Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 2 - BAŞLANGIÇ

@tugbaaycaaltindas

 

Oy vermeyi ve satır aralarına düşüncelerinizi bırakmayı unutmayın.

<>

Tüm kişi, kurum ve olaylar kurmacadır.

Gerçek hayattan esinlenilmiştir.

<>

(NOT: Paragraflar arasındaki <> işareti, merkan ve karakter değişiminin habercisidir.)

Keyifli okumalar…

<>

Çalışma odasında yere oturmuş elindeki sarı kablonun bakır ucunu önündeki kibrit kutusunun yüzeyi kadar olan ince, metal levhaya lehimlemeye çalışıyordu. Bütün dikkati önündeki düzenekteydi. Bir salise bile gözünü kırpmıyor hatta nefes bile almıyordu. En ufak bir el titremesi lehimin yerini kaydırmasına sebep olabilir ve bu durum bütün düzeneği bozabilirdi. Ama bu düzenek onun kaderini belirleyecekti ve bozulma gibi bir ihtimal söz konusu bile olamazdı.

Önündeki her şeyiyle hazır olan düzeneğe baktı. Ne demişti Patrona? Mühendislik becerini kanıtla! Ona bir mühendis olduğunu hatırlatmıştı. Sanki mühendis olduğunu aylar önce unuttuğunu, mühendis olmasının artık onun hayatında bir yeri olmadığını biliyor gibi hatırlatmıştı Patrona. Sanki hayatının her bir anından haberdardı. Zihninden geçen düşüncelerden bile.

Abisinin soruşturması sürerken, katilin kardeşi damgasını yemiş ve işten çıkarılmıştı. Aylarca yaşama tutunabilmek ümidiyle iş aramış ama bulduğu bütün işlerde, abisinin soruşturması önüne taş olmuştu. Oysa hem abisi masumdu hem de kendisi...

Abisi masum olmasa dahi bu ceza masum birine kesilmemeliydi. Masum biri sırf kan bağı olduğu için toplumdan ötekileştirilmemeliydi. Onun da yaşamaya, yaşamını sürdürmeye hakkı vardı. İşten çıkarıldığından beri yaptıkları bütün birikim neredeyse bitmişti. Her insan gibi onun da para kazanıp kendisine bakmaya hakkı yok muydu? Onun sahip olduğu bu hakkı toplum neden elinden almıştı?

İnsanlar işlenen suçların yalnızca fiziksel olduğunu düşünüyorlardı. Birisinin fiziken öldürülmesi, onu öldüreni katil yapıyordu. Peki ya birisini ruhen öldürenler? İnsanların kalplerini ve ruhlarını paramparça edenler? Onlar neden katil sayılmıyordu? Böyle düşünüldüğünde elini katlettikleri hayallerin kanına bulayan ne çok kişi var dünyada, değil mi? Peki onun hayallerinin katili kimdi? Onu işinden edip başvurduğu işlere almayan insanlar mı yoksa abisinin üstüne bu suçu yıkan ve içeri girmesini sağlayan insanlar mı?..

Önünde duran düzeneği alıp çantasına koydu. Bundan beş yıl önce mezun olduğunda hayal ettiği mühendislik bu değildi. Hele ki mühendislik becerisini böyle bir şeyde kullanmak, ömründe isteyeceği son şeydi. Bütün bu olan olaylarda belki de onu en zorlayan şey şu anda içinde bulunduğu durumdu. Bir mühendis olarak ardından gitmesi gereken ilkeleri bir kenara bırakıp mühendislik becerisi ile bomba yapmak, tıpkı hayatının buraya gelmesini aklının ucundan geçirmediği kadar öngörülemez bir şeydi.

Çalışma masasının yanındaki dolabın kapağını açıp alet çantasını çıkardı. Keski, pense, hortum ve kurbağacık anahtarı alıp kapıya ilerledi. Elindekileri çantasının ön gözüne koyup ağzını kapattı ve dikkatle yerden kaldırdı. Mümkün mertebe sarsmamaya çalışarak odasına ilerledi. Lehimlerin kopmasına izin veremezdi. Odasına girdiğinde elindeki çantayı yavaşça zemine bıraktı. Kapının hemen dibine. Ayağının takılmayacağı, üstüne bir şey düşmeyeceği, kendince en güvenli yere koymuştu. Giyim dolabını açıp kıyafetlerine bakmaya başladı. Geceye ayak uydurmalıydı. Dikkat çekmemesi onun için hayati bir şeydi.

