***
'İyi ki...' İçinde ne çok minnet ne çok teşekkür barındırır değil mi? Bazen sadece 'iyi ki' demekle yetinmek zorunda kalırız. Çünkü kelimelerimiz yetmez iyi ki dediğimiz şeylere. Bazen hayatımızda birisinin varlığına, bazen yanımızda oluşuna, bazen bize bakışına, bazen bir tebessümüne haykırırız 'iyi ki' diye. Kalbimizin en derin, en karanlık yerine ışık düşüren o kişiye iyi ki den başka kelimemiz yoktur. Kelimelerle anlatmaya çalışmak bazen sığlaştırır duyguları. Ve biz karşımızdakinin gözlerinden kalbine bakıp, kocaman 'iyi ki' deriz. Bu iki kelime daha derindir bütün kelimelerden...
İyi ki dediğiniz kişi kim olursa olsun, bu bölüm bittiğinde yapabiliyorsanız gözlerine bakın, yapamıyorsanız sesini duyun ve kalbinizin en derin ve karanlık köşesinde sakladığınız o 'İYİ Kİ'yi söyleyin.
'İyi ki'leri bol bol işiteceğiniz ve söyleyeceğiniz insanlar biriksin hayatınızda <3
Şimdi sizleri; dünyayı sessize almaya ve kendinizle kalmaya davet ediyorum.
Bölüm şarkısı:
Emir Can İğrek & Cem Adrian – Mutlu Yıllar
Tuna Kiremitçi & Sena Şener - Birden Geldin Aklıma
Bölümü beğenmeyi unutmayın. Yorumlarda buluşalım okur tanelerim. Keyifli okumalar dilerim <3
***
Sabah kalktığımda hazırlıklara başlamak için kollarımı sıvamıştım. Umay’ı erkenden bize çağırmış fikrimizi annemlere anlatıp onay aldıktan sonra Nefes’lere anlatmak için kafede buluşmaya karar vermiştik. Tabii bu süreçte daha bir kaynaştığımız İdil’i de çağırmayı ihmal etmemiştik. Gerekli birkaç eşyamı da aldıktan sonra hemen kafeye geçtik. Umay ile düşüncelerimizi karşımızda oturan üç çift meraklı göze heyecanla anlatırken onların da heyecanlanmaları keyfimize keyif katıyordu.
Öncelikle partinin yerini ayarladık. Tabi ki de bizim kafemizde olacaktı. Nefes bize şarkılar söyleyecek gerektiğinde annemlere yardım edecekti. İçecek ve kurabiyeleri annem ve teyzem yapacaktı. Anneannem ve dedem oğullarıyla hasret giderecekleri için aramıza akşam katılacaklardı. Bu partinin Barış ve Işıner abisiz olma ihtimali bile söz konusu olmazdı çünkü onlar da partiden nasiplerini alacaklardı. Ailemize katıldıkları için onlara da bir sürprizimiz vardı. Öniz ve İdil bahçe süslemesinden sorumlulardı. Umay ve ben de bahçe düzenlemesini ve organizasyonun gidişatını planlamayı üstlenmiştik. Planlamamız kafamızda iyice oturduğunda annemden Iraz’ın annesinin telefon numarasını istedim. Annemin attığı numarayı aramak için biraz düşündüm. Durumu nasıl anlatacağımın planını yapıyordum kafamda.
Yurtdışından döndüklerinde tabii ki de ilk işleri Milas’a gelip Iraz’ı görmek olmuştu. Iraz’ın bizde kaldığı süre boyunca, annemle pek çok kez iletişime geçmişti Verda teyze, yani Iraz’ın annesi… Iraz’ın durumunu sık sık anneme sorup teyit etmiş ve bize güvenerek işlerini bağlayıp öyle dönmüşlerdi.
Eve geldikleri ilk günü hatırlıyorum da yüreğim ağzımdan çıkacak kadar hızlı atıyordu. Beni biliyor olmaları beni zaten geriyorken, bilmelerinin sebebinin Iraz’ın yıllardır sevdiği kız olmam ve artık onun sevgilisi olduğum gerçeği olması gerginliğimi daha da arttırıyordu. Evet onlar da insanlar ve beni yemeyecekler biliyorum. Ama bu çok farklı bir duygu. Sevdiğim adamın anne ve babası onlar. Sevdiğim adam için en kıymetli iki kişi. Sevdiğim adamı büyütüp bu yaşa getirmiş, böyle güzel bir kalbe sahip olmasını sağlamış iki değerli insan…
Ben kendimce bu kadar panik yaparken onlar çoktan gelmişler annemle ve babamla kaynaşmışlar karşıma dikilmiş benimle tanışmaya çalışıyorlardı. İlk önce Verda teyze elini uzattı bana.
