@verahare
|
Gece, yerini sabahın ilk ışıklarına bırakırken, duvarların arkasında ağaçları süsleyen kuşların ötüşüyle uyandı Sirac. Göğsündeki hafif baskıyı hissedince, kirpiklerini birbirinden ayırdı. Karısının saçları göğsüne dökülmüş, ona sarılmış uyuyordu. Aldığı her nefesi verdiğinde burnunun ucundaki saçlar havada titreşip iniyordu. İçi gülüyordu karısına bakarken. Ne güzel bir sabahtı öyle. Gözlerini her gün böyle bir sabaha açacağı düşüncesi, onu tepeden tırnağa yeniliyordu. Artık bütün sabahlar onun arkadaşıydı. Karısının uykusunda "Seviyorum seni." diye yüzünü boynuna gömerek mırıldanması, ona huzurun beşiğindeymiş gibi hissettirdi. Sesi hiç gitmesin istedi kulaklarından. Birdenbire susamış gibi ılık eli kana kana öptü. Seviyordu karısını... sevdikçe yenileniyor, odayı dolduran kokusuna sarılıyordu.
Sabah erkenden uyandı Zülüf. İlk olarak Sirac'ın yanağını okşar gibi öpüp ayaklandı. Odadan çıkıp mutfağa seğirtti. Zeynep'in kahvaltıyı evde yapacaklarını kızlarla konuşurken duymuştu. O yüzden kahvaltıyı kendisi hazırlamak için kollarını dirseklerine sıyırdı. Onlara yaranmak için değil, içinden geldiği için kahvaltıyı hazırlamak istedi. Çayı ocağa koydu. Kulpuna el işinden siyah ve sarı renkte horoz iliştirilmiş buzdolabının kapağını açtı. Gözleri köy yumurtasıyla buluşunca, uzun zamandan beri krep yemediğini hatırladı. Kazağının eteklerini kaldırıp kucağını yumurtalarla doldurdu. Diğer kahvaltılıkları hazırlayıp en son krepi yapacaktı. Karpuz reçelinden iki kaşık yeyip, porselen kaseleri doldurmaya başladı. Onu diğer kahvaltılıklar takip etti. Hazırladıklarını emaye tepsiye doldurup salona taşıdı. Sobayı yakıp demlediği çayı üstüne koydu. Kadınların kahvaltısını ise el hafifliğiyle üst kattaki şark odasına kurdu. Zülüf hızlıydı ama zaman ondan daha hızlıydı. Saat sekize geliyordu. Aceleyle yumurtaları kırıp çırptı. Diğer malzemeleri de katıp karıştırdıktan sonra, kepçeyi krepe daldırıp kızgın tavaya döktü. Ateşin önündeyken yüzü hafiften yanmaya başladı. Elinin tersiyle alnında biriken terleri silerken, krepi ustalıkla çevirdi. Tabak dolusu krepleri sofraya koyduktan sonra. Rüzgar gibi odasına girip Sirac'a bakmadan, havlusunu, bornozunu ve giyeceği elbiseleri dolaptan alıp banyoya gitti. Geceden yakılan banyo sobasının ılık suyunda gül kokulu şampuanıyla hızlı hızlı yıkandı. Banyonun içinde ayrılmış ufak bir bölümde bornozuna sarındı. Saç kurutma makinesiyle kuruladı saçlarını. Buket buket minik mavi çiçekleri olan pudra renkli, yakalı uzun elbisesini giydi. Saçlarını kremleyip at kuyrugu yaptı. Banyodan çıkarken kapının önüne koyduğu pudra renkli incili terliklerini giydi ayaklarına. Salona gidip çay koydu kendine. Sirac uyanana kadar bahçede vakit geçirmek istedi. Odasına gidip beyaz şalıyla ince narin omuzlarını örtüp evden çıktı. Taş merdivende oturup şekersiz çayını ufak yudumlarla içerken, ilerde küçük, beyaz top gibi bir tavşan zıplaya zıplaya geçti önünden. Aniden ayaklandı Zülüf. Gözleri bir anda büyümüş, göz akları yok olmuştu sanki. Tavşanın peşinden heyecanla ağzı kulaklarında deli gibi koştu. O kovaladı, tavşan zıpladı. Bir süre sonra çamurlu bahçe onun ayak izleriyle doldu. Zülüf koşarak hayvanı yakalayamayacağını anlayınca, tıpkı tavşan gibi ayaklarını yerden kesip zıpladı. Uzun ince kollarıyla yakaladı tavşanı. Soluk soluğa "Sen ne güzel, ne şirinsin öyle." dedi ayağa kalkıp, tavşanı havaya uzattı. Tatlılığına bir de uzaktan baktı. Yanağını tavşanın tüylerinde gezdirip, cömert bir duyguyla sarılıp öptü. Yumuşacık tüylerini okşayarak eve girdi. "Şansına bir tane kalmış." dedi havucu tavşanın ağzına uzatıp buzdolabının kapağını kapatırken. Başını çevirince Sirac'ı kapıdan kendisine bakmakta olduğunu gördü. Tavşanı işaret ederek,
"Çok tatlı değil mi?" dedi yarım ağız gülümserken.