Dolabındaki kıyafetleri karıştırırken gözünün önüne bir hafta önce evinin bahçesinde bir anlık yüzünü gördüğü teslimatçı gelmişti. Karşısındakinin kadın olduğuna adı gibi emindi ama kim olduğunu anlayacak kadar görememişti. Patrona ona güvendiyse şu ana kadar hiç yakalanmamış olmalıydı. Gözlerini kapatıp o gün teslimatçının nasıl giyindiğini hatırlamaya çalıştı.

Siyah deri ceket ve içine giymiş olduğu siyah bir kapüşonlu, siyah pantolon, rahat olduğunu düşündüğü siyah postal ayakkabılar… Gözünün önüne gelen görüntü nedenini bilmediği bir şekilde onu gülümsetmişti. Bölük pörçük zihninde beliren kesitler o güne odaklandıkça çoğalıyordu. Gözünün önüne gelen bir çift göz ile zihnindeki karmaşaya bir son verdi. Bir saniyeliğine göz göze geldiği ela gözler… O gözleri ve sahibini çok iyi biliyordu.

Gözlerini açıp dolabına baktı son kez. Hızla üstündeki tişörtü çıkarıp yere attı ve tam karşısındaki rafta duran siyah tişörtü çıplak vücuduna geçirdi. Eşofman altını çıkarıp askılıktan aldığı siyah kargo pantolonu giydi. Askıdan düşmüş kapşonlusunu alıp üstüne giydi. Şapkasını takıp fermuarını çekti. Odasının kapısının önünde, zeminde duran çantasını alıp merdivenlerden inmeye başladı.

Ahşap merdivenlerden inerken çıkan o gıcırtılı ses bir an aklına Patrona’nın odasını getirmişti. Ahşap ve kâğıt kokan, yürürken tıpkı şimdi kendi evinin merdivenlerinden inerken duyduğu bu gıcırtılı ses gibi gıcırdayan ahşap zeminli, loş ışıklandırma yapılmış ve içindeki tek tezat rengin Patrona’nın gözleri olduğu o kasvet dolu oda. Tekrar o odaya gidebilecek miydi bilmiyordu. Ama Patrona ile tekrar o odada görüşebilmek için elinden geleni yapıyordu.

Son basamağı indiğinde nişin üstündeki oda spreyinin fıslama sesi zihnindeki düşünceleri dağıtmıştı. Odanın içinde taze yasemin kokusu dağılırken dudaklarında beliren tebessüm bir anlığına içinde bulunduğu durumu unutmasına sebep olmuştu. Annesi yasemin kokardı ve o annesinin yanında olduğunu hissetmek için evin yer yerinde yasemin kokusu koymuştu. Şimdi bir yıldız kadar uzak olan annesini çok özlese de bu günleri görmediği için mutluydu. Bir yerlerden ona destek olduğunu ve bugün de onun sayesinde yaşamaya hak kazanacağından emindi.

Portmantodan siyah deri ceketini aldı ve üstüne geçirdi. Portmantonun çekmecesindeki siyah medikal maskelerden iki tane alıp cebine koydu. Saate baktı. 02:55’ti. Çantasını sırtına taktı ve oturma odasındaki orta sehpanın üstünden bir hafta önce açıp okuduğu, siyah kâğıdın üstüne kırmızı mürekkeple ve el yazısı ile yazılmış notu aldı. Yazan ismi bir kez daha okudu. Sedat Çiğak… Bu ismi nasıl unutabilirdi. Abisinin içeride olmasına sebep olan, sahte delilleri düzenleyip savcılığa getiren, Kayalık Cinayeti Soruşturmasının emniyet kolunu yürüten isimdi Sedat Çiğak.

Siyah kâğıdın üstündeki kırmızı mürekkepli yazıya bakan kehribar sarısı gözleri sisli ve donuktu. Dişlerini sıkmasından kaynaklanan gerginlik bütün yüzünden okunur olmuştu. Parmaklarının arasında tuttuğu siyah kartı ceketinin diğer cebine koydu ve cebinin fermuarını kapattı. Bu gece, çantasında tetikleyicisini bekleyen bomba Sedat Çiğak’ın aracına konulacaktı ve İstanbul sabaha Kayalık Cinayeti Soruşturması nedeniyle terfi alacak olan başarılı başkomiserin sarsıcı haberiyle uyanacaktı.

<>

(25 Temmuz 2020 – Kavzoğlu Hukuk Bürosu)

“Gökçe bir şey yapmalıyım.”

“Tamam yap!.. Bak seni anlıyorum ama biraz sakin olmalısın.”

