***
Bölüm şarkısı: Çağan Şengül & Yasir Miy – Yara
Bu bölüm sevdiklerini kendinden çok düşünenlere gelsin. Bir de karşısındakini kendinden çok sevenlere...
Bölümü beğenmeyi unutmayın. Yorumlarda buluşalım. Keyifli okumalar dilerim <3
***
Iraz anlatmaya başlamıştı. Bense dinledikçe şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyor sadece bir elim ağzımda öylece kalakalmıştım. Bu kadar şaşırmamın sebebi annemle Iraz arasında geçen konuşmanın tahmin ettiğimden farklı olmasıydı. Günler önce annem benimle konuşmuştu ve Iraz’la bir abla gibi konuşacağını söylemişti. Ama Iraz’ın anlattıkları tam olarak bir anne edasıyla söylenmiş cümlelerdi. İçinde ablalık namına bir şey yoktu. Benim şaşkınlığım da bunaydı.
“Annen yanıma geldi ve benimle konuşmak istediğini söyledi. Benim seni çok sevdiğimin farkında olduğunu, senin de beni sevdiğini bildiğini ve bu yaşlarda bunun çok normal olduğunu bu nedenle karşımızda değil yanımızda durduğunu söyledi.”
“Bu kadar mı?”
“Sonra da dedi ki ‘ama siz daha küçüksünüz, sevginiz bir heves olabilir bu nedenle sınırınızı seviyenizi korumalı birbirinizi üzmemelisiniz’ dedi.”
Sessizce Iraz’a bakıyordum. Hayır heves değil dedim demesini istiyordum içimden. Hayır hayır sadece içimden değil her uzvumla bağırıyordum bunu. Yanaklarım kızarmış, gözbebeklerim büyümüş, avuçlarım terlemişti. Emimin ki endişeli ve meraklı bakışlarım yüzümdeki her bir kas demetime de yansımıştı. Boğazımı temizledim.
“Peki sen ne dedin?”
“Ne dememi isterdin?” diyerek çarpık bir gülüş attı. Bu gülüşün içinde biraz hüzün biraz umut biraz heyecan ama çokça muziplik vardı. Gülerek omzuna vurmak için elimi kaldırdığım an aklıma Iraz’ın benim yatağımda neden yattığının gelmesiyle elimi indirdim.
“Uğraşma benimle ya. Ne dedin?”
“Heves olduğunu düşünmüyorum Kumru abla dedim.”
“Gerçekten öyle mi dedin? Senin için bir heves değilim dimi?”
“Hayır sevgilim.” Dedi ellerimi tutmak için uzanırken. “Sen benim için hiçbir zaman heves olmadın. Hayranlık oldun, sevgi oldun, saygı oldun, kendimden değerli oldun ama heves olmadın.”
Gözlerim dolmuştu bu cümlelerle. Gülümseyerek Iraz’a baktım tuttuğum elimi dudaklarına götürdü ve avuç içimden öptü. İçim eriyip kalbimden bin bir sevgi pıtırcığı Iraz’a doğru yola çıkarken kendimi zor da olsa toparladım.
“Annem ne dedi peki?”
“Bir heves değilse dediklerimi zaten yapacaksındır. Meri’yle yakınlaşmak yok. Zorunda kalmadığınız zamanlarda sarılmak el ele tutuşup gezmek bile yok. Onunla samimiyetin Nefes ve Öniz kadar olacak. Kabul ediyor musun? Diye sordu.”
“NE?”
“Aslında annen çok da haksız değil sevgilim bunu ikimiz de biliyoruz. Ama elini tutup sana sarılamamak çok zor.” Derin bir nefes alıp devam etti. “Bu isteklerim siz üzülün diye değil Iraz. İleride pişman olmayın birbirinizi hep böyle sevin diye dedi. Ve konuştuklarımızın aramızda kalmasını istemişti. Tabii ben bunu yapamadım. Dayanamadım sana, anlattım her şeyi.”
