Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.BÖLÜM

@umut_isik

 

Merhabalarrr!!! Bu benim ilk yayınladğım hikayem ve ilk bölümüm. Belki okurken sıkılırsınız ama inşallah anlarsınız siyah ve puntosu büyük olanlar benim ağzımdan yani 3. kişi diğeri ise erkek karakterin ana karakterin ağzından evet bir erkek karakterin ağzından bir hikaye olucak. İYİ OKUMALAR DİLERİ!!

1.BÖLÜM: Bilmiyorum

“Bilmiyorum,”

Bilmiyorum,

 

 

Kapıyı çarpan tok bir ses yankılanır, içeride olacak olan fırtınanın habercisi gibi oysaki fırtına olmadan önce sessizlik olmaz mı? Oysaki onlara göre fırtına gelmeden önce sessizlik olmazdı. Ardından annesine bakar o yaşta ki çocuk annesini korumak ister mi onu çok uzaklara götürmek ister mi bu yaşındaki çocukların hayalleri başkayken bu küçük çocuk bunu isterdi annesini korumak ama bunu yapamayacağını biliyordu. Bunu deneyerek öğrenmişti. Ardından gelen bağırış sesi ile anlıyordu fırtınanın çıkacağını. “Nilüfer sen kimden izin alıp dışarı çıktın ben sana demedim mi benden izin almadan hareket dahi etmeyeceksin diye? Sürtemeye gittin demi o herifin yanına yetmedi mi?” diyerek bağıran sesin sadece babasın ait olacağını annesinin ise ona karşı konuşmayacağını biliyordu çünkü annesi ne kadar konuşursa konuşsun yaranamayacağını biliyordu. Yanına koşan kardeşine sarılır. “Abicim.” diye ince sessiyle konuşur kardeşi. “Meleğim.” diyerek o yaşta sıska bedeniyle kardeşini kucaklar. “Meleğim seninle uzaklara gidelim mi?” diye her zaman ki gibi odalarına doğru götürür ve tek yatak olan yatağa kucağında oturtur. Belki engelliyemezdi içerideki sesleri duymasından ama düşüncelerini başka yerlere çekebilirdi uzaklaştıra bilirdi diye düşünüyordu. “Abicim evet uzaklara gidelim ama çok uzaklara gidelim.” diyerek saçlarını iki yana atacakken boşluğa gider elleri. Bir an dudakları büzülür ve titrek sesiyle konuşur “Saçlarım eskisi gibi olsun ama uzun uzun böyle öyle gidelim olur mu abicim.” kısa olan saçlarını sever ve yanağını öper. Ne kadar sinirini bozsa da o anda kesmesini engelleyememişti. Engelliyemediği içinde canı çok yanıyordu. Kardeşi saçlarını çok severdi kendisi de kardeşinin saçlarını severdi ve saçlarının gitmesini engelliyememişti. Kardeşinin kısa saçlarını öperek ağlamıştı o gece onu da hatırlıyordu. “Olur meleğim saçlarının çok uzun olsun.” derken saçlarını okşar. “Abicim seni çok seviyorum bunu hiç unutma olur mu?” der geleceği görüyor gibi ardından yanaklarını öper ve abisinin saçlarını dağıtır. “Bak senin hiç yok bile.” diyerek güler. “Meleğim saçların uzayacak çok uzun olacak eskisinden de daha çok uzun olacak.” diyerek gözlerine bakar. “Babam saçlarım kısa olursa sevecekse keserim abicim. Abicim babam niye beni hiç sevmiyor.” diye koyar kafasını göğsüne. Söyleyemezdi babasını değişmeyeceğini biliyordu ve küçük kardeşi her zaman umutla babasının onu sevmesini beklemesini izliyordu. O sırada gelen kırılma sesi ve yüksek gelen sesle kapıdan bakarlar. “SİKTİRME LAN BELANIN DIŞARDA BANA GELİNCE SUSUYORSUN .”

Bilmiyorum,

 

 

Hayatın bize ne zaman kötü yanını göstereceğini bilemeyiz. Ne zaman yarım kalacağımızı ne zaman geçmişimi arayacağımızı bilemeyiz? Fark etmeden ruhumuz geçmişimizde kalır anılarımızda takılı kalır. Onca söylenecek söz anlamsız kalır onca yapılacak şeyler onca konuşmalar onca... Her şey anlamlı ile anlamsız arasında sıkışıp kalır. Nereden tutunacağını bilemezsin son geçirdiğin güne son gördüğün yüze mi, son gördüğün ana mı yoksa ilk gördüğün ana mı veya geçirdiğin onca günler mi, nereden tutunursun veya onlar arasında sıkışıp kalır mısın? Hangisinde durmak istediğini bilemezsin.

