşadığım anı hafızama kazıdım ve seni bulmak için her fırsatı kolladım. Sonunda seni bulduğumda, kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Sana olan hislerim hiç azalmadı, aksine zamanla daha da güçlendi.” Bu itiraf karşısında ne diyeceğimi bilemiyordum. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken, “Hiç böyle bir şey tahmin edemezdim,” dedim itiraf edercesine. “Sen benim için deli olduğunu düşündüğüm ve ertesi gününe unuttuğum birisiydin. Ama şimdi, yani… bilmiyorum Erim, tüm bu yaşananların gerçek olduğuna inanamıyorum.” Erim gözyaşlarımı nazikçe sildi. Yağmurun altında başlayan hikâyemiz şimdi gerçek bir bağa dönüşmüştü. Ellerimi sıkıca tuttu ve yavaşça eğilip dudaklarıma uzun bir öpücük kondurdu. Sonra hafifçe geriye çekilip, “Şimdi senin şaheserinle baş başa kalmama izin ver,” dedi gülümseyerek. Gülerek başımı salladım. “Tamam ama bu sefer ciddi çiz lütfen!” Tekrardan tuvalin karşısına geçtiğinde ben de sandalyeye geri oturdum ve aynı pozu yeniden verdim. İçimde tuhaf bir heyecan vardı. Bana dönüp, “Hazır mısın?” diye sorduğunda gözlerinde o derin bakışlarını yakalamıştım. “Hazırım,” dedim ve rahat bir nefes verdim. Bu sadece bir çizim değildi, Erim’in benimle ilgili hissettiklerini kâğıda döktüğü bir andı. Erim, fırçasını ve kalemini özenle kullanarak çizime başladı. Gözleri ve elleri o kadar odaklanmıştı ki her bir çizgide bana olan sevgisini hissedebiliyordum. Zaman geçtikçe, oturmaktan her yerim ağrımaya başlamıştı ancak bir şey diyemiyordum. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Erim çizimi bitirdiğini söyleyip tuvalden geriye çekildi. Yerimden kalkıp tuvale doğru yaklaştım ve dikkatlice çizdiği resmin her bir detayını inceledim. Tuvaldeki kişi bendim ancak sanki benden daha çok bana benziyordu. İyice saçmaladığımı fark ettiğimde Erim’e döndüm. “Bu… bu inanılmaz,” diye fısıldadım. Gözlerim doldu ve birkaç damla yaş yanaklarımdan süzüldü. “Erim… nasıl bu kadar yetenekli olabilirsin?” “Ben yetenekli değilim, sen çok güzelsin. Her bir detayın aklıma kazılı Buse. Sen orada oturmasan bile ben bu resmin aynısını yine çizerdim.” Kollarımı sıkıca Erim’e sardığımda o da bana karşılık verdi. Sarılışının sıcaklığında kayboldum ve bu anın sonsuza kadar sürmesini diledim. “Seni çok seviyorum,” diye fısıldadım. “Seni çok ama çok seviyorum.” “Ben de seni çok seviyorum, sevgilim. Ben de seni.” Bu anın ardından birbirimizden nazikçe ayrıldık. “Hadi, hazırlanalım.” Başımı sallayıp Erim’in odasına geçtim ve aldığım kıyafetleri çıkardım. Erim de yanımdan üç dakikalığına ayrılıp, elinde büyük bir çantayla geldi. “Annemin makyaj malzemelerini getirdim. İstediğini kullan.” “Teşekkür ederim,” dedim tebessüm ederken. Akabinde Erim’i zoraki odadan çıkardım ve çabucak üzerimi değiştirdim. Sonrasında aynanın karşısına geçtim ve çantadaki makyaj malzemelerine göz attım, kullanacaklarımı masanın üzerine koydum. Ben yüzümü nemlendirirken Erim yanıma geldi ve başımda dikilmeye başladı. Bakışları masanın üzerine koyduğum makyaj malzemelerindeydi. “Aslında hiçbirisine ihtiyacın