“Olamıyorum. Onun otopsi görüntülerini gördün Gökçe. Ona neler yaptığını biliyorsun. Benden sakin olmamı bekleme!”

Gökçe derin bir nefes alarak masasından kalkıp yavaş adımlarla masasının önündeki siyah deri koltuklarda oturan bir çift lacivert gözün karşısına geçti.

“Madem bir şey yapacağım diyorsun bunu planlı yap! Sana bu yüzden sakin ol diyorum.”

Karşısındaki lacivert gözler bir anlık şaşkınlığa uğradı ama bu şaşkınlık uzun sürmemişti. Az önce öfkeyle bakan gözler şimdi Gökçe’ye alayla bakıyordu.

“Planım olmadığını mı sanıyorsun?”

Gökçe yaşadığı şaşkınlıkla yasladığı sırtını yeniden dikleştirdi. Gözbebekleri büyürken bir elini şakaklarına götürdü önce. Ardından şaşkınlıkla açılan ağzını perdelemek için aynı elini dudaklarına götürdü. Karşısındaki bir çift lacivert göz ise bu şaşkınlığı üzerinden atmasını bekliyordu. Gökçe dudaklarındaki elini çekerek karşısındaki kişiye uzattı. İşaret parmağı karşısındaki kişinin tam göz hizasındaydı.

“Sen… Sen her şeyi planladın ve benim tepkimi ölçmeye geldin.”

Karşısındaki lacivert gözler bu kez yumuşamış ve tatminkâr bir şekilde bakıyordu. Sonunda anlamıştı Gökçe. Hiçbir planı olmadan gelmeyeceğini bilmeliydi. Onu hafife almayacağını bilmeliydi. Tam ağzını açmıştı ki Gökçe eliyle durmasını işaret etti.

“Benim sana yardım edip etmeyeceğimi anlamaya çalışıyorsun değil mi?... Tabii ya! Sen planını çoktan hazırladın, belki de harekete bile geçtin ve şimdi bana ihtiyacın var. Bu yüzden karşımdasın şu an. Benimle bu yüzden konuşuyorsun.”

“Bak, haklısın, planım hazır. Ama daha harekete geçmedim… Tamam ilk önce nereden başlayacağımı buldum ve onun için harekete geçtim, ama gerçekten sadece yanımıza çekmemiz gereken kişinin fotoğraflarını çekip araştırmamın haricinde bir şey yapmadım. Sen olmadan yapamam… Anlıyor musun beni?”

Gökçe’nin şaşkınlıktan kızgınlığa evrilmiş bakışları son cümleleri duymasıyla yumuşamıştı. İki dizine koyduğu dirsekleri, üstündeki ellerini zor taşıyordu. Korkuyordu. Karşısında onu izleyen lacivert gözlerin kararlılığından, acımasızlığından korkuyordu. Karşısında oturan bu kişinin amacı uğruna göze alamayacağı bir şey olmadığını çok iyi biliyordu. Hayatında en değer verdiği şeylerden birini toprağa vermişti. Onun karanlığına çekilmekten korkuyordu Gökçe. Ama biliyordu ki karşısındaki bu lacivert gözler, karartılmış bir hayatın öcünü almak, başkalarının hayatlarını aydınlık tutmak istiyordu.

Ela gözlerindeki korkuyu bastırırken yavaşça ayağa kalktı. Zemini halı döşeli odasında kısacık bir tur atıp az önce kalktığı yere geri oturdu. Masasının üstündeki bir elinde adalet terazisi, diğer elinde kılıç tutan, gözleri bağlı kadın figürüne baktı. Hayatında hep o figür gibi olmaya çalışmıştı. Gözlerini haksızlıklara kapalı tutmuş, yalnızca elindeki verilerle savunmuştu müvekkillerini. Ama artık o kadının gözündeki bağ çözülmüştü. Artık gözleri görüyordu ve elindeki terazinin dengesiz olduğunu daha önceden hissetse de şimdi görebiliyordu. Diğer elindeki kılıç ise haksızlığa sessiz kalanlar için savrulmalıydı belki de.

Gözlerini dikkatle kendisine bakan lacivert gözlere çevirdiğinde gerginlikle gülümseyerek sırtını deri koltuğun sırtlığına yasladı.