“Bana söylediğini annem bilmesin o zaman olur mu? Annemin haklı olduğunu biliyorum. Sen de biliyorsun. Evet sarılmamak elinden bile tutamayacak olmak zor ve biraz fazla bence. Ben Nefes ve Öniz’e de sarılıyorum her buluştuğumuzda ve ayrılışımızda… Ama annemin dediklerini uygulayalım sevgilim. Bize göre saçma olsa da kısıtlayıcı ve aşırı olsa da uygulayalım. Olur mu?”
“Tabii uygulayalım Kızıl Gezegenim… Ama zulüm bu…”
Yüzü düşük sesi bitkin ve acı dolu çıkmıştı. Canı yanıyordu evet ama sanırım bu konu canını daha fazla yakıyordu. İnsan birini sevdiğinde sol yanı sımsıcak olur sürekli çarpar zaten. Ama sağ yanı hep üşür. Sağ yanı ancak karşıdan birisi sarılırsa ısınır. Aynı duyguları paylaştığın birisi sarılırsa artık vücudunda iki kalbin var gibi hissedersin. Sımsıcak, sevgi dolu, kıpır kıpır. Ne kadar sürer bilmiyordum ama elbet bu durum geçecekti. Geçene kadar da sağ yanımızı buz tutmaya mecbur bırakacaktık. Kendi isteğimizle birbirimizden uzak duracaktık.
“Şşş asma yüzünü… Yalnız, ben kremi unutmuş değilim.” Dedim elimdeki kremi sallayarak. Yüzümde muzip bir gülüş vardı. Şu halime azıcık gülse ne güzel olurdu.
“Bu krem sürülecek itiraz istemiyorum.” Diyerek elimle ağzını kapattım ve bir müddet bekledim. Gözleri pırıl pırıl bana bakarken elimin altında bir hareket sezinlemem ile gözlerinin kenarları hafifçe kırıştı. Gülmüştü… Gamzeleri avcumun içinde kalmıştı. Gözlerindeki bakışta daha fazla kaybolmamak için elimi aceleyle çektim.
“Heh şöyle yahu. Biraz söz dinle.” Dedim sonra kulağına doğru eğilip “Az önceki hareket aramızda.” Göz kırptım. Iraz ise kahkahalarla gülmeye başlamıştı ve canı acıyordu. Hem acı çekiyor hem de gülüyordu. Bu kez de canı acımasın diye gülmesin istemiştim. Yüzü gülsün ama canı yanmasın istiyordum. Evet tam olarak istediğim buydu.
Sporcu atletinden tutup yukarı doğru sıyırdım ve bir küçük yutkundum. Sarıldığımda pamuk gibi hissettiğim karnında şimdi kaslar vardı. Ben mi hissetmemiştim yoksa kazanın etkisi miydi diye düşünmeden edemedim ve sonra bu düşüncemin absürtlüğüne gülmemek için kendimi zor tutum. Derin bir nefes alarak bakışlarımı kaburgalarına çevirdim.
Gözlerim kaburgasındaki eziklerle buluştuğunda birisi kalbimi söküyormuşçasına acıdı içim. Hiçbir şey hissettirmek istemiyordum Iraz’a ama bu çok zordu. Ezilen yerler mor değil kan oturmuşçasına kırmızıydı ve yer yer mor ile mavi arası bir renk olmuşlardı. ‘Keşke mor olsalardı’ diye haykırdım içimden avaz avaz. Ezikleri büyük, acısı büyüktü ve o hala kendisinden önce beni düşünüyordu… Iraz’a döndüm.
“Neden şimdiye kadar söylemedin Iraz. Ama, bunlar… bunlar çok kötü olmuş.” Dedim sesim çatlarken. Hayır ağlamayacaktım şimdi sırası değildi ama kendimi çok zor tutuyordum. Ağlamamak içinse Iraz’ın üstüne gitmeye, ona sitem etmeye devam ediyordum.
