@ugurluay
|
39.BÖLÜM “Bana anlam katacak insanlar varken, Kaderime yük olan, yüreğimi üşütenlere ev sahipliği yapmış ömrüm.” Aynanın karşısına geçip kendine baktığında, gördüğü beden canlı bir cesetten farklı değildi. Abisiyle tartışmalarının ardından sabaha kadar gözyaşlarına engel olamamış ağlamıştı. Gözlerinin altındaki mor halkalar ve şişmiş gözleri, rengi çekilmiş gibi cansız yüzü onu fazlasıyla yorgun ve tükenmiş gösteriyordu. Sabah gözüne batan güneş ışığı onu rahatsız ederken, yanındaki küçük varlığın sıcacık şefkatini yüreğinde hissetti. Küçücük elleriyle yüzünü okşayan minik adam ona boncuk boncuk bakıyordu. Gözlerini yavaşça araladığında onu yanında görmeyi hiç beklemiyordu. Belki de onun masumluğu kötü geçen gecenin en büyük mükâfatıydı. Cefanın ardından gelen sefa gibiydi varlığı. Yüzünü küçük bir çocukmuşçasına okşayıp halasına bakan bu minik adam, yeğeni Burak’tı. Küçük adamı karşısında gördüğünde şaşkınlığını bir kenara bırakıp ona içtenlikle gülümsedi. “Günaydın…” dedi tebessüm ederek. “Günaydın haya, sen yeden ağyadın bakayım? Kötü biy yüya mı göydün yoksam?” Ah Yaren yerdi bu bitirimi, o nasıl bir soruydu öyle? Büyümüş de küçülmüş minik adam. “Evet tatlım, çok kötü bir rüya gördüm,” dedi yaşadıklarının sadece bir kâbus olmasını dileyerek. “Koykma, bak ben buydayım. Seni koyuyum,” dedi kollarını şişirerek. “Korkmuyorum bir tanem çünkü sen geldin. Senin yanında kimse bana zarar veremez, biliyorum,” dedi ve onu yanağından bastırarak öptü. Masum, yüce gönüllü minik adamı, keşke her şey kötü bir rüya olsaydı. O rüyada kıza zarar verenlere karşı mücadele edebilseydi. Ama ne yaşadığı kötü bir rüyaydı ne de karşısındaki kişi gerçek anlamda düşmanıydı. Özünden, canından, kanından olan bir adama ne kadar karşı durabilir ne derece mücadele edebilirdi ki? Ne olursa olsun sonuçta o Ece’nin kocası, Burak’ın babası, Yaren’in de öz be öz abisiydi. Yaren sabah kalktığında abisi çoktan evden çıkıp gitmişti. Fatma teyzenin hazırladığı o muhteşem kahvaltıya dokunamadı. Burak ve Ece’nin kızı neşelendirme çabaları ise hep kursaklarında yarım kalıyordu. Kendini ne kadar zorlasa da mutlu olmayı ve gerçek anlamda gülümsemeyi artık başaramıyordu. İçi soluk, umudu tükenik, kalbi karalar bağlıyken bu kadarı bile çoktu. Tebessüm etmek bile artık yüzünde emanet taşıdığı bir aksesuar gibi duruyordu. Neşe yüreğine konmayan yaramaz bir kuş gibiydi. Kendini yorgun, bitkin ve bir o kadar çaresiz hissediyordu. İçi boşaltılmış bir ruha sahipti. Çevresinde akıp giden hayatı seyirci koltuğuna yerleşerek izler bir hale gelmişti. Ne olmuştu? Dün geceden bu yana ne değişmişti ki abisini gördükten sonra? Belki de abisinin uzun zaman sonra aile olmalarına dair içindeki son ümit kırıntısını da, yüreğinden paramparça ederek almasıydı sebep. Dün gece bir kez daha anladı ki, Yaren onun hayatının içinde yok olup giden kocaman bir hiçti. Buraya geldiğinde yüreğinde oluşan dik durma isteği adeta toz bulutu halinde gökyüzüne ulaşarak oradan da yokluğa karışıp gitti. Susacak ve abisi ne isterse onu yapacaktı. Kim bilir belki o zaman onu biraz olsun sever, kardeşine eskisi gibi sevgiyle bakar ve kimsesizliğini, ailesizliğini ona unuttururdu. Korumak adına, kollamak adına çevresinde, yanında ya da yakınında dururdu. İsteği imkânsızlıklar paketi halinde hayallerinin içinde amansızca bıkmadan yerini alırken, Yaren aynanın karşısında akşamki hiç gitmek istemediği yemek için cenazesini süslüyordu. İçinde hıçkıra hıçkıra ağlayan küçük çocuğu görmezden gelirken, aynanın karşısında sert ve bir o kadar soğuk ona bakan suretini seyrediyordu. Kapının tıklatılması ile