Bilmiyorum,

 

İstemezsin yaşamak değil mi? Zoruna gider onca zaman keşke dersen o dakikaları tekrar yaşasam keşke dersin o kokusunu tekrar solusam keşke... Keşke... Keşke o anılarda sıkışıp kalsam o gülen surattın anında kalsam, o dakikaların her saniyesini yaşasam, kaybedince mi anlar insan, insanın değerini veya en önemlisi zamanın değerini, saatlerin, dakikaların, saniyelerin, saliselerin o zaman mı anlar, kaybedince geç kalırsın değil mi? Gözünün önüne gelir o küçük kız koşusu “Abicimmmmmm benii salıcakta sallar mısınnnn?” diyen ince bir ses ardında gelen kucağına doğru atlayarak sarılan kardeşi. Oysaki o anda kalsaydı derince koklardı saçlarını sıkıca tutar belinde o anda kalırdı. “Sallarım abicim hadi gel bakalım.” diyerek küçük kardeşini salıncakta salladı ardından onunla birlikte parkta koşturdu ve eve gidince kıyametin kopacağını bile bile.

 

Bilmiyorum,

 

 

Sevdiğinin kötülüğünü istemezsin. Ama hep yanında olsun istersin. Bu bencillik mi olurdu onu hep yanında olmasını istemek, koruyamazdı ki onu çok korumak isterdi ama koruyamazdı, bu zaman kadar yapamamıştı bu zamandan sonra mı yapacaktı. Oysa ki tek bir hayali vardı o da onu korumak ama ya onu korumak onu toprak altında bırakmaksa bilmiyordu neyin doğru neyin yanlış olduğunu. Eliyle toprağıyla oynar ardından toprağı sıkar sonra ise tahtaya bakar üstünde yazan Melek POLAT yazısı, sürekli meleğim demez miydi? Melek gibi olsun benim kardeşim diyerek melek koymamış mıydı. Oysa onun gerçekten de melek olmasını istememişti ki. Nerden bile bilirdi ki gerçekten melek olacağını nerden bile bilirdi, en çok annesinin ölümü mü öldürdü ruhunu yoksa kardeşinin ölümü mü? Daha saçlarını uzatacaktı küçük kardeşi o saçlarını örücekti, sevecekti, koklayacaktı. Elleri tahtaya gider altında olan küçük yazmaya, küçük kardeşinin küçük yazması o daha okula gitmemişti, daha tamamlamadığı bir sürü şey vardı, yarım bıraktığı da vardı şuan her şey eksikti ona göre yarım kalmış gibiydi. Toprağı hak etmiyordu ki ona göre ne işi vardı bu toprağın altında, onun her şeyiydi Melek. Niye meleği melek olmuştu. Bilseydi melek olacağını Meleğim demezdi ona melek ismini koymazdı arkasında okunan dualar ağlayan sesler ruhundaki sessizliği hissettiriyordu. O küçük yaşta öğrenmişti ölümün sadece fiziken değil ruhen de olduğunu.

Bilmiyorum,

 

Sorulan sorular anlamsız kalır, insanın ruhu ölünce. Saatler, dakikalar, saniyeler, saliseler anlamsız kalır ama bir o kadar anlamlı sadece geçmiş için anlamlı kalır ama geçmiş de geçmişte kalır. Kaybolduğunuz da neredesiniz burası neresi sorusu yönelmiş gibi hisseder insan sevdiğini kaybedince çünkü sevdiğinle beraber kendini de kaybedersin değil mi? Bulamazsın kendini kaybedince farklı birisiyle yüz yüze gelirsin eskiden toprağa bakınca sadece kahve rengi görürken şimdi ona toprağa bakınca simalar belirlenir yüzler belirlenir. Bilir misiniz bilmem ama evde verilen bir kayıp olunca tüm düzen buzulur her şey bozulur eksik kalır yarım kalır o bardaktaki bir damla suyu içilmesini isterseniz o geride kalan küçük bir dilimin, tabakta kalan bir pirinç tanesinin, yarım kalmış kahvenin, yarım kalmış oyunun gelip tamamlasın isterseniz. Yarım bıraktı diye feryat ederseniz o da kala kaldı oda yarım kaldı annesi onu yarım bıraktı kardeşi ise orada kaldı. Sorarsın “Niye yarım bıraktın.” diye ama sorulan sorular anlamsız kalır insan ölünce. Soruyor karşısındaki kadın. “Nasıl hissediyorsun?” diye ama onun ruhu ölmüştü. Boş boş bakıyordur dışarıdaki ağacın sallanmasına. Hissettikleri de yarım kalmıştı. Aynı kardeşi gibi her şeyi yarım kalmıştı tamamlanması için gelmesi gerekiyordu. Tam olması için. Başka sorularda soruyordu karşısındaki kadın. Anlamsız şeylerde söylüyordu. “Kaybolduğunu düşünüyorsun ama sen kaybolmadın.” Bilmiyordu ki kayboldu mu? Bilmiyordu.