“Anlat. Dinliyorum…”

Kendisine kararlılıkla bakan gözlerden geçen ışıltı, hayatının bir daha eskisi gibi olmayacağını çoktan anlamasını sağlamıştı. Bu yola bir kez çıktığında artık geri dönüşü olmayacağını çok iyi biliyordu. Gözlerini Gökçe’nin üzerinden bir an bile ayırmazken çıkardığı telefonu bakışlarını kesercesine tam Gökçe’nin göz hizasına getirdi ve sordu;

“Tanıyor musun?”

“Sen nasıl?.. Nereden tanıyorsun onu?”

“Alp Kayaer’in kardeşi. Mahkeme çıkışında gördüm.”

Gökçe telefonu eline alıp çekilen resimleri tek tek inceledi. Fazlasıyla detaylı resimlerdi. Öyle ki göz rengini bile şüphesiz görebiliyor olması bir an için tüylerini ürpertmişti. Oldukça yakından çekilmiş, her saniyesi, her bir adımı fotoğraflanmıştı. Şu an birkaç gün önceki gibi karşısında olsa ancak bu kadar etkilenirdi.

“Sen mi çektin bunları?”

“Evet. Yanımdan geçerken videoya aldım ve eve gidip işime yarayacak olan net kesitleri fotoğrafa çevirdim.”

Gökçe telefonu tam ortalarında, diz hizalarının çok daha altında kalan sehpaya koydu. Ela gözleri kahveye dönerken karşısındakini azarlarcasına çıkan sesiyle konuştu.

“Ne planlıyorsun artık anlatacak mısın? Onu neden bu işe karıştırıyorsun? Yeterince mağdur olmadı mı zaten?”

“Evet, mağdur oldu. Yaşamaması gereken şeyler yaşadı… Tıpkı benim gibi. Bu yüzden ona ihtiyacım var…”

Göz kapakları lacivert gözlerini bir anlığına kapatırken omuzlarını silkmişti. Bunları söylerken öylesine umursamazca öylesine sıradan şeylerden bahsediyormuşçasına söylemişti ki konudan bağımsız duyan birisi günlük hayatıyla ilgili konuşuyor sanırdı. Hâlbuki bu söyledikleri bir insanın alt üst olmuş hayatıydı.

“Onun içinde bastırdığı öfkesine ihtiyacım var. Onun haksızlığa başkaldırma isteğine, hırsına ihtiyacım var Gökçe.”

“Çok tehlikeli bir yola giriyorsun.”

“Benim için girdiğim yol tehlikeli değil. Yoluma çıkanlar için tehlikeli… Çünkü tehlike benim!”

Daha önce bu gözleri hiç böylesine acımasız görmemişti. Daha önce bu lacivert gözler hiç ateş saçmamıştı. Karşısındaki kişi daha önce hiç bu kadar zalimce bakmamıştı ona. Gökçe gözlerini kırpıştırarak lacivert gözlerden kaçırırken sertçe yutkundu. Korku milim milim vücudunu esir alıyordu.

“Peki… Ne yapacaksın onunla? Hayır hayır, dur. Sadece onunla değil. Planın ne? Bütün planını soruyorum, detaylarıyla.”

“Bir müddet ortadan kaybolacağım. Sen de dahil kimse nerede olduğumu bilmeyecek. Planımın detaylarını o zaman yapacağım. Şu an için planladığım kısım Alp Kayaer’in kardeşi kısmı…”

Yavaşça öne doğru eğilip Gökçe ile arasındaki mesafeyi biraz daha kapattı.

“Duruşmanın olduğu gün gördüm. Odana gidiyordunuz onunla. Davaya senin bakmanı istedi değil mi?”

“E-evet.”

“Kabul edeceksin.”

“Çok geç! Bu davayı alamayacağımı söyledim.”

“Arayacaksın ve kabul ettiğini söyleyeceksin o zaman Gökçe!”

“Neden?”

“Davayı kabul edeceksin. Onun hayatını ancak bu şekilde derinlemesine inceleyebiliriz. Onun hayatına ancak sen girebilirsin. Davayı kabul edeceksin, hayatını didik didik tarayacaksın ve zayıflıklarını bulacaksın… Ve ben bu zayıflıklarını kullanacağım.”

Yüzünde beliren tebessüm bir anlığına gözlerindeki karanlığı alıp mavileşmesini sağlamıştı. O kadar kısa bir andı ki Gökçe bunu fark etmedi bile.