“Hadi kendine acımadın, tamam. Peki bana da mı acımadın? Benim canım yandığında sevdiğimin canı daha çok yanıyor da mı demedin?”
Nefesimi düzenleyip konuşmama devam ettim.
“Bunu kendine neden yaptın Iraz?” artık ağlıyordum. Canının acısını tahmin bile edemezdim. Ben kolumu vurduğumda o moraran yerin acısı günlerce geçmiyor, oraya elimi dahi süremiyorken Iraz gece nasıl yatıyordu o eziklerin üstüne?
“Özür dilerim sevgilim… Çok özür dilerim…”
Gözlerimden akan yaşları silmeye çalışırken ben de elime nohut tanesi kadar aldığım kremi ezilen kaburgasına yaklaştırdım.
“Acırsa söyle tamam mı?” dedim burnumu çekerek.
Başını yavaşça salladı. Parmağımdaki kremi hafifçe dokundurduğumda bütün vücudu kasıldı. Canı acıyordu. Hem de çok… Tekrar tekrar, defalarca uyguladım bu işlemi. Parmağına nohut tanesi kadar krem al, çok yavaş ve hafifçe eziklerinin üstüne dokundur, daha da yavaş ve hafifçe kremi yay… Bazen canı acıyor dişlerini sıkıyordu ama bir kez bile sesini çıkarmadı. Kremi ezilmiş ve morarmış her yere sürdükten sonra sporcu atletinin ucundan tutup düzelttim, kremi komodinin üstüne bıraktım ve ellerimi yıkamak için ayağa kalktım. Iraz birden kolumdan tuttu.
“Meri… Sana bir kez sarılsam? Annene verdiğim sözü tutmadan önce son kez…”
Başımı salladım. Bunu ben de istiyordum. Hele de yaralarını gördükten sonra. Ama sarılırken korkuyordum. Ya ellerim sert gelirse ya aniden eziklerine denk gelir de canı yanarsa? Bir müddet olduğum yerde durdum. Sonra yavaşça daha çok yaklaştım. Nasıl canını yakmayacağımı biliyordum. Ayakta dururken kollarımı açtım. O bana sarılacak, bense onun saçlarını okşayacaktım. Bu kez o benim kalbimi dinleyecek, bense onu şefkatle saracaktım.
“Seni çok seviyorum… Özür dilerim sevgilim. Çok özür dilerim söylemediğim için.”
“Ben de seni seviyorum... Bundan sonra kremlerini ben süreceğim. Anneme söyleyeceğim kremini süreceğimi. İzin verir biliyorum.”
Sımsıkı sarıldı bana. Ellerinin ısısı belimi yakıyordu. Gözlerini kapatmış yüzünde huzurlu bir tebessüm öylece duruyordu. İlk defa kalp atışlarımın hızı umurumda olmadı. Delicesine çarpıyor olsa da Iraz duymayı hak ediyordu. Onun için çarpan kalbimi duyup kendisini değerli hissetmeye hakkı vardı. Kalbimdeki yerimi bilmeliydi.
Kapının dışında Umay’ın sesini duymuştuk ama ikimiz de oralı olmadık. Kapıyı açıp bizi gören Umay kapının ağzında kalmıştı. Nefes, Öniz ve İdil de içeri girmişlerdi. Öniz kapıyı kapattı. İdil cam kenarına gidip dışarı bakmaya başladı. Umay’ın ağzı hala açıktı. Nefes boğazını temizlemek için öksürdü ama aslında bize ayrılın artık yeter demek istiyordu. Ellerimi Iraz’ın saçlarından çekip omuzlarından hafifçe geri ittirdim onu.
“Höh yani aile var! Hem de aşağıda 4 tane, bilmem size bir şey ifade ediyor mu? Yürek yediniz herhalde.” Dedi Nefes. Bir yandan da Umay’ın gözlerini kapatmıştı.