Bilmiyorum,

 

 

İnsan en çok neyden korkar alışık olduğu şeylerden mi alışık olmadığı şeylerden mi? Oysaki küçük kardeşi de kendisi de alışıktı bu tartışmalara korkuyorlardı ama alışmamılardı ama şuan olan sessizlik sessin çıkmaması ikisinde korkutmuştu oysaki korktukları şeyler babasının annesine karşı bağırışı ardından gelen ses değil miydi ya bu sessizlik niye korkutmuştu küçük kardeşini bırakmak istemezdi ama annesinin ve babasının sessizliği onu korkutuyordu. Küçük kardeşini yatağın üstüne oturtararak onu uyarır. “Ben seslenene kadar gelmiyorsun tamam mı meleğim ben annemize bakıp geleceğim anlaştık mı?” diyerek konuşuyordu. Küçük kız kafasını sallar ama gitmesini istemez kocaman sarılır boynuna “Hemen gel abicim hemen.” diyerek konuştu gitmesini istemiyordu küçük kardeşi kötü bir şey olur diye kokuyordu hissediyordu. Yanağından öperek uzaklaşır ve küçük adımlarla odadan dışarı çıkar. Nereden bile bilirdi ruhu o anlarda kalacağını nereden. Mutafağa doğru ileler kafasını uzatmadan önce dinlemek ister bir kaç dakika durur duvarın kenarında ama ses gelmez daha sonra yavaşça kafasını uzatır o an kala kalır. Yerde yatan annesiyle kala kalır karnında olan bıçak yerin kan olmasıyla babasının onun baş ucunda durması ile kala kalır o an orada annesine baka. “Baba” diyerek konuşur babası mı yapmıştı onu babası kafasını çevirir “Sen sen sen.” diyerek konuşuyor içeri girmesi elleri titremesi ile vücudu titremesi bir olur ne yapacağını bilemez “Kendisi yaptı benim bir suçum yok.” diyerek rahatça savunması. O an sanki yeni farkına varması ile “ANNE.” diyerek bağırarak koşarak yüzüne yaklaşır gözleri kapanmıştı. Gözleri kapalıydı ne yapması gerekiyordu.

Bilmiyorum,

 

 

Sessizlik mi kötüdür yoksa seslilik mi ne kötüdür hangisi? İnsan sessiz bir ortamdan mı korkar sesli bir ortamdan mı hangisinden korkar neyden korkar en çok? Sessizliği tanımıyorlardı tanımıyordu şimdi niye sessizlik olmasını istemiyordu kucağında kanlar içinde yatan kardeşinin sessizliği yüzünden mi yoksa etrafında kanlar içinde yatan annesi ile babası yüzünde mi? Babasının sesli olmasını bağırmasını mı isterdi ama yine de onların küçük kardeşinin konuşmasını mı isterdi bencillik mi olurdu onu bu hayatta zorunlu bırakmak? Ne yapması gerekiyordu ellerinde küçük kardeşi sadece yan tarafında ki mutfak havlusunu bastırıyordu bir yerden öğrendiği kadar. Elleri titriyordu fazlasıyla ona kırmızı renk yakışırdı ama kanın kırmızısı yakışmazdı turuncu saçları yakışırdı ama kanın kırmızısı yakışmadı. Yakışmazdı işte ona göre yakışmamıştı. Ne yapacaktı bu kırmızı gitmesi için ne, konuşması için ne yapacaktı ne yapacaktı ne yapması gerekiyordu konuşması gülmesi gülmesi için ne yapması gerekiyordu.