“Bir de gün geldiğinde, yani ben tekrar ortaya çıktığımda, Alp Kayaer’e bu suçu yıkanların kim olduğunu bilen bir kaynağın olduğunu ve onun için intikamını alabileceğini söyleyeceksin…”

Gökçe bir müddet sessiz kaldı. Haklı olduğunu o kadar iyi biliyordu ki hayır demesi için bir yolu yoktu. Zaten hayır demek de istemiyordu. Bunu yapanları en az karşısındakinin bildiği kadar biliyordu. Hem de karşısındakinin haberi olmayan detaylarıyla. Gözünün önüne gelen otopsi görüntüleri ile bir anda tüyleri ürperdi. İçi öfkeyle, nefretle, intikam isteğiyle doldu. Bakışlarını onu inceleyen lacivert gözlere çevirdi.

“Tamam. Sen o konuda endişelenme. Onu bizim tarafımıza çekeceğim… Peki sen nereye gideceksin?”

“Dedim ya. Hiç kimse bilmeyecek. Ne sen ne ailem. Hiçbiriniz bilmeyeceksiniz. Hatta ben kaybolduğumda beni aramaya başlayacaklardır, sen de o aramalara yardım edeceksin. Beni gerçekten bulmaya çalışacaksın Gökçe... Bu sayede birlikte çalıştığımızdan hiç kimsenin haberi olmayacak.”

“Neden böyle bir oyun oynuyorsun?”

“Oyun oynamıyorum. Planımı uyguluyorum… Adaletin rafa kalktığı, adaletin katledildiği bu dünyada birisinin adaleti sağlaması gerekiyor Gökçe. İnan bu iş bana düşsün istemedim ama o duruşmanın sonucunda kucağıma öylece bırakıverdiler adaletsizliği.”

“Peki babam? Onu ne yapacağız?”

“O artık benim düşmanım. Cenk Kavzoğlu, soyadına yaraşır davranmadı. Kimin yaptığını, asıl katilin kim olduğunu bile bile onlara çanak tuttu. Günü geldiğinde o da cezasını çekecek.”

“İnan gram üzülmem. Bugüne dek suçluların arkasını topladığı günlere sayar artık.” Dedi Gökçe öfkeyle.

Babası ile rakipti Gökçe. Hukuk fakültesini babasına inat bitirmişti. Çocukluğunda evlerinde hazırlanan büyük yemeklerde gördüğü simaların kötü insanlar olduğunu bilmeden büyümüştü. Hatta onlardan birisine âşık olmuştu. Acı gerçeği 22 yaşında oturduğu nikah masasında öğrenmesi ise hayatındaki en büyük darbeydi.

Evlenmek istediği insan bir uyuşturucu kaçakçısıydı ve babası arkasını temizleyen bir piyondu. Zaten bu sebeple Gökçe ile evlenmek istemişti. Babasına karşı kullanabileceği bir koz olarak görmüştü Gökçe’yi. Ve babası da bu nedenle Gökçe’nin evliliğini aceleye getirmişti. Gökçe hiçbir şey sezmeden evlenecek, babası yüklü miktarda para alacak ve namı dünya çapında bilinen bir uyuşturucu kaçakçısı tarafından korunacaktı. Ama nikahlarını polisler basmıştı. Önce yanında damatlığı ile oturan sevgilisini, ardından konukların büyük çoğunluğunu ve en son babasını götürmüştü polisler. Gökçe ise üstünde beyaz gelinliği, kalbinde hayal kırıklıklarıyla koca salonda tek başına kalmıştı.

Babası elinde tuttuğu belgelerin kopyalarıyla kendini bu işin içinden sıyırmıştı. Türkiye babasını masum ilan etmişti. Halk kandırıldığına, tehdit edildiğine inandı. Gerçeği ise yalnızca Kavzoğlu Grup yöneticileri ve Kavzoğlu soyadına sahip aile üyeleri biliyordu. Bir de hapse giren ya da girmeyen pis işlerin elebaşları. Olayın üstünden geçen iki yıl sadece Gökçe’nin babasına karşı daha da bilenmesini sağlamıştı. Ruhunda açılan yaralarsa belki de sonsuza dek kapanmayacaktı.

“Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?”

“Sen Alp Kayaer’in kardeşini tam anlamıyla bizim tarafımıza çektiğinde. O yüzden elini çabuk tutmalısın. Adaletin yerini bulması için bir an önce harekete geçmeliyiz.”

Başını salladı Gökçe. Şu an için planın en büyük kısmı kendisindeydi. Bu iş nereye kadar gider, sonunda ne olurdu bilmiyordu ama karşısındaki kişiye güveniyordu. Onun ideallerine inanıyordu, sadece onun kadar güçlü ve cesaretli değildi. İstese de olmazdı.