“Nefes ne yapıyorsun ya! Sanki yanlış bir şey yapıyorlar sarılmış duruyorlar işte.” Dedi Umay Nefes’in gözlerindeki ellerinin arasından kurtulmaya çalışırken.
“Ama harbiden yürek yemişler.” Dedi sonra kısık bir sesle.
“Ben de sana böyle sarılabilir miyim yani?”
Nefes’in sorusuyla Öniz avcunu alnına şak diye vurdu.
“Gerçekten bazen sana tahammül edemiyorum abi.” Dedi gidip İdil’in yanındaki sandalyeye oturdu. İdil de başını camdan Öniz’e çevirdi ve Öniz’in yanına oturdu. Umay çalışma masamın yanında, cam kenarındaki koltuğuma oturdu Nefes ise Umay’ın ayakucuna yere oturuvermişti. Bir an bile ayrı olmak istemediği çok belliydi. Yıllardır ayrı ayrı dertlerini dinlemiş ayrı ayrı birbirleri için tavsiyeler vermiştim ve şimdi karşımda mutlulukları her hallerinden belli olan bir şekilde oturuyorlardı.
Öniz’in durgunluğunu fırsat bilip elime ıslak mendil alarak yanına doğru gittim. Islak mendille ellerimi sildikten sonra camın kenarına kirli mendili koydum ve ellerimle saçlarını bozup konuyu değiştirdim.
“Karadeniz’de gemileri batan vatandaş. Konuşma konuşma dedin şimdi de oturmuş meraktan kendini yiyorsun.”
“Yok hayır bitti o iş. Keyfim yok sadece siz takmayın beni. Ben bir balkona çıkayım kendime gelirim.”
Öniz balkona çıktığında Iraz anlamaz gözlerle bana bakıyordu. Öniz’in kalktığı sandalyeye oturdum ve kollarımı önümde bağladım. İdil bana doğru yaklaştı.
“Öniz’in nesi var?”
“Bir şeyi yokmuş öyle diyor.” Dedim omuz silkerek.
“Ama, ben geldiğimden beri böyle. Yemekte de hiç konuşmadı. Neredeyse hiç yemedi bile.”
“Seni pek bi endişeli gördüm İdilciğim.” Dedim bir yandan da Umay’a göz kırptım. Anlamıştı beni ama tepki vermedi sadece izliyordu.
“Dikkatimi çekti sadece. İyiyim diyorsa iyidir herhalde.” Diyerek eliyle saçlarını geriye atıp sandalyedeki oturuşunu dikleştirdi.
“Hı hı evet. Kesin iyidir Öniz.” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım ve gözlerimle İdil’in yüzündeki değişimleri takip ediyordum. Boğazımı temizleyerek oturduğum yere biraz daha yerleşerek sırtımı sandalyenin arkasına yasladım.
“Alçin ile ayrıldılar.” Dedim gözlerimi İdil’den ayırmadan. İdil’in gözlerinden saniyelik geçen o parıltı bana İdil’e sormak istediğim soruların cevabını vermişti bile. Seviyordu Öniz’i seziyordum zaten. Ama araları o kadar soğuktu ki, çocukluklarından beri onları yan yana gördüğümüz an sayısı beş parmağı geçmezdi.
“Hımm. Kötü olmuş. Benim bilmemi istemez bence bana söylediğinizi bilmesin. Daha çok canı sıkılmasın.” Son cümlesinde sesi çatlamıştı. Gözlerimi hala İdil’den ayırmamıştım. Gözleri buğulanmıştı. Anlam veremediğim bir hüzün kaplamıştı yüzünü.
“Neden canım sıkılacakmış? Senin bilmen neyi değiştirir ki?”