yok biliyorsun değil mi?” Aynadan ona baktım. “Bilmiyordum.” Eline aldığı allık fırçasını havada salladı. “Arabamın tozunu alıyorum ben bu fırçayla.” “Sana inanamıyorum…” Gülmeye başladığında eğilerek saçlarıma öpücük kondurdu ve odadan geri çıktı. Ben de kısa sürede makyajımı tamamladıktan sonra saçlarıma ellerimle şekil verdim ve çantamdan parfümümü çıkararak belli bölgelere parfüm sıktım. Son bir kez aynada kendime baktıktan sonra aldığım deri ceketi çıkardım ve etiketini sökerek üzerime geçirdim. İçeride kalan saçlarımı dışarıya savurduğum esnada Erim arkamdan yaklaştı ve omuzlarımın üzerinden beni izledi. Bir süre sessiz kaldı, ardından fısıldadı. “Çok güzelsin ve ben seni bu güzellikle konsere falan götüremem.” Kendisi ise gri sweatshirt, buz mavisi bol bir kot ve deri ceket kombini yapmıştı. Saçlarına gelişigüzel bir şekilde şekil vermişti ve gereğinden fazla yakışıklıydı şu an? Erim’in yaşattığı görsel şölenden ayrıldım ve “Kıskanma,” dedim homurdanarak. Elini nazikçe belime koydu ve bana hafifçe sarıldı. “Elimde değil.” Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım ve Erim’den ayrılarak çantamı aldım. Hazırlığımız tamamen bittikten sonra el ele tutuşup aşağı indik ve kapıya doğru ilerledik. Vakit kaybetmeden yola çıktık. Yetiştiğimizde konserin başlamasına neredeyse iki saat vardı ancak insanlar toplanmıştı bile. Onları gördüğümde Erim’e dönüp ofladım. “Mecbur aralara kaynak yapacağız.” Anahtarı çıkarırken gülüp, “İnsanların hakkına girme, güzelim,” dedi ve arabadan indi. Ben de indiğimde sırıttım ve koluna girerek konser alanına çekiştirdim. “Emir’le, Melis nerede?” “Bilmiyorum ki. Aradım açmadı Emir.” “Çok özlediniz değil mi bizi?” Emir’in sesini duyduğumda arkamı döndüm ve Melis’in göz alıcı güzelliğiyle karşı karşıya geldim. Siyah uzun kollu, kare yaka, yırtmacı olan mini bir elbise vardı üzerinde. Mavi gözlerini ortaya çıkaracak güzel bir makyaj yapmıştı. Dudaklarımdan kısa bir ıslık dökülürken hayran bakışlarımı gizleyememiştim. “Buse, bari sen yapma. Üç kişiyi yumrukladım resmen.” Melis, Emir’in dediğine gülerken ona çaktırmadan yaka silkti. Yaptığı harekete karşın gülümsedim ve Melis’i koluma takıp yürümeye başladım. “Evden çıkana kadar ömrümden ömür gitti Buse.” “Olsun, çok güzel olmuşsun.” “Sen daha güzelsin, şerefsiz!” *** ‘Ölebilirim’ şarkısını söylemeye başlamışlardı. “Hadi sen de söylem Erim!” diye bağırıp ellerini tuttum ve sallanmaya başladım. Bir sürü insan olduğu için sıkışık bir haldeydik ama ön sıralara geçmeyi başarmıştık. “Ölebilirim yar ölebilirim! Kendimden çok sevebilirim!” Erim başını boyun girintime yerleştirirken belimden sıkıca kavradı. “Kimseye sormadan çat kapı çıkagelip, hırsızın olup da çalabilirim seni sendeeeennn!” Kulağıma fısıldamıştı sözleri. Birlikte şarkı bitene kadar sallandık. Emir ve Melis önümüzdeydi en son ama şu an ikisini de göremiyordum. Erim yanağıma öpücük kondurduğunda düşüncelerimden sıyrıldım ve gülümsedim. Büyük bir alkış tufanı koparken, “Melisler nerede?” diye bağırdım. Erim çaprazımı gösterdiğinde Melis, başını