@umideniz
|
Kaç mevsim böyle geçti. Bilmiyordu. Su yüzü görmeyen topraklarda yol alırken dayanmasını sağlayan kardeşiydi. Nereden hatırladığını bilmese de düşlerinde var ettiği yemyeşil sulak arazilerde kızıl bir atın yanında lacivert gözlere sahip bir kadınla oturduğunu hissediyordu. Orada bulunmuştu. Tenlerini okşayan güzel bir rüzgâr onlara eşlik ediyor ve kesif pipo tütününün kokusu ile midesi bulanarak uyanıyordu. Zor bela kendini dışarı atıyor. Birkaç dakika boyunca kusuyordu. - Neden diye mırıldandı Saak elini yaladı. Kardeşine sarıldı. Hiç dinmeyen kalp ağrısı ile yaşamaya alışmıştı. Mantar kayaları zamanla sevmeye başlamıştı. Bitmek tükenmek bilmeyen kızıl topraklarla dolu bu yerden nefret ediyordu. Bir keresinde büyükbaba; - Sen hiç deniz gördün mü evlat? Diye sormuştu - Deniz mi? Sanmıyorum. Ancak teninizi yalayarak esen rüzgârı hatırlıyorum. İnsanın içine işlerdi. Güzeldi. - Demek rüzgârları hatırlıyorsun ha evlat - Pek öyle değil büyükbaba bende bıraktıkları hissi hatırlıyorum. Bir süre daha sohbet etmişler. Uykusunu bahane ederek yaşlı adamı ateşin karşısında bırakıp kardeşinin yanına gitmişti. Saak gerindi. Genç adama baktı. Başını huzursuz bir şekilde sağa sola salladı. Aniden hırlamaya başladı. Zifiri karanlıkta bir şey vardı. - Şştt. Merak etme fark ettim diye fısıldadı. Sol elini usulca kılıcına uzattı. Kurt gözlerini kıstı. Bugüne kadar baş edemediği düşmanı olmamıştı. Kardeşine baktı. Kendinden emin bir şekilde karanlıktan gelene bakıyordu. Genç adam kılıcını kaldırdığı sırada aniden rüzgârın taşıdığı manolya kokusuyla dizlerinin üstüne çöktü. - Sen, sen gerisi gelmedi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Siyah saçları beline kadar uzun beyaz tenli bir kadın ağır adımlarla onlara yürüyordu. Saak kardeşine baktı. Kadın yaklaştıkça kokusu her ikisinin aklını başından aldı. Yemyeşil ovalarda geyik avlayıp ateş başında neşeyle uluduklarını gördüler. - Beni de mi unuttun? Sesi tatlı taze serinletici bir meltem gibiydi. Kadın sağ elini adamın kalbinin üstüne koydu. Güm; güm, güm sevinçten çıldırdığını haykırıyordu. - Ah sen tanıdın demek ki dedi kadın - Sen, sen diye inledi adam gözlerinden akan yaşlar kuru toprağa düşüyordu. Neden sonra adam gözlerini açıp kadına baktı. O tanıdık lacivert gözlerin ışığıyla mühürlenmiş anılar kurtulup yüzeye çıkmak için çırpınmaya başladı. Elleri titreyerek kadına dokundu. - Bunu biliyorum dedi Saçlarını kokladı. - Bunu biliyorum dedi Kadın başını adamın göğsüne başını dayadı. Güm; güm, güm. - Merhaba sevgilim dedi kadın yumuşacık sesiyle Korkma söyle dedi kadın - Ben; ben seni biliyorum lakin HATIRLAMIYORUM! Kadın gülümsedi. Sağ elini adamın başına değdirdi. Tüm bedeni yaprak gibi titredi. Kurt hafifçe hırladı. Kadın kurdun başını okşadı. Saak’ın gözleri kapandı. - Ah sevgilim diye yineledi Gök’ün çocuklarıyız aslında Saklanamaz hiçbir yara Sen hatırlamasan da bilir kuzgun Sen anmasan da bilir kuzgun Düşünden yüreğine düşer geceleri Oraya bak göreceksin gerçeği Kuzgun, kuzgun kus kursağındakileri Yolunu aklını aşkını kaybedenlere söyle gerçeği Gök’ün çocuklarıyız aslında Hatırla senden saklananları Gördüğün ilk kuzgun öğretecek sana gerçekleri Kadın şarkısını bitirdikten sonra lacivert gözleriyle son kez adama baktı. Adam yere kapaklandı. İki eliyle kalbini tuttu. - Gitme diye haykırdı. -Hoşça kal sevgilim dedi kadın arkasında manolya kokuları bırakarak karanlığa karıştı. Saatler sonra mantar kayasının dibinde ikisini de baygın bir şekilde buldular. - Elinde ne var dedi genç kadın - Bizi ilgilendiren bir şey değil dedi ihtiyar adam. Her ikisini de dikkatli bir şekilde taşıdılar. 