Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@turkan0006

Lütfen kitabımıza başlamadan hemen önce hikâyemizin simgesi olan bir kar tanesi alabilir miyim❄❄❄

İyi okumalar.

[Elvinna Rossi.]

1. Bölüm....
"Elvinna."

"Elvinna."

Karanlık, her yer çok karanlık.

"Elvinna...,"

Hiçbir şey göremiyorum. Sonsuz, hiçbir çıkışı olmayan, namahdut bir karanlık doğuyordu gözlerimin önünde.

"Elvinna...,"

Tek bir şey vardı. Oda gecenin bağrından gelen ve kulağıma ilişen bir ses, ismimi sürekli telaffuz eden bir ses idi.

"Elvinna...,"

"K-kimsin?"

Karanlığın içinden bu kez bir ses duyulmadı. Büyüyen göz bebeklerim birini görebilme umuduyla burnumun ucunu bile göremediğim bu karanlığın içinde bir yaşam belirtisi arıyordu, ancak sessiz sedalarla o umudun elleri bomboş kalıyordu.

Sükût ile daha da kararan karanlıkla birlikte akan zaman belirsizliğe tahavvül ettiğinde, içime doluşan kötü hisler yüzünden hiçte iyi şeylerin olacağını zannetmiyordum.

"Nerdesin?" diye seslendim.

"Elvinna...,"

Bu kez duyduğum ses karanlığın içinde ölen umuduma can olmuş, sessizliğe gömülen sedalara ses olmuştu.

Yine aynı sesti ama tuhaf olan şu ki, her yerdeydi. Kapkara gecenin koynunda her yerde yankı buluyorudu. İşte bu yüzden sesinin tam olarak nereden geldiğini anlıyamıyordum.

"Elvinna...,"
Bir erkek sesiydi. Yüce, kudretli, sert bir erkek sesiydi duyduğum.

Etrafın karanlık olmasına rağmen gözlerimi kapatıp içime derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Panik yaparak elime hiçbir şey geçmez, beni ona ulaştırmaz dı. Bu yüzden sakin olup sesine odaklanmalıyım.

"Elvinna...,"

Yankılanan sesini dinledim.

Tekrardan ismimi telaffuz etti. "Elvinna...,"

Tenime çarpan ılık rüzgâr sesini kulaklarıma ulaştırmıştı. Hâlâ kapalı duran gözlerimi açarak etrafa bakındım ama yine görebildiğim tek şey karanlıktan ibaretti! Bu hâlet gerçekten sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Sürekli ismimi seslenen, beni çağıran biri vardı ve hiçbir şey göremediğim karanlık bir yerdeydim!

Zihnimin kıvrımlarına kadar sızan sesten başka hiçbir şey düşünemiyordum öyle ki, düşünme yetim bedenime 'buradan git' emrini verecek kadar baskın değildi.

"Elvinna...,"

Bir kez daha duyduğum ses ile beraber umutsuzluğun kollarından sıyrılan gözlerim müthiş bir seviçle parladı, zira artık sesinin ne taraftan geldiğinden emin olabilmiştim.

Soldan dı.

Omuzlarımı dikleştirdim ve ellerimi yumruk yapıp derin bir nefes aldım. Daha sonra ise kararlı bir şekilde sol tarafıma dönerek ilerledim. Onu bulacaktım, bana seslenen bu adamı bulacaktım. Bu konuda kesinlikle kararlıydım çünkü aklımda yolunu kaybetmiş yolcu gibi dolanan tek düşünce buydu.

Karanlığın içinde yürümeye devam ettim. Önü mü göremiyordum. Bir şeye takılıp düşme ihtimalim ya da bir yere çarpma ihtimalim çok yükseklerdeydi.
Ama ben buna rağmen yolumda dimdik bir şekilde ilerliyordum.

Karanlığın içinde gece gezen olmuştum. Yüzüme, çıplak kollarıma çarpan ılık rüzgâr daha da sıcak olmuş, tenimde kavurucu bir hissiyat yaratmak yerine soğuk esintisini bırakmıştı.

Nereye gittiğimi bilmiyorum? O sesin sahibinin kim olduğunu ve nerede olduğunu da bilmiyordum? Onu bulmak umuduyla, "Nerdesin?" diye bir kez daha seslendim.

