Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm |Kanlı Geçmiş

@tuturkan_3806

23/04/2006 Şırnak

“Bugün benim doğum günüm!” diye bağırarak gözlerini araladı Aybala. Uyanır uyanmaz yüklenen enerjisiyle yine deli doluydu. Güneş henüz doğmamıştı. Sabahın erken vakitleri kalkar cin gibi ortalıkta dolaşırdı. Tek hamlede yataktan inmesinin ardından çıplak ayaklarıyla paldır küldür yatak odasına koştu. Kapı kulpuna parmak uçlarına yüklenerek uzandıktan sonra tutunmayı başardı ve var gücüyle indirdi.

Sesli bir gürültüyle açılan kapının ardından annesini görmesiyle birlikte koşa koşa bacaklarına sarıldı. Sabah namazını kılmakta olan annesi rükuya eğildiğinde, Aybala annesinin sarıldığı bacaklarından ayrılıp önüne geçti. Annesinin üzerinde namaz kılmakta olduğu seccadesine kendini attı ve kollarını iki yana açarak sırtüstü yattı. Annesi ne yapacağını bilemedi.

Kızının üzerine secde yapacak değildi. Bir süre boyunca kıyamda öylece bekledi. Fakat kızı inatla kalkmıyordu. Bir süre sonra kızının uyuyakaldığını fark etti. Kaldırsa namazı bozulacak, kaldırmasa da kızını uyanana kadar beklemek zorunda kalacaktı. Güneşin doğmasına az kalmıştı. Odaya sızan aydınlık vaktin geçmekte olduğunu bildiriyordu.

Akkız Hanım çaresizce kızının kalkmasını beklerken, Aybala uyku sersemliğiyle yerde yuvarlanmaya başladı. Seccadenin üzerinden çekilmesiyle birlikte Akkız Hanım secdeye indi ve uzun bir sürenin ardından namazını tamamladı. Duasını etmeden evvel soğuk zeminde yatan haylaz kızını kucağına aldı ve yatağının üzerine yavaşça bıraktı. Kızı üşümesin diye üzerine battaniyesinden örtmeyi de unutmadı.

Tekrardan seccadesinin başına oturdu ve tesbihini çekmesinin ardından içtenlikle duasını etti. “Allah’ım kıldığım namaz hürmetine kızım Aybala için en hayırlısını nasip et Rabbim,” demeyi de eksik etmedi. Seccadesini katlayıp yatağın ayakucuna koydu ve kızının alnına bir öpücük kondurup mutfağa doğru ilerledi.

Tezgâhın üzerine serili olan el bezini sabunla yıkayıp ıslattıktan sonra mutfak masasının üzerini iyice sildi. Buzdolabının kapağını aralayıp çıkardığı kahvaltılıkları tek tek masaya dizdi. Tezgâhın altındaki dolabı açıp, içinden tavayı çıkardı ve üzerine azıcık yağ gezdirip ocağın altını yaktı. Kahvaltılıklarla birlikte buzdolabından çıkarmış olduğu iki yumurtayı bir kapta çırpıp üzerine hafif baharatlar serpiştirdi ve tavaya döktü. Çekmeceden çıkardığı tahta kaşıkla yumurta tamamen pişene kadar karıştırmaya başladı.

Tavadan çıkan kızgın yağın seslerini duyan Aybala’nın burnuna yumurtanın kokusu sindi. Yataktan indi ve sinsi sinsi mutfağa doğru ilerledi. Parmak uçlarına basarak mutfağa giriş yapan Aybala, annesinin bacağına hafifçe dokundu ve “BÖ” dedi sesli bir şekilde bağırarak. Elinde tavayı tutan Akkız Hanım’ın refleksle elinden düşürmesi ve yerlerin batması bir oldu. Aybala yine yapmıştı yapacağını.

“Aman be kızım!” diye yakındı Akkız Hanım. “Görmedin mi elimdeki tavayı?”

Tavayı yerden alıp tezgâha bırakırken yer bezine uzandı ve yerdeki yumurtaları tavanın içine toplamasının ardından yeri sildi. Bezi sabunla yıkayıp tekrardan sildi. Yumurtaları çöpe dökerken nimeti ziyan ettiğinden dolayı fısıltıyla söyleniyordu. Aybala kaşları çatık şekilde uzaktan annesini izlerken annesinin nasıl gönlünü alacağını düşündü ve aklına gelen bir fikirle koşarak annesinin bacaklarına sarıldı. “Anneciğim,” dedi tatlı sesiyle.

“Çekil başımdan Aybala,” dedi Akkız Hanım, tek eliyle Aybala’yı uzaklaştırarak. “Özür dilerim anneemm,” dedi Aybala, annesinin bacaklarına bir kez daha yapışırken. Akkız hanım göz ucuyla bacaklarına yapışmış kızına baktı. Aybala, bunu fırsat bilip annesinin elinden tuttu ve kendisine doğru çekti. Akkız Hanım kendisini yere çeken kızı için yere çömeldi. Aybala habersizce annesinin yanağına kokusunu içine çeke çeke kocaman bir öpücük bıraktı ve utançla geri çekilip gülerek odasına doğru çıplak ayaklarıyla koştu. “Aybala!” diye seslendi annesi arkasından, yüzünde bir gülümseme oluşurken. “Geliyorum bekle az sen.”

