@vesileninruyasi
|
SELAMÜN ALEYKÜM CANLARRR EVET BEN GELDİM HOŞ GELDİMMMMM EVET YENİ BİR BÖLÜM İLE BERABERİZ. SİZİN BÖLÜMDEKİ CÜMLEYE GÖRE SAHNELERİ ANLADIĞINIZI DÜŞÜNDÜĞÜMDEN VE ONA GÖRE ARKAYA FON MÜZİĞİ KOYDUĞUNUZU DÜŞÜNÜYORUM AMA ÖNEREBİLİRİM. MESELA BU BÖLÜM HER TÜRLÜ ŞEY BARINDIRABİLİR. BİR ÖNCEKİ BÖLÜMÜ OKUYANLAR, EVET BAZIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII YAŞANAN ŞEYLERİ BİR ÜSTÜNDEN GEÇMEK GEREK DİYE DÜŞÜNDÜM. NEYSE İYİ OKUMALAR. BİRAZ UZATTIM AMA NAPİM KARTALIN BİR SÖZÜ VAR BU BÖLÜMDE ONUN GİBİ. AĞZIM ÇALIŞIYORSA KONUŞUYORUM :) NEYSE ÖPÜLDÜNÜZ BAYS İYİ OKUMLAR ALLAH'IM BENİ OKURUMUN GAZABINDAN, ŞERRİNDEN, BELALARINDAN KORU, AMİN!
“Timuçin, Hulki, Ergün ve Adem; siz arkadan dolanıyorsunuz. Munzur ve Nijda ilk evde. Ama siz ikinci evin oraya gidiyorsunuz,” dedi Yavuz dürbünü ile evlere bakarken. Hala sinirliydi, ama bu sefer sinirinin kaynağı bu terör itleriydi. Turgut arka plandaydı. “Emredersiniz komutanım!” dedi dörtlü aynı anda. Yavuz devam etti. “Baran, Turgut, Celal ve Cemre; siz ise birinci evin çevresindesiniz,” dediğinde bu sefer bu dörtlü “Emredersiniz komutanım!” dedi. “Göksu, ben ve Suna ise Munzur ve Nijda’yı alıyoruz. Kayıp istemiyorum. Eğer olursa mezarda bir kerede ben öldürürüm ona göre!” dediğinde hepsi bir ağızdan onayladı onu. Göksu’yu yanına almıştı. Yanından bir dakika ayırsa bir şey olacakmış gibi geliyordu. Geçen seferki olayı unutmamıştı. Ve intikamını tam bir şekilde alacağı sırada Turgut sağ olsun… “Komutanım, ben ne olcam peki sorması ayıp!” diyen Kartal’ın sesi duyuldu mikrofondan. Güldü Yavuz. Sorması ayıptı zaten. “Keskin nişancı olduğuna göre geç ortada halay çek Kartalcığım, nasıl fikir?” dedi iğneleyen sesiyle. Herkesten bir kıkırtı yükselirken Kartal sanki bu sözler ona söylenmiyormuş gibi kahkaha attı. “Komutanım, siz son aralar fazla mı espiritüel oldunuz bakam? Böyle espiriler, gülmeler falan, sırrınız ne acaba?” dediğinde herkes bıyık altından gülüyordu. Tabi Göksu kafasını öne eğmekle Yavuz ise sinirden kafasını yukarı kaldırmakla meşguldü. “Sen de bu aralar fazla gözüme batıyorsun Kartal! Çenen düştü sanırım!” derken sesindeki ateş çok net anlaşılıyordu. Ama Kartal bu, durur mu? “Evet ya komutanım, düştü sanırım. Ama Allah vermişse bana bu konuşma yetisini bende kullanıyorum,” dediğinde Yavuz göz devirdi. Diğerleri ise gülüyordu. Araya Turgut girdi. “Komutanım, Allah’ın boş konuşun diye verdiğini sanmıyorum,” dediği an Kartal yandan ensesine yapıştırdı bir tane. Diğerleri katılıyorlardı ama buna. “Valla katılıyorum,” dedi Adem. “Bende,” dedi Baran. “Bende katılıyorum komutanım,” dedi Suna. “Bizde katılıyoruz valla,” dediler Cemre ve Celal. Diğerleri gülerken bu “biz” kelimseine takılı kaldılar. Birbirlerinin yerine konuşmuşlardı. Ve aynı anda konuşmuşlardı. İkisi de şaşkındı zaten. “Biz mi dedi onlar?” diye ilk atak Suna’dan geldi. Yavuz bile Kartal’a gülüyordu ki bu “biz” kelimesi onunda şaşırmasına neden oldu. Aslında neye şaşırıyorsam dedi içinden. Ve tim konuşmasa da bazı şeylerin olabileceğini fark etmişlerdi. “Evet, dediler komutanım. Ama ben