@vasilisaqp
|
Koptu inci taneleri, her biri bastığım kan gölünün üzerinde masum paçalarım gibi… ------------------------------------------------------- Gözlerin öldüğü doğru mu? Sesler duyulmaz hale gelir mi peki? Aslında herkesin cevabı yaşadı hayat ile farklılıklar gösterir benim cevabım ise: Gözler ölmez karşında bulunan insanla birbirinize nasıl bakıyorsanız ölür, Sesler…eğer gerçekten sesini duymak istemezsen duyulmaz hale gelir.
Kader bir kez çıktı karşıma hemde olmadık bir yerde ve zaman da o vakitlerde presesten bir farkım yoktu ancak kader hayatıma sillesini vurduğu an herkesin nefret ettiği bir kraliçeye dönüştüm,bu yüzden ara sıra şunu düşürür dururum kendi kendime prensesler kaderi değiştirmeye çalışır ama kraliçeleri var olan kadere meydan okuyup ona karşı savaş açar öleceğini bile bile. Bir kraliçe olamayacak kadar savaş gördüm ve o savaşın getirdiği bir çift ölümü bizzat yaşadım. Derin nefes aldım arabamın içerisi lavanta kokuyordu, daha on iki yaşında olduğum annemin izlediği sabah programların birinde şöyle diyordu “...Doğru duydunuz aslında lavanta çiçeği hem uyku için hem de sankinleştirme özelliği vardır…” o vakitten itibaren lavata içeren şeyler kullanmaya başladım ama bugün bir lavanta tarlasının ortasında saatlerce kalsam dahi sakinleşmeyeceğimi biliyordum. Aklımdan binlerce tilki geçiyordu neyi nasıl yapacağımı, nasıl davranacağımı, birer birer oturduğum şeytan sofrasına sunuyordum düşünce tsunamisi üzerime geliyordu daldıp gittiğim için ani fren ile aracı durdum fark etmeden o kadar hızla sürüyor olmam gerekiyordu ki öne savrulmuştum.
Etrafa baktım karakolun önünde duruyordum kulaklarımın içerisinde uğuldamalar polis sirenleriyle karışıyor kafamın içerisinde çalkanıyorlardı gözlerimi kapattım ellerimi kulaklarıma kapadım, içimden bir ses yükseldi ‘artık ellerinde, azapların en büyüğünü yaşat ona.’ sesler birbirine karıştı kafamı direksiyona yasladım acıyla inleyerek “Susun…” diyebildim.
Bir başka ses ise ‘Nasıl bakacaksın ona…’ onu başka bir ses bastırdı ‘Kimi oynayacaksın Kanlı Ayın Kelebeğini mi yoksa Savcı Vera Lerina'yı mı?’Tırnaklarımı saç diplerime geçirdim bu kez yüksek sesle “Susun. Susun artık!” dedim. Durduğum aracın önünden hızla bir polis arabası geçti, Fark etmeden tuttuğum nefesi bıraktım gözlerimi açtım bakışlarım karşımda duran polis memurlarına ve gazeteci topluğunda bir süre kaldı. Kendime gelmem fazlaca zaman aldı dikiz aynasından kendime baktığımda saçlarım dağılmış vaiyetteydi.
Çenemi dikleştirdim içimde gün geçtikte bir odun parçası ekleyerek alevlendiriğim intikam ateşini, nefretimi daha da baskın hale getirdi her zaman yaptığımı yapacak herkesin yücelttiği ve hayran olduğu Savcı Vera'yı oynayacaktım. İlk iş yüzüme ve saçlarıma baktım rujumu tazeliyip saçlarımı düzelltiğime emin olduktan sonra çantamı ve ceketimi alıp arabanın kapısını açıp indim.
Kapıyı ardımdan kapadım topuklu ayakkabılarımın sesi beton yerde tok sesle yükseliyordu dik ve emin adımlarla karakola yöneldim tam o esnada beni fark eden bir gazeteci oturduğu yerden kalkıp bana hızla yürümeye başladı onun yöneldiği tarafa bakan diğer gazeteciler beni fark ettikleri an bana koşmaya başladılar.
Ben kapıya yaklaştığım esnada beni ortalarına aldılar ve soru yağmuruna tuttular onlara inat kapıya yürümeye devam ettim içlerinden bir kadın gazeteci “Lev Kuznetsov'u, oğlu öldürüldü deniliyor Savcı Vera, bunun hakkında ne söyleyeceksiniz?” Sorduğu soru bittiği an mikrofonu bana uzattı.
