Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Benim olan güzeldir

@verahare

Eğer bölümü beğendiyseniz lütfen oy vermeden geçmeyin. Doğal olarak emeğimin karşılığını almak istiyorum.

 

 

 

 

Arslan'la eve döndüğümüzde Koray'la Şule'nin asık suratlarıyla Emine halayla konuştuklarını duyduk.

 

"Ne oldu?" Diye sordu Arslan.

 

Koray üzüntüyle "Serçe'yle dokularımızın uyacağını umuyorduk.." diye mırıldandı "Ne Şule ne de benim dokularımız uyuşmadı maalesef"

 

Arslan dostane bir tavırla kuzeninin sırtını sıvazlayıp "Üzülmeyin" dedi.

 

O sarsılmaz gibi görünüp üzülmeyin dese de ben Arslan'ın içinde paramparça olduğunu görebiliyordum. Buğulanan gözlerini kaçırışını, yutkunuşunu, dudaklarının bükülmesini hepsini görmüştüm. Eğer dokular uyuşsaydı havalara uçardı. Serçe'nin acı çekmesine katlanamıyordu. Bitmek bilmeyen serumlar, Serçe'nin minik ellerine saplanan damar yolu iğneleri, sonu gelmez kusmalar.. Her acı çekişi ölümle eşdeğerdi.

 

"Kemoterapi seansı birazdan başlar" dedi Emine.

 

"Biliyorum" deyip seri adımlarla eve gitmeye başladı Arslan.

 

Onun arkasından gittim. Ben bebeğim olacağı için sevinçliydim. Arslan ise kızını kaybetmekle karşı karşıyaydı. İçim kasıldı birden. Ona yetişip "Serçe'nin yanında böyle yıkılmış gibi durma olur mu? Senin ihtiyacın olduğu kadar Serçe'nin de sana ihtiyacı var." Dedim. Başını salladı.

 

"İstersen gelebilirsin"

 

"Serçe kızmaz mı?" Dedim.

 

"Ne için kızsınki? Onun yanındayken ona acıyarak bakma yeter. Lösemiden daha acı olduğunu söylüyor"

 

"O daha çocuk ve kendine fazla yüklenmiyor mu sence? Yani kemoterapi görüyor acı çekmesi normalken bizim ona üzülmemizi istememesini anlamıyorum."

 

"Onun doğası da böyle. Serçe meydan okumaya bayalır. Lösemiye kemoterapinin verdiği acılara ona üzüntüyle bakan gözlere her şeye herkese meydan okur benim kızım. O yüzden onun yanındayken acımak gibi bir lüksümüz olmaz"

 

"Yani kızın bir savaşçı desene?" Diye takıldım. Buhranlı havayı dağıtmak istiyordum. Arslan'da bana gülümsedi. Kolumu tutup yönlendirdi beni. "Yanlış odaya gidiyoruz Serçe'nin odası arka tarafta kaldı" dedim.

 

"Kemoterapinin yapıldığı oda burada. Serçe için hastane odası yaptırdım." Dedi Arslan.

 

Gerçekten hastane odasıyla aynıydı. Perihan hemşirenin bize verdiği maskeleri önlükleri boneleri ve galoşları giydik. Serçe hemşirelerle odaya girdiğinde bizi görünce gülümsedi. İçimden ayların hemen geçmesini diledim. Serçe'nin hayatı kardeşine bağlıydı. İçimde belirgin bir acının kabardığını hissettim. Ya Serçe'nin sekiz ay kadar zamanı yoksa ne olacaktı? Midem düğümlendi. Vücudumun gözeneklerinden terler boşandı. Sanki sivri sinek ısırmış gibi acıyla irkildim. Bu kız içimdeki acıma duygusunu ayağa kaldırmıştı resmen. Daha çok küçüktü. İnanılmaz acılarla savaşıyordu. Ama bir kez olsun gözlerinde umutsuzluğu göremezdiniz. Ona doğru adım atıp solgun yanağını okşadım.

 

"Hadi benim güzel kızım" dedi Arslan kızını kucaklayıp yatağına uzandırdı.

 

Serçe'nin yanıbaşında durduk. Ve hemşireleri izledik. Serçe'nin babasına gülümsemesini seyrettim. Serumdaki ilaç damarına ulaşıyordu yavaşça. Serum bitene kadar orada durduk. Serçe uyumak istediğini yalnız kalmak istediğini açıkladı.