Ses yok...,

Kimse, hiç kimse yoktu!

Burada neler oluyor böyle?!

Düşüncelerimin uçu bucağı olmayan yoluna kızıl bir gece düştü. Arkasında bıraktığı her noktayı kanla resmeden, içimi korkuyla dolduran kızıl bir gece.
Ama yinede ne hissettiğimi görmezden gelerek yolumda dik bir şekilde ilerledim.

"Hey, nerdesin?!"

Olduğum yerde durdum onu dinlemek için. Belki yürürken sesini net duyamıyordum. Bu düşüncenin kollarına sımsıkı tutundum çünkü adımı seslenen kişinin yardımıma ihtiyacı olabilirdi. "Nerdesin?" dedim panikle. "Bir ses ver."

"Elvinna."

Öyle bir ses duyuldu ki, karanlığı çatlatmıştı. Kesinlikle bir erkekti, artık bundan eminim. Tam arkamdan loş bir ışık önü mü, yeri hafifte olsa aydınlatıyordu. Kendi gölgem ince bir şekilde yerde uzuyor ve karanlığa karışıyordu. Arka taraftan vuran ışık sanki gece yakılan kamp ateşi gibiydi. Sıcaktı ve sarı, turuncu bir ışıkla aydınlatıyordu etrafı.
Arkamı dönmeye korkuyordum hem de çok.

İçimde doğan şafağı kamçılayan korkum, geride kanın emaresinin kaldığı kızıl bir şafağın ürpertici görüntüsünü bıraktı.

"Elvinna," dedi yine.

Yutkundum, bir an önce korkunun kapıldığım derin uykusundan uyanmam gerekiyordu çünkü kaçmanın bir alemi yoktu. Zaten buraya onu bulmak, ona yardım edebilmek için gelmemiş miydim? Tek kelimeyle evet. İşte bu yüzden korkudan bir yerlere kaçmış çesaretimi ordan, burdan toplayıp içimde biriken, tiz sayhayı tuttum. Titreyen gözlerim yavaşça arkama döndü ve sesin tam olarak geldiği yere ulaştı

Karşılaştığım görüntü nefesimi boğazımda tıkadı, artık en net duyduğum tek şey hızlanan kalp atışlarımdı.

Korkak biri değildim ancak çesaretimin, ayak parmak uçlarımdan çekilip emildiğini hissediyordum.

Tam karışımda bir kapı duruyordu siyah rengi alelen kendini belli etsede arkasından vuran sıcaklık nedeniyle kırmızı bir reng olmuştu. Bu kapının arkasında öyle bir ateş, öyle bir güç vardı ki ne bir ad ne de bir isim bulamıyorum. Zira hiçbir şeyle izah edemezdim.

Bedenimin titrediğini henüs fark ediyordum. Aralık kalmış dudaklarımın arasından çıkan nefes bu kez cılız çıkmıştı. Aslında siyah ama sıcaklıktan dolayı kızarmış kapının üzerinde dört tane yıldıza benzeyen şekiller vardı ve ben hiç bir anlam yükleyemiyordum. Beynim işlevini kaybetmiş, vücudumda can ışığı sönmüştü. Öyle ki, kaçmak, buradan bir an önce gitmek istiyordum lâkin hiçbir şekilde hareket edemiyordum.

Kısa bir an sonra korkmama rağmen zihnim bedenimin kontrolünü en nihayetinde ele almıştı. 'Hemen burdan gitmeliyim.' Tek düşüncem buydu işte.
Geriye doğru bir adım atmak için yeltendiğim o anda duyduğum sesle bedenim kenetlenmişti.

"Elvinna."

Yine aynı sesti, yine aynı adamdı! Tam kapının arkasından geliyordu sesi. "K-kimsin?"

"Gel buraya, evine gel."

Ev mi?

Sesin sahibi kimdi? Bilmiyorum. Tek bildiğim şey bir erkek olmasıydı, dahası söylediği kelimeler beni derin bir şokla sarsan depremin içine itiyordu. Yanlış anlamadıysam eğer beni çağırıyordu evim olduğunu söylendiği yere, bu kapının arkasına?