"Senin kadar değil." dedi Sirac. Zülüf'ün utangaç başını eğerek kapalı dudaklarıyla gülümseyip kalbi hızlı hızlı atarak yanından geçmesi, bir ömür gibi geldi ona.
"Çiçeklere sarılmış gibisin."
"Sende sigara kokusuna sarılmış gibisin." diye sesini yükseltti Zülüf, merdivende oturmuş sessizce sırıtırken. "Duş alsan iyi edersin."
Misafirler eve gelip gelin kahvaltısıyla karşılaştıklarında, ufak bir şaşkınlık yaşadılar. Görüntü onlara anlatılmaz bir mutluluğun sevincini yaşatmıştı. Üst katta kahvaltılarını yaparlarken, Zülüf'ün büzülmüş halde, çekinerek ekmekten ufak bir parça koparıp yavaş yavaş çiğneyip yutması, Şemle teyzenin gözünden kaçmamıştı. "Kızım sen babanın evinde de böyle mi yiyorsun yemeğini?" demekten alamamıştı kendini. Kimseden çıt çıkmayınca, sorunun kendisine yönetildiğini anlayan Zülüf, "Ben mi?" demişti yüzüklü parmağıyla kendini işaret ederken. Şemle teyze Zülüf'e yer açıp, "Hele gel yanıma otur." demiş, Zülüf'te, Hüsna'yla Karaca'nın ortasından kalkıp, Şemle teyzenin yanına oturmuştu. "Sende Turna'da bu evin gelinleri değil kızlarısınız. İnsan evinde utana sıkıla yemek yer mi hiç? Ye, iç kendini aç bırakma kızım." krepin içine peynir koyup sarıp, Zülüf'e uzatırken, "Yoksa yürüyen iskelet olacaksın." diye eklemişti Şemle teyze yumuşak bir tavırla. Sofradan midesi dolu bir şekilde kalkmıştı Zülüf.
Kahvaltıdan sonra bulaşıkları gürül gürül yanan sobanın üstünde kaynayan güğümün suyunda İpek'le beraber yıkadı Zülüf. Odasına geçip çatlak ve kuruluk karşıtı kremi ellerine sürerken, yarı açık bıraktığı kapıdan Fırat'ın sincap gibi meraklı bakan gözleriyle odayı taradığını görünce,
"Neden orada duruyorsun? Gelsene yanıma." dedi.
Fırat kapının kulpunu bırakıp ince bedenini dikleştirip odaya girdi. "Annem, dayın artık evli bir adam. Zırt pırt girme odasına, ayıptır diyor." dedi sanki odayı ilk kez görüyormuş gibi bakıp kalırken.
Zülüf Fırat'ın saçlarını karıştırıp yuvarlak yanağından makas alırken. "İstediğin zaman girebilirsin odamıza. Kapıyı çalmak şartıyla tabi." dedi.
~~
A kesimli, askılı, etek uçları dantelli kabarık gelinliği üstünde deniyordu Asiye. Giydiği ilk gelinlik olmasına rağmen beğenmişti. Kenan'ın karşısında dikilip, beklenti dolu gözlerini yerden yavaşça kaldırıp bakarken,
"Düğünden önce gelini görmenin uğursuzluk getirdiğini söylerler Kenan abi." dedi Suzan çocuk gibi gülerken.