Sorduğu soruya cevap vermedim ilk andan bir şey söylersem eğer taraf tutmuş olmuş gibi gözükürdü ona net bir cevap olarak sessizliğim oldu mikrofonu indirdi ve ardından başka sorular sormaya başladı ancak o kadar gazeteci soru soruyordu ki onun sesi aralarından kayboldu.
Taviz vermeden yürümeye devam ettim başka bir erkek gazetecinin gür sesi kulaklarıma ulaştığında “Sizin bu davayı bilerek aldığınız söyleniyor Savcı Vera, söylenenler doğru mu?” Sorduğu soru ile adımlarım durdu onlarda benimle birlikte durdular kayıtsız surat ifademle bana soru soran gazeteciye döndüm buz kadar kesin sesle “Benim İsveç içim çalışsan bir savcı olduğumu biliyorsunuz, biz hukukçular devlet için çalışır önümüze hangi dosya bırakıldıysa ona bakmak zorundayız yani sizin bildiğiniz kulaktan dolma bilgiler asılsız bir suçlamadan ibarettir iyi günler.” Cümlem ortaya buz dağı kadar ağır düştü arkamı döndüm ve kendimi içeri attım.
Saate baktım çoktan biri geçiyordu sakin adımlarım arkamda ateş külü bırakıyordu çünkü asıl ateş topunu sorgu odasında bırakacaktım geçtiğim her koridor ağır geliyor gibiydi ancak acım attığım her adımın sesi kadar net ve baskındı sonunda sorgu odasının önünde durdum elim kapı kolunun üzerinde donup kaldı hızla diğer odaya girdim.
Polis karşı tarafta oturmuş camın diğer tarafında kalmış adamı izliyordu ağır adımlarım içeri girdi sesimi duyan polis arkasını döndü kalacağı esnada elimle oturmasını işaret ettim. Sesler yitip gider, simalar akılda kalır yapılan her eylem zihninin yapboz parçası gibi oturur. Cama yaklaştım üzerinde siyah gömleği yapılı olan vücuduna dar geliyor olacak ki üzerinde gerin şekilde duruyordu ilk iki düğmesi açıktı kollarını geriye katlanmıştı, siyah saçları özenle yapılmıştı ancak gece mavisi gözlerini kapatmış kafasını arkaya atmış biçimde duruyordu.
Ona bakarak katı sesimle polise soru sordum “Katilin avukatı nerede?” Şüpheli diyemezdim çünkü onun yaptığı söyleniyordu tabi onu sorguladıktan sonra aynı şeyler devam edecek mi görecektik polis kısa bir beklemeden sonra “Öldürmediğini bu yüzden istemediğini söyledi savcım.” Ellerimi göğsümün üzerinde birleştirdim kaşlarımı havaya kaldırdım alayla dudaklarım kıvrıldı karşımda duran adama bakarak “Herkes böyle söyler ancak bazıları suçsuz olur.” Derin nefes aldım “Bu da daha kolay sorgulamamızı sağlar.” Bu kez polise baktım “İçeri girdiğim an kaydı aç.” Polis hemen hazırlanmaya başladı ben ise güçlü adımlarla ordan çıktım. Düşünmeden sert ama sakin adımlarım içeri girdi ateş külünden ibaretti benin adım seslerimi duyduğu an kapalı olan göz kapakları ağır ağır açıldı benim gözlerim onun gözlerine değmedi. Çantamı sert şekilde masaya bıraktım, sandalyeyi çektiğim an demir ayakları boş duvarlarda kulakları delmek ister gibi ses yükseldi karşısına oturup bacak bacak üzerine atıp çantamdan dosyayı çıkardım ona bakmadan devam ettim “Adın Emir, soyadın Kuznetsov. 