Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left2.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@venomiee
Bir masal vardı. Baş kahramanları çaresizlik havuzunda boğularak ölen.

Bir masal vardı. Karların altında esir olmuş iki kalbi delicesine yakan.

Bir masal vardı. Okyanus gözlü adamın, kalbi kendisinden büyük kıza aşkını konu alan.

Akrep yelkovanın ardından kendini feda edercesine koşarken alevler yavaş yavaş çırçıplak ortada kalan ağacı sarıyordu. Pes eder gibi bir yanı yoktu. Zaman umurunda değildi. Tek istediği can yakmaktı. Hatta daha fazlasını istiyordu.

Bu masalda kimse yaşamayacaktı. Ama ölen de olmayacaktı.

Zihnimin kuytu köşelerinde adımlarını yavaşlatan ben bu halime güldü. "Aynı araf gibi değil mi?"

Adımlarını durdurduğu zaman olduğu yere oturdu. "Bizi bir bilinmezliğe iten sensin. Karanlıktan kaçmak varken ona koşarak giden de sensin."

Yavaş bir şekilde bakışları bana döndüğü zaman ellerinin ve dizlerinin titrediğini gördüm. Sanki biri dokunsa anında yere düşecek bir hali vardı. Gözleri dolduğunda başını reddedercesine sağ sola salladı.

"Kabul etmek istemiyorum, istemiyoruz." dediğinde bir an için durdu. Kelimeleri zor seçiyor gibiydi. "Görmüyorsun değil mi? Sana yaklaşan alevleri görmüyorsun. Onlar bedenini değil, ruhunu istiyorlar. Onlar bizi istiyor kardeşim!"

Hangi konudan bahsediyor, bilmiyordum. Ona anlamsız anlamsız bakarken sesinin tonunu aniden yükseltti. İyi değildi.

İyi değildik.

"Bundan sonra yapabilecek hiçbir şey kalmadı kardeşim. Kaç! O alevlerden kaç. Seni, bizi yakmasına izin verme."

Bir adım geriye attığım zaman zihnimdeki ben yavaşça ayağa kalktı. Koşmaya başladığı zaman bana bakarak kısa bir işaret verdi. Adımlarım hızla geri giderken hızlandım ve koşmaya başladım.

Kaç kardeşim! Seni, bizi yakmasına izin verme!

Ateşin alevinden koşarak kaçıyordum, okyanusta yanacağımı bilmeden.

"Zamanı durduramazsın kızım. Onda kaçamazsın.." Zihnimde ölen sesler yeniden canlandığı zaman bedenim yanmaya başladı.

"Sen ne sandın? Bir adım da hemen zamanı yeneceğini mi? Ben burada iki yıldır çalışıyorum. Onla inatlaşmadım mı sanıyorsun? Ama olmuyor. Kazanan asla sen olmuyorsun."

Yıllarca tanıdığım tüm insanlar adil olmayan bir oyunu kurallarına göre oynamaya çalıştılar. Oysa bu çok saçmaydı. Adil olmayan bir oyunda adil bir kural olmazdı. Yanlış oynanan bu oyunda kazanan elbet zaman olacaktı.

"Aklını mı kaçırdın sen? Kızımı benden almana izin vermem. Ona eziyet etmene izin vermem."

Zaman, bizim etrafımızda tur atmaya başladığı zaman annem ve babam bu savaşın içine girmişlerdi. Babam anneme karşıydı. Zamanı aleyhine çevirip canımızı yakmak istiyordu. Babam zamanı çözmeye başlayan ama kurallarını yanlış anlayan bir canavara dönüşmüştü.

Beni annemin elinden almak istiyordu. Beni kullanarak annemi ruhen öldürmek istiyordu.

"Bana karşı gelemeyeceğini sende biliyorsun. Kızını senden alacağımı sende biliyorsun. Sonu nasıl biterse bitsin. Kızımı alacağım."