Hemen bir çırpıda 2 yumurta daha kırıp, hazır olunca tabaklara yerleştirdi ve buzdolabından domates, salatalık çıkarıp onları bir güzel yıkadıktan sonra doğradı ve tuzlayıp tabaklara dağıttı. Terliklerinin çıkardığı şap şap sesiyle kızının odasına doğru yol aldı ve kapısını hafifçe araladı. Aybala’yı yatağının en ucuna geçmiş ve bacaklarını kendisine çekip kollarıyla kilit altına almış, tıpkı bir topu anımsatan görüntüsüyle sessiz sakin yatarken gördü.

Yanına doğru ilerleyip yanağına küçük bir öpücük kondurdu Akkız Hanım. Uyuduğunu sandığı kızı bir anda kahkahalarla gülmeye başladı. Akkız Hanım şaşkınlıkla kaşlarını çatarken sorgular bakışlarla kahkahalarla gülen kızına baktı. “Anne,” dedi Aybala nefes nefese. “Nasıl da kandırdım seni ama.” Daha sesli güldü. “Bak beni öpmek için taa odama kadar geldin.” Haylaz sırıtışıyla annesine baktı.

Akkız Hanım bir kez daha kızını öptü. “Sen iste yeter annem,” dedi. “Hep öperim ben seni.” Son kez daha yanağına öpücük kondurup geri çekildi. “Ama şimdi sırası değil,” dedi. “Hemen yemeğini yiyip okula gitmelisin. Geç kalacaksın.”

Aybala yüzünü buruşturdu. Yanaklarını kocaman şişirip ofladı. “Gitmiyicem,” dedi omuzlarını silkerken. Akkız Hanım Aybala’nın kolundan tuttu. “Aybala hadi yorma beni kızım,” dedi. Aybala kolunu annesinin elinden kurtarıp yine aynı ifadesiyle somurtmaya devam etti. “Gitmiyicem!” diye bağırdı bu sefer.

Akkız Hanım böyle olmayacağını düşünüp mutfağa doğru ilerledi ve masadan bir tabak ve çatal alıp Aybala’nın yanına gitti. “Ben yedireceğim sana,” dedi. Aybala’yı koltuğa oturtup arkasına yasladı ve çatala aldığı yumurtayı Aybala’nın ağzına götürdü. Aybala ağzını açmadı. Başını iki yana sallayıp kararında durdu.

Akkız Hanım aklına gelen bir fikirle duraksadı. “Bak şöyle yapalım,” dedi. “Eğer sen yemeğini hemen bitirirsen 23 Nisan gösterisi için sana çok az makyaj yapabilirim.” Aybala çatık kaşlarıyla annesine bakmayı sürdürdü. “Ben makyaj sevmem ki,” dedi. “Ne seversin anneciğim?” diye sordu Akkız Hanım sabır dolu bir nefes verirken. “Ben…” dedi Aybala ama devamını getiremedi. “Ben…” diye tekrarladı. “Ben tüpek severim anne,” dedi hevesle. Parlayan gözleriyle annesine baktı.

Akkız Hanım şaşırmıştı. Böyle bir istek beklemiyordu. Çatal parmakları arasında asılı kaldı. Bir süre boyunca kızının bu sıra dışı isteğini sindiremedi. “Sen nereden biliyorsun tüfeği?” diye sordu 6 yaşındaki kızına. “Geçen hafta babam eve tüpekle geldiğinde ona sormuştum. Düşmanlarımızı öldürmek için kullanıldığını söyledi. Benim de okulda çok sinir olduğum bir çocuk var. Bugünkü gösteride hoca dediği için o borazan sesli devle dans etmek zorundayım. Eğer onu öldürürsem onunla dans etmek zorunda kalmam.”

Akkız Hanım kınayarak tek eliyle ağzını kapattı. Boşta kalan eliyle, işaret parmağını cık cıklayarak bana doğru salladı. “Çok ayıp Aybala,” dedi. “Yakıştı mı hiç ağzına? Borazan sesli dev de ne öyle?” Aybala kendi kendine kıkırdadı. “Öyle ama anne,” dedi. “Sesi çok kalın ve upuzuuuun, kocaman boyu var. Kabak ağacı gibii,” dedi. Akkız Hanım kaşlarını çattı. “Kabak ağacı mı?” dedi. Sesli bir şekilde güldü. “Kavak ağacı olmasın o?”

“Ebet,” dedi Aybala. “Kavak ağacı.” Aybala sıkıntılı bir nefes verdi. “Acıktım anne,” dedi. “Karnım kazındı.” Akkız Hanım kendini tutamayarak kahkaha attı. “Karnım kazındı değil o kızım,” dedi. “Midem kazındı olacak doğrusu.”

“Aynı şey anneee,” dedi Aybala yine huysuzlanarak. Akkız Hanım gözlerini devirdi ve Aybala’ya çatalla yumurtayı yedirmeye başladı. Arada da doğradığı salatalıklardan Aybala’ya yedirirken Aybala, çatalı tutup kendinden uzaklaştırdı. “Anne sapakalık verdikten sonra hemen yumurta verme. Çiğneyemiyorum.”

“Sapakalık ne kızım?” diye sordu Akkız Hanım kıkırdayarak. “Sapakalık işte anne,” dedi Aybala kaşlarını çatarak annesine bakarken. “Salatalık değil miydi sanki?” Annesi Aybala’ya bakarak tek gözünü kırptı. Aybala ise hiç o taraftan olmamıştı. “Hayır,” dedi. “Sapakalık o.”