Trene yetişmek için hızlı hızlı başının iki yanından saçları alıp maşaya sararken "Bence de." diye sırıttı Ahu.
"Yaw kızım gençsiniz, böyle saçma sapan söylemlerle tazecik zihninizi bulandırmayın." dedi Kenan Gülcan'ın uzattığı çayı alırken. Kara gözlerine Asiye'nin başını eğip gülümserken pembeleşen taze yanakları takıldı. Dalından koparılmayı bekleyen meyveler gibi, öpülmeyi bekliyordu yanakları.
"Beğendin mi Asiye?" dedi Gülcan yorgun adımlarla, sallanan sandalyesine yerleşirken. "İlk sana nasip oldu bu gelinliği giymek."
Aynadan kendisini bir yabancının görüp beğendiği gözle baktı Asiye. "Tam istediğim gibi bir gelinlik. Kirası ne kadar abla?" dedi dalgın bir sesle.
"Kiralamayacağız, alıyoruz." dedi Kenan.
Kuaförden çıktıklarında Kenan'ın koluna girdi Asiye. Gelinliği satın almasına çok mutlu olmuştu. Sızlayan dudaklarına kirli sakallar batarken susamış gibi yüzünün iki yanını uzun uzadıya öpüp,
"Evlendikten sonra bile giyebilirim." diye fısıldadı kulağına.
"Bu kadar mutlu olacağını tahmin etmiyordum."
Asiye şaşkınlıktan büyüyen ela gözlerini Kenan'a dikerken, "Gelinlik bir erkeğin bir kadına verebileceği, değeri ölçülemeyecek kadar paha biçilmez bir hediyedir." diye tatlı tatlı gülümsedi.
"Yalnızca evimizde böyle gülsen olmuyor mu ha?"
Asiye başını hafif yere eğdi. Saçları utangaç yüzünün yarısını kapatırken, gözlerini kaldırıp Kenan'a can alıcı gülümsemeyle baktı. "Evimize gidelim o zaman." dedi derinden gelen bir sesle. "Çabuk gidelim." ~~
Akşam yemeğini yedikten sonra misafirlerin hepsi evlerine gitmişlerdi. Vedalaşma bol tuzlu gözyaşlarıyla geçmişti. Onlarla otogara kadar giden Buke'yle kızları eve götürmüştü Sirac. Zülüf evde vedalaşmıştı onlarla. Evliliğin ilk günleri olduğu için dışarı çıkmasının uygun olmadığını söylemişti Esma hala. Zülüf pek anlam verememiş, Doğa öğretmenle beraber evde kalmışlardı.
"Ben en çok Mustafa'yı özleyeceğim." dedi Turna akşam vakti şehrin en kalabalık caddesinde Baran'la kol kola yürürken. "Ayrıca Çınar'ın Xezal'i affetmesi çok güzeldi." Karşıdan birbirlerine sarılmış halde yürüyen yaşlı çift yanlarından geçerken, "Seni seviyorum" dedi adam kadına.
"Bir gün söyleyeceksin." dedi Turna kendinden emin bir şekilde başını ağır ağır sallarken.
"Neyi?" dedi Baran başını Turna'ya çevirirken.
"Beni sevdiğini."
"Sevgiyi söylemek yerine yaşatmayı yeğlerim."
Turna, "Bazen kulakların da bu sözcüklere ihtiyacı var." dedi. Baran'dan ses çıkmayınca kolundan yavaşça çıkıp, "Eve gidelim." diye ekledi durgun bir tavırla yürürken.
"Benim evim senin gözlerindir."
Bu söz, ışıksız bir odaya doğan güneş gibi aydınlattı içini. Kulaklarından hiç gitmesin istiyordu. Birde, 'Seni seviyorum.' dese kim bilir neler hissedecekti. Baran'a dönüp ters bir şekilde yürürken işaret parmağıyla onu gösterip,
"Bir gün söyleyeceksin, seni seviyorum diyeceksin. Hemde defalarca." dedi.
~~
İki gün sonra...