böyle olacağını söylemiştim. Demedim mi Adem abi?” dedi Ergün Adem’e dönüp. Adem kafasını salladı hemen. “Valla dedin koçum. Ne yapalım artık. Hayırlı olsun diyelim heralde,” derken mikrofonu unutmuşlardı bir an. “Evet evet. Hayırlı olsun valla,” dedi Ergün. Ardından hepsi tek tek “Hayırlı olsun” dedi. Celal ve Cemre ise öylece bakıyorlardı. “Dilleri mi düğümlendi lan bunların?” dedi Baran. Hulki yanındaki şaşkın ikiliye kafasını uzattı. Elini ikisine doğru salladı. “Lan kendinize gelin!” dediğinde ikisi de gçzlerini kırpıştırdı. “Ne oldu komutanım?” dedi Cemre masum masum. Son noktayı ise Timuçin koydu. “Yavuklu oldunuz lan sıpalar. Yavuz ve Göksu komutandan sonra siz. Tebrikler valla,” dediğinde hepsi gülüyordu. Tabi bazıları hariç. “Ne olmuşuz?” dedi Celal. Diğerleri yine gülüyordu. Bu sefer Göksu konuştu. “Yavuklu dedik ya oğlum. Merak etmeyin, düğününüzde beşi bir yerde takacağım,” dedi gülerek. Yavuz atladı hemen. “Takacağız!” Tim hemen büyük bir “Ooooooooo!” repliğine başlarken Göksu yanındaki adamın bel boşluğuna çimdik attı. Yavuz gülerek uzandı ve şakağından öptü Göksu’yu. Göksu ise anında erir pozisyonda gülümsedi. Bu olayı gören Suna ise tebessüm ederke bakıyordu. “Lan konuşun, diliniz mi tutuldu?” dedi Kartal. Celal ve Cemre ise birbirlerine yandan bakış atıyorlardı. Onlar da farkındaydı bazı şeylerin olacağını. Hiçbir zaman sevgi içeride tutlamazdı. Onlarda tutamamış gibiydiler. “Yok, tutlmadı komutanım,” dedi Celal cesaretle. Kartal memnun bir şekilde gülümsedi. Ve son noktasını koydu. “E o zaman sevgilisiniz?” dedi hemen. Tim merakla cevabı bekliyordu. Ve Celal önce Cemre’nin gözlerine baktı. Gözlerde en ufak bir olumsuzluk görse reddecekti. Ama o gözlerde gördüğü heyecan ve bir parça mutluluk cesaretini toplamasına yetti. “Evet komutanım,” dediğinde hepsi gülümsedi. Yanyana değildiler o an. Bu yüzden hepsi onların heyecanına yanında bulunan ayıyla eşlik etti. Yavuz ise fırsattan istifade Göksu’nun yanağına bir buse kondurdu. Göksu kollarını Yavuz’un beline dolarken evlerde tekrar bir hareketlilik oldu. Ve artık cidden başlama zamanı gelmişti. “Tim, başla!” dediği gibi herkes olduğu yerden kalkıp görünmez bir şekilde ilerledi adeta. Geride Yavuz, Göksu , Suna ve Kartal kalmıştı. Kartal yerine yerleşti ve evlerin önündeki adamlara silahının ucunu çevirdi. Üçlü ise yerlerinden ayrılıp ilk evin yanındaki çalılığa gittiler. “Ne durumdasınız?” diye sordu Yavuz. Timuçin evin arkasında indirdiği iki ayıya baktı. Sonra gülümsedi. “İkinci evin arkası temiz komutanım,” dediğinde Yavuz ve Göksu gülümsedi. Derken Turgut söze girdi. “Komutanım burası da temiz. Hay anasını!” dediği an silah sesleri gelmeye başladı. Birinci evin arkasındaki kapıdan bazıları çıkmış ve karşı atağa geçmeye çalışıyorlardı. Derken ikinci evin oradan da silah sesleri gelmeye başladı. Herkes güvenli gördüğü noktaya geçmiş sabnuyordu kendini. Ortam karışmıştı. Birinci evin ön kapısı açıldı ve Munzur ve Nijda evden çıktı. Kartal öndeki adamları indirmişti. Onlar ise yanlarında iki adamla dışarı çıkıp koşmaya başladılar. Yavuz ve Göksu aynı