Sonu ölümle biten bu savaşta geride kalan tek kişi bendim. Annem kızını ona vermediğinde babam kafasındaki sonu kendi sayfasına işlemeye başlamıştı bile.

Kendi sonunu yazarken annemin sayfalarını da kirletmişti. Onu benden söküp almıştı.

Ben alevler arasında büyümüştüm. Şimdi ise ölmemek adına büyüğüm diyardan kaçıyordum. Bunu kendim için yapmak zorundaydım.

Kaç kardeşim! Seni, bizi yakmasına izin verme!

"Kalk artık... Sana diyorum. Sonsuza dek burada kalamazsın." Dudaklarıma ufak bir tebessüm yayıldığı zaman başımı yavaşça kaldırdım.

"Ne gülüyorsun?" dediği zaman bakışlarımı ona çevirdim. Elindeki kitabı gösterdiğim zaman bana bakıyordu.

"Raflarda unutulan kitapların arasında sıkışıp ölen bir kıza kalk artık demen.. Çok komik."

"Gereksiz edebiyat yapıyorsun. Hoşuma gitmiyor." Derin bir nefes aldığım zaman yavaşça ayağa kalktım.

"Hoşuna gitmiyorsa bir daha benimle konuşmazsın. Nasıl fikir?"

Ona baktığım zaman bakışlarını benden kaçırmıştı. "Patron bu gece burada senin kalmanı istiyor. Temizlik şirketini birinin beklemesi gerekiyor."

"Sorumun cevabı bu değildi ancak olsun." Yavaş bir şekilde yürümeye başladığım arkamı dönüp ona bakmadım. O her zaman böyleydi. Birinin iş yapması gerekiyorsa asla kendisini bu işin içine katmazdı. Birinin canı yanıyorsa bu o olmamalıydı.

Bencil bir herifti kısacası.

"Dur lütfen!" Bana seslendiğinde adımlarımı durdurdum. Yüzünü görmek istemediğimden arkamı dönmüyordum. Ne diyeceğini merak ediyordum.

"Sorunun cevabı kötü fikir. Aşık bir adam sevdiği insandan uzak duramaz."

"Aşık...Aşık mı?" Sorusu dudaklarımda bir tebessüm yaratırken "Bu sadece bir takıntı.." diye tamamladım cümlemi.

"Hayır!" diye bağırdığı zaman sesinin tonunu hızla düşürdü. "Bu takıntı değil."

"Ne sevdiğimi biliyor musun? Hangi müzik türünden hoşlandığımı. Ya da en çok okuduğum kitabın adını? Bilmiyorsun. Kalbimi sevmek varken sen bedenimi sevdin."

Adımlarımı hızlandırdım. Daha fazla konuşmasını dinlemek istemiyordum. Kendini bana aşık diyerek kandıran adamı nasıl dinleyebilirdim ki?

Kalbimi bir kez ellerinin arasına almayan adam nasıl bana aşık olabilirdi?

Ana masaya geldiğim de elimde duran kitabı yavaşça bıraktım. Bu kütüphane de geceyi geçirmeyi seviyordum. Burası benim yuvamdı. Bu kitaplara bakmayı çok seviyordum. Onlar sayesinde kendimi yalnız hissetmiyordum.

Onlar sayesinde savaşıyordum.

Telefonumun melodisi kütüphane de yankılanırken hızla ekrana baktım. Ardından telefonu sessize aldım. En yakın arkadaşım dahi arasa kütüphane de cevap vermezdim. Burası benim kaçış noktamdı ve ben kaçış noktamda yalnız kalmak istiyordum.

"Mutlu musun?"

Zihnimdeki ben yine beni ziyarete gelmişti. Bakışlarımı ona çevirdiğim zaman masanın üzerinde otururken buldum onu.

"İnsan evinde mutlu olmaz mı?"

"Senin evin burası mı?" dediği zaman bakışlarımı ondan kaçırdım. "Burası senin evin değil. Bunu sende iyi biliyorsun. Kendini daha iyi hissettiğin için burada kalıyorsun. Tam olarak bir yıldır buradasın. Bu fazla değil mi?"

