@ugurluay
|
35.BÖLÜM “Geceleri verin bana, bir de sustuklarımı. Yıldızların altında dile gelsin hislerim, Duyulmayan bilinmeyenlerim. Hüzne bulanan acı gerçeklerim. Bu gece dökülüp ortalığa bir bir saçılsın hazin sonlarım.” Ne hayalleri vardı Erdem’in sevdiğine dair, biz olmaya dair… Her şey nasıl da tuzla buz olmuştu bir anda! Nasıl da yerle bir etti biz olma ümidini gözünü bile kırpmadan? Oysaki her sabah gününü aydınlatan günaydını, gece karanlığına inat iyi gecelerinin tek sahibi olmasını diliyordu Yaren’in. Onu rüyalarında değil, gerçeğinde solumak istiyordu. Zaman, mekân sınırı olmadan benliğinde acıtırcasına varlığını hissetmek istiyordu. Ama şimdi kaderin onları getirdiği yer, çıkışı olmayan bir açmazdı. Nasıl da yere çakıldı o tozpembe bulutların üzerinden ihanet gerçeğiyle! Gece boyunca düşündü. Geçirdikleri her güzel anlarını, söylediği her sözünü, her hareketini, kelimesini… Cihan’ın evinde, onu o halde gördüğünde, içinde birikmiş tüm öfkesini ona kusmaktan geri duramamıştı. Oysa şimdi sakin kafayla düşündüğü zaman bu hikâyede eksik olan bir şeylerin olduğunu fark ediyordu. Ama ne olduğunu bilmiyordu. O sinirle ve kıskançlıkla fark edemediği şey neydi? Ruhu kafayı yeme halinin son evresinde kıvranırken, evinin kapısının yumruklanarak çalındığını duydu. Açmaya hiç niyetli değildi. Bu kafa ile kapısına gelen hiç kimseyi çekecek durumu yoktu. Erdem açmadıkça kapıdaki şiddet gösterisi artarken buna bir de bağırış çağırış eklendi. Kapıdaki sesin tanıdıklığı kaşlarını çatılmasına sebep olurken, sıktığı yumruklarıyla koşar adım kapıya yöneldi. O herif hangi hakla onun kapısına gelip böyle bir hiddetle dayanmaya cesaret ederdi? Kapıyı delirerek açtığında ilk gördüğü şey Cihan’ın kan çanağına dönmüş kırmızı gözleri, yüzündeki öfke ve acının en uç noktadan bile görülebilecek kadar belirgin görüntüsüydü. Böyle bir halde, burada ne işi vardı? “Canına mı susadın be adam, ne demeye kapıma dayanıyorsun? Sen hangi cesaretle benim karşıma çıkarsın?” Cihan onun sözlerine aldırış etmeden, gövdesini geriye doğru iterek teklifsiz daldı içeri. Onun bu hareketleri adamın öfkesini tırmandırırken, az sonra sıktığı o yumrukların adi bir pisliğin suratında patlayacağına garanti verebilirdi. “Konuşmamız lazım.” “Cihan defol git evimden, ben çıkarırsam gözlerini hastanede açarsın.” “Sen nasıl bir adamsın ki, sevdiğim dediğin, yüreğine yakıştırdığın kadının namusuna ihaneti mühürlersin?” “Cihan sabrımı zorlama, elimden bir kaza çıkmadan defol git buradan. Söyleyeceklerin hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Şansını daha fazla zorlama!” “Yaren’in ve benim hakkımdaki tüm gerçekleri öğrenmek istemiyorsun yani…” “Ne istiyorsun be adam, eceline mi susadın sen? Yoksa ağzından çıkanların başka bir açıklaması olamaz. Sizin ne olduğu belli olmayan ilişkinizin tek bir ayrıntısıyla bile ilgilenmiyorum.” Sırtını dönüp kapıya yöneldi. Onun çıkması için tam kapıya gidiyordu ki “O seni senden vazgeçecek kadar çok sevdi Erdem,” dedi. Ağzından dökülen kelimeler bir adım daha atmasını engelledi. Cümlesiyle Erdem’in dikkatini çekmeyi başaran Cihan’ın elini bir anda omzunda hissetti. O dokunuşta bir abinin kardeşini açıklama hissi olduğunu fark etti. Bir şeyler yanlıştı, tersti, eksikti ve Erdem şimdi gerçekten bunları öğrenmekten korkuyordu. Yanlış yaptığı, bilmediği bir şeylerin olduğunu, onun yüzüne baktığında gördüğü acı yüklü ifadesinden anlayabiliyordu. Allah kahretsin! Ben galiba her şeyi mahvettim. Yüzünde pişmanlığın bin bir tonu renk bulmuşken, Cihan “Otur Erdem anlatacaklarım seni olduğu kadar beni de yıpratacak. Olayların bu raddeye geleceğini bilsem inan ki bir dakika susmaz sana her şeyi en başından anlatırdım,” dedi. Salona geçip karşılıklı koltuklara oturduklarında, üzerindeki ağırlığın onu hayli zorlamaya başladığını hissetti. Anlat artık der gibi Cihan’ın sıkıntılı yüzüne baktığında, anlatacaklarının onun için de zor olduğunu anladı. Elleri ile yüzünü sıvazlayıp derin bir nefes çekti. “Nereden başlayacağım inan ki bilmiyorum. Önce Yaren’in hikâyesini dinlemek istersin sanıyorum. Yaren, kanatları kırık, yüreği yaralı, kimsesizim, öksüzüm benim… Yıllar önce üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gelmek için hayaller kurmuş. O kadar istemiş ki anne ve babası da bu hayalini yürekten desteklemişler. Onun hayaline ortak