"Ne, ne evi?"

"Gel buraya," dedi ve bir anda kapı iki yandan arkasına kadar açıldı. Öyle bir ateş, öyle bir sıcaklık vardı ki. Ateş rengi kızıl saçlarımı geriye doğru savuruyordu. Nasıl ayakta durduğumu bile bilmiyor, şaşkınlığıma engel olamıyorum çünkü şu anda bu ateşin sıcağında yanıp, kül olmam gerekiyordu.

"Anahtar, özgür bırak beni!"

Birden gözlerimin önü kararmaya, bedenim ağırlaşmaya başlamıştı. Cayır, cayır yanan ateşin içinden gelen yüksek sesini çok zor duymuştum.

Hissettiğim ani bir sarsıntıyla yerimde sıraçradım. Aldığım derin nefes boğazımı yakarken, irileşen gözlerim yuvarlarından fırlayacak gibiydi. Beynim gerçekliği tartığı sırada omzumda birinin elini hissettim.

"Elvinna, meleğim iyi misin?"

Bana yöneltilen sorudan daha çok sesin sahibi içimi rahatlatmıştı.

Aldığım nefesler içinde başımı hafif sola çevirip yan tarafımda ki kadına, önüme düşen saçlarımın arasından baktım. Endişeli gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Birkaç kez daha buğazımı yakan havadan nefes aldım. Ciğerlerim şişmiş, kalbim göğsümde şımarık bir velet gibiydi.

Gözlerimi kapatıp yumdum. Göz kapaklarımın duvarına yansıyan görüntüler nedeniyle bir yerlere yamaladığım korkuların dikişleri ilmek ilmek sökülüyordu. Hissetiklerimi göz arda etim ve bir kez daha derin nefes alarak mavi gözlerimi açtığımda geriye gidip sırtımı koltuğa yasladım. "İyiyim merak etme, anne."

"Emin misin?"

Başımı evet anlamında direk sallayıp, "Sadece bir kâbustu," dedim.

"Peki, tamam o zamansa." Elini omzumdan çekti ve yol kenarında durdurduğu arabayı çalıştırdığında yarıda kaldığımız yolda devam ettik.
Yan tarafa dönüp camdan dışarı baktım. Bir iblisin öfkesini taşıyan bulutlar savaş harbiyle bir birine çarptı ve sert yağmur damlaları ok gibi camın üzerine düştü. Aşağı doğru kayıp ince uzun yollar çizen yağmur damlacıkları arabanın hızıyla akıp giden yol kenarında ki dev ağaçları karanlığın içinde görmemi zorlaştırıyorlardı.

Sadece beş dakika kadar önce gördüğüm rüya bir sis bulutu gibi beynimde dollanıyor, içimi tıka basa huzursuzlukla dolduruyordu. Üzerinde yıldız sembolleri olan o kapı, ateş ve bana seslenen o adam çıkmıyordu, aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Ben gördüğüm kâbusun gölgesiyle boğuşurken, birde annemin ara ara üzerime dikilen gözleri ile uğraşıyordum.

"Biliyorum, bu durum senin için kolay değil."

Dudaklarım kıvrılarak hâlinden hoşnutsuz bir gülümseme oluşturduğunda ona dönerek yan profiline baktım. "Hadi ama."

Kendini sakin tutmak amaçlı derin bir nefes aldığında direksiyonu sıkan ince parmakları büyük çaba sarfettiğinin göstergesiydi.

"Biliyorum, orada arkadaşlarını, okulunu ve büyüdüğün şehri bıraktın ve benim işlerim nedeniyle bu şehire taşınmak zorunda kaldık...," dedi. Bir süre sesiz kaldığında önüme dönüp istemsiz oynadığım bileğimde bağlı olan fulara baktım. "Hayatın, düzenin alt üst oldu bunu da biliyorum..." dediği o anda konuşmasını yarıda kestim.

"Anne, biliyorsun biz bu konuyu çoktan konuşup kapattık."

"Biliyorum, sadece senin için endişeleniyorum."

Hızla ona doğru döndüğümde yoldan bir anlığına gözünü ayırıp bana baktı ve sonra tekrardan önüne döndü. "Merak etme, ben iyiyim. Sadece bir kâbustu."

