@ugurluay
|
57.BÖLÜM “Hayat bir kelebeğin ömrü kadardır. Ne kırmaya gelir ne de kırılmaya.” -Mevlana- “Söylesene bana, canına kastın mı var senin? Bu ne hal böyle?” diye kızın elinden temizlik bezini alan Cihan’a oyuncağı hunharca alınmış bir çocuk edasıyla bakarken, dudaklarını büzmeyi de ihmal etmedi. Ne varmış canım birazcık temizlik yapıyorsa gören de dünyanın yükünü tek omuzla yüklendiğini zanneder. Adamın gördüklerine verdiği tepki çok büyük ve gereksizdi. “Ya Cihan, versene şu bezi…” diye onun üzerine doğru atlamaya çalıştığında bezi kızın ulaşamayacağı şekilde bir eliyle havaya kaldırırken, bir eli de onu engellemeye çalışıyordu. “Hayatta olmaz, hem daha kaç gün oldu da ayaklanıyorsun sen, bir de deli danalar gibi dört dolanıyorsun etrafta,” diye yükselttiği sesiyle kızgınlığını belli etmeye çalıştı. Yaren bu kadar kızgınken kulağına dolan kıkırtı sesleriyle, gözlerini sinsilikle kısıp yan tarafına doğru çevirdi. Gözü koltukta oturup keyifle sırıtarak onları izleyen Arzu’ya ulaştığında kızı lime lime etmemek için Yaren’e iyi bir sebep verse, onun sağlığı açısından çok iyi olacaktı. Cihan hafif bir kızgınlıkla Arzu’ya döndü. “Allah’tan sana emanet ettik bu kızı, sen de hizmetçi gibi temizlik mi yaptırıyorsun hasta kıza?”. Kıkırtısı boğazında takılarak, yüzündeki gülümseme sertçe kesilip atılan Arzu, elindeki dergiyi bir hışımla oturduğu koltuğa fırlattı. Gözleriyle kızgın ve kırgınca onlara baktı. Sonra o bakışlar bin bir hırçınlıkla ikiliyi bulduğunda, ellerini beline dayamış kavgaya tutuşmaya hazırlanıyordu. Arzu’nun bu halini gördükleri an gözleri olabildiğine açıldı. Korku dolu bir yüz ifadesi ile bulundukları yerde donakaldılar. Cihan’a dönerek, şimdi çıra gibi yandık, bakışı atarken onun da Yaren’den geri kalır yanı yoktu. Masum kedi gibi bir bakış atıp etkileyici olsun diye omuzlarını düşürmüş, karşılarında hırçınca onları süzen kıza bakıyorlardı. “Sanki laftan anlıyor da… Bir de geçmiş karşıma bana bağırıyorsun! Sabahtan bu yana ne kadar dil döktüm haberin var mı senin? Ne haliniz varsa görün, bu saatten sonra karışmıyorum hiçbir şeye,” dedi gözleri dolu dolu olmuş, her an akmaya hazır bir hale gelmişti. Ellerini iki yanına yumruk halinde indirip, dişlerini sıkarak onların üzerine doğru yeri sarsarak gelirken sert adımlarının sesi kulaklarında çınlıyordu. Şimdi tam diplerine kadar gelmiş ölümcül bakışları ile önce Yaren’e sonra da Cihan’a baktı. “Ben gidiyorum. Çekilin önümden!” dediği gibi bir eli önce Cihan’ın iri cüssesini, bir eli de Yaren’in cılız bedenini ittirerek kendine geçiş alanı sağladı. Daha ne olduğunu bile anlayamadan ikisinin arasından kendine yol açmış kıza şaşkınca bakıyorlardı. O minik bedenden öyle hiddetli ses çıkarken, aynı oranda bu ikiliyi geriye doğru ittirecek gücü nasıl bulmuştu, hayretti doğrusu… Kız aralarından rüzgâr gibi esip geçerken, Cihan’la şaşkınca birbirlerine baktılar. Sertçe kapatılan kapının sesi korku ile yerlerinde irkilmelerine sebep oldu. Yaren’in kaşları çatılarak Cihan’a döndü. “Ne dikiliyorsun burada yalı kazığı gibi?” Yaren’e