olmuşlar. Abisi Yağız Yaren’e o kadar düşkünmüş ki onun İstanbul yerine İzmir’de okuması için büyük mücadele vermiş. Ama babası Yaren’i desteklediği için tercihlerini hep İstanbul üzerine yapmış. Yaren istediği gibi İstanbul’u kazanmış. Abisi onun gitmesine gönlü razı gelmediğinden sebep kayıt için onunla gitmemiş. Yaren, annesi ve babası kayıt yaptırmak için yola çıkmışlar. Ve büyük, feci bir kaza geçirmişler. Yaren o kazada annesi ve babasını kaybederken kendisi çok ağır olmayan yaralarla kurtulmuş. Çok kötü zamanlar geçirmiş. Hâlâ geceleri rüyalarında o kazayı görür, sayıklar, bağırır, uyanır ve hıçkırıklarla ağlar. Abisinin dediği gibi hâlâ kendini suçlu hissediyor. Ne kadar toparlandım, iyiyim dese de Yaren bir o kadar kötüdür aslında. Kazanın ardından abisi Yaren’i suçlamış. İstanbul’da okumak istediği için tüm bunların başlarına geldiğini söylemiş. İstanbul’a gitmesine izin vermemiş, giderse eğer kendisini silmesini istemiş. Yaren, kanadı kırık öksüzüm, İstanbul’da okumak zorunda olduğunu ve babasının bunu isteyeceğini, onun mutlu olacağını abisine söylese de o bunu kabul etmemiş. Yaren de abisinin karşı çıkmasına rağmen İstanbul’a gelmiş. O günden sonra yıllardır görüşmemişler ta ki şu son zamana kadar…” “Ben bunları bilmiyordum.” “Bilmediğini biliyorum. Sabırsızsın Erdem, biraz sabredip onun güvenini kazanmış olsan zaten bunları zamanı geldiğinde sana anlatacaktı. Ama sen ona hiç fırsat tanımadın. Sen o kadar çok zorladın ki, seni sevdiğini kendisi bile anlayamadan onu sevgilin yaptın. Korktu. Sevdiklerinin bir bir elinden kayıp gitmesine, o yaralı yüreği o kadar şahit olmuştu ki, seni seviyorum demeye bile korktu. Seviyorum derse, bunu kabul ederse, seni de kaybedeceğinden korktu.” “Sen bu kadar şeyi nasıl biliyorsun? Ben anlamıyorum.” “Yaren bana hep daha fazlası derdi. Ben de ona Melek’im derdim. Biz aslında iki yaralı yürektik biliyor musun? Bu hikâyede tek yaralı Yaren değildi. Bizi birbirimize getiren kaderimizde… Benzer acıları yaşamıştık. Yıllar önce Yaren abisine inat üniversiteyi okumak için İstanbul’a gelmiş. O zamanlar en büyük destekçisi kendi memleketinden lise arkadaşı Yiğit’miş. Yaren Yiğit’i okul hayatında hep arkadaşı olarak görmüş. Anne ve babasının kaybı, abisinin sırt çevirmesi onu altüst etmiş. Tam bu sıralarda yanındaki tek kişi de Yiğit olmuş. Kolu kanadı kırık öksüzüm, onun yakınlığını düştüğü boşlukta bir sığınak, bir liman gibi görmüş. Çok geçmeden yakınlaşıp evlenme kararı almışlar. Yiğit, Yaren’in tüm hayatını ve yaşadığı acıları bilmesine rağmen bir darbe de o vurmuş kıza. Evlenme teklif ettikten kısa bir süre sonra sadece bir mektupla, yapamayacağını, evliliğe hazır olmadığını söyleyerek nişanlanma arifesinde, birinci sınıfın sonunda Yaren’i terk etmiş. Yaren o gece aşılmaz duvarlar örmüş kendine ve geçen gece gittiği barda almış soluğu… Ben Yaren’i o gece o barda ilk defa görmüştüm. Onun hali bana kardeşim Melek’i hatırlatmıştı.” “Melek?” “Melek, benim güzeller güzeli kız kardeşim, Yaren’in boşluğunu doldurduğu kız, tıpkı benim onun abisinin boşluğunu doldurduğum gibi… Ben ona hep Melek’im derdim bir o anlardı, bir o bilirdi sebebini… Beni şu dünyada bir tek Yaren durdurabilir. Onun tek bir sözü ile taş olur vücudum, yok olur tüm düşüncelerim, tükenir tüm isteklerim. Bir tek o mutlu olsun isterim. Buraya gelmemin tek sebebi Yaren’in mutlu olmak için tek şansının sen olduğunu bildiğim için. Melek benim toprağın altına kendi ellerimle koyduğum, toprağı üzerine attığım canım kardeşim. “Bu da ne demek oluyor? Ne mecburiyeti?” “Yaren gitti Erdem. Seni, beni, hayatını, hayallerini, her şeyi bıraktı ve bu şehri terk etti. Adım atmam dediği, annesinin babasının mezarına bile yıllardır gitmediği memleketine, senin yüzünden, abisinin teklifini kabul ederek gitti. Beni dinlemedi, biliyorum hayatını mahvedecek.” “Ne teklifi? Ne saçmalıyorsun sen?” “Yağız, Yaren’in abisi onu kendi istediği biri ile evlendirecek. Yaren bu teklifi kabul ederek ayak basmam dediği memleketine geri döndü.” “Ne diyorsun… Ne evlenmesi? Bu olamaz, ben buna asla müsaade etmem. Asla!” diye haykırırken pişmanlığı yüreğini kavurmaya başladı. Erdem ne yapmıştı böyle? Göz göre göre onları nasıl mahvetmişti? Kıskançlık bu kadar mı kör etti gözlerini, onu kaybedecek, hayallerinden vazgeçmesine, çekip gitmesine sebep olacak kadar… |
0% |