<>

(Günümüz)

Çoktan hedefi olan kişinin evinin önüne gelmişti. Hayatında bir ilki yapacaktı bugün. Sedat Çiğak’ın aracına bir bomba yerleştirecekti. Ama yaşanan bu olayın bir kaza gibi görünmesi en önemli şeydi. Günlerdir zihninde dönen planını gözlerini kapatıp son kez düşledi. Her şeyin istediği şekilde gitmesi gerekiyordu. Soruşturmanın üstünden geçen dört yıla rağmen emniyetin ve savcılığın gözünün kendisinde olduğunu biliyordu. Hiçbir şüpheyi üstüne çekemezdi.

Güvenlik kulübesine yaklaşırken daha önceden haritasını çıkarmış olduğu güvenlik kameralarının kör noktalarını hesaplamış ve tespit ettiği doğrultularda ilerlemişti. Kör noktalar kendisine sadece iki metrelik bir hareket alanı sağlıyordu. Bir güvenlik kamerasının açısıyla düşünüldüğünde fark edilme ihtimali yalnızca on santimlik bir hataya bakardı. On santim sağdan yahut on santim soldan yürümesi, açığa çıkması demekti.

Hesapladığı ve zihnine kazıdığı hayali çizgide, bir ip üstünde yürüyormuşçasına dikkatle ilerlemeye başladı. Güvenlik kulübesine ulaştığında üç gün önce sokak lambalarına giden akımın üzerine yerleştirdiği elektronik akım kesiciyi aktive etme zamanı gelmişti. Kendisine sadece güvenliği geçecek kadar zaman gerekiyordu.

Telefonundan kontrol edebildiği bu sistemi üniversite dönemlerinde yazılım mühendisliği okuyan bir arkadaşıyla birlikte yapmışlardı. Cihazı yaparken amaçları; oluşabilecek bir aksilikte uzaktan kontrol edilebilen bu elektronik cihaz sayesinde tehlikeyi hızla bertaraf etmekti. Çünkü bu cihazın beynine hükmedebilmek için diğer cihazlarla olduğu gibi kapsama alanına ihtiyaç duyulmuyor, yalnızca üretilen cihazın IP’sini sisteme girmek yeterli oluyordu. Arkadaşıyla mezun olduktan sonra bu sistemin üzerinde çalışıp geliştirmeye devam etmişlerdi. Abisine atılan iftirada olduğu gibi tutuklandığında da ona cephe almayan tek kişi de yine o arkadaşıydı. Şimdi ise burada olduğundan haberi yoktu belki ama ne için bu cihazı kullanacağını biliyordu.

Telefonundaki uygulamaya girip yazılımında akım aktif olan yazılım kodunu pasif olarak değiştirdi. Sadece üç saniye sonra bütün sokakta elektrikler gitmişti. Gerisi ise kolaydı. Güvenlik kulübesinin kapısı açıldı ve içeriden iki güvenlik görevlisi çıktı.

“Ben sitenin etrafını dolaşacağım sen de sitenin içinde dolaş bir aksilik çıkmasın.”

“Tamam abi.”

İki güvenlik görevlisinin biri belindeki el fenerini açıp sitenin örülü duvarlarının etrafından dolaşmaya başladı. Diğeri ise otomatik açılan kapıyı eli ile ittirerek aralamış ve içeri girmişti. Bu sayede sırtında büyük bir dikkatle taşıdığı bombayı, kapıdan atlayarak tehlikeye sokmasına da gerek kalmamıştı. Hızla aralık olan kapıdan süzülerek binaların etrafına dikilmiş süs ağaçlarının içine karıştı.

Telefonundan yazılımdaki pasif kodunu aktife çevirdi ve ışıkların gelmesiyle henüz bahçenin sonuna bile varamamış olan güvenlik görevlisini gördü. Işıkların gelmesi beş saniye sürmüştü ve bunu iyice zihnine kazıdı. Elindeki feneri kapatıp kemerindeki yuvasına yerleştiren güvenlik görevlisi bahçe kapısına doğru koşar adım gelmeye başladı. Aralarında sekiz metreden fazla vardı. Kameralarının aktif olmasına ise iki dakika… Biraz daha karanlığa ihtiyacım var diye düşündü. Yavaşça yanında bulunduğu merdivenlerin altına girdi. Biraz eğilerek ayakta durabiliyordu.