Bilmiyorum,

 

 

Farklılık insanı yorar değil mi ama insan ölünce yoramaz. Farklı ev farklı oda farklı dolap farklı aile hissetmiyordu ki alışsın yorsun hissetmiyordu. Sadece elindeki küçük peluş uzun saçlı oyun bebek onun hissediyordu yatağında yatmış o küçük oyuncağa sarılmıştı sadece ona sarılmış küçük oyuncak peluşun sarı saçlarıyla oynuyordu. Peluşun uzun sarı saçları ile kardeşi örmeye çalışırdı ama her seferinde beceremez ona ördürürdü. Örgü bozuktu yarım kalınmış örgü yada düğüm mü demeliydi. Ama çok güzeldi kardeşinindi yarım kalmıştı niye yarım bırakmıştı. Niye bozulmasın diye saçları dağıtmıyordu bozulurdu. Bebeğe giydirilimiş tşörtü kokluyordu kokusu da gitmişti kendisi gibi ardından saçlarının sevilmesi “Teyzecim ben buradayım kardeşin de annende burada hep yanındalar.” Değillerde göremiyordu teyzesi yanına yatmış sarılmıştı “Biliyor musun annen ve kardeşin şuan çok mutlu.” demişti ama bilmiyordu nasıl mutlu göremiyordu.

Bilmiyorum,

 

 

Çevrenizde dönenleri ne zaman fark edilmez ruhunuza bakarken ruhunuza dalınca fark edemezsiniz düşünceleriniz ruhunuzdur ve siz ruhunuzla bir olunca kaybolursunuz ve ruhunuz ve siz birsiniz siz kaybolunca ruhunuzda kayboluyorsanız aynı şekilde ruhunuz da kaybolunca siz de kaybolursunuz. Hissetmek zordur ruhu ama siz ruhu hep içinizde tutarsınız. Belki de bu yüzden hissizlik insana farklı gelmiyordu.

Bilmiyorum,

 

 

En çok ölene mi zor yoksa geri de kalana mı? Ölene ahirette ki sorulan sorular kalır ,geride kalana ise o insanın sınanması kalır acıya dayanacak mı diye onun yokluğu ile kalır. Ölüm tek kelime iki heceli kelimene kadar acı verici ne kadar basit oysaki ama içindeki acılar kelimenin hecelik sayısı kadar acı verici. Ama o acıyı bile hissetmiyordu ölümü bilmezdi ki.

Bilmiyorum,

 

 

“Senin yüzünden öldürdüm kardeşini duydun mu beni senin yüzünden ve kendisi yüzünden gelip bana katil dedi sürtük annenin katili mi olucam ben bir de alın bakın şimdi katil oldum.” Diye üstüne doğru yürüyen babası bıçakla “Ama biliyor musun başından beri hayalimdi bu.” Yerde kalmıştı ne ypacağını bilemez bir şekilde kardişini babası bıçaklamıştı kardeşini. “Melek.” diyerek yanına gitmesi eli titreyerek. “Sen sen “ diyerek titriyerek konuşması. “Kötüyümüyüm oğlum sen kötülük görmemişsin ben kötüysem.” elleri kardeşinin yanaklarına gider. “Abicim seni çok seviyorum evren kadar.” diye zar zor konuşan kardeşi gitmemesi için dualar ediyordu gitmesin diye gitmesin diye.

Bimiyorum,

 

 

Yok olmak isteme arzusu geçer insanın içinden. Yok olup yaşamam anlamsızdır çünkü yaşamak takılı bile kalamaıştır o anda da geçmişte de nerede olduğunu bilemez yaşamayı bilmediği gibi. Nedir bunun anlamı çaresizlik mi? Ne anlama gelmektedir? Bunu sorgulamak için küçük değil miydi? Ruhumuzla yaşımızla beraber mi büyür yoksa yaşadıklarımızla mı büyür? Yaş ile yaşananlar aynı şey değil mi? Peki her yaşadığımız şey orantılı mı? Bir insanın ailesini kazada kaybetmesi ile diğer bir insanın şiddet görmesi bir mi? O zaman her insanı ruhu yaşantısı ile orantılı mı büyüyor? Peki onun ruhu büyümüş müydü? Boş bakar oyuncaklara, boş bakar salıncaklara, boş bakar yoldan geçen arabalara, boş bakar yoldaki çiçeklere, boş bakar yanındakilere belki de bakmıyordu bile sadece gözleri açıktı. Her gözü açık görüyor muydu? Nasıl iyi olmalıydı, nasıl iyi olmayı başaracaktı, nasıl ruhunu hissedecekti nasıl?

