@ugurluay
|
36.BÖLÜM “Bakışlarında diyar diyar gezdiğin değil, Bir bakışında diyarına gittiğindir AŞK…” -Mevlana- Yaren, gözyaşları içinde İstanbul’dan İzmir’e doğru çıktığı yolda, telefonu bir türlü susmak bilmiyordu. Cihan sürekli arayarak onu kontrol ediyor, Derya bin bir sitemle onunla vedalaşmadan çekip gittiği için küskün ve bir o kadar tavırlı konuşuyordu. Bir de olmazsa olmazı abisi arayarak Ece’nin onu karşılayacağını söylemişti. Yağız’a gelişini mesajla bildirmişti, sesini duymaya tahammülü yoktu. Tabii o arama inceliği gösterip, onu yine rahatsız etmekten geri durmadı. Gerçi telefon görüşmeleri kızın suskunluğu, adamın “Seni Ece karşılayacak…” demesi ile son bulmuştu. Ece, abisinin belki de şu hayatta başına gelen en büyük şanstı. Yaren hâlâ o kadar güzel ve iyi niyetli birinin abisi gibi çekilmez bir adamda ne bulduğunu bilmiyordu. Dört yıl önce İzmir’den ayrılırken arkasından gözyaşı döken Ece, “Gitme Yaren!” diye hıçkırarak ağlayan, perişan halde olan tek insandı. Abisini ardında bıraktığında onu da geride bırakmıştı. O defalarca arasa da Yaren görüşmek istememiş, daha sonra da telefon numarasını değiştirmişti. Ama şimdi onu karşısında görecek olmak kızı iyiden iyiye geriyordu. Vefasızlığı Ece’yi karşısında gördüğünde, suratına acı bir tokat gibi inecekti. Oysa onun hiçbir suçu yoktu. Abisi onu cezalandırırken Yaren de fark etmeden Ece’den dostluğunu esirgeyerek cezalandırmıştı. Aslında şimdi ne kadar da büyük bir hata yaptığını anlıyordu. Yıllar geçmişti aradan acaba ona kırgın mıydı? Bilmiyordu ama suçu olmayan bir insana artık sırt çevirmeyeceğini ve af dileyeceği bir insan olduğunu çok iyi biliyordu. O da Ece’ydi. Değişmiş miydi acaba? Yine hâlâ cıvıl cıvıl neşe dolu, ele avuca sığmayan bir kadın mıydı? Onu düşünürken aslında onu ne kadar da çok özlediğini fark etti. Umarım bana kırgın ve kızgın değildir, diye geçirdi içinden. Otobüs yavaşça yolcu indirme peronuna yaklaştığında, kendini hiç tahmin etmediği kadar güçlü hissediyordu. Yavaşça otobüsten inerken başı dik, içinde dağları devirecek bir özgüven ile dolup taştı. Valizini alıp yavaşça ilerlerken memleketini ne kadar çok özlediğimi anladı. Kokusu, toprağı, havası her şeyi aynıydı. Bir tek o farklıydı. Artık o eski Yaren değildi. Korunmasız, aciz, kimsesiz hiç değildi. Gelirken boyun eğmeye kararlıyken şimdi içinde dik durma isteği ağır basıyordu. Galiba planlarını yeniden gözden geçirmeliydi. Yıllar sonra tamamen farklı bir Yaren olarak geriye dönmüşken, yenilmek babasının kızı Yaren’e göre değildi. Bunu belki de yaşamalıydı. Kader onu buraya savurduysa, bazı şeylerin zamanı gelmiş olmalıydı. Yaren düşünceler içinde dolanıp dururken isminin arkasından seslenilmesi ile bir anda hareketsiz kaldı. “Yaren…” Ah bu ses! Genç kız bu sesi o kadar iyi tanıyordu ki… Az önce kendinden sonuna kadar emin olan kız, ansızın çekip gitti ve yerine küçük, canı yanmış bir kız geldi. Omuzları çöktü. Gözlerini arsız yaşlar istila etti. Valizinin kulpunu bırakıp bedenini yavaşça arkasından ona seslenen kişiye doğru döndürdü. Gözlerini kırpıştırırken yanaklarından aşağıya süzülüp giden yaşların izin verdiği görüş alanıyla onu gördü. Ece’ydi karşısındaki… Yıllar önce abisi ile birlikte hiçbir suçu olmadığı halde ardında bıraktığı yengesi… Yaren, sessizce ona bakarken onun da dağılmış olan surat ifadesini gördü. Yaşlı gözleriyle küçük bir çocuk gibi boynunu büken Yaren, dudaklarını büzerek omzunu silkti. Ece, Yaren’in bu haline daha fazla dayanamayıp kollarını iki yanına açarak, “ Daha ne bekliyorsun deli kız, özlemedin