bir anda gerçek dünyaya ayak basan ruhu bedeninde yerini aldı. Kapıya dönerek “Gelebilirsiniz,” dedi. “Ooo bakıyorum da hazırlanmışsın,” diye içeriye giren Ece, tüm şirinliğini suratına takınmaya çalıştı. “Ya ne demezsin, bir süslendim bir püslendim ki sorma, abimin beni layık gördüğü adam için hem de…” dedi dalga geçercesine. “Yaren, güzelim neden böyle yapıyorsun? Bak belki de hiç tahmin ettiğin gibi olmaz. Belki de bu çok iyi bir kısmettir, hatta görünce sen de seversin belki, ne biliyorsun? Şimdiden önyargılı olma bence…” “Ya sayalım ki dünyanın en zengin, en yakışıklı adamı çıkacak karşıma, ya da en iyi eğitimli… Ne fark eder? Gönlü gönlüme değmemiş, beni kazanmakla uğraşmamış bir sığ… Görücü usulü evlenmeyi düşünmesi bile önyargılarımı doğrular nitelikte…” dedi sıkılgan bir ifadeyle. “Yok ya ben ne bileceğim ki? Yağız’ın anlamadığım tarzdan işleri işte bilmiyorum kimdir, nedir, necidir? Onda arkadaş çok…” dedi dudaklarını üzülerek buruştururken. “Hiç sormadın mı, sen meraklısındır aslında…” “Sordum da, sır vermedi. Bir süredir hep o adamla görüşüyordu zaten ama bana anlatmadı detaylarını. İnşallah yaşı senden çok büyük değildir Yaren,” dediğinde başından aşağı kaynar sular döküldü kızın. “Daha farklısı ne mümkün?” “Yaren yapma, Allah aşkına. Bir bak bakalım önce…” “Ece ben mi yapıyorum? Baksana adam benden köşe bucak kaçıyor, benim yüzümü görmeye tahammülü yok. Resmen adamı evinden yurdundan ettim. Ne diye bana geri dönmem için baskı yaptı anlamış değilim. Huzurunuzu kaçırdım. Üstelik bu evlilik işinde bir çıkarı olduğunu düşünüyorum artık. Yoksa neden ısrar etsin?” dedi üzülerek. “Yok ya, ne çıkarı olacak! Eve gelmeyişininse… Vardır elbet bir sebebi…” derken ağzının arasında bir şeyler geveledi ama Yaren’in bunun üzerine gidip sorgulayacak ne gücü ne de isteği vardı. Ece’nin daha fazla odada durmayacağını anladığında da Yaren umursamazca hazırlanmaya devam etti. Ece yanına iyice yaklaşıp, aynanın karşısında oturan kıza arkasından sarılıp yanağına minik bir buse kondurdu. “Her şey çok güzel olacak, bana inan. Hiçbir şey sebepsiz değildir bu hayatta…” dedi ve odadan çıktı. Onun bu sözleri kızın içine kor olup düştü, ruhunu yaktı kavurdu. Aynada yansıyan görüntüsüne baktı kederle. Umutsuz gözler ile kendini izlerken dilinden dökülen tek cümle, “Gerçekten her şey güzel olacak mı?” sorusu oldu. Kocaman bir hayaldi. Güzellik adına yazılan her şey Yaren’in kaderinden, hayatından tek kalemde silinip atılmıştı. Payına düşen, geriye kalan keder, hüzün ve gözyaşıydı. *** Gece yorgan gibi tüm şehrin üzerine çökerken, Yaren’in ruhu karaları bağlamış kaybetmek üzere olduğu geleceği için yas tutuyor, ağıtlar yakıyordu. Bu geceden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve hayatında bir dönüm noktası olacaktı. Hissediyordu, belki de birkaç saat sonra hayatındaki her şey değişecekti. Ayakları o kadar ağırlaştı ki adım atmak bedenine ayrı bir zulüm geliyordu. Bastığı, adım attığı her yerde sanki dikenler vardı. Canı yanıyordu. Her adımda genç kızdan bir şeyler kopuyor, hayatın içinde felaketine kapılıp yitip gidiyordu. Ece, Yaren’in gücünün tükendiğini hissetmiş olmalı ki onun koluna girdi. Restorandan içeriye girerken adeta iki elin boğazını sıkmaya başladığını sandı. Ne yapıyordu böyle, bu kadar mı cesaretsizdi? Abisine boyun eğecek kadar mı acizdi? Bunları sorgulamak ve vazgeçmek için o kadar geç kaldı ki, artık her şey o an itibari ile bitmişti. Yaren ölü bir ruh, asık surat ve içi boşatılmış bir beden ile Ece’nin onu sürüklediği yöne doğru gidiyordu. “Hayatım biz geldik…” diyen Ece, Yağız’ın yanına gidip kocasının