 

"Sen uyuyana kadar yanında kalacağım" diye itiraz etti Arslan. Kızının ellerini okşadı. Ve Serçe bir süre sonra uyuyunca Arslan onu kucağına alıp odasına taşıdı.

 

Seri davranıp çarşafı kaldırdım. Arslan kızını yatağa uzandırıp çarşafı üstüne çekti ve odadan çıkmadan önce başına bir öpücük kondurdu. Odadan çıkıp kapıyı kapattığında "Kızın çok güçlü" dedim. Ve kendime engel olamayarak "İnşallah yedi aylık doğar bebeğimiz o zaman Serçe'nin iyileşme süreside hızlanır" dedim. Arslan'ın iç ısıtan bakışlarıyla karşılaştım. Dudaklarında gizemli ve tutkulu bir tebessüm belirdi. O an sanki kalbim onun kalbine kök salıyordu. Bu bakışlar beni mahvediyordu. Her şey mümķün her şey kolay gibi geliyordu o zaman.

 

"Gidip biraz dinlen" dedi Arslan ılık sesiyle. Ona bakarken sabaha karşı gördüğü rüyayı hatırladı. Esasen belleğinden hiç çıkmamıştı. Mahru'nun istekle sızlayan dudaklarını kendi boynunda açlıkla dolaştığını görmüştü. Olmadık şeyler söylüyor. Gömleğinin düğmelerini açarken her ilikte bir öpücük konduruyordu göğsüne. Nefes nefes uyandığında göğsünü yoklamış Mahru'nun yakıcı öpücüklerinin sıcaklığını duymak istemişti. Hayalkırıklığıyla çarşafı üstünden atıp banyoya geçip ellerini duvara yaslamış soğuk suyun altına girmişti. Tepesinden sular döküldükçe. Onun başdöndürücü hallerini kafasından silmek istedi. Sıcak tenini daha çok duydu. İçini kaplayan bir sıcaklık onu eritti. Gözlerini açtığında Mahru davetkar dudaklarını aralayıp "Benden kaçamazsın Arslan" deyip yeniden dudaklarına uzandı. Bütün özlemini isteklerini usulca isteyerek küçük küçük öpüyordu. Hayatı buna bağlıymış gibi öpüyordu. Arslan kendine gelip gözlerini açtı. Bu nasıl bir sanrıydı böyle? Başını iki yana sallamış nabzının yavaşlamasını beklemişti. Rüyası bile bu kadar etkiliyorsa diye geçirmişti içinden. Kimbilir gerçekten yan yana gelsek neler olurdu acaba? Gözlerini üst üste kırpıştırmıştı. Kaskatıydı.

 

 

 

Bakışları sanki ruhumu emiyordu. Siyah gözleri tutkuyla perdelenmişti. İçime saplanan merak ağzımı dilimi kuruttu. Sebebi ben miydim? Onun için bebeğinin annesinden başka bir şey olabilir miydim? Tutsak duygularımın zincirleri kırılmış gibiydi şimdi. Neden olmasın. Kalbim o kadar dehşetle çarptıki sendeledim birden. Artık her ne olacaksa olsun istiyordum. Beklemek umudu uzatmaktı ve bu sancılı bir işti. Bekledim. Bir şey söylemesini bekledim oysa hiçbir şey demeden beni bırakıp gitti. Azap gibiydi bu an. Sancılı bir bekleyiş ve sonuç hüsrandı tabii ki. Kendimi aptal gibi hissettim birden. Ben yanılıyordum sadece. Onun çocuğunu taşıyorum diye beni sevecek hali yoktu ya. Bir iki insan görüp konuşmak kafamı dağıtmak istedim. Şule beni görünce gülümseyip yanıma geldi.

 

"Biz yan taraftaki çiftliğe taşınıyoruz. Artık bana da misafir olursun değil mi?"

 

Şaşırdım "Neden gidiyorsunuz?"

 

"Ee Koray'ın evi orası o yüzden. Aslında sizi hiç rahatsız etmeyecektik. Ama evin temizlenmesi gerekti. Koray hizmetçiler tutup evi temizletmeye başlamıştı. Bugün bitti temizlik. Gel evimize baksana" deyip Mahru'yu elinden tutup evden çıkardı Şule.

 

Avluya indiğimizde Emine Halayla Koray'ı konuşurlarken gördük.