"Ama..."

"Anne, çocuk değilim 19, yaşındayım," diyerek yine sözlerini yarıda kesmiştim.
sadece başını tamam anlamda sallayıp yoluna odaklandı. Kalbini kırmamın gerçekliği etrafımda birkaç kez tur atarak tam yüreğime saplandı. Hissettiğim pişmanlık duygusuyla çebeleşirken, burukça ona baktım. Üzerime çok titriyor, bana çok değer veriyordu ve ben böyle bir anneyi üzüyor, kırıyordum. Düpedüz düşüncesiz aptalın tekiyim.

Yine, sol bileğimde bağlı olan püsküllü fularla oynamaya başladım. Rengi siyahtı. Gardrobumda bunlardan çok fazla vardı. Genellikle, saçıma ya da boynuma bağlamak yerine bileğime bağlıyorum çünkü sol bileğimin iç kısmında bir doğum lekesi vardı. Onu gören herkes döğme olduğunu söylüyor ama maalesef ki değildi. Yuvarlak bir çember şeklinde ve o çemberin içinde de içiçe geçirilmiş yıldız işaretleri vardı, rengi ise simsiyahtı. Doğum lekemi sevmemekten ziyade beni rahatsız ettiği için fular gibi şeylerle gizleme gereksimi duyuyordum.

İşaret parmağıma doladığım fuların iplerini serbest bırakıp tekrardan doladım. Bu şekilde birkaç kez daha aynı işlemi yaptım. Derin bir nefes alarak sonunda kırıp düktüğümü toplamaya karar vermiştim.

Uzun bir sessizliği benim sesim kamçılamıştı. "Ben özür dilerim..., şey, öyle birden çıkıştığım için."

"Tamam, önemli değil." Sesi hâlâ kırgın çıkıyor, kırık parçaları yüreğime batıyordu.

Onu üzmek istememiştim sadece artık bir çocuk olmadığımı anlatmaya çalışıyordum kendimce ama onun kalbini kırmaktan ileriye gidemiyordum. "Anne, bak gerçekten ben..."

Bu kez o benim sözümü kesmişti. "Üzerine çok geliyorum ve dahası şehir değişikliği, okul değişikliği hepsi sende stres yapıyor." Bana dünüp sıcacık gülümsedi. "Merak etme her şey yoluna girecek," deyip daha sonra şefkatli bakışlarını önüne çevirdi.

Böyle iyi bir annenin kalbini kırmak, onu üzmek yaptığım en büyük hatalardan biriydi. O benim için çalışıyor, çabalıyordu daha ben küçükken bizi terk edip başka kadına giden babam gibi değildi, o beni terk etmemişti ve ben böyle bir kadına sesimi yükseltiyordum. Kendime, içimden kızmaktan ne ileri gidebiliyordum ne de geri. Babam olacak o adama kendimden daha çok öfke besliyordum. Ben sekiz yaşımdayken bizi bırakıp gitmişti.

Sözde birde birbirlerini severek evlenmişlerdi! Annemin anlatışına göre ve benim hayal, meyal hatırladığım kadarıyla ilk kavgalarını ben daha yedi yaşımdayken yapmışlar ve bu durum bir yıl boyunca böyle gidip durmuş, en büyük kavgalarını ise sekiz yaşımda yapmışlar ve babamın evi, bizi terk etmesiyle son bulmuş. Biz onun gelmesini beklerken, onun yerine boşanma dilekçesi gelmişti. Onlar ayrıldıktan sonra babam şimdi ki eşiyle evlendi ve beni yanına almak için herşeyi yaptı ama ben annemin yanında kalmayı, onunla olmayı seçtim. Yaşam tecrübemin anlatmak istediği çok şeyleri vardı ancak zihnimde tekrardan can bulan her anı kurşun olup mantığımın üzerine yağdı.

Annem tekrardan bana döndü ve sıcak bir gülümseme bahşetti şefkatin en derininden. Bu gülümseme yüzümde güller açtırmıştı. Önüne döndüğünde arabanın hızını biraz daha arttırdı.

"İşte geldik," dedi arabayı bahçenin önüne park ederken.