Kafamı hızla arkamdan gelen sesin sahibine çevirdim. Gözlerinde merakla karışık öfke vardı. Hemen sandalyeden kalkıp Öniz’in kolundan tuttum.
“Bize söyledin ya belki başkasının bilmesini istemezsin diye düşündü İdil sanırım.”
Usulca kafasını salladı İdil. Öniz’e bir an olsun bakmamıştı. Bu oldukça tuhaftı. Öniz’in takındığı bu tavır, İdil’in Öniz’i merak etmesi ama ona bir an bile bakmaması… Öniz kalktığım sandalyeye otururken Umay bana bakıyordu. Şaşkınlıkla omuz silkerek dudak büktüm. Nefes bile anlam verememişti bu duruma.
“Hadi oyun oynayalım.” Dedi Umay sesini canlı çıkarmaya çalışmıştı ama başaramamıştı.
“Ne oynamak istersin Umay’ım. Söyle sevgilim, ne oynayalım?”
“Hani internette arkadaşlarla birbirine soru sorduğun oyunlar var ya onlardan oynayalım mı?”
“Olabilir aslında. Baksana Umay nasıl sorular varmış.”
“Hemen bakıyorum ufaklık.” Diyerek koltuğun yanındaki sehpanın üstünden telefonunu aldı. Nefes de yerden kalkmış koltuğun koluna oturmuş bir koluyla Umay’a sarılmıştı. Bense Iraz’ın yanındaki sandalyede oturuyordum.
“Çok güzel sorular var bu sitede. Ben bayıldım kesinlikle bunu oynamalıyız.” Dedi heyecanla Umay. O gergin hava gitmiş hepimiz Umay’ın söylediklerine kulak kesilmiştik.
“Tamam oynayalım o zaman. Hem değişiklik olur. Hem ben sizi daha yakından tanımaya çalışırım.” Dedi Iraz yüzünde kocaman gülümsemesi gözlerinde heyecan ve umutlu bakışlarıyla.
“Nasıl oynayacağız peki?” diye sordum. “Var mı bir kuralı falan?”
“Şöyle yapalım bence. Biz Umay ile soruları seçip ortaya soralım herkes cevap versin biz de dahil. Soruyu beğenmezseniz o zaman pas geçeriz başka soru sorarız. Ama beğenmeyen duyunca hemen söylesin ki kimse cevap vermemiş olsun.”
“Olur tamam öyle yapalım. Diyerek Iraz’a döndüm ve gülümsedim. Bu tür oyunlar birbirini tanımak için birebirdi ve bu aslında benim için de bir fırsattı.
“İlk sorumuz şöyle: Kimsenin bilmediği gizli bir yeteneğiniz olsa bu yetenek ne olsun isterdiniz?” dedi Umay parlayan gözlerle. Belli ki kendi cevabını bulmuştu.
“İlk ben cevaplayayım o zaman. Hayvanları anlamak olurdu.” Dedim gülerek Masamın altında uyuyan Venüs’e baktım.
“Akıl okumak.” Dedi Iraz. Benimkini okuyabildiğini bilse şok olurdu.
“Sesimle insanları iyileştirmek isterdim ben de.” Dedi Nefes. Tam da Nefeslik bir cevaptı. Sesi de Umay’a şifaydı aslında.
“İdil peki sen?”
“Geçmişe gidebilmek isterdim.” Dedi sakin ve durgun bir sesle. Hepimiz birbirimizle göz göze geldik. Öniz ve İdil ise sanki başka bir dünyadalardı.
“Öniz, sen?” dedi Umay hemen.
“Geleceği bilmek isterdim.” Dedi yavaşça başımızı salladık.