anda onlara doğru koşmaya başladı. “Kartal ve Suna, koruyun bizi!” diye mikrofona bağırdı Göksu. İkisi de hemen onlara dönen namlulara çevirdiler silahlarını. Göksu Nijda’yı ayağından vurdu. Nijda’nın yanındaki adam arkasını dönüp Göksu’yu vuracakken Kartal engelledi onu. Nijda geri kalırken ilerlemeye çalışıyordu. Suna komutanlarına yaklaşan herkei indirmeye çalışırken yanına biri geldi. Ama kafasını kaldırıp bakamadı. “Yardım lazım mı?” diyen Timuçin’i duyduğunda nefesini verdi. Kafasını hemen sağa sola salladı. Üç kişi birinci evi halletmeye çalışıyordu. Dört kişi ikinci eve azdı. Oraya gitmeliydi Timuçin. “Diğerlerine yardım et!” dedi ve birini daha indirdi. Timuçin farkında değildi ama sol omzu açık menzildeydi. Ve şu an ona doğru bir silah doğrulmuştu. Ani bir hareketle omzundan tuttuğu gibi kendine çekti onu. Timuçin’in boşluğuna gelmişti. Omuzları çarpışmıştı. Suna sinirle güldü. “Daha kendini koruyamıyorsun gerizekalı. Nasıl yardım edeceksin bana?” dediğinde yere doğru uzanıp daha iyi bir pozisyon aldı. Yanındaki Timuçin oturur vaziyetteyken gülen sesi geldi. “İzle ve gör o zaman,” dedi ve hızla ayaklandı. Ortam dolayısıyla kalkması sıkıntılıydı. Sonra dizlerinin üstüne doğru çöktü. Bacakalarını Suna’nın iki tarafına yerleştirip kendini ve Suna’yı korumaya aldı. Vursalar Timuçin şehit olurdu, Suna’ya bir şey olmazdı. Suna anlık bocalarken Yavuz komutanına doğru doğrulan bir başka silahı indirdi. “Bunlar niye bu kadar fazla lan?” diye bağırdığında tüfeğinin mermisi bitmişti. Ve onun yerine bu görevi Timuçin devraldı. Hemen elindeki tüfeği Suna’ya verdi. Ondakini alıp “Virüs gibi saniye başı ürüyorlar sanki anasını satayım!” dedi ve hemen tüfeği mermi ile doldurdu. Gözüne Suna’ya ve kendisine doğru atılmak için kalkan bomba ilişti. Hızlıca adamı kafasından vurdu. “Timuç, sen devam et!” dedi Suna ve sırt üstü yere bıraktı kendini. Hemen burnunun dibinde duran yeşil gözlere baktı. İçinden ılık bir şey aktı. Timuçin ise saniyelik ona bakıp hemen Suna’nın yanına yatar pozisyon alıp onun yaptığını yapmaya başladı. Bir kişiyi indirmişken gözleri kaçan Munzur’a takıldı. Nijda’yı yakalamış geliyorlardı. Munzur ise arabaya binmiş gidiyordu. Görmüştü, komutanları baya kovalamıştı. Ama kaçmıştı şerefsiz! Silah sesleri susmuştu. Timuçin kendini Suna’nın yanına bıraktı. İkili yan yana yerde uzanıyordu. Ve Suna dönünce Timuçin ile konuşmayı düşünüyordu. Cemre silah seslerinin susması ile yere çömeldi. Yarım saat önce Celal ile resmen sevgili olmuştu. Hem de silah arkadaşları sayesinde! Valla iyi dostları vardı. Çünkü o da bazı şeylerin böyle gideceğini anlamıştı. Durup duruken Celal’in geldiğini görüp kitap alma bahanesi geldi aklına. Ama hiç pişman olmamıştı. Çünkü sevmişti. Ve sevilmişti. Celal geldi yanına. Birbirlerine gülümsediler. Bazı şeyleri istiyorlardı ama ilk adımı atamıyorlardı. Ve Celal Cemre’yi kolundan tutup kendine çekti. Omuzları çarpışırken Celal kolunu Cemre’nin omzuna attı. İkisi de rahatsız değildi bu durumdan. Çünkü engel olamadıkları duygular araya girmişti bile. Sevgi aralarındaki en kuvvetli bağdı.