 

"Bana bak ben bu süslüye laf ediyorum diye mi taşınıyorsun yoksa?" Diye sordu Emine Koray'a.

 

Koray bir gülüş patlattı "Yok ya ondan değil. Sadece böyle daha iyi şehir dışından misafirlerimiz olacak bazen. Sizi rahatsız etmeyelim. Hem Şule rahat etsin istiyorum Hala."

 

"Seviyor musun onu?"

 

Koray sırıtarak başını salladı. Şule yanına gelip sulu bir öpücük kondurdu yanağına.

 

"Sizi de bekleriz bize" dedi Şule. "Her zaman gelebilirsiniz bize"

 

Emine'nin yüzü keskin bir ifadeyle ciddileşip "Abimin evine gelmek için izin alacak değilim" dedi.

 

"Her neyse canım işte" dedi Şule. Hiç kırılmadı Emine'ye. Koray yanındaydı önemli olanda buydu.

 

"Ben motoru tamir edeceğim." Dedi Koray "Şule sipariş ettiğin elbiseleri kargo getirdi gidip bak istersen"

 

"Hadi gel Mahru"

 

Burada durursam canım sıkılacaktı. O yüzden Şule'yle gittim. Çiftliğe girdiğimizde arnavut taşıyla süslenmiş uzun yolda yürüdük. Eve girdiğimizde Şule kendini koltuğa atıp "Burası Koray'la benim kalemiz. Ve biliyor musun insanın bu hayatta kalesinin olması müthiş bir şey. Hele birde sevdiğin adamla o kaledeysen" Şule iç çekip gözlerini yumdu.

 

Şule'nin sözleri beni düşündürdü. Hatta acıttı. Doğduğumda babamın evindeydim. Evlendiğimde de kocamın evindeydim. Her ikisi de benim değildi. Sığıntıydım yani. Arslan'ın evi ise bana kale gibi gelmişti. Sorun benim o kalede ne olarak durduğumdu. Ne kadar duracaktım. Onun bir parçası olacak mıydım. Vazgeçilmezi her zaman arzuladığı kadın olacak mıydım? Belirsizlik azaptı resmen.

 

"Hadi gel kalemi gezdireyim sana"

 

Şule'nin sesiyle kendime geldim. Ev tam genç işiydi. Duvarda Şule ve Koray'ın motor üstündeyken çekilen fotoğrafı vardı. Duvar kağıdı görevi görüyordu. Kocamandı ve bir duvarı tamamen kaplamıştı fotoğraf. Şule'nin odasına gittik.

 

"Aslında yatak odamızı kimseye göstermezdim. Yani İstanbulda arkadaşlarımız bize geldiğinde kızlar odamı görmek istediklerini söyledikleri zaman kesin dille ret ederdim.

 

Şaşırmıştım "Siz yani birlikte mi?" Konuşmanın devamını getiremedim. Şule beni anlamıştı. Sessizce gelen elbiseleri paketlerinden çıkarıp askıya asıyorduk. Miyavlama sesini duyunca başımı çevirdim. Boz renkli kedi kapıdan odaya koşarak girip komodinin üstüne zıpladı ve Şule'nin kol çantasını yere devirdi. Çantadan dökülen bir iki ruj allık ve bol miktarda korunma hapları vardı. Uyumaktan başka şeylerde yaptıklarını da öğrenmiş oldum.

 

Şule eğilmiş yere dökülen eşyalarını çantasına koyarken "Beni kınıyor musun?"

 

Panikle "Ne haddime" dedim. "Bu sizin aranızda geçen bir şey. Yani beni ilgilendirmez" dedim.

 

"Onu seviyorum"

 

"Anladım"

 

"Ben öyle şeyleri umursamam. Onu seviyorum oda beni seviyor. Sorun yok yani"

 

"Özür dilerim sadece şaşırdım biraz o kadar." Dedim gergince. "Gitsem iyi olacak"

 

"Hayır kal lütfen bu kadar elbiseyi tek başıma dizmek istemiyorum"

 

Yeniden elbiseleri askıya dizmeye başladım. Şule'nin bileklerindeki minik kuş dövmelerinin ona çok yakıştığını söyledim.

 

"Dövmeler jilet izlerini kapatmak için. Kamuflaj gibi düşün. Eski bir bağımlıyım da. Kriz anında yaptım"

 

"Açıklamak zorunda değilsin"

 

"Ama ben bunu açıklamaktan çekinmiyorum. Son dört yıldır tertemizim. Ve kendimle gurur duyuyorum"

 

"Nasıl başladın yada kim sebep oldu?"