“Merhaba Mericiğim. Nasılsın?”
“İyiyim teşekkür ederim hoş geldiniz.” Kıpkırmızı olduğuma dair iddiaya girsek kalıbımı basar tüm varlığımı kızardığım gerçeğine yatırırdım.
“Hoş buldum tatlım. Bu süreçte Iraz’ı yalnız bırakmadığın için çok teşekkür ederim… Iraz bahsetti ona çok yardımcı olmuşsun, bizzat ilgilenmişsin onunla.”
“Abartmış biraz. Tabi ki de yanında olacaktık.”
“Ne kadar da mütevazı ve anlayışlı bir kızsın. Oğlum çok şanslı.”
“Öyledir benim kızım. Buyrun Verda Hanım içeri geçelim.” Dedi annem ve ben bütün kırmızılığımla bahçede kalakaldım.
Kendimi toparlayıp içeri geçtiğimde salondaki koltukta oturan Iraz ayağa kalkmış anne ve babasıyla kucaklaşıyordu. Hepsinin gözleri dolu dolu olmuş ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Bu manzara o kadar değerliydi ki benim için. Hem Iraz’ın anne ve babasını çok özlediğinin ve bu süreçte en çok onlara ihtiyaç duyduğunun farkındaydım ve şu an bir arada oldukları için mutluydum hem de Iraz’ın iyileşmiş bir şekilde onlara kavuşmuş olmasından dolayı gururluydum.
Yoldan geldikleri için yemek hazırlamıştık. Hep birlikte yemek yedik sohbet ettik. Saatler sonra Iraz’ın bizim evimizden kendi evine gitme zamanı gelmişti. Bu durum beni gerçekten hem mutluluktan havalara uçuruyor hem de ayaklarımı yere çiviliyordu. Bunca zaman yanımda olmasına onu her istediğimde görebilmeye o kadar alışmıştım ki ayrılmak hiç olmadığı kadar zordu.
“Meri, kızım. Iraz’ı kontrol etmeye gel olur mu? Bunca zaman sen baktın ona, durumunun nasıl olduğunu en iyi sen anlarsın… Hem alışmışsınızdır sık görüşmeye aranızı birden açmak zor olur.” dedi Iraz’ın babası. İsmi Gökay’dı. O kadar sakin ve hoşsohbet bir insandı ki insan ister istemez yanında rahat ve güvende hissediyordu. Verda teyze daha aceleci ve enerjik bir yapıya sahipti. Iraz sanırım babasına çekmiş diye düşünmeden edememiştim.
“Tabii gelirim Gökay amca.”
“Sizleri bir gün yemeğe çağırmak isteriz. Iraz için yaptıklarınızdan sonra daha sık görüşmek, muhabbetimizi ilerletmek en büyük isteklerimden birisi.” Dedi Verda teyze bakışlarındaki o minnet ve samimiyet sesine de yansımıştı.
“Tabii Verda Hanım bizler de çok seviniriz.” Dedi annem de bütün samimiyetiyle. Seviyorum bu insanları. Söyleyecek başka bir cümlem daha yok.
“Oray Bey, birkaç hafta buralarda olacağız bir gün birlikte balık tutmaya gidelim isterim, ne dersiniz?”
“Çok keyifli olur Gökay Bey mutlaka haberleşelim.”
İletişim kurabilmek ve buluşmaları ayarlamak adına anneler ve babalar aralarında iletişim numaralarını almışlardı. Iraz anneme, babama ve en son bana sarılarak evimizden gitmişti. İçimde kocaman bir boşluk oluşmuşken buruk bir mutlulukla dolu olan gözlerimi saklamak için koşar adım odama çıkmıştım. Şimdi ise o güne gitmiş bütün duyguları yine yaşamıştım. Ama bu kez içimde boşluk değil kelebekler vardı. Annemin gönderdiği numaraya son kez bakıp gözlerimi kapattım ve derin bir nefes alarak o simgeye dokundum. Telefonun ahizesinden gelen sesle hemen telefonu kulağıma götürdüm. Birkaç çalıştan sonra açıldı.