“Ben de görünmez olmak isterdim. Böylelikle istediğim zaman kimseye görünmeden istediğim kişinin yanında olabilirim.” Dedi sesinde muziplik vardı. Eminim aklından pek çok şey geçmişti. Bunlardan birisi de kesinlikle Nefes’in konserleriydi. Hem sesinin güzel olması hem de yakışıklı olmasının kötü bir yanı varsa konserlerde pek çok kızın ilgisini çekmesiyle takıntıya dönen hayranlıklardı. Defalarca sevgilisi gibi rol yapmış bazen telefonlarını cevaplayıp asla kullanmayacağım kelimeleri kullanmıştım karşımdaki kızı inandırabilmek için. Nefes’in benim için yaptıklarının yanında hiçti benim yaptıklarım.
“Evet ikinci soruyu ben soruyorum. Sorumuz şu: ruhumun rengi olsa ne olurdu? Ama ben soruyu değiştirerek soracağım ve tek tek soracağım olur mu?”
“Tamam sor bakalım.” Dedi Iraz.
“O zaman önce senden başlıyorum. Meri’nin ruhunun bir rengi olsa hangi renk olurdu?”
“Kırmızı.” Dedi Iraz. “Mars gibi ama daha çok aşk gibi kırmızı… Koyu, parlak, derin bir kırmızı. İçimde akan kan kadar akışkan ve hayat verici.”
Bir saniye bile düşünmeden söylemişti bu cümleleri. Bir saniye bile duraksamadı söylerken. Çok şanslıydım. Bana kendimi her an her fırsatta değerli hissettiren bir sevgilim vardı. Yüzümde gülücüklerimin iki yanı pembeliklerle taçlandı. Bu kez utancımı gizlemek istememiştim. Uzanıp Iraz’ın elini tuttum. Sonra aklıma annemin söylediklerinin gelmesiyle hemen geri çekildim. Çok zordu istediğim zaman ona dokunamamak. İnsan düşünmeden sarılır düşünmeden elini tutardı bir başkasının. Düşünerek hareket etmek çok zordu.
“Peki Meri sence Iraz’ın ruhunun bir rengi olsa hangi renk olurdu?”
“Lacivert.” Dedim bakışlarımı Iraz’a çevirirken. “Yıldız gözleri en güzel gecenin renginde parlar…”
Aşkla bakıyordu bana. Ben de ona aşkla bakıyordum. O pas parlak gözlerinin içi uzay gibi yıldızlı bir gecedeki gökyüzü gibiydi. Bir sürü minik minik yıldız vardı gözlerinde. Ve ben o yıldızların hepsi benim olsun istiyordum.
“Öniz. İdil’in ruhu bir renk olsa hangi renk olurdu bu?”
“Sarı.” Dedi Öniz. Uzun bir sessizlik ortalığı kaplayınca devam etti cümlesine. “Sarı gül gibi işte. Pek bir açıklamam yok.”
“Sarı gül mü?”
“Evet sarı gül... İdil’e bir çiçek vermek istesem bu sarı gül olurdu.”
“Sarı gül… Peki, anladım ben Öniz’in demek istediğini Nefes. Bana kimi soracaksın? Öniz’i mi? Mavi bence. Deniz gibi. Bazen çok sığ ve berraktır dibi görülebilir ama bazen birden derinleşir ve bulanır. Bazen huzur verir bazen korku.” Derin bir nefes alıp ayağa kalktı.
“Ben su alacağım mutfaktan isteyen var mı?”
“Aslında hepimize getirebilirsen çok iyi olur. Öniz de seninle gelip sana yardım etsin. Hadi abicim.”
Öniz’in bakışları öfkeyle Nefes’e döndü. Nefes’in bakışlarında ise ısrar vardı. Öniz önce başını geri attı ardından yüzüne yerleşmiş olan bıkkın ifadeyle yavaşça kalktı ayağa. İdil’in yanından geçip kapıya doğru ilerledi. Arkasından da İdil gidiyordu. Nefes’in seslenişi ile İdil Nefes’e dönmüştü.
“Benimkine buz atabilirsen İdil, sana zahmet.”