Emir’in göğsüne dayamıştı ve çalan şarkının beraberinde birlikte dans ediyorlardı. Onların bu hallerine gülümserken önüme döndüm ve yeni çalan şarkıya odaklandım. ‘Sensiz Ben’ “Bul beni kaybolmuşum izim silinmiş dilim suskun susmuşum… Bak bana mahvolmuşum senden kendimi almayı unutmuşum!” Ben şarkıyı söylerken kulağıma dudaklarını değdirdi ve “Tam öpüşmelik şarkı,” dedi itiraf edercesine.” “Hıhı,” diye mırıldandım ve şarkıyı söylemeye devam ettim. “Sanma ki sarhoşum ne var ne yoksa yıkıldı içimde bomboşum… Bul beni kaybolmuşummm!” Şarkı bitip hemen diğer şarkıya geçmişlerdi ve ‘Biri Vardı’ çalıyordu. Bu şarkıyı biliyordum ancak eşlik etmek istememiştim çünkü içimde tuhaf hisler uyandırıyordu hep. Ve şu anda aynı hisleri yaşıyordum. Sanki dikenlerin üzerinde yürüyordum ve çıkış yolunu bulmak için de bu dikenleri aşmam gerekiyordu. Yüzüm asıldığında Erim bunu fark etti ve ellerini belimden çekip yüzümü ona doğru çevirdi. Ne oldu diye sorarcasına kaşlarını kaldırdığında başımı olumsuz anlamda iki yana salladım ve başımı Erim’in göğsüne yasladım. Kollarıyla bedenimi sarmaladı ve o şekilde kaldık. “Biri vardı… Sever gibi yapıp kandırdı…” Şarkı bittiğinde yine büyük bir alkış tufanı koptu ve Erim kollarını bedenimden çekti. Konser oldukça eğlenceli bir şekilde bitiş aşamasına geçerken grubun solisti Gökhan Mandır, “Bu güzel konser için teşekkürler İzmir!” diye bağırdı. “Bir sonraki konserde buluşmak üzere. Biz gidiyoruz ancak bu kalabalık asla dağılmıyor çünkü birazdan geleceğin şarkıcısı olacak birisi ile sizi baş başa bırakacağım! Kendinize iyi bakın İzmir!” Alkışlar havada uçuşurken grup sahneden indi ve gözden kayboldular. Lakin gerçekten de kalabalık asla dağılmıyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışırken Erim elimden sıkıca tutarak beni kalabalığın arasından çıkardı ve sahneye doğru çekiştirdi. Kaşlarım çatılırken sahneye çıkan merdivenlere geldiğimizde Erim’i durdurmaya çalıştım. “Erim saçmalama.” Bana omzunun üstünden sırıtarak baktı. “İleride şarkıcı olacak sevgilimin ilk konserini gerçekleştireceğim.” “Erim… nasıl?” Erim beni bir kez daha gülümseyerek süzdü, sonra kararlı bir şekilde elimi tutup beni sahneye doğru çekmeye devam etti. Kalbim deli gibi atıyordu. “Erim, bunu yapamam!” diye fısıldadım neredeyse yalvarır gibi. Ama sanki beni duymuyormuş gibi sahneye çıkmamı sağladı. Erim mikrofonu eline aldı, elimi sıkıca tuttu ve kalabalığa döndü. “Konser başlamadan önce sizlere bir şey anlatmak istiyorum. Birazdan söylediği şarkıları dinleyeceğiniz kişi benim sadece sevgilim değil. İlham kaynağım, en büyük destekçim ve en güzel hayalim.” Alkışlar havaya yükseldi. Erim bir an duraksayıp bana baktı, gözleri parlıyordu. “Sesi, insanın kalbine dokunuyor. Şimdi, sevgilimin sadece benim için değil hepimiz için ne kadar özel olduğunu görmenizi istiyorum. Onun sesi sizinle buluştuğunda ne demek istediğimi anlayacaksınız.” Alkışlar ve tezahüratlar patladı, Erim mikrofonu bana uzattı ve kulağıma eğilerek fısıldadı. “Sana âşığım.” Erim elimi bıraktığında bir an peşinden koşup