"Tek ben mi davetliyim yani nişana? Sultan'ın yaşıtı ben miyim yoksa siz misiniz?" dedi Buke ters ters. "Sizin düğünleriniz olduğunda kız da, ailesi de gelmedi mi?"
"Geldiler." dedi Zeynep mırıldanır gibi.
"O zaman sizde gideceksiniz. Sende ipek."
"Ne ben mi ben hayatta gitmem. Bir kere yanlış anlaşılır teyze!" dedi İpek telaşla, "Hani ilk bana görücü ol..."
"Yanlış falan anlamaz kimse." diye İpek'in sözünü kesti Buke. "Ne var sende sözlünle gideceksin. Kim neyi yanlış anlayacakmış?"
"Ben sözlü değilim."
"Bende körüm."
"Teyze..."
"Hadi hadi, gidip hazırlanın. Milletin çocukları büyüdü mü akıllanır, siz büyüdükçe çocuklaşıyorsunuz. Bu gün on yaş daha yaşlandım sayenizde." deyip koltuğa nefes nefes kalmış bir halde oturdu Buke. Başını eğmiş Leyla için pointe diken Zülüf'e baktı. "İşte bu kadar." dedi Zülüf neşeyle kendi kendine konuşup, siyah ve yeşil pointelerin yanına şimdi bitirdiği pudra renkli pointeleri koyarken.
"Sen gelmeyecek misin kızım?"
Zülüf başını kaldırıp, Buke'ye baktı. "Hayır." dedi ince, keskin bir sesle. "Benim onlarla bir alakam yok. Gereksiz insanları görmeye tahammülüm de yok." diye ekledi sakince.
Zülüf'ün sözleri Buke'nin çok hoşuna gitti.
"Kıskançlıkta en güzel kadına yakışır hani."
Zülüf gözlerini kaçırarak, "Anlamadım." dedi inandırıcı olmayan bir sesle.
"Yaşlıyım ama zihnim hâlâ su gibi tazedir kızım." deyip ayaklandı Buke. "Sen en iyisini yapıyorsun. Al kocanı yanına gezin biraz. Akşama kadar da gelmeyin eve."
Zülüf'ün yüzü cam gibi parladı birden. Belli etmiyordu ama evde oturmaktan bunalmıştı. Yinede çekingen bir tavırla,
"Uygun olur mu?" demekten alamadı kendini.
"Neden olmasın? Adetlere takılma sen, yoksa önünü göremezsin."
"Teşekkür ederim teyze." diye koltuktan fırlayıp Buke'nin yanaklarını hızlıca öpüp odasına koştu Zülüf. Hemen soyunup çok özlediği siyah deri pantolonunu giydi. Üstüne sarı salaş kazağını giyip saçlarını ustalıkla aynaya bakmadan toplayıp salaş bir topuz haline getirip, dört tane tel tokayla sabitledi. Yeni, siyah düz taban deri botunu kutusundan çıkarıp giydi. Puflu sandalyeye oturup Sirac'ın taktığı yüzük hariç, bütün takılarını çıkarıp makyaj masasının üstüne zincir halkası gibi sıraladı. Aynanın karşısında yüzüne çillerini kapatmaya yarayan kremi sürmeye başlarken, Sirac'ın odaya girip, uzun kollarını biçimli göğsünde kavuşturup sırtını kapıya yaslayıp aynanın yansımasından ona acayip acayip bakması gözüne takıldı.
"Güzelliğini gizliyorsun." dedi Sirac kollarını çözüp sırtını kapıdan ayırırken.
Zülüf'ün kalbi ağzına gelecekti neredeyse. Kanı damarlarından taşacaktı sanki. Elinde kremle öylece kalakaldı. Sirac'ın yanına gelip masadan makyaj temizleme pamuğunu alıp yüzünü incitmeden temizlemesini aynadan seyretti.
"Babam benimle evlenmeni istediğinde başına bela aldığını söyledi mi?" dedi birdenbire sessizliği yararak.
Sirac başta şaşırdı ama bozuntuya vermedi. "Beni benden daha çok seveceğini söyledi. Öylede seviyorsun zaten." dedi.