Biraz öne doğru eğilip karşımdaki iki katlı eve baktım. "Burası mı?"

"Evet, yeni evimiz," diyerek kapıyı açıp indiğinde, derin bir nefes alarak bende indim arabadan ve bahçe kapısını açarak taş yolda ilerleyen annemin arkasından yürüdüm.

Yeni evimize ilk adımımı attıģımda, yeni hayatımada bir adım atmıştım. Yeni bir hayat, bunu düşünmek bile büyük bir huzursuzluğu içimde doğuruyordu.

Karşıma çıkan büyük salonda gözlerimi gezdirdim.
Sol tarafa düşen kapı mutfağa açılıyor, neredeyse bir duvarı kaplayan camın kapısı ise arka bahçeye çıkıyordu. Mavi, gri koltuk takımları var ve onların hemen arkasında da yemek masası konumlandırılmıştı. Mutfağın hemen yanındaki merdivenler bir üst kata çıkıyordu. Evin temiz, ferah ve güzel bir havası vardı.

Arkamda duran anneme döndüm. "Güzelmiş."

Yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı. "Gerçekten mi?"

İşte bu gülümsemeye her şey değerdi. Her şeyimi arkada bırakıp koca bir ormanla kaplı olan bu şehirde yaşamam gerekse bile değerdi. Bende onun gülümsemesine karşılık verdiğim an güzel gözleri yanaklarımdaki gamzelerimde dolaştı ve içi sevinçle daha da ışılda dı. Gülümsememi biraz daha büyüterek, "Ben yatıyorum. Biliyorsun yarın okul var," dedim.

Başını tamam anlamında salladı. "Merdivenlerden çıkınca karşıdaki oda senin," dediğinde arkasından anında ince kaşlarını çatmıştı. "Her şeyini yerleştirdim, sadece kıyafetlerin kaldı. Anlayacağın üzere o kolileri görmek istemiyorum."

İşte, yine annemin titizlik hastalığı tutmuştu. Gözlerimi yere düşürsemde sakin çıkan sesimden pay vermedim. "Tamam, iyi geceler."

"Sana da."
Arkamı dönüp merdivenlere yürüdüm.

Odama girdiğimde her tarafta koliler vardı. Onlar olmasa oda gerçekten büyüktü. Duvarlar açık bir maviye boyanmış ortama güzel, ferah bir görüntü vermişti. Hemen sol tarafta yatağım duruyor, onun karşısında gardrop, çalışma masası ve kitaplarla dolu olan küçük bir kitaplık vardı. Odanın içindeki beyaz kapı banyoya açılıyordu ve bir diğeri ise balkona çıkıyordu.

Odamda yaptığım küçük bir turdan sonra kolilerden birine yönelip açarak rastgele bir kaç parça kıyafet aldım. Üzerimdeki tişört ve pantolonu çıkardığım gibi seçtiklerimi giyindim. Siyah şort ve koyu yeşil bir askılı daha rahat hissetmeme sebep olmuştu.

Yolun yarısını uyuyarak geçirsemde hâlâ çok uykum vardı. Ağrıyan gözlerimi ovuşturup yatağama ilerledim.

En son gördüğüm kâbus ölesiye huzursuz etmişti, ancak hissettiğim yorgunluk beni uykunun sakin kollarına çağırıyordu. Yatağın üzerindeki krem rengi pikeyi açarak altına girdiğimde boynuma kadar çektim ve uykunun kucağına kendimi bırakırken, mavi gözlerim kapanmaya koştu. Huzursuz yanım zor açık tuttuğum gözlerimin önüne geçti.

"Elvinna, Elvinna." Kulaklarımı dolduran hiç yabancısı olmadığım bir ses vardı ancak gözlerimi dâhi aralayamıyordum, beni çağıran karanlığa muzzam bir açlık duyuyordum.

"Elvinna, alarmı kurmadın mı?" Yine aynı ses peyda olmuştu karanlığın içinde. Gözlerimi zar zor açıp müjganlarımın arasından baktım. "Hadi okula geç kalacaksın, uyan artık."
Bu ses anneme aitti. Bunu yeni yeni algılayan beynimle yarı kapalı gözlerimi tamamiyle açıp tepemde dikilen anneme baktım.