Güvenlik görevlisi ile arasında yaklaşık iki buçuk metre kalmışken elinde ekranı hâlâ açık duran telefonundan aktif yazılım kodunu pasife çevirdi. Üç saniye içinde her yer yine karanlığa bürünmüştü. Ne olduğunu anlayamayan güvenlik görevlisinin bir anlık şaşkınlığından yararlanarak hızlı adımlarla merdiven altından çıktı ve bodur çalılar ile binaların arasındaki beton dökülmüş o dar yoldan yürüyerek güvenlik görevlisine doğru ilerledi. Neredeyse aynı hizadalardı. Gözleri karanlığa alışan güvenlik görevlisi başını eğerek az önce kemerindeki yuvasına koyduğu el fenerini geri aldığını görünce olduğu yerde yanındaki çalılara yaklaşıp iyice yere doğru sindi.

Herhangi bir uzvunun dışarıdan görünmemesi için içinden dualar ediyordu. Güvenlik görevlisinin hareketini sezdiğini hissediyordu. Eğer hissettiyse hareketin kaynağını aramaya başlayacaktı ve aralarındaki tek engel yanında sindiği çalılardı. Nitekim beklediği gibi de olmuştu. Güvenlik görevlisi elindeki feneri açtığı anda süzülen ışığı önce etrafında kısaca gezdirmiş ardından tam arkasına saklandığı çalılara çevirmişti. Ağır bir hareketle başını yanındaki binanın duvarına yansıyan gölgelere çevirdi. Eğer görünen bir uzvu varsa yakalanacağını ancak böyle anlayabilirdi ve kaçması için zamanı bile olmayacaktı. Gördüğü düzgün biçilmiş çalıların gölgeleri ile içinde tuttuğu soluğunu sessizce verdi.

Güvenlik görevlisinin olduğu yerde dönerek bahçenin sonuna ilerlediğini gördü. Şimdiye dek diğer görevli bahçenin etrafını dolaşmış olamazdı. Bu site on beş konutlu bir siteydi. Oturanların yarısı savcılar, hakimler, başkomiser gibi mertebesi yüksek birkaç polis memurundan ve diğer yarısında çoğunluğunu başhekimlerin oluşturduğu doktorlar vardı. Kendi hedefi ise şu anda bulunduğu binanın arka tarafında bulunan otoparktaydı.

Güvenlik görevlisinin iyice kendisinden uzaklaştığını görünce ses çıkarmamaya dikkat ederek beş adım ilerisindeki köşeye geldi. Buradan binanın arka tarafındaki araçlar görünüyordu. Birisiyle karşılaşma ihtimalini en düşük seviyeye çekmek istiyordu. Hareketlilik olmadığını fark ettiğinde hızlı bir şekilde koşmaya başladı. Cebindeki maskeyi hızla yüzüne geçirirken ciğerine saplanan acıyı zor da olsa görmezden geldi.

Park alanına yaklaştığında binaların çevresine dikilmiş süs ağaçlarının arasına geçti yeniden. Buranın devamını sürünerek gitmeliydi. Çömelerek park alanına iyice yaklaştı. Hemen hemen araçlarla aynı hizaya geldiğinde bloklara göre ayrılmış alanları inceledi. Sedat Çiğak B5’te oturuyordu. Ve aracını daire numarası olan 13 numaraya park ediyordu. Eldivenlerini giyerek telefonunu açtı. Akım pasif kodunu akım aktif olarak değiştirdi ve yüzüstü yere uzanarak sürünmeye başladı. Araç kameralarının görüş açısına girmek için yalnızca sekiz saniyesi vardı. Sonra her yer aydınlanacak ve araç kameraları görüntü alımını aydınlığa ayarlamak için iki saniyelik sekteye uğrayacaktı. İşte tam o an kendini 13 numarada park halinde duran aracın altına atmalıydı.

İçinden sayarak sürünüyordu. 5,6,7 ve başarmıştı. Kendini hedefinin aracının altına atabilmişti. Hem de zorlanmadan. Şimdi ise işe başlayabilirdi. Sırtındaki çantadan kurtulmak için ellerini arkasında birleştirip dirseklerini büktü ve çantasının altından tuttu. Çantayı yavaşça çekerken kendini sabitlemek için ayaklarını aracın bir tekerine sabitlemişti. Acele etmeden çantayı kollarından kurtardı ve yavaşça parmaklarını gevşeterek çantayı zemine bıraktı. Olduğu yerde çantasına doğru dönerek kendini iyice yerleştirdi ve fermuarını açtı.