Evden çıktıklarında Sirac'ın elini tuttu Zülüf. Yokuşu inmeye başladıklarında Canan'ın da karşıdan gelmekte olduğunu gördüler. Fakat Zülüf Canan'ı görmemiş gibi davrandı. Onu kıskançlıktan kudurtmak için birçoklarının yaptığı gibi türlü türlü kurnazlıklara başvurmadı. Ne imalı bir bakış attı, ne Sirac'la konuştu, ne de güldü. Sadece yürüyüp geçti. Asil bir kadındı Zülüf. Asaletli olması yaratılışında vardı.
"Nereye gideceğiz?"
"Sen nereye gitmeyi istersin?"
Hiç düşünmeden, "Teleferik." dedi Zülüf. "Uzun zamandır binmedim." dedi heyecanlı bir sesle. "Sen hiç bindin mi?"
"Yanından bile geçmedim."
"Öyleyse alışsan iyi edersin. Çünkü çoğu zaman teleferikte olacağız. Yükseklik korkun yok değil mi eğer varsa gitmeyelim."
"Hayır, yok."
Arabadayken Zülüf'ün kendisinden kat kat daha iyi bir şekilde araba kullandığını görüp şaşırdı Sirac.
"İyi araba kullanıyorsun ama ehliyetin yok. Neden?"
Zülüf gözlerini yoldan ayırmadan, "Dersi anlatan hoca gıcığın tekiydi. Bir gün derste onu dinlemediğimi azarlar gibi söylemişti. Bende seni dinleyeceğime kafamı dinlerim deyip kapıyı vurup çıkmıştım sınıftan." diye sırıttı. "Onun yüzünden ehliyet alamadım. Ama inan ki adamı görsen bana hak verirdin."
Sirac'ın kaşları havalandı beyaz dişlerini göstererek "Orası kesin." dedi.
Zülüf yan bir şekilde Sirac'a bakıp, "Kesin tabii." dedi göz kırparken.
"Ben hâlâ inanamıyorum."
"Neye inanamıyorsun?"
"Senin benim karım olduğuna."
"Oda bir şey mi? Ben evlendiğime inanamıyorum oğlum." dedi Zülüf içinde coşup taşan kahkahaya esir olurken, "Vay be aşk böyle bir şeymiş demek olmazları oldururmuş aşk." dedikten sonra çöl gibi sessizleşti birden. İki saatin sonunda arabayı orman yolunda durdurup,Sirac'a döndü. "Ne kadar beklersin?" dedi sessizliği bozarken. Kocasının anlamayan suratına bakıp, tekrarladı sorusunu. "Beni ne kadar beklersin?" dedi.
"Sen kendini bulana kadar." deyip yüzünü cama döndü Sirac.
Sözcüklerin tadına baktı Zülüf. "Kendimi bulana kadar demek?" dedi fısıltılı bir sesle aldığı cevaptan hoşnut bir halde arabayı sürmeye devam etti.
Birçok yerleri gezdikten sonra Sirac'ı çiftliğe götürdü Zülüf. Yasemin'le Ciwan'ı ve Seyran'la ailesini yemeğe davet etmişti. Onlar gelene kadar her iki yanı mandalina ağaçlarıyla kaplı, nemli kırmızı topraklı yolda bir avcı sessizliğiyle yürümeye başladılar Sirac'la.
"Burası senin mi?" dedi Sirac.
"Bizim." diye düzeltti Zülüf. Sirac'ın bir şey söylemeye hazırlandığını görünce "Böyle şeyler sana ters biliyorum.Ama bildiğim bir şey daha var. Evlenince sen ben olmaz. Bir olur, biz oluruz." dedi. yanlarındaki ağacın üst dallarını örten mandalinaları gösterip, "Şu mandalinayı yemek istiyorum. diye ekledi.
Sirac arkasını dönüp, hafif eğilirken elini omzuna vurup, "Hadi." dedi.
Zülüf Sirac'ın omuzlarındayken elini mandalinalara uzatıp çektiğinde karşılığında soğuk çiy damlalarıyla üstü başı ıslanmış buluyordu kendini. Mandalinayı soyup bir dilimi eline alarak kafasını Sirac'a eğip "Aç ağzını." dedi. Ilık mandalina dilimini Sirac'ın aralı duran dudaklarına götürürken hızla çekip kendi ağzına koydu. Çiğneyip yuttuktan sonra gülmeye başladı. "Tadı da baya güzelmiş ha." dedi Sirac'ın asılan suratına karşı sırıtırken. "Asma suratını be!" Ellerini kocasının yanaklarına yapıştırıp nemli dudaklarını ince çizgili, çıkık alına kondurdu.