"Sonunda," dedi bıkkınlıkla. "Çabuk kalk, yoksa okula geç kalacaksın."

"Tamam, kalktım," dedim uyku mahmuru bir sesle.

"Kahvaltı hazır, üzerini giyin gel."
Başımı tamam anlamında belli belirsiz salladığımda aldığı işaretle odadan çıkmıştı. Yattığım yerden kalkıp yine odanın tam ortasında duran kolilere gittiğimde anında dün gece açtığım kolinin başında bittim. İçinden siyah bir gömlek ve aynı renk pantolon alıp üzerimdekilerini çıkararak hemen giyindim. Gömleğin uç kısımlarından tutup göbeğimde bir kaç santimlik açıklık kalacak şekilde belimde bağladım. Uzun kollarını kıvırmaya başladığımda sol bileğimdeki doğum lekesi gözler önüne serilmişti. Gömleğimin kollarını kıvırdıktan sonra gözlerimi bir müddet etrafta gezdirdim dün gece yatmadan önce çıkardığım fuları bulma umuduyla.

Ama hiç bir yerde gözüme çarpmamıştı. Zamanımın kısıtlı olmasından dolayı ve şu anda öfkeli bir anneye sahip olma düşüncesi daha hızlı olmam gerektiğini bana hatırlatıyordu. İşte bu yüzden bugünlük fular takmamaya karar verdim. Daha fazla oyalanmadan hızlıca banyoya gidip elimi, yüzümü yıkadım ve uzun, ateş rengi kızıl saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım tepemde. Odama geri dündüğümde dudaklarıma hafif kırmızı bir ruj sürüp kipriklerime de rimeli sürdükten sonra tamamen hazırdım. Siyah spor ayakkabılarımı çıplak ayaklarıma geçirip kenarda duran lacivert sırt çantamı alarak çıktım odadan.

Merdivenleri hızla inip mutfağa girdiğimde kahvaltıya başlamış olan annemi gördüm. "Günaydın," diyerek çantamı bir kenara koyup hemen karşısındaki sandalyede yerimi aldığımda tabağıma sebzeli omletten biraz koyarak kahvaltıya başlamıştım.

Portakal suyundan bir yudum alıp ağzımdaki lokmayı yuttuğumda annemin konuşmasıyla dikkatimi ona verdim.
"Bir daha alarmı kurmayı unutma."

"Kolay, kolay unutmadığımı sende biliyorsun. Dün uzun bir yolculuk yaptık ve çok yorgundum."

"Biliyorum," dedi, kahvaltısını bitirmiş sadece bir kaç yudum bardağının dibinde kalan portakal suyunu tamemen içip boş bardağı masaya koyarak. "Hızlı olsan iyi olur. Seni okula bırakıp oradan da işe gideceğim."

Konuşması bittiği anda gözlerim büyümüştü. "Sende mi benimle geleçeksin?"

"Evet."

Aldığım cevap beni liseye başladığım ilk yıllara götürdü. O günde annemle birlikte okula gitmiştik ve koskoca üç buçuk yılım bana zehir olmuştu çünkü bu vaziyetle sürekli dalga geçmişlerdi. Aynı şeyleri tekrardan yaşamaya gücüm olduğunu hiç sanmıyorum. Hele ki birde lisenin bitmesine bir kaç ay kala hitamı mı böyle bir binneticeye sürgün edemezdim.

Elimdeki çatal ve bıçağı tabağımın kenarına koydum. "Buna gerçekten gerek yok. Sende biliyorsun artık çocuk değilim." Sesimi elimden geldiği kadar dingin tutmaya çalıştım. Onu kırmakta, üzmekte istemiyordum. "İstersen şöyle yapalım. Sen beni okula yakın bir yere bırak, olmaz mı?"

Bir süre düşündü. Belki bir kaç dakika fakat bana bir ömür, bir asır gibi gelmişti. "Tamam, senin söylediğin gibi olsun. Bende telefonda konuşurum okulun müdürü ile."

"Harika," dedim anında gülümseyerek.

"Gülmeyi bırakta kahvaltını bitir, yoksa ikimizde geç kalacağız."