“Peki anneciğim,” dedi Akkız Hanım zorlamadan. Bir yandan da son lokmayı kızının ağzına sıkıştırmıştı. Aybala ağzındakileri yavaş yavaş sindirdikten sonra annesinden su istedi. Akkız Hanım ayağa kalktı ve mutfağa doğru ilerleyip tabağı musluğun içine bıraktıktan sonra çekmeceden çıkardığı bardağa sürahiden su doldurdu. Kızının yanına dönüp bardağı ona uzattı. Aybala suyu tek yudumda içtikten sonra koluyla ağzını sildi.

“Aybala!” dedi Akkız Hanım kızarak. “Ben sana dememiş miydim ağzını koluna silme diye. Koş şimdi üzerini değiştir, doğru okula!” Aybala oflaya oflaya koltuktan kalktı ve kısa boyuyla annesinin karşısına dikildi. “Gitmiyicem!” diye cırladı. “Gideceksin!” dedi annesi karşılık olarak. “Bugün benim doğum günüm. Ben ne istersem o olacak!” Aybala net ve kararlı sesiyle kollarını göğsünde bağladı.

“Hayır cadı, öyle bir şey olmayacak.” Annesi de sözünün arkasında durdu. “Ben cadı değilimm!” dedi bu sefer Aybala. Kaşlarını iyice çatmış, küçücük boyuyla annesine dikleniyordu. “Cadısın,” dedi Akkız Hanım. “Değilim, değilim, değilim!” diye mızmızlandı Aybala. Akkız Hanım kızının bu inatçı haline karşılık ona doğru eğildi tişörtünün eteklerinden tutup yukarı doğru çekti.

Aybala annesinin işini zorlaştırırken tişörtü çıkarmamakta kararlıydı. Ama tişörtün yakaları saç diplerini sıkınca canı yandı ve mecburiyetle üzerindeki tişörtü sıyırıp attı. Annesi bu sefer Aybala’nın eşofmanına yapışınca Aybala bu sefer eşofmanını yukarı doğru çekti. “Hayır,” dedi. “Bunu indiremezsin.”

Akkız Hanım’ın tepesinin tası atmıştı. Bir anlık öfkeyle kızına olabildiğince sesiyle bağırdı. “Aybala çıldırtma beni!” dedi. Sabrı taşmıştı. Aybala annesinin bu sesli bağırışına karşılık ağlamak yerine öfkeyle dişlerinin arasından soludu. Tükürürcesine hırsla soluyordu. Aybala’nın o an gözü dönmüştü. Sinirden annesine söylememesi gereken bir şeyi ağzından kaçırdı. “Sen…” dedi nefes nefese. Dolu gözlerle ona baktı. “Sen benim düşmanımsın!” dedi annesine.

Akkız Hanım duraksadı. Aybala’nın cümlesini düşündü. Normalde olsa aldırış etmezdi ama aklına az önceki diyalogları geldi.

“Bak şöyle yapalım, eğer sen yemeğini hemen bitirirsen 23 Nisan gösterisi için sana çok az makyaj yapabilirim.”

“Ben makyaj sevmem ki”

“Ne seversin anneciğim?”

“Ben tüfek istiyorum anne.”

“Sen nereden biliyorsun tüfeği?”

“Geçen hafta babam eve tüfekle geldiğinde ona sormuştum. Düşmanlarımızı öldürmek için kullanıldığını söyledi. Benim de okulda çok sinir olduğum bir çocuk var. Bugünkü gösteride hoca dediği için o borazan sesli devle dans etmek zorundayım. Eğer onu öldürürsem onunla dans etmek zorunda kalmam.”

Akkız Hanım kaşlarını çatarak başını kaldırdı ve kızına baktı. Açık kahve kocaman gözlerine… “Ne diyorsun kızım sen?” diye sordu şaşkınlıkla. “Tüpeğim olursa,” dedi Aybala ama devamını getirmekte güçlük çekti. İçinde büyütmekte olduğu gereksiz hırsı, gittikçe yükselmekte olan alevlerini harladı. “İlk seni öldüreceğim,” dedi. Ama demesiyle elleriyle ağzını kapatıp pişman oldu. Dolu gözlerinden bir bir damlalar süzülmeye başladı.

Sinirine hakim olmayı bilmiyordu. Kendini kontrol edemiyordu. Sinirlendiğinde ağzından çıkanı kulağı duymuyordu. Gözleri dönüyordu. Ve en kötüsü de karşısındaki her kim olursa olsun, onu kırıp kırmamayı önemsemeden, onun kalbini yoka sayarak acımasızca ağzına ne gelirse söylüyordu.

Akkız Hanım kızının bu huyunu biliyordu. Sinirlerine hakim olamadığını ve küçücük öfkesiyle bile karşısındaki kişiyi yerle buluşturacağını, eğer gücü yetmiyorsa laflarıyla yerin dibine sokacağını adı gibi biliyordu. Bizzat kendisi şahitlik etmişti. Fakat böylesini ilk defa duyuyordu. Bunu beklemiyordu ve açıkçası kırılmıştı. Kızı her ne kadar küçük olursa olsun, kalbinde kocaman bir yara oluşturmuştu. İsteğinin dışında söylediğini biliyordu, kızının şuan ne kadar pişman olduğunu biliyordu ama söz ağızdan bir kere çıkmıştı. Her kafasında yankılandığında o yara bir kez daha kanayacaktı.