Akşam yemeği keyifli geçmişti. Ciwan'ın aşçı olduğunu öğrenen Yasemin onu mutfağa götürerek yemek yapması istemişti. Masada otururlarken Gülsüm'ün bebeği ilk kez tekmelemeye başlamıştı. Bebeğin küçük ailede yarattığı dipsiz mutluluğa şahit olmak Zülüf'ü farklı hissettirmişti. Bir anlığına hamile olduğunu hayal etti. Anne olmayı karnında bir kalbi taşımanın nasıl hissettirdiğini düşünürken Seyran kulağına eğilip, "Neye daldın böyle?" dedi.
"Hiç." diye toparlandı Zülüf.
Misafirler gittikten sonra,
"Bu gece burada kalalım mı?" dedi Zülüf. "Evdekileri arayıp bu akşam eve gelmeyeceğimizi söyler misin?" diye ekledi telefonu Sirac'a uzatırken. "Seninle paylaşmak istediğim şeyler var."
Salonda koltuğun dibine oturup bacaklarını kendine çekip ellerini bacaklarının altında doladı. Şöminedeki ateşin rengi ince yüzünde gezinirken. Gözleriyle Sirac'a oturmasını işaret etti. Onun ellerini avucunda tutarken, konuşmak istedi.
"Emel..." dedi can çekişe çekişe. "Babamın üvey kızıydı. Ama babam hiçbir zaman onu benden daha az sevmedi. On yaşındaydı. Siyah kıvrımlı saçları esmer çelimsiz omuzlarından şelale gibi dökülürdü. Bir çift ormandı gözleri. Bir gün, bir gün..." Daralan göğsüne elini koydu Zülüf. Gözlerini sımsıkı yumdu.
Karısının ağzındaki sözcüklerin donduğunu görünce "Zülüf." diye fısıldadı Sirac . "Anlatma istersen.
Zülüf onu dinlemeyerek anlatmaya başladı. "Emel'in baba tarafından akrabasıydı. Şakakları kırlaşmış yaşlıca bir adamdı." Sözün burasında nefesi durdu. Şahit olduğu hiçbir anı unutmuyordu. Zihni unutturmuyordu ona. "Karısı ve kızları vardı. Benim yaşlarında da üç tane torunu. Emel onları çok seviyordu. Bir gün onlara gittik. Aynı mahallede oturuyorduk. Eve girdiğimizde içeride ondan başka kimse yoktu. Ben sokakta çocukların oynadığını görünce hemen evden çıkıp onlarla oynamaya başladım. Bir ara boynumdaki kolyeli saate baktım. On beş dakikadan beri sokakta oynamıştım. Emel'e seslendim. Ondan ses çıkmayınca yine seslendim. Başımı çevirdiğimde bir şeyi fark etmiştim. Geldiğimizde açık olan camlar ve perdeler kapanmıştı. Bu sefer eve girip öyle seslendim Emel'e. Yarı açık kapıdan baktığımda Emel'i üstüne abanmış mahluktan kurtulmaya çalıştığını gördüm. Buz gibi dondum. Ne olduğunu anlayamıyordum. Huzursuzdum. Emel'i de alıp hemen çıkmak istedim oradan. Ama yapamadım. Dilim donmuştu. Vücudum felce uğramış gibiydi. Adam Emel'in pijamasına elini uzatınca, Emel korkunç bir çığlık atarak rast gele tekmesini savurdu. Tekme adamın suratının ortasına isabet etti. Bu adamı daha da öfkelendirmişti. Hırsla ağaya kalktığı gibi Emel'in kolundan tutup duvara savurması bir oldu. Emel oracıkta yere yığıldı. Başı çok sert bir şekilde duvara çarpmıştı. Beyin kanamasından ölmüştü." diyerek çaresizce ağladı Zülüf.