"Doğru olan bu. İnsanlar fazla acımasız. Fazla kötüler. Buradan çıktığım zaman ne olacak sanıyorsun?"

"Ne sanıyorsun? İnsanların hep iyi olacağını mı? Elbet canın yanacak. Bundan kaçamazsın. Önemli olan buna karşı koymak, savaşmak."

"Yoruldum anlamıyor musun? Sana, o aptal aşığa derdimi anlatmaktan yoruldum. Daha ne istiyorsun? Hala savaşmamı mı istiyorsun?"

"Evet, hala savaşmanı istiyorum."

"Ben savaşmak istemiyorum dedim sana. Beni rahat bırak!" Adım sesleri duyduğum zaman zihnimdeki benin görüntüsü anında yok olmuştu. Patron'un bahsettiği temizlik ekibi gelmiş olmalıydı. Sahi onların gece gece burada ne işleri vardı?

"Merhaba.." Ana masadan ayrıldığım zaman karşımda orta yaşlı bir erkek duruyordu. "Temizlik için geldik biz. Bu da belgemiz."

Bana uzattıkları belgeye kısa bir bakış attığım zaman "Kaç saat kalacaksınız?" diyebildim. Ne kadar kısa o kadar iyi bir süreydi benim için.

Sadece yalnız kalmak istiyordum.

"Bir saat sürecek işimiz. Sonra gideceğiz." Başımı salladığım zaman masada duran tarih kitabımı elime aldım ve yavaş bir şekilde kütüphaneyi gezmeye başladım. Her koridor, kafamdaki birer kapıya eşitti aslında.

Birer birer o kapıları açıyordum. Korktuğum zaman hızla kapatıp başka kapılara yöneliyordum. Bu kapılar benim gerçek kimliğim ile yüzleşmemi sağlıyordu. Oysa ben buna hazır değildim.

Kendi zihninde korkan, kendi geçmişinde yanan bir kızdım ben.

Doğdum, annem beni kucağına aldığı zaman nefesini derin bir şekilde içime çekmiş. Sanırım o an en son mutlu olduğu an. Sonra büyüdüm.

Büyüdüğüm gün çocukluğum öldü.

Artık yaşan bir ölüydüm. Ruhunu çocukken kaybeden bir bedenden başka bir şey değildim. Mutsuzdum. Hissedemiyordum.

Beni seven bu adam gerçekten bana aşık olabilirdi. Beni seviyor olabilirdi ama yıkılan bir enkaz konu aşk dahi olsa yeniden ayağa kalkamazdı.

Adımlarımı sehpaya doğru çevirdiğim zaman kütüphaneden çıkmıştım. Geniş hole doğru adımladığım zaman bana bir kaç metre uzakta bir adam çarptı gözüme. Yanında ondan daha zayıf bir adam veya genç vardı. Kim olduklarından emin değildim.

Genç elindeki paketi adama verdiği zaman bağırdı. "Sana ne dedim? Beni bu işten uzak tut."

Yabancıları dinlememem gerekiyordu. Aralarında dönen konu beni ilgilenmiyordu ve bu sebeple onları dinlememem gerekiyordu. Kitabımı eskisinden daha kuvvetli tutarken bir adım geri attım. Gencin karşısındaki adam gayet rahat bir tavırla elini cebine attı. Bir kaç dakika sonra yeni bir torbayı gence uzatıyordu.

Neydi bu torba?

"Seni bu işten uzak tutmak demek bu işin yatması demektir. Sence ben bunu ister miyim evlat?"

Gencin yüzünü göremiyordum ancak adamın söyledikleri karşısında şimdi daha rahat duruyordu. Sanırım bir nevi karşısındaki adamla alay ediyordu.