“Alo?”
“Verda teyze merhaba, ben Meri. Müsait miydiniz?”
“Ah Mericiğim. Ne kadar sevindim aramana. Müsaitim tatlım.” Dedi o cıvıl cıvıl sesiyle.
“Verda teyze Iraz yanında mı?”
“Evet tatlım.” Umarım ‘vereyim istersen telefonu’ demeden lafa girebilirim diye düşünerek aceleyle söze başladım.
“Sizinle konuşmam gereken bir şey var ama Iraz bilmemeli.” Hayatımda ilk defa bu kadar hızlı konuşmuştum. Dilim de dolanmamıştı. Başarılıydım ve bu başarıma ben de şaşırmıştım.
“Tamam canım… Oğlum ben mutfağa geçiyorum istediğin bir şey var mı?”
Iraz’ın arkadan gelen o meraklı sesi tebessüm etmeme sebep olmuştu.
“Anne dur nereye gidiyorsun? Ne diyor Meri? Bir şey mi olmuş?”
“Bir şey olmamış oğlum. Halimi hatırımı sormak istemiş sohbet edeceğiz biraz.”
“Siz?.. E gelse ya bize birlikte sohbet ederdik.” Verda teyze derince bir nefes verdi. Kıkırdadım. Özlemişti beni ve ben de onu özlemiştim. Ama bu sürpriz işini çözmeden onu göremezdim zira bendeki bu heyecanlı ruh halini kesin fark ederdi ve ben de onu görünce kesin söyleyiverirdim.
“Oğlum bir konuşayım davet ederim tabi ki.” Dedi yılgın bir sesle. Kapı kapanma sesiyle birlikte Verda teyzenin o enerjik sesini tekrar işittim.
“Seni dinliyorum tatlım.”
“Verda teyze 11 Eylül Iraz’ın doğum günüymüş.”
“Evet canım.”
“Biz düşündük ki Iraz’a doğum günü partisi yapalım ama sürpriz olsun. Hem Iraz çok mutlu olur hem de bir arada olmak bizlere yaşadığımız olayları bir nebze de olsa unutturur.”
“Ah canım çok güzel, çok zarif bir düşünce. Nasıl yardımcı olabiliriz size?”
“Verda teyze siz Iraz’ı oyalasanız yeterli.”
“Olmaz tatlım öyle şey. Siz oğlumun yanında bunca zaman durmuşken bizim de sizlere yardım etmemiz gerekir. Söyle bakalım nasıl bir planınız var?”
Kısaca plandan bahsettikten sonra görev dağılımı hakkında bilgi vermiş, Hazırlıklara ne zaman başlayacağımızdan Iraz’ı nasıl çağıracağımıza hatta birlikte geçireceğimiz zamanın ardından ne yapmayı düşündüğümüze kadar süreci detaylı bir şekilde anlattım. Verda teyze oldukça sevinmiş, duygulanmış ve heyecanla;
“O zaman pasta da bende.” Diyerek planımıza dahil olmup bize destek çıkmıştı. Hemen ekledi.
“Gökay da Iraz’ı oyalar.” dedi keyifli bir sesle.
“Teşekkür ederiz Verda teyze. Gökay amca Iraz’ı meşgul ederse sahiden de çok iyi olur…”
“Tamam o zaman tatlım. Anlaştık.”
Telefonu kapattıktan sonra hızla bizimkilerin yanına gitmiştim. Yüzümdeki gülümsemeyi gördüklerinde harekete geçme zamanımızın geldiğini anlamışlardı.
(6 gün sonra…)
İşte o gün geldi. 11 Eylül sabahı ilk işim Iraz’a doğum günü mesajı atmak ve onunla görüntülü konuşmak olmuştu. Planımızın ilk aşamasında görev bana verilmişti. Iraz anlamasın diye akşam buluşup doğum gününü kutlama teklifinde bulunacaktım. Hatta bu teklife bizimkileri de ekleyecektim. Buluşma yerimizi de bizim kafe olarak belirleyip akşam saat sekizde kafede buluşmak için sözleştik. Telefonu kapatırken şık giyin diye tembihlemeyi de unutmamıştım. Her haliyle yakışıklı olsa da bugün ayrı bir özen göstermesi lazımdı.