"Tamam, tamam," deyip çatalı ve bıçağı elime aldığım gibi tabağımdakilerinin hepsini hızlıca yemeye çalıştım.

"Ev ve okul arası yürüme mesafesi 25, 30 dakika yani yürüyerek gelip, gidebilirsin."

Aslında istesem servisle gidip gelebilir ya da anneme bir araba aldırabilirdim ama ben yürümeyi daha çok sevdiğim için ve alehusus anneme daha fazla masraf çırmamak için tercihim bu yöndeydi.

"Merak etme." Yanağından öptüm. "Görüşürüz."

"Görüşürüz, meleğim."

Kapıyı açarak arabadan indim. Elimdeki sırt çantamı tek omuzuma attığımda annem arabayı çalıştırıp çoktan yola çıkmıştı. Beni sadece okuldan bir sokak öteye bırakacağını söylediğinde sesimi dâhi çıkarmamıştım. Başımı kaldırıp gökyüzüne batığımda parça parça griye boyanmış bulutlarla çevrili olduğunu gördüm. Dün gece baya yağmurlu geçmişti. Belki bugünde yağardı? Çantamın kulpunu sıkıca tutup önüme dönerek okula doğru ilerledim.

Bizim evimiz biraz daha şehrin iç kısımlarındaydı ama okul ormana çok daha yakındı zira bir kaç tane bina yığınından mâde başka bir şey yoktu burada dev gibi ağaçları saymazsak eğer.

Okulun bahçesine girdiğimde her tarafta öğrenciler vardı. Beni fark edenlerden bazılarının gözleri dikilse de üzerime benim için güzaf kalıyordu.

Okulun içerisine girdiğimde etrafa bakındım. Bir şekilde müdür odasını bulmam gerekiyordu. Belki de birine sorsam daha iyi olacaktı. O sırada tam yanımdan geçen bir kızın kolundan tuttum. Bakışları beni bulduğunda elimi üzerinden çektim. Kolları arasında bir kaç tane kitap vardı. Uzun sarı kumral saçları dalgalıydı, yesil gözleri tıpkı çimenleri anımsatıyordu bana. Kıvrımlı küçük bir burnu, şakaklarına kadar uzanan kavisli ince kaşları varken, buğday teni ve ince dudakları vardı. Benden biraz kısa olmasına rağmen gerçekten güzel bir kızdı, kesinlikle girdiği her ortamda dikkat çekerdi.

"Bir şey mi soracaktın?"

"Müdür odasının yerini söyleyebilir misin?"

"Dördüncü kat, merdivenlerden çıktığında sağdaki koridorun sonunda ki oda."

"Teşekkürler."

"Önemli değil ama sanırım yeni öğrencisin?"

Evet anlamında başımı salladım.

"Anladım. Bu arada bende, Anna." Kitaplarına sardığı kollarından birini çekip elini uzatı.

"Bende, Elvinna," diyerek bana doğru uzattığı elini sıktım.

Elini bıraktığım anda tekrardan kitaplarına sardı, sanki kaçacaklarmış gibi davranıyordu. "Hızlı olsan iyi olur çünkü birazdan dersler başlayacak."

"Peki. Tekrardan teşekkür ederim."

"Tekrardan önemli değil," diyerek gülümsedi ve yanımdan geçip gitti. Bende daha fazla bu şekilde beklememek için karşıdaki merdivenlere yöneldim.

Sonunda dört katı da bitirip çıktığımda olduğum yerde durarak hızlı aldığım nefeslerin düzelmesini bekledim. Sağ ve sola bakındığımda iki tarafa da giden uzun koridorlar vardı. Sarı kumral saçları olan kız sağ taraftaki koridorun sonundaki oda olduğunu söylemişti. Daha fazla beklemeyi bırakıp istikametimi müdürün odası olduğunu tahmin ettiğim yere çevirdim.

Kapının hemen yanında duran tabelada 'Müdür odası. Müdür, Lucas Brian' yazısını gördüğümde derin bir nefes alıp kapıyı birkaç kez çaldığımda içeriden, "Girin," yanıtı gelmişti.