"İşin yatıp yatmaması umurumda değil. Ben bu mallar yüzünden kız kardeşimi kaybettim lan. Sence girer miyim yine bu işe?"

Bir adım daha geriye doğru attığım zaman durdum. Adamın kahkahası holde yankılandığında gülümsediğini gördüm. Bir adım atarak gencin üzerine yürüdü.

"Bu teklifi reddetmek neye mal olacak sen daha iyi bilirsin. Elinde değer verdiğin insanları alırım."

"Aldın lan işte! Kız kardeşimi aldın. Daha ne alacaksın benden?!" Birden duraksadım. Gözlerim dolduğu zaman başımı sağ sola olarak iki yana salladım.

Daha ne istiyorsun benden baba? Ne?!

"Kız kardeşimi benden alarak beni öldürdün. Daha ne istiyorsun benden!"

Annemi benden aldın. Daha ne istiyorsun benden?

"Bu işler için uygun bir gençsin. Teklifimi bir daha düşün. Eğer kabul edersin beni ara ama etmezsen merak etme seni öldürmeyeceğim. Ama yaşatmayacağımı da."

Adam gence doğru bakarken anlık olarak bakışlarını bana çevirdi. Adımlarımı hızlandırıp kütüphaneye girdiğim de kalbim ağzımda atıyordu. Temizlik işçileri beni ana masanın önünde bekliyorlardı. Bakışlarım anlık olarak arkamdaki holü bulsa da adımlarımı hızlandırıp ana masaya geçtim.

Beni ilgilendirmeyen bir konuyu daha ne kadar düşünecektim?

Belki artık seni de ilgilendiriyordur.

"Sus artık!" diye bağırdığım zaman temizlik işçileri oldukları yerde irkilerek bana bakıyorlardı. Fazla büyük tepki gösterdiğim için dudaklarımı araladım ve az önce bunu yaşanmamış var saydım.

"Ücret.." dediğim zaman masanın üzerinde duran para destesini lastikten çıkarttım.

"Ücretiniz buyurun."

"Teşekkürler efendim." Ücreti aldan adam bana kısa bir bakış attığı zaman gülümsedim. Ardından koltuğuma kendimi attım. Tarih kitabım hala elimdeydi ancak ona baktığım zaman zihnimde canlanan sahne değişiyordu.

Bu sefer konu kitap değildi.

Kız kardeşimi benden alarak beni öldürdün. Daha ne istiyorsun benden!

Kulaklarımda çınlayan ve bir süredir kendini tekrar eden bu sesi aklımdan silip atamıyordum. O adamın ruhu bir harabeye dönmüştü. Aynı benim ruhumun bir enkaza dönmüş olması gibi.

Ancak tek fark bu adam benim aksime ne olursa olsun savaşıyordu. Zaman ve alevler onun gözünde bir tehdit değildi, olmamıştı. Bu adam ne olursa olsun, savaşmaya devam edecekti.

Hırs gözünü kör etmişti. Bedenini sarmalayan alevlerin canını acıtmasına aldırmadan yolunda ilerliyordu. O güçlüydü. Benim aksime hırslıydı.

Ben ise kendisinden vazgeçmiş bir karmaşaydım.

Tarih kitabını elimden bıraktığım zaman kapının sol üst köşesinde genelde arızalı olan çanlar ilk defa çalmaya başladı. Bakışlarım anlık olarak kapıyı bulsa da orada kimseyi görmemiştim ve işin aslı bu beni korkutmuştu.

"Kim var orada?"

Adım sesleri hızlanırken yavaş bir şekilde ayağa kalktım. Bakışlarım korku filmini aratmayacak kütüphanenin girişindeyken tarih kitabını kendimi savunmak için elime aldım.

Ne kadar kalın cilt, o kadar iyi hasar bırakan bir silah!

"Kim var orada dedim."

Korku kalbimi ele geçirdiğinde elimdeki kitabı kontrol etmek daha da zorlaşmıştı. Bu saate kim vardı bu kütüphane de?