Umay, Nefes, Öniz ve İdil ile kafede buluştuğumuzda annemler kafeye çoktan geçmiş müşterilerle ilgileniyorlardı. Nefes hemen onlara yardım etmek için önlüğü giydi ve tezgâh arkasında yerini aldı. Partiye altı kişi gençler ve on dört kişi aile üyeleri olmak üzere toplam yirmi kişi katılacaktı. Bahçedeki masa ve sandalyelerin bize yeteceği kanaatine varıp büyükleri birbirinden ayırmama kararı verdik. Bunun için de iki masayı yan yana koyup uçlarına ikişerden toplamda sekiz masa daha koyarak büyük ve kısmen uzun bir masa oluşturacaktık. Bu büyük ve kısmen uzun masamızı toplamda on masa oluşturacaktı. Biz gençler de bahçedeki diğer iki masayı birleştirip oturacaktık. Bahçedeki masa ve sandalyeler bu fikrimize bizce yeterdi. Nefes için, Umay ile bahçenin bir köşesine depodan çıkardığımız platformu koyduk. Öniz ve İdil kafenin bahçesinde dikilmiş bir yandan bahçeyi inceliyorlar bir yandan da süsleme için gerekli olabilecek eşyaların listesini çıkarıyorlardı. Gerekli eşyaların depoda nerede olduğunu gösterip Umay ile kafeden çıktık. Bu doğum gününün diğer doğum günlerinden farklı bir yanı olmasını istediğim için Iraz’a özel bir şey hazırlamıştım. Yalnızca onun anlayacağı bir şeydi bu.
Yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda ve en geniş kısmı bir metre genişliğinde olan büyük bir su damlası yapmıştım. Sert durması için mukavvadan kestiğim parçaları birleştirerek oluşturduğum su damlasını düz mavi bir duvar kağıdıyla kapladım. Umay’ın sınıfında çizimi çok iyi olan ve yaptığı çizimleri satışa koyup bundan gelir elde eden bir arkadaşımız vardı. Onunla konuşup su damlasının tam ortasına gelecek ve dışta kalan mavi mukavvaların yaklaşık 10 cm’inin görüleceği büyüklükte bir resim çizmesini istemiştim. Şimdi bu resmi size söylemeyeceğim. Siz de Iraz ile aynı anda öğrenin istiyorum.
Resmi arkadaşımızdan alıp eve geçtik. Umay hemen rulo yaptığımız resmi daha fazla kıvrılmasın diye açtı ve halının altına ters bir şekilde koydu. Bu pratik yöntemler bize hep anneannemden kalmaydı. Biraz bekleyip kâğıdı koyduğumuz halının köşesinde yürüdükten sonra kâğıdı aldık ve yapıştırıcı sürerek su damlasının tam ortasına yapıştırdık. Mukavvayı kapladığımız mavi duvar kâğıdının daha açık bir tonunda aldığım yapışkanlı post-it kağıtlarını ve hazır olan su damlası panomuzu alıp Umay ile kafeye geri gittik.
Panoyu Öniz ve Nefes’in yardımlarıyla bahçedeki ağaçlardan birisine sabitledikten sonra yapışkanlı kağıtlara Iraz için herkesten topladığım iyi dilekleri yazmaya başladım. Umay bu sırada Öniz ve İdil’e yardım ediyordu. Nefes de garson olarak işinin başındaydı. Yazdığım güzel dilekler bittiğinde hepsini büyük bir özenle resmin dışında kalan mavi mukavvaya yapıştırdım. Öyle güzel olmuştu ki. Bütün kalan açıklıklarda tek bir boşluk bile yoktu ve bu da gözlerimin dolması için sebep olmuştu. Hoş ben ağlamak için yer arıyor da olabilirdim çünkü iki gün sonra Iraz buradan gidecekti ve ben şu anda hem üzgün hem de çok heyecanlıydım. Kısacası duygularım karmakarışık ve çok yoğundu…
Zaman ilerlermiş kafedeki bütün hazırlıklar bitmişti. Kafeyi kapatıp evlere gitmek için yollandık. Herkes hem üstünü değiştirecek hem de aile fertlerini tamamlayıp gelecekti. Iraz ile buluşmamıza yarım saat kala eksizsiz bir şekilde kafenin bahçesinde toplanmıştık. Tek eksiğimiz Iraz’dı.