İdil ‘tamam’ derken bir adım geri attı ve çalışma masamın sandalyesine takılıp sendeledi. Düşecekken Öniz öne doğru büyük bir adım atıp İdil’in belinden tutup kendine doğru çekti. İdil dizini çalışma masama, kafasını Öniz’in çenesine çarparken hepimiz yüzümüzü yaptığımız empatiyle acı çeken bizmişiz gibi buruşturmuş, gözlerimizi ise kısmıştık.
“İyi misin?”
İdil hızla başını sallarken gözlerini Öniz’in gözlerine dikti. İkisinin de yüzleri kıpkırmızı olmuştu. Az önce birbirleriyle atışmışlardı. Hatta bu atışmak değildi resmen bir şey ile ilgili konuşuyorlardı ve odada onlardan başka hiç kimse olayın ne olduğunu bilmiyordu. Şimdi ise az önceki halleri gitmiş yerine sevgiyle, özlemle birbirine bakan iki insan gelmişti.
Öniz İdil’in belini yavaşça bırakırken İdil de hemen toparlanıp kıyafetini ve saçını düzeltti ve hızlı adımlarla kapıdan çıktı. Öniz’de eliyle ensesini ovarak İdil’i takip etti. Yüzünden ise içinde kelebeklerin uçuştuğu anlaşılıyordu. Gülmemeye çalışsa da yüzündeki kaslar Öniz’den yana değildi.
“Ben bunları çok yakıştırıyorum.” Dedim arkalarından bakarken. Kimse oralı olmamıştı ama benim görüp hissettiğim bir şey vardı. İleride beni anlayacaklardı.
“Umay’ım, sevgilim sence ben?” diyen Nefes’e dönüp az önce yaşananlar hiç yaşanmamış gibi oyunumuza devam ettik.
“Beyazsın sevgilim sen. Aydınlıksın. Sesinle, gülüşünle huzur dolduruyorsun içimi. Peki ben?”
“Sen tam bir turuncusun. Enerjik, sıcacık, capcanlı… İçimin turuncu çiçeğisin.”
İdil ve Öniz ellerinde sularla kapıdan girdiklerinde onlar yokken sorulan üçüncü soruya cevap veriyorduk.
“Peki senin aldığın en iyi iltifat ne Iraz?”
“En güzel manzarası olduğumu söyleyen birisi olmuştu.” Göz kırptı. Yüzüm kızarmıştı.
“Peki seninki ne sevgilim?”
“Üç sene kadar önce birisi benim hakkımda karşısındaki kişiye ‘günün birinde onun kısık uykulu gözlerine uyanmak istiyorum, kalbinden yansıyan o dingin ve huzurlu sesiyle beni uyandırsın istiyorum’ demişti.”
Umay ile ikimiz aynı anda elimizi açık kalan ağzımıza götürüp şaşkınlıkla Nefes’e baktık. Nefes’in mezuniyetindeyken Nefes’i eski sevgilisi dansa çağırmış Nefes’de kızın yanına gitmişti. Umay bu duruma çok üzülmüş, hayal kırıklığı yaşamıştı ve o sırada bana bu cümleleri söylemişti. Kızın yanından yanımıza o kadar geç gelmişti ki Umay ağlamamak için kendini çok zor tutmuştu. Yanımıza geldiğinde ise yanımıza bıraktığı gitarını kılıfından çıkarıp Umay’ın içeceğinden bir yudum içip okuldaki grubuyla sahneye çıkmış ve geceyi sonlandırmıştı. Evet Umay’ın içeceğinden içmiş olmasına takılmıştım çünkü elinde zaten içecek vardı ve o elindeki içeceği masaya bırakıp Umay’ın içeceğinden içmişti.
“Sen nasıl?” Umay zor duyulan sesi ve dolu gözleriyle Nefes’e bakıyordu.