"Demek bizi izleyen güzel kız sensin." Adım seslerini bakışlarım ile takip ettiğimi yavaş bir şekilde yutkundum. Bu adamı tanıyordum. Bu adam holde gördüğüm adamın ta kendisiydi. Peşimi bırakmayacağını biliyordum sadece bırakmasını ummuştum. Ancak olmamıştı.

Yine iç sesim galip gelmişti. Haklıydı.

Onları izleyerek kirli oyunlarına ansızın giren bendim. İçimdeki biriken merakıma yenilerek yapmıştım bunu.

"Beni tanımadığına bahse girerim." dediğinde bakışları ana masamda duran kitaba kaydı. "Tanımanı istemezdim."

Sustum. Bu adamın karşısında korksam bile bunu belli etmek istemiyordum. Duruşumu dikleştirdiğim zaman "Neden buradasınız?" dedim. Bakışlarım adamdan ziyade önümde duran tarih kitabındaydı.

"Bunu benden çok daha iyi bildiğine eminim. Ancak anlatabilirim." Adımlarını masaya yaklaştırdığı zaman bakışlarını bana çevirmişti.

Hissiz adam ve onun karamsar bakışları..

"Karanlık bir kuyu düşün. Sonu var mı yok mu bilmiyorsun. İşte o kuyu, o karanlığın babası benim. O gördüğün gençte karanlığa yenilen bir serseri." Cebinden çıkardığı kolyeyi elinde salladığı zaman gülümsedi.

"Şu ana kadar yaptığım hiçbir şeyden pişman duymadım. Ama o genç.." dediği zaman elindeki kolyeyi avuçlarının içine hapis etmişti. "O genç büyük bir tehlikeydi benim için."

Sesi kulaklarımda bir kez daha yankılanırken adam devam etti cümlesine. "Bende bu tehlikeyi doğru bir şekilde kendime yönlendirdim. Kuralları aleyhine çevirdiğin zaman oyunun kazanı olma ihtimalin artar. Bende kuralları aleyhime çevirdim."

Aklımı okuyarak "Zaman.." dediğinde ona baktım. "Zamanın akıl ermez kuralları ve ona karşı savaşan bizler.. Peki sen kimin tarafındasın?"

Zihnimdeki ben duvarlarının arkasından çıktığı zaman çığlık çığlığa bana bağırıyordu.

"Seni kandırıyor kardeşim!"

"Peki benden ne istiyorsunuz? Buraya bana nasihat vermeye gelmediğinizi biliyorum. Ancak ne istediğinizi çözemedim."

"Doğru soru soruyorsun. Senden ne mi istiyorum. Senden bu serseriye karşı savaşmanı istiyorum. Bu tehlikeyi ruhen öldürmeni istiyorum."

"Hayır!" diye bağırdı içimdeki ben. "Senin ellerin kan olmamalı kardeşim!"

"Bunu benden neden istiyorsunuz? Ben bir enkazım. Karşımda duran o adamın karşısına geçtiğim zaman ayağa kalkamam. O kararlı. O savaşçı. Onu durduramam."

"Sen bir enkaz isen o da uçurumda duran biri. Ya onu biri tutup engelleyecek ya da uçuruma doğru itecek."

"Eğer yapmazsam.." dediğim zaman karşımdaki adam büyük bir kahkaha attı. Bu onun hoşuna gitmişti.

"Konuşmalarımızı iyi dinlemedin mi? Eğer yapmazsan seni yaşatmam." dediği zaman zihnim cümlesini hızla tamamladı. "Ama öldürmem de."

"Tehdit mi ediyorsunuz beni?"

"Tehdit bunun yanında az kalır inan bana." Masamda duran tarih kitabını eline aldığı zaman "Cevabın ne?" dedi. Bu sorusuna karşı ellerim titrediğinde derin bir nefes aldım. Bunu yapmak zorundaydım.

"Hayır!" diye bağıran kendimi önemsemedim. Bu sefer onun cümlelerine kulağım kapalıydı.