2 gündür kayıptılar. Her yere bakmışlar. En sonunda kampın kuzeydoğusundaki mantar kayalıkların orada bulmuşlardı. - Ne oldu dedi sesi üzgün, yorgun ve kırgın çıkmıştı. - Bilmiyorum dedi beriki endişeli bir sesle - Gitmem gerek dedi ayağa kalktığı gibi yere kapaklandı. Tekrar gözlerini açtığında taş bir odada buldu kendini. Yatağın yanında kardeşini beklerken buldu. Başını yavaşça sola döndürdü. Sonra onu gördü. Pencerenin kenarında duruyordu. - Kuzgun diye mırıldandı. Sesini duyan Saak endişeyle elini yaladı. - İyiyim merak etme dedi. Sadece biraz uykum var Taş odanın dışında bekleyen geldiği gibi sessizce geri döndü. Koridorun sonundaki merdivende durdu. Derin bir soluk aldı. Meşe kapıyı çaldı. - Gel çocuk dedi - Mister, o uyandı. - Durumu nasıl - Anladığım kadar sizin görmeniz gerek. Yaşadıkları onu yormuş. - Tamam, yarın yanına giderim. Endişe etme ve Gaia’nın rahibesi olduğunu da unutma dedi - Mister nasıl isterse dedi saygıyla yere kadar eğildi. Odadan çıktı. Kuleye gitmek için dışarı çıktı. Kayın ağaçlarının bulunduğu koruya geldi. Sadece eğitimli gözlerin fark edebildiği kovuktan içeri daldı. Ağıl Ağacı’nın köklerine doğru yürümeye başladı. Eski köklerin yanında yeni filizlenen köklerden birini nazikçe kesti. - Beni affet Gaia diye mırıldandı. Hızlı adımlarla kovuktan çıktı. Ormanın kenarında ahırların arkasındaki gri kuleye baktı. Yapması gerekenleri yarına kadar yetiştirmesi gerekliydi. Yoksa onu koruyamayacaktı. Sessizce kuleden içeri süzüldü Merdivenleri çıkıp odasına geldi. Selvi ağacından yapılmış masasının üstündeki kitabı açtı. Okumasına yardımcı olması için büyük ayaklı iki mum yaktı. - Her şeyin özü sendedir Hepimizin anası sesimi duy Merhametini ver bize Olması gerekeni yapmak için Dingin bir akıl Temiz bir vicdan Sağlam bir ruh Adil bir yürek ver bize Duasını tamamladıktan sonra kitabı dikkatli bir biçimde okuma tablasının üstüne koydu. Sayfaları çevirdi. Aradığını bulması birkaç saatini aldı. Okumaya başladı. Yüzü asıldı. Taze adamotunu nereden bulacaktı. Pencereden gelen sesle irkildi. Masallardan fırladığına yemin edebilirdi. Büyük BEYAZ KUZGUN ağzında bir iki kök taze adamotuyla duruyordu. Bağırmamak için iki eliyle ağzını kapadı. Kuzgun kökleri bıraktığı gibi gözden kayboldu. - Gaia diye mırıldandı kadın. Ağıl ağacının köklerini; Saak’tan aldığı birkaç tüy, sedir ağacının yapraklarını, adamotunun köklerini ve ırmaktan aldığı sudan birkaç damla ile karıştırdı. Gün ışımasına birkaç saat kalana dek büyük havanda ezerek macun kıvamına getirdi. - Gaia ışığını esirgeme bizden dedi. Gözleri ağırlaştı. Manolya kokusu odaya doldu. Genç kadın titredi. Aniden uyandı. - Geç kaldım diye bağırdı. - Şştt sakin ol küçüğüm dedi tok sesli biri Daha zamanın var. Unutma o gelmeden bu işin bitmesi gerek Üstündeki ölü uykusu gitmişti. Sesin sahibini aramak gibi zaman kaybıyla uğraşamazdı. İsterse o beni bulur diye mırıldandı. Koşar adım uyuyan adamın yanına gitti. Saak gözlerini açtı geleni görünce uykusuna devam etti. Kadın macundan bir parça kopardı. Ağzına alıp çiğnemeye başladı. Ağzı uyuşmaya başladı. İleri geri sallanmaya başladı. Siyah peçesini araladı. Macunu çıkardı. Adamın ağzına yerleştirdi.