Kapıyı açarak girdiğimde ellilerinde bir adam bilgisayara gömülmüş inceliyordu. Siyah saçlarına ara ara düşen beyazlar vardı ve yüzündeki kırışıklıklar yaşanmışlıkların pusulasıydı.
Gözlerini bilgisayardan ayırarak bana baktı.

"İyi günler efendim. Ben Elvinna Rossi, yeni öğrenciyim."

"Gel bakalım, Elvinna." Daveti üzerine içeri girip arkamdan da kapıyı kapadım. Oturduğu siyah deri koltuktan kalkarak bana elini uzattı ve, "Ben bu okulun müdürü, Lucas Brian ve seninle tanıştığıma memnun oldum," dedi.

Elini tutarak sıktım. "Bende efendim."

Kısa bir selamlaşmanın ardından elimi bıraktı. "Geç şöyle otur hadi." Masanın önündeki iki koltuktan birini işaret ederek tekrardan koltuğuna oturdu. "Biraz önce annenle konuştum zaten. Kaydını yaptım ama bir kaç eksik var onları tamamlayacağım ondan sonra tüm işlemlerin tamamdır."

Koltuğa oturup ayaklarımın dibine çantamı koydum.

Yaklaşık beş dakika kadar bir sessizliğin ardından zil sesi doldurdu büyük boşluğu.

"İşte bitti," dedi bakışlarını bilgisayardan çekip bana diktiğinde. "Sınıfın 12/B. İkinci katta sol tarafta koridorun sonunda."

"Tamam." Çantamı alarak oturduğum yerden kalktım.

"İyi desler." Kır kirpikleri seyrekti ama bakışları manidardı.

"Teşekkürler efendim." Nezaketen gülümsedim ve çantamı tek omuzuma takarak çıktım odadan.

Çoktan çalmış olan zil derse geç kalmanın düşüncesini oymuştu beynime. İşte bu yüzden hızlı yürümeye çalışıyor, hatta koşuyordum. Merdivenleri ikişer üçer inerken, nefes nefese kalmıştım. Büyük bir adım daha atayım derken, ayağım kaydı ve müthiş bir havil bedenime dalga dalga yayıldı. Anında gözlerimi sıkıca kapadım.

Birden bedenime dolanan kollar beni sardığında başımı sert bir yere çarptığımı hissettim, amma velâkin canım o kadar yanmamıştı. Bu düşünce aklımda bir yılan gibi kıvır kıvır kıvrıldı olduğu yerde. Ben yere dizlerimin üzerine kapaklanmayı beklerken, vücudumu sıkı sıkı saran birisi vardı. Kapalı gözlerimi hiç açmamıştım lâkin karanlığın içinde var olan bir koku vardı. Bu öyle bir kokuydu ki, algılarımla oynuyordu. Yakınlığının hediye ettiği koku daha yeni çekilmiş taze kahve kokusuydu, ayrıca içinde tarif edemediğim mistik bir koku daha vardı.

Güzel kahve kokusu burnumun dibinde, sıcak nefesi saçlarımın arasındaydı. Heyacanım göğsümde derin bir uhdut açtı ve gümbürdeyen kalp atışlarım o uhdut da doluyordu.

Düşmemiştim...,

Canım yanmamıştı, sadece bedenimi saran kollar vardı.

Daha yeni yeni beynime dank eden bu düşünceyle anında kapalı olan gözlerimi açtım. Kaşlarım hafif çatılmıştı çünkü başım birisinin göğsüne dayalıydı. Ellerimde benimle aynı kaderi paylaşıyordu. Sağ avucumun altında hızlı bir şekilde atan kalbini hissedebiliyor, hatta duyuyordum. Her kimse vücudu çok sıcaktı. Hatta o kadar sıcaktı ki, kolları arasında duran bedenim neredeyse ter dökeçekti, adeta ateş gibiydi.

'Bir insan bu kadar sıcak olabilir mi?'

Zihnimdeki düşünceyi görmezden gelmeye çalışarak yutkunma isteğime zar zor mâni olup yavaşça sert göğsünden başımı kaldırarak ona baktım. On dokuz yıllık hayatım boyunca gördüğüm en güzel mevsim kahvesi gözler, mavi gözlerimin içine bakıyordu.

[Elvinna Rossi]

[Uras Marshall]

Loading...
0%