Akkız Hanım Aybala’nın eşofmanını bırakıp ayağa kalktı ve ağır adımlarla odadan çıktı. Aybala annesinin çıkmasıyla birlikte hüngür hüngür ağlamaya başladı. İçinden kendisine beddualar ediyor, ölmek için Allah’a yalvarıyordu. Annesinin kalbini kırmıştı ve kalıcı bir yara izi bırakmıştı. Bu saatten sonra ne kadar özür dilese nafileydi. Canından çok sevdiği annesinin kalbini kendi elleriyle kanatmıştı.

Koşa koşa lavaboya gitti. Kapıyı kapatıp musluğu sonuna kadar açtı. Annesinin duymasını istemiyordu. Başını elleri arasına alıp haykıra haykıra ağlamaya başladı. Yaslandığı kapıya kafasını vuruyor, kendinden hıncını çıkarıyordu. Bir süre sonra kapının ardındaki kişi tarafından kapının kulpu aşağı indirildi. “Aybala,” diye seslendi annesi. “Gelme,” dedi Aybala kapıya daha sert yaslanırken.

Annesi daha da ittirdi. “Çıkar mısın kapının önünden kızım?” diye üsteledi. Aybala bir çırpıda ayağa kalkıp musluğu kapattı. Elleriyle yüzünü silip burnunu çekti. Akkız Hanım karşısında kıpkırmızı gözlerle kendisine pişman bir ifadeyle bakan kızına döndü. Kızını bu halde görmek canını yakmıştı.

Aybala, annesinin bir şey demesini dahi beklemeden kolunun altından sıyrıldı ve lavabodan koşa koşa çıktı. Odasına geçip kapısını hızla çarptı. Dolabından gösteri elbisesini çıkardı. Üzerindeki pijamaları aceleyle üzerinden çıkardı ve yatağının üzerine fırlattı. Elbisesini kafasından geçirip zorda olsa giymeyi başardı. Yandan fermuarını da çekti ve boy aynasının karşısına dikildi.

Kırmızı, diz üstü elbisesinin içinde oldukça zarif ve güzel görünüyordu. Ayna karşısında bir tur kendi etrafında döndü. Çorap sepetine uzanıp diz üstü uzun beyaz çoraplarını giydi. Kapıyı açıp mahcup adımlarla annesinin yanına ilerledi. Akkız Hanım onu görür görmez tebessüm etti. Aybala ellerini önünde birbirine kenetleyip mahcup biri ifadeyle mırıldandı. “Saçlarımı örer misin anne?” diye sordu.

Akkız Hanım başını salladı. “Tabii ki.” Ayağa kalkıp odasından tarağını aldı ve kızının yanına döndü. Koltuğa oturup Aybala’yı ayak uçlarına oturttu. Teker teker nazikçe taradı kızının ince telli saçlarını. Uzun bir süre yavaş yavaş taramaya devam etti. Daha sonra saçlarını ortadan ikiye ayırdı. Tek tek ikisini de özenle ördü.

Aybala annesinin örme işi bittikten sonra ayağa kalktı. Tam karşısında dikildi. Akkız Hanım içtenlikle gülümseyerek “çok güzel olmuşsun,” dedi. Aybala annesinin bu tepkisine içten içe sevinirken dışarıdan tebessüm ederek yansıttı. “Hadi çıkalım anne,” dedi annesine. Akkız Hanım çoktan üzerini giymiş, makyajını yapmış, kızının hazır olmasını bekliyordu.

Aybala koşa koşa kapıya gitti ve ayakkabılıktan bir çift beyaz ayakkabı çıkardı. Çekçekten yardım almadan tek hamlede ayaklarına geçirdi ayakkabılarını. Merdivenlerden aşağı paldır küldür koşarken ayakkabılarını giymekte olan annesine seslendi. “Çabuk ol anne!”

İkisi birden apartmandan çıkıp arabaya atladılar. Akkız Hanım arabayı çalıştırdı ve okulun yolunu tuttular.

***

“Operasyon yolunda gidiyor mu?”

“Evet, her şey yolunda. Bugün buradan tek bir canlı çıkmayacak, gözünüz arkada kalmasın.”

“Tamamdır.”

***

Akkız Hanım, geniş salondaki koltuklardan birine yerleşmiş, sahneye çıkacak olan kızını bekliyordu. Allah nasip ederse eve sağ salim dönerlerse kızına çok sevineceği bir doğum günü partisi düzenleyeceklerdi. Askerde olan babası bu günlüğüne izin alacak ve kızını görmeye gelecekti.

Uzun bir sürenin ardından Akkız Hanım’ın göz temasına ilk Aybala girdi. Ardından el ele tutuştuğu, Aybala’ya kıyasla uzun ve daha büyük bir çocuk. Salonun en ucuna doğru ilerlerlerken arkalarından diğer eşleşmiş çiftler geliyordu. Üst sınıflarla yapılan bir etkinlik olduğu belliydi. Eşleştiği kişiler yaşıt gibi durmuyorlardı.

Herkes sahnede kendi yerini alınca salonda hafiften bir müzik çalmaya başladı. Çiftler karşı karşıya pozisyonda durdular. İlk erkek elini, karşısındaki kızın beline yerleştirdi. Ardından kız da elini çocuğun omuzlarına yerleştirdi. Müziğin ritmine uyarak ahenkle dans etmeye başladılar. Öyle güzel bir uyumla dans ediyorlardı ki, ortaya çıkan manzara görülmeye değer kılıyordu.