mi yengeni?” dedi ya Yaren onun bu hareketine daha ne diyebilirdi! Ece’nin yüce gönlüne bir kez daha sığınmak arzusuyla kollarına atılmak için koştu ve tüm gücü ile boynuna sarıldı. Hıçkırarak ağlarken Ece’nin dilinden dökülen cümleler “Ah deli kız, ne çok özledim seni bir bilsen…” oldu. Böyleydi işte Ece, evlerinin neşesiydi. Kısa zamanda ailesinin içine girmiş, herkesin gönlünü iyi niyeti ile kazanmış bir insandı. Hiç sahip olamadığı ablası gibiydi. Ama işte kader öyle bir esti ki, onu bir yere alıp götürürken, sevdiklerini ardında bırakmasına sebep oldu. Şimdi yengesinin kolları arasında evinin kokusunu burnunda solurken, güvenli kollarda olduğunu onun göğsünde ağlarken hissediyordu. “Aaaa yeter ama, amma da sulu göz olmuşsun sen. Söylesene kuzum bir gramda mı büyümedin yahu?” derken sesini alaycı çıkarmaya zorluyordu. Onun ağlarken gülme çabaları sırasında saçma sapan espriler bulmaya çalışmalarını bile özlemişti. “Hadi ama evde seni dört gözle bekleyen biri var.” Yaren duyduğu bu sözlerle istemsizce kaşlarını çattı. Aklına ilk gelen kişi elbette abisiydi. Ondaki huzursuz değişimi fark eden Ece suratını ellerinin arasına alıp şefkatle gözlerine baktı. “Aklına ilk gelen ismi biliyorum ama üzülerek söylemeliyim ki tahmin ettiğin kişi değil. Seni bekleyen kişi üç yaşındaki oğlum Burak… Oğlum halasını fena halde merak ediyor. Artık resimlerin yetmiyordu. Dönüşün tam zamanında oldu,” dedi bir çırpıda. Nasıl yani Yaren hala mı olmuştu? Evde onu bekleyen küçük bir adam mı vardı şimdi? Hem onun resminin hâlâ onların evinde ne işi vardı? Kafası allak bullak olmuştu. Abisi onun resimlerini hâlâ evinde nasıl durduruyordu? Şaşkındı. Neler oluyordu bilmiyordu ama olanlara anlam veremiyordu. Yaren’in tuhaf bakışlarını hisseden Ece, onun daha fazla düşünmesine engel olmak için bu defa da kolundan tutup onu çıkışa doğru sürüklemeye başladı. Bir yandan kızı çekiştiriyor bir yandan da söylenmeye devam ediyordu. “Ah deli kız, korkma hemen, alt tarafı evde seni canından bezdirecek abinin küçük bir kopyası var. Sen daha burada bu haldeysen, kararını değiştirip geri dönmeden, bir an önce seni buradan çıkarmam lazım. Maazallah bir kez daha çekip gidersin artık dört sene mi, on sene sonra mı yüzünü görürüz Allah bilir!” …daha buna benzer bir sürü şey sıralıyordu. Yaren Ece hakkında unuttuğu bir şeyi yeni yeni hatırladı. Bu kız çok konuşuyordu arkadaş, karşısındakine düşünme fırsatı vermeden aralıksız, nefessiz konuşuyordu. Cümleleri o kadar hızlı sıralıyordu ki, bir cümlesine cevap vereyim derken alakasız başka bir konuya geçiyor ve Yaren önceki konuya vereceği cevabı unutuyordu. Tam diğerine odaklanıyordu, ağzını açıyordu ama birden nasıl olduğunu anlamadan konu değişiveriyordu. Bir an bu kızla altı yıldır birlikte olan abisine içten içe acıyası geldi. Ne acıması! Oh olsundu ona, onun hakkından da ancak Ece gibi bir kız gelirdi zaten. *** “Tamam, Cihan anladım. Saçma sapan davranmayacağım, her attığım adımda sana bilgi vereceğim, sen de bana onun yerini bildireceksin. Tamam Cihan, daha kaç defa anlatacaksın, her şeyi planladığımız gibi halledeceğim. Şimdi izin verirsen yola devam etmem lazım, sen böyle dakika başı beni arayıp nasihat ettikçe yola devam edemiyorum. Ben varınca ararım seni, söylediklerini sayende ezber ettim zaten… Mümkünse eğer ben seni arayana kadar bir daha beni arama…” dedi ve onun hoşnutsuz homurtularına aldırış etmeden telefonu sertçe kapattı. Erdem, Cihan ile konuşup tüm gerçekleri öğrendiği andan itibaren o koca şehir sanki üzerine yıkıldı. Pişmanlığının ağır