Bilmiyorum,

 

 

Bazen sadece etrafındakileri duyar insan sadece etrafındakileri. İçinde düşünce olmaz hiç bir şey olmaz etrafı inceler neler oluyor diye neler yaşanıyor diye sadece bakıyordu. Teyzesinin başında siyah bir tülbent elinde peçete gözleri kıpkırmızı gözünden yaşlar akıyor. Başını kuran okuyan yaşlı bir teyzeye çevirdi. Başında koyu mavi başortü gözlerinde gözlük ve kıprkırımız olmuş gözlerle kuranı okuyordu. İnsan içli nefesleri ona baktıkça gözlerinden akan yaşları görüyordu. Kuran bitince teyzesine sarılan kadınları görüyordu başın sağolsun diyenleri ve ardından gelen hıçkırıklı ağlamaları görüyordu iştiyordu. Ayağıya kalkıp mutafağa doğru yürüdü. Mutfakta bardağa bir kız alıcaktı onunla yaşıt ama o bardak kardeşinindi. “Sakın.” diyerek elinden hızlıca aldı. Ve pembe barbieli olan bardağa baktı. Yere oturdu sıkıca tutuyordu elinde. Yandaki kadının sesini duydu. “Yazık kim bilir neler yaşadı bu çocukta.” diyen kadının. “Duyduğuma göre aldatmış kadın o yüzden bıçaklamış adam.” diyen başka bir kadın sesi. “Bende farklı duydum kız adam kızı farklı bir kadından yapıp getirmiş kadında kendisiyle beraber öldürmüş sadece oğlunu bırakmış.” diye onu olumsuz yanıt veren bir başka kişi sonradan gelen başka olumsuz ses. “Yok sen yanlış billiyorsun Hatice kadın adamı aldatmış zaten kız çocuğuda başkasındanmış diye duydun sürekli şiddet görüyormuş.” Onu onaylan bir kadın sesi daha. “Ay annam kadın da hak etmiş demek ki.” diye ses sonra bir kadın sesi ile gözlerine bakar. “ Siz ne saçmalıyorsunz cenaze evinde neler konuşuyorsunuz Bu çocuğun annasıyla kız kardeşi öldü hatta öldürüldü gözlerinin önünde gelmişsiniz çocuğun dibinde konuşuyorsunuz teyzesi duysa mahfetmez mi sizi.” O aldatmış diyen kadınlardan biri konuşur “Bu zamana kadar yoktu yoktu o kadının o hallerinde ölünce mi geldi.” derken sözünü böldü kadının.” Bu seni ilgilendiriyor mu neler olduğunu bilmeden konuşuyorsun bence ben demeden gidin bu evden. Biraz anasına olan saygınız yoksa o küçük kız çocuğuna saygınız olsun.” erkekler fiziksel güçlüydü değil mi? Peki kadınlar dili?

Bilmiyorum.

 

 

Bazen kalabalık ortamlar insanı bunaltır demi sesler her şey ama bazı insanlarsa sessizlikten korkar nereden vurulursan hayattan bizi başkalarından ayıran yönlerimizde budur? Küçük kız kardeşi züccaciyede gördüğü pembe simli barbei bebekli bardağı sevdiğini gözlerinden anlamıştı ve elindeki sıkıca tutuğu parayla züccaciye gidiyordu. Parayı metin amcası vermişti. Harçlık diye kullan lazım olur demişti o kadar gerek yok demesine rağmen vermişti. Tebessüm eden suratıyla beraber girdi içeri. Ve iler olan barbieli ve araba resimli olan bardakları gördü. Hemen eline aldı barbeli olanı kardeşinin en sevdiği şeydir özel zamanardan çok anı yaşarlardı ne zaman ne hissederlerse hele abisinin ona aldığı küçük hediyeler ve kardeşinin ona verdiği resimli çizimler farklıydı. Züccaciye doğru aldığı bardağı uzatır. “Abi bardağı hediye pakketi yapar mısın?” “Tabi olum.” derken elindeki sıkıca tutan parayı uzatır. Abi hediyeyi verirken parayı da almıştı hızlıca züccaciyede çıkıp eve doğru gider. Okuldaki sırt çantasının yükünü hissetmiyordu. Evin ziline basar ve kapının açılması ve kardeşinin ona sarılması bir olur. “Abiyyy gelmişşş.” diye sıkıca sarılır. “Meleğim hadi geçelim içeri.” diyerek zar zor girer içeri ve kapıyı kapattır. Annesine bakar mutfakta yemek yapıyordu yüzünde yorgunluk vardı. Tebessüm eder hafifçe. “Abi buu ne ne aldın.” diyerek poşeti alıyordu. “Bak bakalım meleğim.” diyerek poşeti verir. Ve açışını izler. “Abiiiii çokkk güzellll.” diyerek sıkıca sarılır. “Dünyanın en güzel abisisin sennn.” öyle miydi?

Bilmiyorum.

Teşekkür ederim ookuduğunuz için yorumlarınızı bekliyorummm. Görüşmek üzere ışığımlar...

 

 

Loading...
0%