tutmak istemiştim çünkü korkuyordum. Ama daha güzel bir şey yaparak arkamdan sarıldı. Erim’in desteği kendimi özgüvenli hissetmeme sebep olurken derin bir nefes aldım. Çenesini omzuma yaslarken, “Sevgilim seninle olmak uçurumdan atlamak gibi?” diye sordu. Başımı ona çevirdiğimde gözlerine baktım. Akabinde mikrofonu kavradım ve yeniden derin bir nefes aldım. Şarkı başlayınca önümüzdeki kalabalığa bakıp dudağımı ısırdım. Heyecandan ölmek üzereydim ve böyle giderse sesim titreyecekti. Bu yüzden kalabalığı görmezden gelip sadece Erim’e odaklandım ve şarkıyı söylemeye başladım. “Sevgilim seninle olmak uçurumdan atlamak gibi! Sevgilim yakın olmak sana alevlere sarılmak gibi! Bağlanmış dilim ve körmüş gözüm ama görmüşüm dibi! Beni bırakma… Sevgilim seni sevmek uzun bir nehir tatlı bir zehir! Sevgilim çıkış yolum yok bu etkiden sanki bir sihir! Öyle bir savaş ki içimde ölürüm belki kim bilir? Beni bırakma…” Erim o an ellerini belimden çekti ve beş altı adım uzağıma gidip diğer mikrofonu kavradı. “Ölüyorum, bitiyorum, düşüyorum... ben sana! Ölüyorum ben, bitiyorum ben, düşüyorum ben sana!” Benim yerime Erim devam ettirmişti bu kısmı ve gözleri şarkıyı bana ithaf eder gibiydi. “Sevgilim seninle olmak uçurumdan atlamak gibi! Sevgilim yakın olmak sana alevlere sarılmak gibi! Bağlanmış dilim ve körmüş gözüm ama görmüşüm dibi! Beni bırakma… Sevgilim seni sevmek uzun bir nehir tatlı bir zehir! Sevgilim çıkış yolum yok bu etkiden sanki bir sihir! Öyle bir savaş ki içimde ölürüm belki kim bilir? Beni bırakma…” Karşımdaki kalabalığı tamamen unuturken şarkıyı devam ettirdim. “Ölüyorum, bitiyorum, düşüyorum... ben sana! Ölüyorum ben, bitiyorum ben, düşüyorum ben sana!” Şarkıya devam ederken bana yaklaşmaya başlamıştı ve şimdi tam karşımdaydı. Aramızdaki mikrofonunu indirdiğinde ve daha da yakınlaştığında şimdi sadece benim mikrofonum duyuruyordu seslerimizi. “Bitiyorum ben sana…” diye devam ederken çevrenin bir önemi kalmamıştı artık. “Düşüyorum ben sana…” Bir elini mikrofonu tutan elimin üzerine koyduğunda konseri izleyenler de şarkıya eşlik ediyor olsa da bir şekilde sadece onun sesini duyuyor gibiydim. Şarkının son notaları sahnede yankılanırken, Erim’in eli benimkine daha sıkı bir şekilde kenetlendi. Göz göze geldiğimizde kalabalığın coşkulu alkışları arka planda yankılanıyordu ama o an dünya sadece ikimizden ibaretti. “İşte bunu kastetmiştim,” diye fısıldadı, yüzünde sarsılmaz bir gülümsemeyle. “Bu sahne senin yerin. Kalbinin sesiyle herkese dokunabilirsin.” Bir şey söyleyemedim, sadece gülümsedim. Çünkü bu sefer her şey yerli yerindeydi. Kalabalık alkışlamaya devam ederken Erim’in sıcak bakışları o anın benim için ne kadar özel olduğunu anlamamı sağlıyordu. Alkışların arasında eğilerek teşekkür ettim. Sahneden indiğimizde ve kalabalığın arasından ilerleyip konser alanından çıktıktan sonra sakin sokakta birbirimize döndüğümüzde, “Buse…” diyeceği sırada sarıldığım için konuşmaya devam edemedi. Kollarım boynuna dolalı bir şekilde gülümseyerek ona sarılırken birkaç saniyelik hareketsizliğinin ardından