- Hatırla olanları Ölü uykusunda uyuyan hatırla Neleri feda ettiğini Ölü uykusunda uyuyan hatırla Neleri kaybettiğini Ölü uykusunda uyuyan hatırla Düşmanını bil Kadın ileri geri sallanmaya başladı. Ağzının uyuşukluğu bedenine yayılıyordu. Sanki içindeki gücü adama doğru akıyordu. Gözleri kaydı. - Gaia diye mırıldandı Adam gözlerini açtı. Aniden çıkan rüzgâr kadının peçesini düşürdü. Lacivert gözlerin sahibinin yüzü adamın gözlerine düştü. Kadın elini adamın kalbine koydu. - Düşmanını bil Etezari dedi Kendine geldiğinde ne adam ne de kurt vardı. Bir süre taş odanın tavanını seyretti. Neden sonra odanın kapısı açıldı. Orta boylu, yaşlı, göbekli, kırmızı gözlü bir kadın içeri daldı. Gaia’nın rahibesi titredi. - Sen ne yaptın diye hırladı - Yapmam gerekeni dedi yere düşerken Yaşlı kadın hançeri kadının kalbinden çekerken tükürdü. Çıkan rüzgâr perdeleri havalandırdı. Bir çift siyah göz kadını işaretledi. Geldiği gibi ortadan kayboldu. Yaşlı adam dokuduğu halıdan uzaklaştı. - Gaia rahibeni kutsa dedi. Ahırda onları hazır halde bekleyen doru ata bindi. Kardeşine baktı. Hızla uzaklaştılar. Nasıl döneceklerinin bir yolunu bulmalıydı. Ne kadar yol aldılar. Bilmiyordu. En sonunda dinlenmeye karar verdiler. Karınları acıkmıştı. Heybeye baktı. Kurutulmuş eti buldu. Bir parçasını kardeşine verdi. Kafası karmakarışıktı. Çok derinlerde bir yerlerde parlak gökyüzünün altında at koşturan iki biniciyi hatırlıyordu. Sırtını kardeşine yasladı. Karanlık, sıkıntılı uykunun kollarına yuvarlandı. Gri kulelerin kapısında uzun boylu, her halinden nazik biri olduğu anlaşılan abanoz renkli saçlı birini gördü. Saçlarını toplamıştı. İnce uzun bir yüzü vardı. Adam yaklaştı. Kadın başını hafifçe adam çevirdi. Uzun siyah kirpiklerin tamamladığı bir çift lacivert göz ona baktı. Adamın kalbi ağzına geldi. Yumuşacık nazik bir sesle konuştu. - Hazırsan gidelim - Siz nasıl isterseniz rahibe dedi adam Saak hafifçe gözlerini aralayıp adama baktı. Genç adam ellerini ileri uzatmış öylece uzanıyordu. Hafifçe uludu. Ellerini yere koydu. Uykusunda daha derinlere yuvarlandı. O sesin sahibini tekrar görebilmeyi diledi. Karanlık içinden süzülen gerçek yavaşça kalbine akmaya başladı. Kiraz Çiçekleri Dağı’ndaki Mabet Ağacı’nın yakınlarındaki küçük evde kırmızı iplikleri tezgâha yayan yaşlı adam gözlerini mavi göğe dikti. Eh zamanı gelmişti dedi. |
0% |