Iraz’ın anne ve babası toplantımız var diyerek, şık giyimlerine uygun bir bahane bularak evden çıkmışlardı. Sabah zaten Iraz’ın doğum gününü kutladıkları için Iraz şüphelenmemişti. Kafeye geldiklerinde Gökay amcanın elinde pasta, Verda teyzenin elinde ise poşetler vardı. En son onlar gelmişlerdi. Verda teyze hemen pastayı tezgâha koymuştu. Annem pastayı alıp mutfağa götürdü. Teyzem de Verda teyze ile Gökay amcaya eşlik ederek bahçeye çıktılar.
Hemen mutfağa geçtim. Verda teyze öyle güzel bir pasta yaptırmıştı ki. Bu kadar sade ama bu kadar şık çok az pasta görmüştüm. Beyaz tabanlı pastanın üstü laciverte yakın bir renkte krema ile kaplanmıştı. Lacivertin üstünde ise benek benek beyaz noktalar, yani yıldızlar… Pastanın sağ tarafında ‘İyi ki…’ yazıyordu. Pastanın sol tarafında yıldızların arasında turuncunun en kırmızı tonuyla küçük içi dolu bir daire yapılmıştı. Çevresinde ise kesik kesik çizgilerle yörünge çizilmişti. Yörüngenin üstünde ise biraz daha büyük bir dünya resmi. Bunun anlamını biliyordum. Kızıl gezegenin yörüngesinde dolanan bir dünya… Bu çok anlamlıydı. Iraz annesiyle kalbindeki duyguları büyük bir samimiyetle ve en ufak ayrıntısıyla paylaşıyor olmalıydı. Yoksa bu pastanın bir başka açıklaması olamazdı.
Annelerimiz hafif makyaj yapmışlar ve çok da güzel olmuşlardı. Giyimleri spor şıktı ve onlara da en çok bu yakışıyordu bence. Babalarımız ise her zaman oldukları gibi çok karizmatiklerdi. Bunun için gömlek giymeleri yeterliydi. Barış, Işıner dayım -dayım diyorum çünkü test sonucu pozitif çıkmıştı ve bu gece dayıma ve anneannemle dedeme söyleyecektik-, Nefes ve Öniz de bu gruba dahildi. Barış koyu antrasit gri pantolonu ve üstündeki beyaz gömleğiyle dikkat çekiyordu. Işıner dayım lacivert pantolon üstüne açık mavi bir gömlekle çok şık olmuştu. Nefes siyah pantolon üstüne siyah gömlek giymiş, Öniz ise siyah pantolon üstüne açık gri gömlek giymişti. Kollarında tuttukları ceketlerle oldukça yakışıklılardı.
İdil siyah dar paça pantolon üstüne karpuz kollu, her yerinde minik pembe çiçekler olan bir gömlek giymiş saçlarını sıkıca atkuyruğu yapmıştı. Umay mor pileli diz üstü bir etek, üstüne parlak gri v yakalı sıfır kollu giymiş ve saçını tepeden balerin topuzu yapmıştı. Ben de kırık beyaz üstünde irili ufaklı koyu mavi çiçekleri olan, etekleri dizlerde, uçuş uçuş, ip askılı bir elbise giymiş, saçlarımı da açmıştım. Sabah örgülü oldukları için şimdi hafif dalgalı duruyorlardı. Kızlar olarak hepimiz topuklu ayakkabı giymiştik çünkü bahçemizdeki kutlamadan sonra büyüklerimizden ayrılıp kutlamamıza başka bir yerde devam edecektik. Ve oraya gitmeden önce tabii ki de fotoğraf çekilecektik ve şık olmak bu fotoğraf çekiminin temel kuralıydı.