Yaklaşık yarım saat önce askeriyeye gelmiştik. Munzur kaçmıştı. Ama Nijda elimizdeydi. Ve onun nerde olduğunu bu it karı dışında kimse bilemezdi. Ama bu itler için moralimi bozmayacaktım. Çünkü bazı planlarım vardı. Kaskımı çıkarıp masaya koydum ve odadan çıktım. Hemen karşımdaki oda Yavuz’undu. Şansın böylesi ki biz yine karşılıklı odalardaydık. Yani TSK bile bizi ayırmamıştı. Allah razı olsun bakanım. Saygılar. Kapıyı tıklama ihtiyacı duymadan daldım içeri. Niye tıklayayım ki? Benim sevgilim değil mi? E benim. Bu yüzden çalmaya hiç gerek yok. İçeri girdiğimde Yavuz’un yatakta uzandığını gördüm. Gözlerimiz kesişince gülümsedik. Yataktan doğrulduğunda ceylan gibi sekip yanına geldim. Kolunun altına girdim. Omuzlarımdan tutup beni göğsüne çekti. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Elleri saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Çenemi göğsüne yasladım. Anlamsızca sallanırken sordum. “Dışarı çıkalım mı?” dedim. Van’da kar yağıyordu. Hayattaki en büyük şansımızı görev yerine kar yağmaması üzerine kullanmış olabilirdik. Burada ise kar hafifçe yerleri kaplamaya başlamıştı. “Nereye gideceğiz ki bu soğukta, yavrum,” dediğinde gülümsedim. Belindeki kollarım sıkılaştı. Yavrum demişti bana. İçim bir hoştu yani. “Kar topu oynarız en kötü. Noğlur çıkalımmm!” dediğimde gözlerini kaçırdı. Bense alttan alta daha çok bakmaya çalışıyordum. “Bence yarım kalan işimizi tamamlayalım,” yüzüme eğildi. “Ne dersin?” içim bir hoş olur derim beyinsiz. Kartlar hiç eşit dağıtılmıyordu. Ama bu işler bu saatte sarmazdı. En iyisi sonra. Yüzüne yaklaştım. Hatta baya yaklaştım. Konuşsam değecek olan dudaklarımıza inat konuştum. “O işi sonra hallederiz. Şimdi dışarı çıkıyoruz komutan!” dediğim an gözlerini kapattı. Sınırları zorlamak derseniz ben. Ama bu son artık. İki ayın intikamını aldım sayılırdı. “Hiç adil oynamıyorsun,” dediğinde kısa bir mesafe vardı aramızda. O mesafeyi yine en en aza indirdim. İntikam en sevdiğim yemektir gençler. Evet, ilk defa açıklıyoruz! İlk defa ve sadece İç ses kanalda! Akşama ortalık bayram yeri. Şimdiden etraftaki minik bebe sesi duyar gibiyiz. “Zorunda bırakılıyorum diyelim,” dediğimde vücudumu ona yasladım. Bazı yerler ateşlenmek için zaten sınırda beklerken ben sınıra benzin döküyordum. Ama çakmak hala elimde. “Sen de beni zorda bırakıyorsun!” dedi ve o da bana yaslandı. Evet, alacağımız cevaba göre çakmağı salıyoruz arkadaşlar. “Çıkıyor muyuz?” dedim. Görev öncesindeki oyuna benzedi bu. “Hala bana kızgın mısın?” dedi müptelası olduğum ses tonuyla. Nasıl kızgın olurdum ki? Ama işte Göksu iseniz, ve Timuçin ile çok yakınsanız kin tutmak sizin işinizdi. Evet, burç yorumlarında bugün… “Bilmem?” dedim her şeye rağmen. Güldüğünü işittim. Ardından hafif bir buse kondurdu dudaklarıma. “Geçti mi?” dedi aynı tonla. Arkadaşlar, aradaki çekim beni zorluyor. Her an her şey olabilir! “Bilmem?” dedim zorla. Parmaklarım ensesindeki saçlar ile oynarken bu sefer yanaklarıma birer buse kondurdu. “Şimdi geçti mi?” dedi aynı