bakan şaşkın bakışlarına aldırış etmeden uyarı dolu bir yüz ifadesiyle “Oğlum gitsene kızın peşinden, ne bakıyorsun aval aval…” diye isyan eder gibi inlediğinde Cihan’ın dilinden yalnızca “Hah!” çıktı. “Hey Allah’ım sabır ver bana ya…” diye iki elini yana doğru açtı. Onun yanına giderek sırtından ileriye doğru ittirmeye başladı. Bir an önce gitmesi gerektiğini anlamasına yardımcı olmaya çalışıyordu. Adamın gerçek dünyaya ayak basması gerekiyordu ama aklı nerede takılı kaldıysa bir elinde bez hâlâ safça etrafa bakınıyordu. Durumun vahametini anlaması için sırtından ittirirken bir yandan da, “Eğer şimdi kızın peşinden gitmezsen bir daha hiç şansın olmayacak!” dedi acımasızca. Cihan, kızın ağzından dökülen sözlerle zınk diye yerinde kalakalırken, Yaren hâlâ onu boş bir çaba ile ittirmeye çalışıyordu. Başını ani bir hareketle ona döndürüp “Ne saçmalıyorsun sen?” diyen haykırışına ellerini göğsünün altında birleştirerek “Öyle!” diye karşılık verdi. Yüzündeki ciddiyetin farkına varan Cihan kaşlarını çatıp “Hay ben böyle işin içine…” deyip elindeki toz bezini yere fırlatarak, az önce kapıdan çıkıp giden Arzu’nun ardından koşarak o da çıkıp gitti. Yaren sonuna kadar açılan kapının arkasında bakarken kollarını göğsünün altında birleştirip, tebessüm ile bıraktıkları boşluğa bakıyordu. “Olacak bu iş, olacak…” diye mırıltı halinde konuşurken içinde tatlı bir rahatlama vardı. Onların gidişi ile kapıyı yavaşça kapattı ve az önce Cihan yüzünden yarım bırakmak zorunda kaldığı temizliğe kaldığı yerden devam etmeye karar verdi. Kaç gün geçti bilmiyordu. Günlerdir Arzu ve Cihan’ın gözetiminde yataktan bir türlü çıkarılmamıştı. Ne iyileştiğine inanıyorlar, ne de onu bir saniye olsun yalnız bırakıyorlardı. Sabah Cihan’ın markete gitmesini fırsat bilip Arzu’nun beynini tükettikten sonra, onun “Ne halin varsa gör!” diye kıza öfkesini kusmasını görmezden gelerek, eline geçirdiği temizlik bezi ve bir leğen su ile zaten temiz olan evi köşe bucak temizlemeye başlamıştı. Bu onun için bir nevi terapi gibiydi. Yaren, bir şeyleri temizlerdi, bu sayede de beyni nefes alarak boşalırdı. Arzu ve Cihan’ın gidişinin ardından kaç saat geçti bilmiyordu ama kapının çalmasıyla refleks bir korku ile yerinde irkildi. Kendini o kadar kaptırmıştı ki ne geçen zamanın ne de ağrıya yüz tutmuş vücudunun farkında bile değildi. Kaşları çatılı etrafı süzerken vücudunda hissettiği sızı ile yüzünü buruşturdu. Başını sağa sola çevirerek vücudunu rahatlatmaya çalıştı. Durmadan heyecanla çalmaya devam eden kapıyı açmak için yöneldi. “Umarım kızın gönlünü almışsındır Cihan, yoksa senin o kalın kafanı kırmak artık farz oldu,” diye yüksek sesle duymasını umut ederek söyleniyordu. Durmaksızın çalan kapıya sonunda ulaştığında onun da sabrı taşmaya başlamıştı. “Ben de bu çılgınlar nerede kaldı diyordum?” dedi ve kapıyı tüm gülen yüzüyle açtı. Kapıda gördüğü suratındaki gülümsememin önce donuklaşmasına, ardından yüzünden zalimce silinip gitmesine sebep oldu. Gözlerinden dökülen yaşlara inat ağzından dökülen tek ve özlem dolu kelime “Se-sen!” olmuştu. |
0% |