 

Acı bir sesle "Anne babam" dedi.

 

"Ne?"

 

"Ne için şaşırıyorsun? Anne babanın çocuklarının hayatlarının içine ettiklerini hiç mi görmedin?"

 

Kendi babamı düşündüm. Yüzüm kasıldı. O değil miydi beni Orhan'ın pençesine bırakan. O değil miydi çok sevdiğim okulumdan beni koparan? Şule'ye hak verdim.

 

"Sana şu kadarını söyleyim. Anne babamın sevgisizliği beni yanlış insanlara itti. Üniversiteyi kazandığım ilk yıl bir çocuk vardı. Ben nerden bileyim onun için bir av olduğumu? Madde gibi yavaş yavaş kanıma girdi. Hiç kimsede bulmadığım sevgiyi o vermişti bana. Yani o zaman öyle sanıyordum. Ailemdem berbat derslerden dert yanıyordum. Sonra mutlu olmak istemez misin demişti. Bilmiyorum nasıl aklımı çeldi nasıl bir boşluktaydımki ona uyup beni zehirlemesini izledim. Bir süre böyle geçti. Her mutsuz oluşumda zehire sarılıyordum. Ama yavaş yavaş öldüğümü bilmiyordum. Sonra Koray çıktı karşıma beni sevdiğini sevgilimin beni kandırdığını haykırdı yüzüme. Ona inanmadım tabii. Emre beni satmazdı. Koray dayanamayıp beni kaçırdı. Arınmamı istiyordu. 'Beni ister sev ister sevme yeterki arın bu zehirden' diye yalvarmıştı. Şaşırmıştım. Halbuki ailem benim halimi gördükleri zaman bir iki kez vazgeçirmeyi denemiş işe yaramayınca lağım çukurunda geber deyip kendi halime bırakmışlardı beni. Ölüme terk etmişlerdi. Ama Koray yüzüne nefretlerimi haykırırken bile vazgeçmedi benden. Emre Koray'ın beni kaçırdığını öğrendiği zaman polislerle kapıya gelmişti. Neden bilmiyorum Koray'ı ele vermedim. Polislere yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu söyledim. Sonra Emre'yle çıktığımızda eve gittik. Evde tanımadığım bir adam vardı. "Artık para yerine başka bir şeyi ortaya koyman gerek" demişti. Beni satmıştı. Hiçbir erkekle ilişki yaşamamıştım. Emre'ye açıkça söylemiştim bunu. Oysa alayca gülüp "Buraya gelene kadar nerelerden geçtin kimbilir?" Demişti. Beni satmıştı. Hayatımın tamamen bittiğini düşünürken mucizevi bir şey oldu. Koray beni kurtamak için gelmişti. Benim için kavga etmiş dövüşmüştü. Herkes benden vazgeçmişken o vazgeçmemişti. Beni alıp evine götürdüğünde ona banyonun nerede olduğunu sormuştum. Artık utançtan kimsenin yüzünü bakamazdım. Banyoya girdim ancak ölüm çıkacaktı oradan yani ben bileklerimi keserken öyle düşünüyordum. Haftalar sonra gözlerimi hastanede açmıştım. Koray yanıbaşımdaydı. Gözlerimiz buluştuğu zaman "Sonunda uyandın güzelim" demişti bana. Koray beni yeniden ayağa kaldırdı. Bana inandı. Temizlenmek için hastaneye yattığımda hergün ziyaretime geldi. Gelirkende bana güzel haberler getirmeyi ihmal etmiyordu. Emre'nin polislerden kaçarken bir arabanın altında kalıp geberdiğini söylemişti. Aylar sonra tamamen temizlenmiştim hastaneden taburcu olduktan sonra Koray'la birlikte yaşadım."

 

"Onu efsunlamışsın" diye takıldım.

 

Şule göz kırpıp "Peki sen daha Arslan abimi efsunlayamadın mı?" Diye güldü.

 

Utandım. Onu geçiştirdim. Ama Şule buna kanmadı tabii.

 

"Eğer bir şey hissediyorsan ona karşı ilk adımı atmaktan korkma. Hep erkeğin ilk adım atacak hali yok ya."