ellerini belimde hissettim. Resmen kendi şarkım olmasa da büyük bir kitlenin önünde konser vermiştim! Kapattığım gözlerimi aralarken Erim’in kollarından ayrılıp yüzüne baktım. “Bunun beni bu kadar mutlu edeceğini nereden biliyordun? Gerçekten teşekkür ederim…” Önüme düşmüş olan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken nefeslendi ve bakışları yüzümde gezindi. “Her şeyini biliyorum, Buse. Her detayını, ilmek ilmek biliyorum. Yemek yerken daima ilk içeceğini içip sonra yemeğe geçtiğini, sinirlendiğinde komik şarkılar açıp dans ettiğini, kendini güzel hissetmediğinde kapüşonunu kafana geçirip kimseyle iletişim kurmadan sadece Gofret’le oynadığını, mutlu olduğunda mutluluğunu bulutlara anlattığını, canın sıkkın olduğunda dertlerini yıldızlarla paylaştığını, depresyona girdiğinde bunu üzülerek geçirmek yerine Mahmut Tuncer açıp halay çektiğini… her hareketini ezbere biliyorum.” Şaşkınlık ve hayranlıkla ona bakarken kalbime bir sıcaklık yayıldı. Erim beni gerçekten derinlemesine tanıyordu. “Şimdi ben sana soruyorum,” diye devam etti gözlerindeki ciddiyetle. “Senin için bu kadar deliren bir adama ‘nereden biliyorsun?’ sorusu sorulur mu?” Gözlerimde biriken yaşları bastırmaya çalışırken ona daha da yaklaştım. “Sorulmaz,” dedim içtenlikle. Kelimeler boğazımda düğüm olmuştu. Erim beni kollarının arasına aldı ve yürüyerek arabasına doğru ilerledik. Biz arabaya yetiştiğimiz de Melis ve Erim oradaydı. “Sizin de sanatçı olmanız lazım lan! Seslere bak anasını sikeyim çok güzeldi.” Emir’e bakarken sırıttım. “Destek at da olalım.” “Hay hay efendim.” *** Gecenin sonunda evin önüne geldiğimizde emniyet kemerini çıkardım ve bakışlarımı Erim’e çevirdim. “Erim bu arada… sana anlatmayı unuttum ama geçen gün Dila’nın anne ve babası bize geldi. Bizden ve senden özür dilediler.” Erim şaşkınlıkla başını çevirdi ve yüzümdeki ciddiyeti inceledi. “Gerçekten mi?” diye sordu. Sesindeki merak ve şaşkınlık belirgindi. “Ne söylediler?” Kafamı sallayarak konuşmaya devam ettim. “Dila’nın aldığı ilaçlardan dolayı başlarına gelenlerden sorumlu olmadığımızı söylediler. Her şeyin netleşmesinden sonra yaşananların çok zor olduğunu ve senin yaşadıkların için de özür dilediler.” Erim’in yüzünde karışık bir ifade belirdi. Bir an derin düşüncelere daldı, sonra başını hafifçe sallayarak, “Bu benim için biraz beklenmedik bir şey oldu ama bu olayların artık sona ermesi gerekiyor,” dedi. Gözlerindeki karmaşık duyguya rağmen yüzünde bir rahatlama ifadesi vardı. “Evet,” dedim başımı onaylarcasına sallayarak. “Sanırım artık bu konu sonsuza kadar kapanmalı.” Derin bir nefes aldı ve bana döndü. “Bu süreçleri atlayıp, direkt evlilik evresine geçip çocuk yapalım bence.” “Ben gidiyorum, canım. Sana iyi geceler,” deyip kapıyı açmaya yeltendiğimde kolumdan tuttu ve beni kendine doğru çekti. “Öpmeden bir yere gidemezsin.” Sırıttım ve yanağına sulu bir öpücük kondurup tekrardan arabadan inmeye yeltendim ama yine engelledi. Kaşlarımı çatarken boynumdan sıkıca tuttu ve dudakları dudaklarıma kapandı. Doyumsuzdu. O, bana. Ben, ona. |
0% |