tonla. Geçti vicdansız adam! Ama pes etmek yok. Ya da etsem mi? Çünkü şu an yakasından tutup yatağa geçmeme ramak kaldı. Yavuz şakaklarımdan öptüğünde hafifçe inledim. Görmesem de tebessüm ettiğine emindim. “Şimdi geçti mi?” dediğinde kafamı hayır anlamında salladım. Adamın karşısında kıvranıyordum resmen ama geri vitese asla almıyordum. Ve biliyorum ki Yavuz ben her hayır veya bilmem dediğimde tekrar öpecekti. Ve bunu istiyordum. “Bilmem?” dedim zorla. Çünkü bazı yerlerimden bütün bedenime sinyal gönderiliyordu. Güldüğünü duydum Yavuz’un. Ve dudakları boynumun üstünde durdu. Ama hafif bir buse bırakmadı. Aksine boynumun her zerrsini öptü. Kafamı geri yatırdığımda o da bana doğru eğildi. Bir eli üniformamım yakasına gitti. Elleri durduğu an “Şimdi geçti mi?” diye sordu. “Bilmem,” dediğinde gülümsedim. Belindeki ellerimden bir tanesini aramıza getirdim. Ve en can alıcı yerlere götürdüm parmaklarımı. Affet Allah’ım! Sen en merhametlisin! Amin. Elim ulaştığı yerdeki malum yeri okşadığı an bir inleme doldu odada. Ve hemen ondan ayrılıp kapıya gittim. Yavuz çıldırmış gibi bakıyordu bana. Hızlı hızlı nefes alıyordu. Bana doğru hızla geldi. Dudakları hemen beni sarmalarken ben yine ortalığı alevlendirdim. İntikam buna denir canlar.
“Hani çıkamazdın Yavuz!” diye bağırdım arkamdaki ayıya. Taktikler işe yaramıştı. Çıkarmayı başarmıştım boz ayımızı. Şimdi ise yüksek bir yerden aşağı doğru kayacaktık. Hem de poşetle! Yıl olmuş 2024 biz iki deli poşetle kayak yapacaktık. İki deli bir araya gelmemeliydi. Gelse de bu kadar sevmemliydi… Çok doğru valla. İki deli yan yana gelince dünyanın vay haline. Ve zaten şu an yan yanaydık. Ve hayır. Bu kadar sevgi az bile bence. Ölene kadar onu sevecektim. Ölene kadar aşık olamazsın. Birisi çıkar onu anlayamazsın… Ve evet ben bu beyefendiyi anlayamıyordum. Yaniii kalbimizi bir hoş ediyor. E marifetli de bir bey. E ben Allah’ın emri, Peygamberin kavmiyle istiyorum bu ayıyı. Bu arada ben bunun ailesinden bir Ayşenur’u tanıyordum. Ve o da sanırım bizi biliyordu. Ya da bilmiyordu. Duymasada Kartal çoktan uçurmuştur. Ya da uçurmamıştır. “Zaaflarımın üstüne oynandığı için olabilir mi?” dedi huysuz huysuz. Arkadaşlar Yavuz yapacağımız bu aktiviteden habersiz. “Tövbe! Kim oynamış ya?” dedim yalandan. Güldü ayı hemen. Boşuna ayı demedik. “Acaba kim? Ela gözlü, sarı ile karışık kahve rengi saçlı, güzel bir hatun olabilir mi?” dedi yanımda. Adımlarım durdu. O da durup yüzüme baktı. Kimdi o hatun lan? “Sen beni aldatıyor musun? Allah belanı versin, köpek! Adi! Beni nasıl aldatırsın? Kim lan o hatun?” dedim. Elimdeki siyah çantayı kafasına yapıştırdım. Şu an ne yaptığım hakkında tek bir haberim yok. Yavuz elini kafasına götürdü. Sonra ise gülmeye başladı. “Komik mi?” dedim çantayı dizlerine vururken. Sonra aniden çantayı geri çektim. çok paraydı bu çanta. Servet vermiştim. Bu ayı kılıklı eşşek kulaklı antilop uğruna yıpratamazdım. O ise gülüyordu. “Evet komik!” dediğinde elimle omzuna bir şamar attım. Anlamıyordu beni. Ayağımdan botumu