Tam o sırada bir ses duyuldu. Silah sesi. Şiddetle salonda yankılandı. Herkes çığlık çığlığa oldukları yerde eğilip başlarını koruma altına aldılar. Oysa ki Akkız Hanım’ın ilk hamlesi aralardan adeta bir füze gibi sıyrılıp kızına ulaşmaya çalışmak oldu. “Aybala!” diye bağırdı var gücüyle. Sahnedeki küçük çocuklar korkudan sahnenin her bir yanına dağılmışlardı. Akkız Hanım’ın bu hareketini gören diğer velilerin de içine büyük bir korku düştü.

Hepsinin tek derdi çocuklarıydı ama yerlerinden kıpırdamaya cesaretleri yoktu. Sadece oldukları yerden çocuklarına “yerinde kal,” diye seslenmekle yetiniyorlardı. Kolladıkları ilk fırsatta harekete geçeceklerdi. Fakat Akkız Hanım bekleyemezdi. Hiçbir zaman düşmana vakit tanıyamazdı. Kızını bir an önce bulup kendi kolları arasına almazsa içi rahat etmezdi.

Gür bir ses salonun her bir yanında yankılandı. “Herkes yerinde kalsın!” Çocuklarına ulaşmaya çalışan veliler oldukları yerde kaldılar. Fakat bu da Akkız Hanım’a yeterli değildi. Ölecekse vicdanı rahat ölecekti. En azından kızını bulmaya çalıştığı yolda ölecekti. Kızı uğruna canından olması onun için pek de önemli değildi. Tek isteği kızının bu yerden bir an önce sağlığı yerinde çıkış yapmasıydı.

Aybala sahnenin en köşesinde, perdenin arkasında, eşleştiği çocukla beraberdi. Silah sesinin duyulmasıyla birlikte eşleştiği çocuk, Aybala’yı bileğinden kavradığı gibi perdenin arkasına çekmişti. Aybala’nın bedeni tir tir titriyordu ve hala olayın ciddiyetini ve neler olduğunu sindiremiyordu. Sonra annesinin sesini duydu. Kendisine geldi ve gözleri büyüdü. Perdenin arkasından çıkıp annesinin yanına gitmek için hamle yaptığında eşleştiği o çocuk bir kez daha Aybala’yı bileğinden yakaladı.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu fısıltıyla. “Sana ne,” dedi Aybala, göz ucuyla yüzünü buruşturarak ona baktı. “Hiçbir yere gidemezsin.” Çocuğun Aybala’nın bileğindeki parmakları sıklaştı. “Niyeymiş o? Kendi işine baksana.” Aybala kaşlarını çatarak bileğini kurtarmaya çalıştı. Çocuk daha da sıktı. “Çok tehlikeli,” dedi ama Aybala kafasına koyduğu şeyi gerçekleştirmekte inattı. “Annem sesleniyor,” diye mırıldandı. “Onun yanına gitmeliyim.”

Çocuğun parmaklarından bileğini kurtardı ve perdenin arkasından çıktı. Çıkmasıyla birlikte annesi göz temasına girdi. Annesine doğru koşmak için hamle yaptığında bir el daha ateş edildi. Çocuk, o anki refleksle Aybala’yı yakasından yakalayıp kendine çekti. “Kafan mı kırık kızım?” dedi öfkeyle. “Ölmek mi istiyorsun?” Aybala, karşısındaki çocuğun bu ani öfkesine afalladı. “Ama annem…” diyebildi. “Annenin tek derdi iyi olman. Ve az önce yaptığın hareketle hem kendi canından olacak hem de annenin daha çok üzülmesine sebep olacaktın aptal cüce.”

“Sensin cüce, hamam böceği!” Çocuk alayla güldü. “Ben hamam böceği değilim. Benim adım Kaan, memnun oldum.” Elini Aybala’ya doğru uzattı. “Aybala,” dedi ve ekledi. “Bende memnun oldum.”

“Ne garip ismin varmış.” diye mırıldandı Kaan kendi kendine. “Sensin garip,” diye karşılık verdi Aybala tiksinir bakışlar atarak.

Tam o sırada Akkız Hanım’ın sesi bir kez daha duyuldu. “Aybala, kızım!” Ardından bir el daha ateş edildi. “Sessiz olun!” dedi aynı gür ses. Akkız Hanım yine dinlemedi. “Aybala!” diye tekrardan bağırdı. Ve bir ateş daha… Salonun içinde acı içinde bir çığlık yankılandı. Aybala sesi duymasıyla tanımıştı. Bu annesinin sesiydi ve acı içinde haykırıyordu. “Aybala!” diyordu son kez. Ardından sonsuzluğa uzanan bir sessizlik. Aybala annesinin acı sesini başta anlayamasa da kötü bir şeyler olduğunu sezip karşılık verdi.

“Anne!” diye bağırdı olabildiğince gücüyle. Fakat Kaan Aybala’nın ilk hecesinde tek elini dudakları üzerine kapatmıştı. Aybala’nın sözü yarıda kaldı.

Beklenmedik bir anda koltuklarda sahneyi izlemekte olan velilerin hepsi tek tek vurulmaya başladı. Her bir can birbirinin ardı kesilmez şekilde cansız bedene dönüşerek devriliyordu. Salonun içinde duyulan tek ses tüfekten çıkan mermilerin sahibini bulması sonucu çıkan acı haykırışlardı.