yanağına küçük bir öpücük kondururken, Yaren onun karşısında cansız bir manken edası ile isyan eder gibi gözlerinin içine bakıyordu. Genç kız söylüyordu, konuşuyordu gözleriyle ama karşısındaki zalim adam anlıyor muydu, onu duyuyor muydu bilmiyordu. Ah be abim! Araya giren yıllar, mesafeler mazide bana yaşattıklarını unutturabilir mi sanıyorsun? Rüzgâr geçmiş kervanını dert tohumları ile getirip geleceğime ekti. Bugüne kadar mazur gördüm, sineye çektim bana yaşattığın tüm her şeyi… Yelken açtım saf hayaller ile dolu sır gibi sakladığım ıssız adaya ama bırakmadın. İzin vermedin. Huzuru nefesime katıp edip solumama izin vermedin. Yaren abisinin gözlerinde hesaplaşma kıvılcımlarını yakarken, Yağız’ın ifadesiz bakışlarında neler gizlediğini hiçbir zaman çözemeyecekti. O ne kadar isyankârsa abisi bir o kadar donuktu. Ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı. O kadar dalmışlardı ki iç dünyalarına Ece’nin seslenişini zar zor duydular. Yağız kısa bir toparlanmadan sonra yanına geldi. Yaren ondan böyle bir yakınlığı beklemezken gözleri şaşkınlıkla açıldı. Beline elini koyup onu yönlendirmeye başladı. Yıllardan sonra ilk defa abisini bu kadar yakınında hissediyordu. Kokusunu duyduğunda boğazına dolup gelen hıçkırığı ağzından kaçırmamak için büyük bir çaba sarf etti. Bu onun için ne kadar zor olsa da itiraf etmeliydi ki abisini çok özlemişti. Yağız, kardeşinin belinden tutarak onu Ece’nin yanına götürdü. Abisinin yakınlığının sebebi ise şimdi daha iyi anlaşılmıştı. Müstakbel damat adayına kızı takdim edecekti. Ah aptal Yaren, abin bir sebep olmasa asla sana yakın davranmazdı bunu hâlâ öğrenemediysen gerçekten küçük bir aptalsın sen diye kendine kızdı. Kendini toparlarken, gözünü diktiği yerden kaldırdı. Şimdi sırtı ona dönük olan adamın yüzünü daha iyi görüyordu. Ama bu, bu olamaz, diye iç geçirirken gözleri yüzünü yırtıp dehşetle açıldılar. “Yaren, Yiğit Aslan ile tanış, Yiğit bu da bahsettiğim kız kardeşim Yaren,” dedi ve onu koskocaman karanlık bir girdabın içine acımasızca attı. Ve bu artık onun için çok fazlaydı. Çünkü karşısında damat adayı olarak duran kişi Yiğit’ti. Yiğit’in burada ne işi vardı? Hem de onun evleneceği adamın sandalyesinde abisi ile işbirliği içinde olması, bu akıl alır gibi değildi. Yiğit ayağa kalkarak elini kıza doğru uzatırken bir de çekinmeden ona “Merhaba,” dedi. Yaren, ona utanmadan uzatılan ele alaycı bir bakış gönderirken, aklından geçen ve yapmak istediği tek şey yıllar önce evlenme teklifi ettikten sonra bir mektupla kızı ortada bırakan adamın yüzüne okkalı bir tokat atıp, ağzına gelen tüm hakaretleri saymaktı. Bir insan bu kadar şeref yoksunu olup yıllar sonra nasıl olur da karşısına yüzsüzce çıkmaya cesaret ederdi? Yiğit, kızın gözünün içine büyük bir umutla bakarken eli havada asılı kaldı. Yaren, değil onun elini tutmak yüzünü bile görmek istemiyordu. Genç kızı yıllar önce hiç acımadan terk eden insan evladı o değil miydi? Şimdi gelmiş gözleriyle yaptığı aşk yakarışlarına, yalvarmalarına Yaren aldanır mı sanıyordu? Adamın haykırışları kızın soğuk duvarlarına çarpıyor, onun için taşlaşmış yüreği duymuyordu. Yiğit’i gözleri görüyor ama kalbinin ona sağır olan kulakları duymuyordu. Sessiz bir filmdi artık her şey onun için. O zamanlar başını yastığına koyduğunda huzursuzluğunun tek sebebiydi. Kendine olan öfkesinin başkahramanı, hayata, aşka dair en büyük hatasıydı. Onun sesini kısarken kendini yıllar önce onsuz sessizliğe, kimsesizliğinin ortasına gömmüştü Yaren. Şimdi en büyük pişmanlığının adı, sessizliğinin başkenti Yiğit Aslan yıllar sonra karşısında utanmadan dimdik duruyordu. |
0% |