Sirac ansızın ona sarıldı. Başının tepesini öptü. Gözünden akan yaşlar Zülüf'ün saçlarını ıslattı. Bir şeyler söylemek istedi ama ne söyleyeceğini bilemediğinden susmak zorunda kaldı.
"Bazen delirecek gibi oluyordum. Ona bir an önce kavuşmak istedim. Her deneyişimde hastanede açtım gözlerimi. Beceremedim. Toprağın altındaki değil üstündeki ölülerden oldum. Neden hep iyiler kötülerin onların üzerinde bıraktığı ömürlük izleri taşımak zorunda kalıyor?" diye inledi gergin parmaklarını saçlarından geçirirken. "O şerefsize ne olduğunu merak ediyorsun değil mi?"
"Evet." dedi Sirac güçlükle.
"Babam Emel'e olanları duyunca hapisten özel izinle çıktı. O şerefsizi saklandığı delikten bulup çıkardı. Akla gelebilecek tüm işkencelerin en ağırlarını uyguladı ona. Sana yemin ederim vücudunda işkence görmemiş tek bir nokta bile bırakmadı. Öyle şeyler yaptı ki... Anlatması uzun sürer. Yinede şunu söylemek istiyorum. Babam en son onun derisini yüzüp avretini kesip ağzına tıkadı. Kızgın güneşin altında asit dolu bir küvetin içine attı onu ve yok olana kadarda başından ayrılmadı." deyip ayaklandı Zülüf. Bahçeye çıkıp soğuk havayı ciğerlerine çekti. Nemli toprağı avuçlarına doldurup kokladı.
"Üşüyeceksin eve girelim." dedi Sirac.
Zülüf ona dönerek. "Ya bulamazsam kendimi? Diğer gecelerde olduğu gibi kardeş kardeş gibi mi uyuyacağız hep Sirac?" dedi yorgunca. "Şu an seninle evlendiğime o kadar çok pişmanım ki."
Sirac telaşla. "Bana evlendiğimiz için pişman olduğunu söyleme. Yapma bunu." diye yalvardı adeta. Ağaç kabuğu gibi olan sert ellerini karısının omuzlarına indirip, "Ben sensiz üşürüm Zülüf." Gözlerinde anlatılmaz bir duygu birikimi vardı. Zülüf'ün ise onlara bakmaya mecali kalmamıştı.
Gecenin ikisinde dizlerinde uyuyan kocasının başını okşarken o güzel elleriyle,
"Eğer bulursam kendimi, o gün dünyanın en güzel annesi olmayı isteyeceğim." dedi sessizce.
~~
"Konuşabilir miyiz?"
Turna yüzünü kaldırıp, Alaz'a baktı.
"Ne konuşacaksın?" dedi bezgince.
"Terk ediyorum bu şehri. Son bir defa güzel gözlerini görmek sesini duymak istedim. Bugün annem öldü biliyor musun? Dizlerine başımı dayayıp seni anlatacağım annem yok artık."
Turna'nın sinirden gerilen çehresi birden yumuşayıverdi. Alaz'ın safir gözlerinde ilk kez masumiyeti görmüştü. Beyaz yüzüne hüznün gölgesi çökmüştü. Alt dudağı hafifçe büzülmüş, dik omuzları yaşlı bir adamın ki gibi düşmüştü.
"Seni çok üzdüm ama inan böyle olmasını istemezdim. Ben yalnızca senin beni sevmeni istedim. Ama bunu isterken seni canından usandırdığımı bilemedim. Uzaktan sevmeyi de beceremedim. Sevgini hep kursağında bıraktım. Varlığım kötü bir hastalık gibi sardı etrafını. O gece evine hırsız gibi girip konuştuğumdan beri, sen sanki yaşamaya korkar oldun. Ne vardı adam gibi sevseydim seni. Baran'la aramızda tek farktı bu. O adam gibi layıkıyla sevdi. Bense bencilce. Çok üzdüm seni Turna. Sen nasıl hissedersin ne kadar üzülürsün diye hiç düşünmedim. Yüreğine hep korku saldım."
"Ne zaman Baran'la yalnız kalsak, sen hep birden ortaya çıkacakmışsın gibi geliyordu bana. Hep bu korkuyla yaşadım."