Akkız Hanım’dan ses çıkmıyordu. Son çığlığının ardından kızına hiç seslenmemişti. Aybala yaşananları sorguluyor ve annesinin sesini duymayı umuyordu. Dayanamayıp Kaan’a döndü ve merakla sordu. “Kaan,” dedi. “Annem niye bana hiç seslenmiyor?” Kaan yere oturmuş, duygusuz bakışlarla Aybala’ya baktı. Sadece tek bir cümle kurdu. “Sessiz ol.” Aybala sustu.

Tüfekten çıkan her bir mermi gür sesiyle salonda yankılanmaya devam ediyordu. Velilerin çoğu katledilmişti. Sahnedeki çocukların hıçkırıklarla ağlamaları varlığını koruyor ve kendileriyle birlikte arkadaşlarının da korkmasına sebep oluyordu. Bir süre sonra salondaki sesler sustu. Ne bir çocuk ağlama sesi ne de bir velinin çocuğu kurtarmak için feryatları duyuldu. Salon sessizliğe büründü.

Görünüşe bakılırsa salonda canlı kalmayı başarabilen tek kişilerdi.

“İş tamam.” diye bir ses duyuldu.

“Herkesi hallettiniz mi?”

“Evet, hallettik.”

“Tamamdır, şimdi okulu bombalayın ve işinizi sağlama alın.”

Kaan son cümleyi duyar duymaz kendisiyle birlikte yere oturmuş çaresizce annesinden ses bekleyen Aybala’nın kolundan tuttu ve ayağa kaldırdı. Aybala sorgular bakışlarla Kaan’a bakarken tam soru soracaktı ki, Kaan işaret parmağını dudaklarının üzerine bastırıp susmasını emretti. Aybala uslu uslu başını salladı.

Kaan, Aybala’yı kendisiyle birlikte sürükleyerek sahneden indirdi. Aybala, Kaan’ı takip ederken bir yandan da etrafta gözleriyle annesini arıyordu. Salondan çıkmalarına yardımcı olan merdivenlerden koşa koşa çıkarken Aybala’nın gözüne yerde kanlar içinde yatan bir kadın kesişti. Kaan’ın elini aniden bırakıp koltukların arasında ilerledi ve yerdeki cansız bedene baktı. Bu annesiydi. Tertemiz kıyafetleri kana bulanmış, tam göğsünün üzerinde, kocaman bir yara barındırıyordu. O yaradan kanlar fışkırıyor, kıyafeti her geçen zamanda daha da kana bulanıyordu.

Aybala annesinin başucuna çömeldi ve eğilip alnına küçük bir öpücük bıraktı. Gözlerinden bir bir damlalar akarken üzüntüsünü saklamaya çalıştı ve masum bir tavırla annesini kolundan dürttü. “Anne,” diye fısıldadı annesinin kulağına. “Uyan hadi anne, buradan çıkmamız lazım.” Kaan’a döndü. Kaan’ın çaresiz bakışları bir Aybala’da bir de annesi Akkız Hanım’da gelip gidiyordu. Destek vermek istercesine elini Aybala’nın omzuna koydu. “Hadi buradan çıkalım,” dedi buruk bir tebessümle.

Aybala annesinin elini bırakmak istemiyordu. Başını itiraz edercesine iki yana salladı. “Acele etmemiz lazım,” diye üsteledi Kaan. “Eğer bir an önce çıkmazsak bizde onlar gibi öleceğiz.” Aybala, Kaan’ın sözlerine kulak verdi. Mahcup ve üzgün bir ifadeyle annesine baktı. Yüzünün her bir zerresine. “Anne,” dedi masum bir sesle. “Eğer bir gün tüpeğim olursa,” zorla yutkundu. Tutmakta zorluk çektiği gözyaşları artık çıkmak istiyordu. “İlk seni koruyacağım.” diye tamamladı cümlesini. Minik parmakları annesinin boynuna gitti. Kolyesini nazikçe çıkarıp avcunun içinde sıkıca tuttu.

Kolyeyi cebine attı ve ayağa kalkıp ağır adımlarla Kaan’ın yanına gittiğinde daha fazla dayanamayıp gözyaşlarının, göz pınarlarından bir bir çıkmasına izin verdi. Kaan, Aybala’yı kendisine çekip bir süre göğsünde ağlamasına izin verdi. Aybala başını Kaan’ın göğsüne gömmüş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kaan’ın bakışları etrafta gezinirken teröristleri görmesiyle duraksadı. Onları görmeleri imkansızdı. Bu yüzden olabildiğince sessiz bir şekilde Aybala’ya bir öneride bulundu. “Buradan bir an önce çıkarsak istediğin kadar göğsümde ağlamana izin vereceğim cüce,” dedi dehaca bir fikir sunarak.

Aybala sadece başını sallamakla yetindi. Kaan, Aybala’nın kolundan tutmasıyla birlikte yere çömelip onu da kendisiyle birlikte sürüklemeye başladı. Salondan çıkış yaptıklarında elektriklerin kesildiğini ve her yerin kapkaranlık olduğunu gördüler. Okullarını düşmandan daha iyi biliyorlardı. Sırtlarını duvara yaslayarak sessiz adımlarla ilerlemeye başladılar. Acil çıkış merdivenine vardıklarında koşarak merdivenleri çıktılar ve merdivenin sonunda bir düzenek olduğunu gördüler.