çıkarıp kafasını deşebilirdim her an. “Nesi komik? Ha, nesi?” diye bağırdım. Elini karnına bastırp beni yanına çekti. Benim bilmediğim ne oldu lan. Yoksa geçici hafıza kaybı mı yaşadım? “Kendini kıskanman komik,” dedi sırıtırken. Anlık bir aydınlanma geldi. Evet bendim o. Hem de fazla sınırları zorlamıştım. Allah korusun, şu an çatur çatur… “Ha, öyle mi olmuş? Tamam. Yavuz?” dedim ilerlemeye başlarken. Yavuz olduğunu belirtmek için ağzının içinde mırıldandı. “Dönüşte pasta alalım. Hulki’nin doğum günüymüş bugün. Yani 24 Aralık. Ha olur mu hayatım, aşk böceğim, aşkilolitom, aşkında boğuldum ha olur mu?” sevmediği bir şekilde cıvık cıvık şeyler söylemiştim. Anında göz devirdi. Ben ise güldüm. Sonra kafasını aşağı yukarı salladı. Yaklaşık on dakika yürüdükten sonra. Orta bir tepedeydik. Montumun cebinden büyük iki poşet çıkardım. “E ne yapacağız burada?” dedi ve bana döndü. Elimdeki iki poşeti görünce gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. “Sakın, sakın kayacağız deme!” dediğinde kahkaha attım. Askerde olsan çılgın hayallerin oluyordu. Başımı aşağı yukarı salladım. “Kayacağız!” dedim. Beş dakika ikna etmeye çalıştım. Ve en sonunda çılgınlar gibi eğlendik. Akşam döndüğümüzde pastayı kestik ve geceyi ateşli bir şekilde bitirdik. Tabi şimdilik öpmek dışında bir şey yapamadı. Ve bu sondu. Artık intikam yoktu. Ne zaman istesek çatur çutur…
1 HAFTA SONRA(31 ARALIK)
Yeni yıl hediyesi nasıl olurdu? Böyle anlamlı bir şeyler değil mi? Güzel. Çiçekli böcekli. Ama onların yılbaşı hediyesi görev oldu. Yılbaşında askeriyede eğlenmek varken onlar dağ başında götleri dona dona terörist avlıyorlardı. Ve soğuk en büyük düşmandı. Çünkü teröristler genelde kışı beklerlerdi. Kışın işler zor olurdu. Şehit daha fazla olurdu. Bu şanlı bayrak daha bir efkar ile dalgalanırdı. Bu vatan daha fazla ağlardı. Üç kat giymiş şekilde ilerliyorlardı. Birbirlerine sokulmuşlardı. Ama hallerinden memnunlardı. Çünkü bu mesleği bu zorlukları bile bile seçmişlerdi. Ve yüzlerini asla asmıyorlardı. Konuşuyorlardı. Böyle eğleniyorlardı. “Ayy cidden komutanım, bu soğukta, bu yılın son günlerinde görev mi olur?” diye yüzüncü kes isyan etti Cemre. Celal’e daha fazla sokuldu. Bir haftada baya ilerlemişlerdi. Yavuz ve kolunun altındaki Göksu göz devirdi. “Boş konuşma Cemroş. Bu zorlukları biliyordun niye oldun lan asker?” dedi Göksu. Cemre sesini çıkarmadı. Yanlarında Kartal ve Suna vardı. Onlarda Yavuzlar gibi olmasa da yan yana soğuktan korunmaya çalışıyorlardı. Timuçin, Adem ve Baran’da bir olmuşlardı. Timuçin’in aklı hep Suna’ya kayıyordu. Ama hemen kurtuluyordu o düşüncelerden. “Komutanım, nasıl yendik Karadağ’ı?” dedi Baran. (aralık ama yazıyom gençler) “Valla çok iyi yendik. Zorlamışlardı ama İrfan valla kurtardı bizi. O şutların hepsi gol olsa varya of!” dedi Hulki. O da Turgut ve Ergün ile sarılmışlardı. Turgut konuya dahil oluyordu. Ergün ise… Ergün’ün içi bir garipti. Göreve çıkacaksınız dedikleri an içine bir öküz oturdu. Ve kalkmadı. Hissediyordu. Ama kim? “Valla