Iraz’ın evden çıktığını haber verdiği mesaj ile heyecanım doruklara ulaşmıştı. Yaklaşık on dakika sonra kafenin köşesinde Iraz’ı bekleyen Nefes’in hızla yanıma gelmesi ile herkes sessizleşti ve Öniz ışıkları sigortadan kapattı. Hepimiz telefonlarımızı sessize almıştık ve gözlerimizi ayırmadan telefonlarımıza bakıyorduk. Biliyorduk ki kafede ışıkların kapalı olduğunu gördüğünde içeri girmek için bir girişimde bulunmayacak ve ilk önce beni arayacaktı. Bana ulaşamadığında ise kimi arayacağı muammaydı ve kimi ararsa arasın içeri girmesini ve ışıkları yakıp bizi beklemesini isteyecekti.
Iraz bahçe çitlerinin hemen arkasındaydı. Telefonunu çıkardı ve tam da tahmin ettiğimiz gibi beni aradı. Açmadığımı görünce kapattı ve bu kez de Nefes’i aradı. Nefes hızla deponun açık olan kapısından içeri girdi ve Iraz ile konuştu. Iraz yürüyerek konuşuyordu. Nefes’in sesini ise zar zor duyuyordum.
“Alo kardeşim. Geldin mi?”
“Evet. Işıklar kapalı siz neredesiniz?”
“Allah Allah. Meri kafedeydi biz de yoldayız, Umay’ı alıp geleceğiz. Sen geç içeri.”
“Tamam da ben Meri’ye ulaşamadım.”
“Bodruma falan inmiştir ya da bahçededir, depodadır. Sen içeri geç ışıkları da aç da takılıp düşme yeni iyileştin zaten.”
“Tamam. Giriyorum içeri. Meri’ye bakayım bi.”
“Tamam, bahçede falandır. Hadi görüşürüz.”
Ortalığın sessizleşmesi ile kapının açıldığını haber veren süs zilinin sesi duyuldu. Kafenin ahşap zemini Iraz’ın her adımında gıcırdıyordu. Telefonunun flaşını açmış olmalı ki bahçeye açılan kapıya doğru bir ışık hüzmesi düştü. Bahçeye bir adım atığı anda Öniz’in şalteri kaldırıp ışıkları yakmasıyla birlikte Iraz bir elini gözlerine siper etmiş diğer eliyle telefona bakıyordu. Bu şaşkınlığını fırsat bilerek deponun mutfağa açılan koridorunda hızla ilerleyip mutfakta bizi bekleyen pastayı ve yanında duran çakmağı aldım. Hızla kafenin kapalı kısmına ilerledim. Iraz hala bahçeye açılan kapıda duruyordu ve ona iyi ki doğdun şarkısı söyleyen küçük topluluğumuza bakıyordu. Eminim ki şu an çok şaşkın, mutlu ve duygusaldı. Hızla pastanın üstündeki uzun ince mumu yakıp Iraz’ın arkasına geçtim. Beni gördüklerinde yavaşça sessizleştiler. Iraz’ın konuşmasına fırsat vermedim. Bu kez sıra bendeydi.
“İyi ki doğdun Iraz…”
Şaşkınlıkla bana döndüğünde gözlerindeki şaşkınlığın yerini minnete bıraktığını görmek çok güzeldi. Koyu antrasit gri ince dokuma pantolonu ve aynı renkteki ceketinin içine giydiği beyaz bisiklet yaka tişörtün içinde aşırı yakışıklıydı. Giyimi gözlerini ortaya çıkarmıştı, bense bakışında kaybolmuştum. Gözlerinden mutluluk, minnet ve çocukluk akıyordu ve bunun mimarı olmaktan dolayı kendimle gurur duyuyordum.
“İyi ki doğdun Iraz, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun… Mutlu yıllar sana…”
Yavaşça bahçenin ortasına, bizi izleyen kalabalığa doğru yürümüştüm bu melodili cümleleri söylerken. Iraz tam mumu üfleyecekken söylediğim şeyle duraksadı.
“Bir dilek tut.” Fısıldamıştım ama o duymuştu beni.
“Dileğim yanımda.” Dedi fısıltıyla ben de onu duymuştum.
“Bizim için dile…” dedim yine fısıltıyla. Kahve gözlerini gözlerime mıhlamıştı. Dileğini söylüyordu bana gözleriyle. Gülümsedi… Gülümsedim… Bakışlarını pastaya çevirdi ve mumu üfledi. Bakışları tekrar beni bulduğunda gülüşü büyüdü.
“Bizim için…” dedi alkışların arasında. Bu kez fısıldamamıştı.