16 Kasım 1997 doğumlusun, doğum yerin Rusya-Moskova doğru mu?” Net cevap verdi “Doğru.” Kafamı salladım. Dosyaya bakarak devam ettim “Buraya niçin getirildiğini biliyorsun bunun için direkt konuya gireceğim.” Arkama yaslandım elimde olan kalemi parmaklarımın arasında oynatmaya başladım otoriter sesle “Bana o gece ne olduğunu anlatın.” Derin bir nefes aldıp kafasını salladı benim takıldığım şey ise o kadar derin nefes almıştı ki sanki yıllardır nefes alamıyormuş gibiydi tekrar nefesini verdiği an bıkkın şekilde konuştu “Dün gece babamın çalışma odasında bulunuyordum.” Kağıtları karıştırmaya başladım içeri bir polis girdi. Kafamı gelen polise çevirdiğim an bana doğru yürüdü “İzninizle, savcı hanım.” Önüme flas bellek bıraktı kaşlarımı çattım “Bu nedir?” Diye sordum, polis flaşbelleği işaret ederek “Dün geceye ait kamera kayıtları.” Gözlerimi flaşbelleğe geri çevirdim “Beni hemen başkomiserin odasına götür ve kaydı durdurun geldiğim an devam edeceğim.” Oturduğum sandalyeyi geri iterek kalktım loş ışığın altında çıkan ses dört duvardan çarpıp geri aramızda yükseldi arkama dahi bakmadan sorgu odasından çıktım ve başkomiserin odasına hızlı adımlarla girdim. Bilgisayarının önüne oturdum flaş belleği taktım ve açılmasını bekledim, bir bilgisayar ne kadar yavaş açılabilirdi ki sanki kısır döngü içerisinde olmuş gibi dönüp duruyor açılmıyordu. Sabrım bardağa son damla misali düşüp taşmak üzereyken bilgisayar açıldı istediğim dosyayı açıp kayıtları izlemeye başladım ilki Lev Kuznetsov'un çalışma odasına giren genç çalışan kızlardan biriydi. Elinde tepsi içerisinde fincan bulunuyordu saatte baktığımda gece yarısını geçmişti, bu saatte kadar ayakta kaldığına göre fincan içerisinde kahve olması gerekti tabii bunu oğluna teyit ettirmem gerekti. Gözlerimi kıstım ve dikkatlice her bir ayrıntıya odaklandım kamera kaydı sürüyordu kızın fincanı bırakıp çıkması bir dakika sürmüştü kısa bir süre sonra o geldi. Gömleğinin İlk iki düğmesi şu an ki hali gibi açıktı kollarını ise bir farkı yoktu eline baktım belki kravat vardır diye ama yoktu…kaydı durdum içerimde bulunan ses yükseldi ‘Kukla gibi herkesi parmağında oynatır o, tanrı kılığına girmiş şeytan.’ Alt dudağımı ısırdım bir ses daha girdi araya ‘Bekle…ve devam et.’ kaydı bıraktığım yerden devam ettirdim. Çalışma odasına yürüyordu bakışları o kadar soğuk ve donuktu ki göz rengine uygundu attığı her bir adım arkasında yıkım yaratacak kadar netti, çalışma odasının önüne gelip kapıyı açıp içeri girdi sanki kamera bu anı bekliyormuşcasına kapandı “Ne oluyor?” Dedim kendi kendime.
Aniden karşımda renkli şeritler çıktı kamera bozulmuştu kaşlarımı çattım diğer bir kayda geçtim bu kez hızlı adımlar ile merdivenleri iniyordu saatte baktım gece bir yani odaya girmesi ile arasında otuz dakika vardı. Luka belirdi önünde ne söylediğini tahmin etmemek imkansızdı ne olduğunu iyi biliyordum dudaklarını okudum “Patron, Kanlı Ay toplantı yerini bulmuş.” Ona baktım dudaklarında muzip bir gülümseme belirdi.
Sosyopat piç dedim içimden dudaklarından kısa bir cümle döküldü “Kartları önüne bıraktım o zeki bir kadın, ne yapacak bakalım.” Gözlerimi kapattım dişlerimi sıktım elimi masaya vurarak kalktım öfke bedenimi sarmıştı flaşbelliği hızla taktığım yerden hızla çekip çıkardım ve avuç içimde fazlaca sıkarak başkomiserin odasının kapısını çarparak çıktım hızlı adımlarım açık koridor boyunca yankılandı geçtiğim her yerde polisler ya önümden çekiliyordu ya da dönüp bakıyorlardı.
Aynı öfkeli şekilde sorgu odasının kapısını çarparak açtım yürürken polise bakmadan sadece karşı sandalyede oturan kişiye baktım “Kaydı başlat, bakalım suçlu ne yapacak.” İki farklı cümle iki farklı kişi önümde duran kişi Emir Kuznetsov, ünlü Kuznetsov hukuk şirketinin yöneticisi ben ise Vera Lerina onu yerle bir edecek olan savcıyım.
|
0% |