"Özür dilerim..."
Turna öfkeyle ayaklandı. "Ben her şeyden önce bir kadınım. Ve hiçbir kadın yoktur, yüreğinde bir erkeğin korkusuyla yaşamayan... Sana hayır dediğim için bana zarar vereceğinden korktum. Beni öldürmenden korktum. Bakışların hiç tekin değildi. Erkeklerin çoğu aşkına karşılık vermedi bahanesiyle kadınları tavuk keser gibi kesmeye alışmışlar. En mutlu olduğum anlarda bunları düşündüm istemeden. Sen, bana Baran'a karşı kendimi suçlu hissetmemi sağladın. Kafamı allak bullak ettin. Söylesene bir kadın sevdiği adamı aldatmadığı halde, sanki aldatmış gibi vicdan azabı duyar mı hiç? Ben senin sayende vicdan azabı duydum. O yüzden bana yaşattıkların için seni asla affetmeyeceğim." Sinirden titreyen elleri kapıyı gösterirken, "Adam gibi sevmeyi bilemedin, bari adam gibi git." dedi.
"Sana yaşattıklarım için üzgünüm." dedi Alaz. "Keşke... keşke seni Baran'la tehdit etmeseydim. O korku dolan yüzünün hali kalbimden hiç silinmeyecek. Ben sana neler yaşatmışım öyle."
Turna birden haykırarak ağladı. "Baran'ın adını alma bir daha ağzına." Yüreği hızlı hızlı çarparken sandalyeye yığıldı adeta. "Rahat bırak bizi. Lütfen git artık."
Turna'nın isteğini yerine getirdi Alaz. Sessiz sedasız bir şekilde çıktı oradan.
Bir gün sonra...
Bulutsuz pırıl pırıl bir gökyüzünün altında sahildeki bisiklet yolunda bisiklete ters bir şekilde oturmuş şiir okuyordu Turna. Kucak dolusu saçları rüzgara karışıyordu. Sırtını Baran'a yaslayıp şiir okumak kuşkusuz yaptığı en güzel şeylerden biriydi. Gülüyordu. Alaz'ı bir daha görmemenin sevinci vardı içinde. Yüreğinde onun korkusuyla yaşamayacaktı artık. Onun nereye gittiğini bilmiyordu. Merakta etmiyordu. Ama gittiği yerde mutlu olmasını istiyordu bir yanı. Mutlu olup bir daha ona hiç bulaşmamasını.
"Turna düşeceksin bak ,doğru bir şekilde otursana."
"O zaman şiir okuyamam. Hem önceleri böyle oturmama sesini çıkarmazdın."
"Ne diyeyim sesim etkilemiyor seni."
"Sesini öpmek istediğim anlarda oluyor ama değil mi adam?"
"Öyle öyle." dedi Baran minibüste köfte satan kadını işaret ederek, "Köfte ekmek yiyelim." deyip bisikleti durdurdu.
"Korktun değil mi, yemek bahane."
"Evet düşmenden korktum."
Bisikletten indiklerinde, "Ben sana düştüm bir kere." diyerek ekmek gibi sıcak eli tutup yanağında gezdirdi Turna.
Alaz çok uzakta durmuş onları izliyordu. Dün gece Turna'yı üzdüğü için, üzgündü. Şimdi de mutlu olduğu için mutluydu. "Artık gitme vakti." Arabasına bindi. Çocuklar gibi neşeliydi. Son yolculuğa ağır ağır çıkarken dilinde bir şarkı mırıltısıyla, ceketinin cebinden, Turna'nın gözleriyle aynı renkte olan kehribar iplikle tutturulmuş bir tutam kahverengi saçı çıkarıp, doya doya koklayıp öptü. Artık onu özgür bırakması gerektiğini anladı. Gittiği yerde ona ihtiyacı olmayacaktı. Geçici dünyada, kalıcı acılar bırakmıştı kendine. Aşk, mutluluk, gözyaşı, hüzün, sevinç, zevkler, bizi kah güldüren, kah ağlatan duyguların hepsi geçiciydi. Baki olan ölümdü. Ama o bir son değil başlangıçtı...
BÖLÜM SONU...
|
0% |