 

"Öyle değil Şule valla. Sadece çocuğunu doğuracağım bundan başka bir bağ yok aramızda"

 

"Bence var. Bak bir kadın hisslerinde yanılmaz. Senin hislerin ne onu söyle bana?"

 

Kaçış yoktu "Seviyor gibi" diye kısık bir tonda fısıldadım.

 

Şule kahkaha atıp "Peki sende seviyor gibi misin yoksa seviyor musun?"

 

"Ben gideyim geç oldu" hızlıca çıktım odadan.

 

Şule kahkahalarının arasından "Bak kaparlar sonra demedi deme kız"

 

Evden çıktığımda Şule'nin kahkahaları hâlâ kulaklarımdaydı. Demek artık onu sevdiğimi anlayan gözler vardı. Bir tek Arslan görmüyordu beni. Yada görmek istemiyordu. Kendimi kütüphane odasına attım birden. Elime şiir kitabı alıp odanın balkonuna çıktım. Salanan sandalyeye kurulup bir kaç sayfa şiir okudum. Günbatımına doğru bir ağırlık çöktü gözlerime. Yerimden kalkmaya hiç niyetim yoktu. Kollarımı göğsümde kavuşturup uzun uzun esnedim.

 

 

 

Gece vakti eve geldiğinde onun dudaklarını özlediğini fark etti Arslan. Rüyanın etkisinden çıkmamıştı daha. Çıkmakta istemiyordu. Hatta rüyayı gerçekleştirmek istiyordu. Odasına gittiğinde onu göremeyince kütüphane odasında olduğunu anladı. Hızlı adımlarla gitti. Kapıyı açtığında onu sandalyede otururken gördü. Seslendi. Cevap vermeyince yanına gitti. Uyuyordu. Onu yavaşça kucağına aldı. Sıcak nefesi onu uyardı resmen. Onun yatak odasına gittiğinde bir kıpırdama oldu.

 

Arslan'ın kokusunu alınca uyanmıştım birden. Şimdi birbirimize çok yakındık. Onun bakışları yoğundu. İçimi eritiyordu. Artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Ama gururumu ayaklar altına almayacaktım. Beni yatağımın üstüne bıraktı. Gideceğini düşünüyordum. Ama o bir dizini büküp yatağın kıyısına oturup çıplak kollarımı hafifçe okşayıp "Seni korkutuyor muyum?" Diye sordu. Sesi kısık ve ihtiyaç doluydu. Hayatı bana bağlıymış gibi bakıyordu. Yüzünü iki elimle avuçlayıp "Beni korkutmuyorsun" dedim. Bakışlarındaki yoğunluğu görünce yüzüm yanmaya başladı.

 

"Öyleyse bana izin ver"

 

Gözlerimi bir an olsun ondan ayırmadım. Çenemi zarif bir şekilde avuçlayıp yalvarır gibi "Hayatım senin dudaklarına bağlı" dediği zaman uçurumdan düşecektim neredeyse. Gözlerimle ona izin verdim. Burnunu benimkine sürttü. İçim sarsıldı neredeyse bu zevkten acı duyacaktım. Onun olmak istiyordum. O benim olsun istiyordum. Beni yutarcasına öpmeye başladı. Öpüşü hükmediciydi. Arzusu şidetliydi. Öyle şiddetliydiki içimde depremler oluyordu. Kuralların hepsi yıkılıyordu. Annemin ablalarımın üstüne basa basa söyledikleri namus sözleri buhar olup uçuvermişti. Ben yanlış hiçbir şey yapmıyordum. Her şey o kadar kötüyken Arslan'ın beni öpmesi benim onu öpmem o kadar masumduki. Ayrıldığımız zaman nefes nefese kalmıştık. Bitkin düşüp başımı yastığa indirdim. Arslan üstüme eğilip bana aşkla bakarken "Seni seviyorum Mahru" dedi. Bebeğimden sonra beni en mutlu eden şey Arslan'ın ağzından çıkan sihirli sözcüklerdi. Beni seviyordu demek. Bunu duymaya o kadar çok beklemiştimki gözlerim yaşla doldu birden. Ona sımsıkı sarıldım. Sırtındaki güçlü kasları hissettim. "Sen benimsin" dedi. Onundum. Boynumdan küçük bir öpücük alırken "Benim olan güzeldir" diye ekledi.

 

Bölüm sonu.

 

 

Loading...
0%