yükü onu altında bıraktı. Ezildi, yok olmak istedi. O kadar kahroldu ki, Yaren’in artık İstanbul’da olmadığını bilmek adamı daha da mahvetti. Onun yüzündendi, onun yüzünden çekip gitmişti. Yaptıklarından, yapacaklarından dolayı kızı resmen buna mecbur bırakmıştı. Hayallerinden, biz olma ümidinden vazgeçmesine sebep olmuştu. Erdem, acıyı solurken pişmanlık ateşinde kavruluyordu. Omzuna dokunan, “Onu geri getir…” diyen kişi adamın en başından bu yana nefret ettiği ve düşman gördüğü Cihan’dı. Yaren’e şimdi hak veriyordu. Cihan gerçekten iyi bir adamdı. Sadece onun mutlu olmasını istediği için sevmediği kendisine bile yardım etmeyi göze alıyordu. “Nasıl?” dedi çaresizce… “Onu bir tek sen döndürebilirsin geriye, yüreğinde açtığı yaraları bir tek sen iyileştirebilirsin. O seni çok seviyor Erdem,” demişti. Cihan’ın gözlerinde gördüğü şeyin adı gerçeğin ta kendisiydi. Adamın sözleri bunu tasdik etmişti. Yaren Erdem’i seviyordu. Bu yüzden Erdem İstanbul’da daha fazla duramazdı ve bir an önce gitmeliydi. O saçma sapan bir şey yapmadan yetişmeli ve kıza bir an önce engel olmalıydı. Cihan ile kafa kafaya verip sağlam bir plan yaptılar. Ne pahasına olursa olsun onu geri getirmeye kararlıydı. Cihan artık ona ne kadar güveniyorsa, yola çıktığından bu yana en az yirmi kere arayıp sürekli uyarı dolu cümleler kurarak anlatıp duruyordu. Cihan bıkmadan aynı şeyleri söylüyor, Erdem tamam dedikçe dur sen anlamamışsındır tam olarak, deyip tekrar tekrar anlatıyordu. Onun yüzünden aracın gazına yüklenemiyordu. Daha ilk telefon görüşmesinde onu rahat bırakmayacağını anlayarak uçakla gitmediği için bin pişman oldu. Uçuşlarda yer bulamamıştı ve adamın bekleyecek bir saniye dahi lüksü yoktu. Ama Cihan resmen yolda ilerlemesini imkânsız kılıyordu. Onun numarasını İzmir’e kadar engellemeye karar verdi yoksa adamı sinirlendirmeye durmaksızın devam edecekti. Arabaya atlayıp radyoyu açtığında kulağına dolan müzik, gözlerinin hüzünle dolup taşmasına sebep oldu.
Mustafa Ceceli- İrem Derici*** Kıymetlim*** Seni benden alamazlar. Fırtına da kalamazlar. Canım canım canım gülüm. En kıymetlim.
Beni sensiz bulamazlar. Kuşlar bile uğramazlar. Canım canım canım gülüm. En Kıymetlim!
Akşamlar ve sabahlar benim için hep aynılar. Bakamam ki ne gerek var? Niye varki bu aynalar? Üstümdeki Hırkada bak. Hâlâ saçının teli var. Akıllanır sanma beni.
Başkasını sevmemek var. Ölüpte hiç görmemek var, Bağır çağır söylemek var. Kıymetlim bana geri dön. Hiç kimseyi sevmemek var, Ölüpte hiç görmemek var. Baştan sona söylemek var. Kıymetlim bana geri dön. Kıymetlim burada o yön…
Şarkı aşk kokuyordu, onları anlatıyordu. Kıymetlim bana geri dön, diyordu şarkıda… Ah be güzelim, ah be Yaren’im bana geri dönecek misin? Seni benden almaya kimsenin gücü yetmez ama ya sen affetmezsen, ben o zaman ne yaparım? Ben sensizliği öğrenmek, yokluğunun can yakan tadını almak istemiyorum. Yalnızlığıma sensizliği katık edip solumak kaldırabileceğim bir şey değil, ben o kadar güçlü değilim. Sensizliğin ortasında sessiz bir lisan öğrenmek istemiyorum. Gerçeğini yitirip hayalinin peşine düşmek istemiyorum. Yokluğunla sınanıp iki büklüm sevda yoksunluğu çekmek istemiyorum. Mahkûm etme beni sensizliğe, karanlığa, kimsesizliğe… Seni sürüklediğim bu çıkmazda bir ışık yak, bir umut dalı uzat bana… Gönlümün yangının tek sahibi beni cansız, yarsız, nefessiz bırakma, yalvarırım bırakma… Yalvarırım affet beni… Aklı darmaduman onun peşinden yollara düşmüşken, yüreğinden göğe dillenen tek dua onu affetmesi ve onlara, aşklarına ikinci bir şans vermesiydi. |
0% |