Pastalar yenilmiş sohbetler edilmişti. Günün ikinci sürprizi dayım, anneannem ve dedemeydi. Annem ve teyzem ellerindeki kağıtlarla bahçede dayımla sohbet eden anneannem ve dedemin yanına doğru yürümeye başladılar. Teyzem elindeki kâğıdı anneanneme, annem ise dayıma uzattı. İkisi de şaşkınlıkla kağıtları aldılar. Dayım ve Barış, dayımın elindeki kâğıda bakıyordu. Anneannem de dedemle gözlüklerini çıkarmışlar ve kâğıtta yazanları okuyorlardı. Anneannemin ‘biliyordum’ demesiyle herkes dikkatini onlara vermişlerdi. ‘Işıner’in bizim oğlumuz olduğunu biliyordum.’ Dedi dedeme sarılırken. Dayım ise ağlıyordu. Seneler sonra bir evlat ailesini bulmuştu. Bir anne yavrusuna kavuşmuştu. Herkes o kadar duygusaldı ki bahçede sadece burun çekme sesleri duyuluyordu. Babalarımız yanımıza geldiklerinde Umay ile onlara sarılıp annelerimizin yanına geçtik. Öyle güzellerdi ki birbirlerine sarıldıkları o anda dayımın yanında hüzünle gülümseyen Barış’a takılmıştı gözüm. Bu anın asıl mimarıydı. Dayımın yanından kalktı ve bahçenin en arkasına gitti. Öylece kenarda duruyordu. Babamın omzumdaki elinin altından sıyrılıp hemen yanına gittim.
“Barış… Gelsene sen de. Şu an mutluysak hepsi senin sayende.” Dedim elinden tutup sürüklerken. Barış bir yandan ayak diriyor bir yandan da ‘Yok hayır Meri…’ diye bir sürü sebep sıralıyordu. Bir anda durup Barış’a döndüm.
“Senin sayende buldular birbirlerini. Ayrıca sen de bizim ailemizdensin ne işin var burada?”
“Güzelim yapma böyle. Onlar bir hasret gidersin, gelirim ben.”
“Olmaz. İnat etme… Hadi!.. Barış…”
Barış’ı zorlamış da olsam o karenin içine dahil etmiştim. Ve işte şimdi huzurluydum. Özlemler giderilip sohbetler başladığında herkes tek tek hediyelerini Iraz’a verip Iraz’la konuşuyorlardı. Nasıl olduğunu soruyorlar ve kendisine dikkat etmesini tembihliyorlardı. Annem ve babam hediyelerini verirlerken ben de usulca yanlarına gittim. Çoğu kişinin hediyesini biliyordum ama annem ve babam benden sır gibi saklamışlardı hediyelerini. Iraz hediye paketini açtığında hediyenin güzelliğinden küçük dilimi yutacaktım. Hediye olarak kızıl kahve, deri bir ceket almışlardı ve ceketin sırtının ortasında baklava dilimi şeklinde Türk motifi işlemesi vardı. Üstüne denediğinde o kadar yakışmıştı ki resmen Iraz için tasarlanmış bir ceketti. Neden benden sır gibi sakladıklarını anlamıştım. Biliyorlardı ki ben de isterdim. Iraz annem ve babama teşekkür ederek sarıldı.
Biz sohbet ederken Iraz’ın anne ve babası yanımıza gelmişler oğullarına hediyelerini takdim etmişlerdi. Iraz yavaşça hediye paketini açtı ve içinden bir kutu çıktı. Kutunun kapağını kaldırdığında ise minnetle anne ve babasına baktı ve sıkıca sarıldı onlara. Kutunun içinden bir saat çıktı. Koluna takıp baktığında gözlerindeki mutluluğu okuyabiliyordum. Saatin kordonu ve kadranı lacivertti. Kadranda bulunan rakamlar açık antrasit griydi. Ama bu saati asıl özel kılan şey, kadrandaki o detaydı. Dairesel dizilmiş rakamların tam ortasında Iraz’ın tablolarında kullandığı imza vardı.
Iraz tebessümle kolundaki saate bakarken yavaşça elinden tuttum.
“Sana bir sürprizim var.” Şaşkınlıkla yüzüme baktı.
“Bu kadar şey yaptıktan sonra mı?” dedi gülerken.