"Ben... Kabul ediyorum."

Adamın teklifini kabul ettiğimde yanmaya gittiğimi henüz bilmiyordum. Bir okyanusun beni kendi dünyasına hapis edeceğini bilmeden bu teklifi kabul etmiştim. Elimdeki tek kaynağım Batuyu da kaybetmeye dayanamazdım.

O zaman ölürdüm işte.

Cebinden çıkardığı ufak kağıdı bana uzattığı zaman "Yarın akşam sekiz de bu mekana geliyorsun. Her şey benim dediğim gibi olacak. Anladın mı?"

Başımı evet anlamında salladığım zaman bana uzattığı kağıdı elinden aldım. Demir Arslan.. Bu isim bana nereden tanıdık geliyordu?

"Bana kartta yazan numaradan ulaşabilirsin. Her adımında beni ara. Gelişmeleri öğrenmek istiyorum."

Bir kelime etmeden başımı yine evet anlamında salladığım zaman isminin Demir olduğunu tahmin ettiğim adam gülümsedi. "Sana ona aşık olma dememi mi bekliyorsun? Aksine.." dediği zaman gülümsedi.

"Ona aşık ol. Aşık ol ki canı yansın."

Dudaklarım açıldı ancak tek kelime edemedim. Bu nasıl bir adamdı böyle? Bu karanlık benim karanlığımdan daha büyüktü. Bu karanlık beni aşıyordu. Demir Bey son kez bana bakarak gülümsediği zaman olduğum yerde kaldım.

Alevler şimdiden dört bir yanımı sarmıştı. Yanıyordum. Korkumdan, cesaretimden korkuyordum. Zaten sarılmış bir adamı yakmak ne kadar doğruydu, bilmiyordum.

Ona aşık olmam tek onu yakmayacaktı. Ona aşık olmam ikimizi de yakacaktı.

Sanırım artık karanlıktan kurtulmamın yolu yoktu. Bu kuyuya kader beni itmişti. Ne çıkacak bir dayanağım vardı ne de beni kurtaracak bir el.

Telefonumun melodisi çaldığı zaman bakışlarımı hızla çantama çevirdim. Telefonu elime aldığım zaman kim olduğuna bakmadan açtım aramayı.

"Alo? Sedef Hanım?"

"Merhaba.. Batu sizin sesinizi duymak istediğini söyledi. Gece gece rahatsız etmiyoruz umarım."

"Ne rahatsızlığı? Verir misiniz Batuyu telefona?" Sedef Hanımdan bir kaç dakika ses gelmediği zaman telefonu Batu'ya verdiğini anlamıştım.

"Alo prenses.. Prenses ben seni çok özledim." Burnunu çektiğini duyduğum zaman gözlerim hızla doldu.

"Neden beni ziyarete gelmedin? Bütün gün seni bekledim. Sana çiçek topladım ama soldular." Burnunu bir kez daha çektiği zaman devam etti cümlesine. "Bari onlar solmadan gelseydin yanıma."

"Özür dilerim Batu.. Ben çok özür dilerim. İnan bana işlerim istediğim gibi gitmedi. Seni yalnız bırakmak istemezdim."

"Ben burada yalnız olmaktan bıktım. Sende gelmiyorsun. Kimse anlamıyor beni. Annem gelecek dedim. Ona vereceğim bu çiçekleri dedim bana güldüler. Gel anne.. Gel lütfen sana vermem gereken çiçekler var."

Masamda duran çantamı elime aldığım zaman "Geliyorum Batu. Geliyorum annem. Özür dilerim. Ağlama lütfen." dediğim zaman birden zihnimde bir ses yükseldi.

"Konuşmalarımızı iyi dinlemedin mi? Eğer yapmazsan seni yaşatmam." dediği zaman zihnim cümlesini hızla tamamladı. "Ama öldürmem de."