“O gün eski sevgilime sevdiğim kızın davetlim olduğunu ve beni rahatsız etmemesini söylemiştim. Yanınıza geldiğimde sırtınızı masaya dayamış Meri ile konuşuyordunuz. Biraz daha yaklaştığımda duydum Meri’ye söylediklerini. Hislerimi sana söylemeye cesaretim yoktu o zamanlar emin değildim kendimden. Ama bir daha da çıkaramadım o cümleleri aklımdan.”
“Be- ben ne diyeceğimi bilemiyorum Nefes.”
“Bir şey söyleme sevgilim. Ben seni anlıyorum… Peki sen? Senin aldığın en güzel iltifat ne?”
“Seneler önce birisi bana iyi ki varsın kır çiçeği demişti.”
“Ben söylemiştim.” Dedi Nefes kocaman gülümserken. “O zamanlar kır çiçeği gibiydin. Saçların daha sarıydı.” Umay’ın saçlarıyla oynuyordu. Bu olay ne zaman yaşanmıştı benim neden haberim yoktu bir an bunu sorgulasam da şimdiki hallerinden değerli değil diyerek sormaktan vazgeçmiştim. Ama bu şimdilikti tabi ki de.
“Madem geldiniz soruya yetiştiniz. Söyle bakalım İdil. Aldığın en güzel iltifat neydi?”
“Karamel.” dedi İdil. Yüzüne bir gülümseme oturdu söylerken. Ama hemen silindi.
“Peki Öniz senin?”
“Serseri.” Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki Umay tekrarlamasını istemişti.
“Serseri. Biri bana serseri derdi bir zamanlar.”
“Oğlum bunun nesi güzel? Hakaret gibi bir şey.”
“Ben seviyordum işte bana göre güzeldi.” Dedi kollarını önünde bağlayıp oturdu.
Daha fazla üstüne gitmedik. Gün boyu keyifsizdi zaten. Ama biliyordum Nefes bu konuyu eve gidince derinlemesine deşecekti. Birkaç soru cevap daha yaptıktan sonra Önce Anneannemler ve teyzemler sonra Nefesler ve İdiller evlerine doğru yollandılar. Iraz’ı biraz dinlenmesi için odamda tek bıraktım ve mutfağı toplayan annem ve babamın yanına gidip yardım ettim. Az bir işi kalmışken babam Iraz’ın yanına çıkmak istedi.
“Bugün Iraz’ı hiç görmedim. Uyumadan bir yanına çıkayım.”
“Tamam baba. Uyumuyordu en son.”
Babam yukarı çıkarken annem bir aralık bana baktı.
“Nasıl geçti akşamınız? Bir ara kahkahalarınız aşağıya kadar geldi.”
“Sohbet muhabbet işte. Biraz da oyun oynadık. Keyifli geçti bence.”
Keyifle gülümsedim anneme o da bana gülümsüyordu.
“Hadi babanın yanına çık sen. Ben hallederim buraları bir şey kalmadı zaten.”
“Sen bir tanesin.” Dedim yanağına öpücük kondururken. Koşarak merdivenlerden çıktım ve odamın önünde kalakaldım.
“Meri’yi resmettiğin şu tablo. Çok güzel yapmışsın Iraz.”
“Teşekkür ederim Oray abi. Denedim bir şeyler.”
“Yok yok, çok güzel olmuş. Kafama takılan bir şey var ama. Kendin görmüş gibi çizmişsin. Meri’nin ne hissettiğini bile anlayabiliyor bakan kişi… Meri sahile hep gider. En sevdiği kaçamaktır sahile gitmek. Ama bu resimde hüzün var Iraz. Sanki Meri’nin üzgün olduğunu biliyor gibisin. Çizgilerin fırça darbelerin o kadar yumuşak ki her birinden hüzün okunuyor. Biliyor musun bilmiyorum ama… Meri sadece üzgün olduğunda kumlarla oynar.”
***
Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın.
>> Instagram – tugbaycaltindas <<