“Daha yeni başlıyorum.” Diyip göz kırptım.
Iraz’ı tutuğum elinden çekerek hazırladığımız panoya doğru götürdüm.
“Bu panoda sana minik notlar var.” Dedim heyecanlı bir şekilde. Sonra devam ettim.
“Senin kadar güzel çizilmemiş olsa da aslını güzel taklit ettiğimizi düşünüyorum.” Dedim bir elim kulağımın altından boynuma doğru gitmişti.
“Meri bu… Bu çok güzel. Gel buraya…” diyerek sımsıkı sarılmıştı bana.
Bu kadar çok beğendiği şey neydi biliyor musunuz? Su damlasının içinde arkadaşımıza çizdirdiğimiz ve bu süreçte yardımcı olduğumuz; elinde şemsiyesi kapalı, yağmurda ıslanan sırtı dönük adam resmi…
Birbirimizden ayrıldığımızda gözlerinin hafifçe yaşardığını fark ettim. Yüzünde hüzünlü bir tebessüm vardı. Not kağıtlarını bakarken konuşmaya başladı.
“Bu resim benim için çok değerli… Ben bundan üç yıl önce buraya tatile geldiğimde annemlerle tartışıp evden birkaç kalem ve eskiz defterimi alıp çıkmıştım. Nereye gittiğimi bilmez bir halde sakin sessiz bir yer arıyordum. Buradan dört beş sokak ileride, güneyde tepede, ağaçların içinde kalan ufacık bir alan var. Bileni yok pek. Yürürken orada buldum kendimi. Sen de oradaydın. Bir ağacın gövdesine yaşlanmıştın, kulağında kulaklık takılıydı ve ağlıyordun…”
Bakışlarını bana çevirdi. Ellerimden tutup derin bir nefes aldı.
“Yanına gelememiştim. Seni rahatsız etmek istememiştim. Olduğum yere en yakın ağacın dibine oturdum senin gibi. Sırtımı dayadım, elimdeki kalemle kâğıdı aldım ve çizimler yapmaya başladım. Saatlerce oturdun orada ve saatlerce ağladın. Ne olduğuna, neden ağladığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Senin de benim orada olduğuma dair haberin… Birçok resim çizdim o gün. Onlardan biri senin resmindi. Bir diğeri ise bu resim… Sen ağladıkça yağmur yağıyordu sanki, sen ağladıkça ıslanıyor, Muğla’nın yaz sıcağında üşüyordum… Göz yaşlarını silememek o gün beni çok üzmüştü Meri. Ve o gün dedim ki eğer günün birinde o kız benim dünyama gelmeyi kabul ederse, gözlerinden akan yaşları hep ben sileceğim…”
Gözlerim dolmuştu ama bugün ağlamak yoktu bana. Yarın istediğim kadar ağlayabilirdim, ama bugün ağlamayacaktım.
“Hep sen sil…” dedim. Ağlamamı yutmak zor olmuştu ama başarmıştım. Tebessümle Iraz’ın avuçlarının içinde olan ellerimi yavaşça çekip bu kez ben onun ellerini tuttum.
“Hadi notlarını oku Iraz. Beğenecek misin merakla bekliyoruz.” Diye bağıran Umay ile tuttuğum elleri yavaşça bıraktım ve Iraz’ı panoya doğru hafifçe itekledim.
“Senin notun nerede?”
“Daha yeni başlıyoruz demiştim.” dedim göz kırparak. Iraz’ı ardımda bırakıp Umayların yanına gittim. Hazırlardı ve beni bekliyorlardı.
“Hadi artık gidelim. Şimdi bizim eğlencemiz başlıyor.” Dedim kıkırdayarak. Annemlere haber verip kafenin kapısında beni bekleyen dostlarımın yanına gittim ve karşımda tebessümle bana bakan Iraz’ın koluna girdim.
“Meri neler oluyor? Bana da söylesen daha az tedirgin olacağım.” Dedi Iraz yüzünde yalvarırcasına bir ifade vardı.
“Olmaz… Sürpriz.” Ağzını açıp itiraz edecekken elimle hemen ağzını kapattım ve tebessümle başımı hafifçe yana yatırdım. Iraz ise avcuma kokulu bir öpücük bırakmıştı…
***
Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın.
>> Instagram – tugbaycaltindas <<