Ne cennetin bahçelerinde dolaşıyordum ne de cehennemin alevlerinde yanıyordum. Araf benim şu an bulunduğum andı. Batuyu kaybetmeyi göze alamazdım. Ancak o adamı ruhen de öldüremezdim.

Ben daha bir insanın ruhunu öldürmedim. Nasıl yapabilirdim bunu?

Gözüm kapalı, sonu ne olacağını düşünmeden bu adamı ruhunu öldürmeyi seçtim. Batuyu bu adamın karanlığına teslim etmeyecektim.

Kütüphaneden hızla ayrıldığım zaman hızla koşmaya başladım. Batu'nun kaldığı yurt bana oldukça yakındı bu yüzden bir araca binmeye gerek duymuyordum. Koşmak, bedenimi rahatlatıyordu.

Telefonumun zil sesini duyduğum zaman ona aldırmadan yurdun kapısından içeri girdim. Girişte bulunan bozuk asansörü tercih etmeden merdivenleri hızla tırmandım. Çocukların bulunduğu kata gelmeme bir kaç merdiven kalmıştı ki ansızın büyük bir gürültü koptu. Büyük bir çığlık atarak kulaklarımı kapattığım zaman düşünmeden merdivenleri daha hızlı çıkmaya başladım.

"Ne olur.." dedim nefes nefese. "Ne olur ona bir şey olmasın."

"Bizi karanlığa ittiğin yetmiyormuş gibi Batu'nun ellerine de karanlığı bulaştırdın. Söylesene nasıl temizleyeceksin?"

"Sus! Yeter artık sus!"

"O adamın teklifi seni aşan bir karanlığa sahipti. Sen bunu biliyordun. Bunu bilerek kabul ettin. Bu bir cinayet! Bu diri diri adam öldürmek!"

"Ne yapsaydım?! Teklifi kabul etmeseydim bu alevlerde yanan tek ben olmayacaktım. Batu da yanacaktı. O daha.." dediğim zaman bağırdım. "O daha çocuk!"

"Onun çocuk olmasını teklifi kabul ederken umursadın mı peki? Gerçekten umurunda mıydı?"

"Umurumdaydı. Batu yanmasın diye iki kalbi ateşe verdim ben. Bu yolda bana karşı çıkacaksan sus! Sesini duymak istemiyorum. Anladın mı?"

Merdivenleri tırmanmayı başardığım zaman koridorun ortasında elinde ayıcığı ile bana bakan Batu'yu gördüm. Bedeni korkudan titriyordu.

"An-anne!"

Koşarak bana sarıldığı zaman düşünmeden kollarımı ona doladım. Kokusunu içime çektiğim zaman "Geçti.." diye mırıldandım. "Geçti annem. Geldim yanındayım."

"Çok korktum. Gelmeyeceksin diye çok korktum."

"Geldim Batu.. Geldim. Artık gitmek yok."

"Beni sakın bırakma olur mu?" dediği zaman gülümseyerek yaşlarını sildim. İnsan canından vazgeçebilir miydi?

Vazgeçmezdi.

"Seni asla bırakmam Batu. Asla.." Ona sıkı bir biçimde sarıldığım zaman yavaş bir şekilde ayağa kalktım. Odasına girdiğimiz zaman yatağını örtüsünü hafif aşağı çektim. Onu yatağına yatırdığım zaman "Ayıcığını alayım geliyorum." diye fısıldadım. Yanağını öptüğüm zaman odasından ayrılıp koridora geri döndüm. Ancak ayıcık olduğu yerde değildi. Onun yerinde bir kağıt duruyordu.

Eğilip kağıdı elime aldığım zaman dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bedenim korkuyla titrerken bu karanlığın benden çok fazla olduğunu o zaman gördüm. Savaşacaktım.

Başka şansım yoktu.

Bu oyunda iki oyuncu vardı ve benim bu oyunu kazanmam gerekiyordu. Sonu ne olursa olsun...







modal aç
modal aç
modal aç