Bu bir bombaydı ve süreliydi. Kaan, Aybala’yı bırakmadan eğildi ve kalan süreye baktı. Son 42 saniye kalmıştı. Kaan bombanın üzerinde yazan sayıyı görmesiyle merdivenlerden var gücüyle çıkıp, çıkış kapısına vardı. Daha fazla vakit kaybetmeden Aybala’yı da peşinde sürükleyerek okuldan çıkış yaptı. Okuldan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştı.

Bomba yakınlarında patlarsa büyük hasarlar alabilirlerdi. Aybala’nın yorgun düştüğünü fark edip tek hamlede onu bacaklarından yakaladı ve kucağına aldı. Olabildiğince hızlı hareket ediyor, koşuşu adeta bir çitayı andırıyordu. O derece seri ve büyük adımlarla koşuyordu.

Sonra bir ses duyuldu. Oldukça şiddetli ve kulak zarlarını patlatacak düzeyde bir sesti. Sesin şiddetiyle birlikte Aybala, irkilerek sıçramasının ardından yere düştü. Kaan o an ki refleksle Aybala başını vurmasın diye elini başının altına koydu. Aybala minnettar bakışlarla Kaan’a bakarken Kaan gözlerini sıkı sıkı kapatmış Aybala’nın etrafına kollarını sararak onu korumaya çalışıyordu.

Bir süre öylece beklediler. Sessizliği Aybala böldü. “Kaan,” diye mırıldandı masum sesiyle. “Bitti mi?”

“Bitti Aybala,” diye yanıtladı onu Kaan. Aybala’nın etrafına sardığı kollarını tereddütle kendine çekti. “Hemen buradan çıkmalıyız.” Ayağa kalkıp Aybala’ya doğru elini uzattı. Aybala kendine uzatılan elden yardım alarak ayağa kalktı. Kaan sıkı sıkı Aybala’nın elini tuttu ve olabildiğince hızla koşmaya başladı.

Uzun bir sürenin ardından okulun avlusundan çıkmayı sonunda başarmışlardı. Okullarına pek de uzakta bulunmayan bir marketin önüne gelmişlerdi. Aybala yorgunlukla yol kenarındaki kaldırıma oturdu. Elleriyle dizlerini ovalayarak soluk soluğa kalmış vaziyette derin nefesler verdi. Kaan da yanına oturdu ve birlikte yoldan geçen arabaları seyretmeye başladılar. İkisi de az önce yaşanan olayın ciddiyetinin farkında değildi.

“Ne yapacağız?” diye sordu Kaan, Aybala’ya dönerek. “Bilmiyorum,” dedi Aybala çaresizce başını sallayarak. “Sen orada anneni gördün mü Kaan?” Aybala’nın aniden ortaya attığı soru, konunun değişmesine sebep olmuştu. “Annem gelmedi.” Bakışlarını kaçırdı. Aybala daha da meraklandı. “Neden gelmedi ki?”

Kaan sustu. Bir süre öylece arabalara baktı. Aybala, Kaan’a daha da yaklaşıp yüzüne bakmak için eğildi. Kaan uzaklaştı. Aybala somurtarak bağırdı. “Niye benden uzaklaşıyorsun? Baksana bana!” Aybala iyice Kaan’a yaklaştı. Beklemediği bir anda Kaan başını çevirdiğinde yüzleri arasındaki mesafe bir karıştan bile azdı. Aybala rahatsız bir ifadeyle kafasını geri çekti. “Ne yapıyorsun?” diye bağırdı bu sefer.

“Baksana bana, dedin. Bende baktım,” dedi Kaan. “Sorumun cevabını alamadım,” diye üsteledi bu sefer Aybala. “Hangisi?”

“Annen neden 23 Nisan gösterisine gelmedi?”

Kaan sabır dolu bir nefes verdi. “Babamın dediğine göre,” diye mırıldandı. “Annem küçükken bizi bırakıp gitmiş.” Aybala şok olmuş bir ifadeyle minik ellerini dudaklarına götürdü. “Aa,” diye bir ses çıktı dudakları arasından. “Ben… bilmiyordum,” diyebildi. “Özür dilerim.”

“Sorun değil,” diyerek geçiştirdi Kaan. “Peki baban?” diye bir soru yöneltti bu sefer Aybala. “O askerde.” Aybala’nın aldığı cevapla gözleri büyüdü. “Benimde babam askerdee!” diye bağırdı sevinçle. “Ama bugün doğum günüm olduğu için gelecek.” Kaan burukça gülümsedi. “Doğum günün kutlu olsun.” dedi. “Senin adına üzüldüm.”

“Neden ki?”

“Doğum gününde kötü şeyler yaşadın.” Dile getirmek istememişti. Onu daha da üzme niyetinde değildi. Aybala sustu. Hiçbir cevap veremedi. Konuyu dağıtmak için aklına takılan ilk soruyu sordu. “Sana kim bakıyor o zaman?”

“Dadım bakıyor.”

“Dadı ne medek?”

Kaan kahkaha attı. “Ne medek mi?” Daha da sesli güldü. “Daha konuşmayı bilmiyor musun? Birinci sınıf mısın sen?” 32 diş sırıtarak ona bakmayı sürdürdü. Aybala üzerindeki bakışlardan rahatsız olup ters ters ona baktı. “Diyene bak,” diye homurdandı. “Benden sadece iki yaş büyüksün dev!”