İlk yapması gereken aracın fren sistemini bozmaktı. Ön tekerlerin arkasındaki diske doğru elini uzattı. Nerede hangi parçaların olduğunu elleriyle bulduktan sonra çantasından gerekli malzemelerini çıkardı. Kurbağacık anahtar en uygunuydu. Fren yağının tekerlere ulaştığı küçük haznelerin sırasıyla vidalarını gevşetti. Hesaplamasına göre yarın sabaha yağ azalmış olacaktı ve yola çıktığında daha da azalacaktı. Evinden emniyet müdürlüğünün arası düşünüldüğünde arabasını emniyet müdürlüğüne yaklaştırırken yavaşlamak isteyecek ama frenleri tutmayacaktı. Başkasına zarar vermek istemediği içinse aracıyla bile isteye kaza yapacaktı.

Çantasındaki bombayı dikkatle çıkardı çok büyük bir düzenek değildi ama çok hassas bir düzenekti. Aracın ön tarafına yakın orta bir noktasına yavaşça sabitledi. Sabitledikten sonra ne kadar sarsılsa da önemli değildi. Önemli olan sabitlediği yerin olabildiğince düz olmasıydı. Şimdi yapması gereken son bir şey kalmıştı. Buradan çıkabilmesi için gerekli olan son şeydi.

Bir daha kullanmayacağına dair sözler vererek telefonunun ekranını açtı. Akım aktif kodunu akım pasif olarak değiştirdi ve üç saniye içinde yeniden karanlık dostu olmuştu. Hızla aracın altından çıkarak maymuncuk ile aracın kapısını açtı. Dikiz aynasının cama dönük yüzüne takılmış olan araç kamerasını aldı. Ve son kez akım pasif kodunu akım aktife getirip sokak lambalarının etrafı aydınlatmasını bekledi. Geçen sekiz saniyenin ardından her yer birden aydınlanmıştı. Hemen araçtan inip yerde sürünerek park alanının arkasında bulunan site duvarına doğru ilerledi. Araçlar arkasında kaldığında ayağa kalktı ve rahatça yürümeye başladı. Nasılsa duvardan atlayıp kaldırımda yürümesi için iki koca dakikası vardı.

20 adımda duvar dibine gelmiş birkaç saniye içinde duvara tırmanmıştı. Bulunduğu yükseklikten önce sokağı kontrol etti. Maskesini çıkaracakken son kez dönüp arkasında kalan binaların camlarından ışık süzülüp süzülmediğine baktı. Binalar birer gölge gibi duruyordu, yani herkes uyuyordu. Bakışlarını yeniden sokağa çevirdiğinde maskesini de çıkarıp cebine sokmuştu. Elleriyle duvardan tutunup kendini aşağı sallandırdı ve yavaşça tutunduğu duvarı bıraktı. Ayaklarıyla zemin arasındaki yirmi santimlik boşluk birden yok olmuş, tabanları yerle buluşmuştu.

Hızlı adımlarla evinin tersi istikamette yürümeye başladı. Bulunduğu yere yakın bildiği güzel bir restoran vardı. Oraya gidip karnını doyurmak aklından geçen tek düşünceydi. Yarın uzun bir gün olacaktı kendisi için. Hayatının birçok kırılma noktası olmuştu ama bu kadarını hiç yaşamamıştı. Şayet adalet yerini bulsaydı şayet dünyada kötüler ve hizmetkârları olmasaydı, bugün yaşananlar hiç yaşanmayacak, hayatı bu günkü becerisinin başarıya dönmesine bağlı olmayacaktı.

Bu gece hiç bu semte gelmemiş hiç o arabayı görmemiş gibi hızlı ama sakin adımlarla gecenin karanlığına ilerliyordu. Ciğerlerine saplanan acıyla gözlerini kapatıp yüzünü buruşturduğunda zihninde yine o lacivert gözler belirmişti. Kendini Patrona’ya kanıtlaması için ilk ve tek şansıydı bu. Yarın saat 08:16’dan itibaren ya başarılı olacak ve Patrona’nın kölesi olup onun için çalışacaktı ya da başarısız olacak ve kurbanı olup ölecekti.

Yaşamaya çok da hevesli değildi. Son beş yıldır hayatının zorluğu onu zaten pes edip hayattan vazgeçme noktasına getirmişti. Ama adaletin sağlanmasını engelleyenler için adalet olmayı bütün hücreleriyle diliyordu. Başarısız olmak gibi bir ihtimali yoktu. Olamazdı.

<>

Kitap ile ilgili detaylı bilgi, etkinlikler ve tanıtımlar için aşağıdaki instagram hesaplarını takip etmeyi unutmayın.

@patronaofficall

@tugbaycaltindas

Loading...
0%