“Sana fazla bile cüce.” Göz devirdi. “Ayrıca o ‘ne medek’ değil, ‘ne demek’ olacak ve dadı, bakıcı demek.” Aybala başını salladı. “Anladım,” diye mırıldandı. “Biz birbirimize böyle mi sesleneceğiz?” diye sordu Kaan. “Evet, başka ne olsun.”

“Bilmem,” dedi Kaan. “Daha farklı bir şey olsun. Boyumun uzunluğunu her gün yüzüme vurmanı istemiyorum.”

“Bende boyumun kısalığını yüzüme vurmanı istemiyorum!” diye atıldı Aybala. “Öylesin ama.” Aybala sertçe Kaan’ın sırtına indirdi. “Ben kısa değilim, sen çok uzunsun.”

Kaan bir kez daha göz devirdi. Aklına gelen sözle tekrardan Aybala’ya döndü. “Sen çok inatçısın,” dedi. “Keçi gibi.”

“Ben keçi değilim!” Aybala ellerini göğsünde bağladı. Çatık kaşlarla Kaan’ı izlemeye koyuldu. Zümrüt yeşili gözlere sahipti. Kaydırak gibi küçük bir burnu vardı. Dudakları inceydi ve gülünce adeta yok oluyorlardı. Dalgalı saçları kömür rengindeydi. Güneş ışığında parlıyorlardı. Yan profili büyüleyici bir güzelliğe sahipti.

Tam o sırada Aybala’nın sırtına biri dokundu. Aniden kafasını çevirip arkasına baktığında bir kadınla karşılaştı. “Siz burada ne yapıyorsunuz çocuklar?” diye sordu ikisine birden bakarken. Kaan’ın bakışları kadına kaymasıyla birlikte ifadesi değişti. Karşısındaki kadına şok içinde baktı. Bir anda ayağa kalkıp birkaç adım geriledi. Aybala, Kaan’ın bu hareketine anlam verememişti. “N’oluyor?”

Kaan bir an olsun bakışlarını kadından ayırmadı. Kadın ise duygusuz bir ifadeyle gözleri önünde şok geçiren çocuğa bakıyordu. İkisinin de ağzını bıçak açmıyor, ifadelerle konuşuyorlardı. Kaan’ın şaşkın bakışları yerini tiksinti dolu bakışlara bıraktı.

Son bir kez ortada kalmış Aybala’ya baktı ve arkasını dönüp koşa koşa oradan uzaklaştı. Aybala aniden ayaklandı. Avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. “Kaan!” diyordu. “Kaan nereye gidiyorsun?” Tam peşinden koşmak için hamle yapacakken arkasındaki kadın onu durdurdu. Aybala kolundan tutan sıkı parmaklara baktı. Daha sonra bakışları yukarı tırmandı ve kadının yüzünü buldu. “Bırak kolumu,” dedi. “Arkadaşımı bulmalıyım. O iyi değil.”

“Endişe etme,” diye mırıldandı kadın. “Arkadaşın seni elbet bulacak. Sadece zamana ihtiyacı var.” Aybala’ya bu sözler etki etmemişti. Başını iki yana salladı. “Özür dilerim ama gitmem lazım.” Kadın daha da sıkı tuttu. “Şimdi olmaz.” Aybala’nın tam karşısına geçip yüzüne doğru eğildi. “Arkadaşına zaman tanımalısın.”

“Ne kadar?”

“Belki bir yıl, belki de on… Ne kadar ihtiyacı varsa.” Gülümsedi. “Emin ol, hayat bir gün sizi karşılaştıracaktır.” Doğruldu ve kolunu Aybala’nın omzuna attı. “Hadi seni evime götüreyim. Üşüme dışarıda.”

Aybala çaresizce başını salladı. Tam o sırada ayağına bir şey temas etti. Aybala bakışlarını yere çevirdiğinde ayağının dibinde bir misketin yuvarlandığını gördü. Eğilip misketi eline aldı. Güneş ışığına doğru tutarak tek gözünü kıstı. İşaret ve baş parmağı arasında döndürdü. Gözüne kurumuş bir kan lekesi ilişti. Ellerinde tuttuğu küçük misket kanlıydı.

Başı ucunda Aybala’yı bekleyen kadın bir kez daha sırtından dürttü. Aybala çaresizce ayağa kalktı ve kadına eşlik etti. Kısa bir sürenin ardından eve vardıklarında çekingen adımlarla giriş yaptı. Adımları salona doğru yol alırken bakışları duvarlardaki tablolara takıldı. Küçük bir erkek çocuğu vardı.

Aybala, kadının izniyle koltuklardan birine oturdu. Tam o sırada içeriye biri girdi. Kendinden birkaç yaş büyük bir çocuktu. Kumral saçları vardı. O da tıpkı annesi gibi yeşil rengi gözlere sahipti. Bakışları ilk olarak Aybala’yı buldu. “Bu kim anne?” diye sordu annesine dönerek. Kadının verdiği cevap Aybala’yı şaşırtsa da susmakla yetindi. “Kardeşin.” Gülümseyerek ekledi. “Artık ailemizin yeni üyesi.”

Aybala bugün yeni bir aile kazanmıştı.

Aynı zamanda ailesini de kaybetmişti.

Bugün hem doğum günü, hem ailesi, hemde çocukluğu elinden alınmıştı. 23 Nisan’da, çocukların en mutlu olduğu günde, o felaketi yaşamıştı.

Loading...
0%