Bertuğ’a o penaltı verilmeliydi! Şeylik değil mi?” dedi Turgut. Diğerleri yine kafa salladı. Ama gülende vardı. Ağızlarından çıkan hava anında donuyordu resmen! “Şeylik ne koçum?” dedi Kartal. Kolunun altındaki Suna’ya baktı. Üşüyen bir hali yoktu. Aslında aralarında tek gerçek anlamda üşüyen Cemre’ydi. O da regli olduğu için ayrı bir nazlıydı. “Ne bilim ağabey!” dedi Turgut Ergün’e iyice yapışarak. Psikolojik olarak üşüyor olabilirlerdi. Turgut Ergün’ün yüzüne baktı. Aklında bir şimşek çaktı. “Ergün?” dedi soru sorar gibi. Ergün kafasını çevirip baktı arkadaşına. “Bugün günlerden ne?” dedi. Ergün önce bir düşündü. Sonra onda da bir şimşek çaktı. Bugün doğum günüydü. Komutanı ile bir hafta ara ile doğmuştu. “31 Aralık,” dedi hemen. Geldiğinden beri konuşmamıştı. Ama bir anda keyfi yerine geldi. O bile unutmuştu. Ama Turgtu bu. Unutmazdı. “İşte, doğum günün!” dedi ve kafasını ileriye çevirip bağırdı. “Komutanlarım!” hepsi onlara döndü. Turgut kafası ile Ergün’ü işaret etti. “Bugün bu delinin doğum günü!” dediğinde hepsinin yüzünde büyük bir gülümseme oldu. İkidir bir doğum günü oluyordu. Göksu daha fazla gülümsemişti. Hatta Yavuz’un kolundan çıkıp kardeşine ilerledi. Turgut Ergün’ün yanından biraz uzaklaştı. Ergün ve Göksu karşı karşıya geldi. Göksu kahkaha attı. “İyi ki doğdun salak kardeşim benim!” dedi ve sımsıkı sarıldı. Hepsi bu görüntüye gülümseyip bakarken güle güle sarıldılar. Ayrıldıklarında Hulki homurdandı. “Benim doğum günümde böyle bir şey olmadı!” dediğinde hepsi ona güldü. Göksu omzuna bir şamar attı. Söze Yavuz girdi. “Ergün, dönünce sana da pasta alalım. Hem yeni yılı hem doğum gününü kutlarız,” dediğinde Ergün tebessüm eşliğinde kafasını “hayır” anlamında salladı. “Gerek yok komutanım. Bana göre her başlangıç bir bitiş, her bitişte bir başlangıç olduğu için gerek yok. Zahmet etmeyin. Ama bir eğlence olabilir,” dedi nazlı nazlı. Yavuz gülümsedi ona. Her zaman az ve öz isteyen bu askerini çok seviyordu. Pasta almazdı ama bir eğlence yapacaklardı. Yola devam ettiler. Gözlerine bir ev çarptığında durdular. Hemen yerlerini aldılar. Ev sessizdi. Ama içeride Munzur vardı. Ve bu sefer onu alacaklardı. Palnı yaptılar. Ve herkes yerine ayrıldı. Munzur’u alacaklar ve işleri bitecekti. Kartal evin önündeki iki adamı indirdi ve çatışma başladı. Evden yığınla adam boşalırken onlar hepsini indirmeye çaılışıyorlardı. Yarısı sağda yarısı soldaydı. Munzur yine arka taraftan iki adamla kaçıyordu ki Hulki ve Adem peşlerinden koştu. Diğerleri de kalanları indirmişti. Hulki ve Adem hala gelmemişti. Evin 40 metre ilerisinde duruyorlardı. Kartal yanlarına gelmişti. Ergün ve Turgut ise evi kontrol ediyorlardı. evi kontrol etme işleri bittiğinde kapının önüne geldiler. Burası bir okuldu. Türkiye Devleti’nin bir köy okuluydu. Ve teröristler burayı kendi mekanları yapmıştı. Artık burası o minik yavruların eğitim yuvası olacaktı. Turgut timin yanına gitmişti. Ergün kafasını yukarı kaldırdı ve derin bir nefes aldı. Kafasını indirdiğinde evin yanında gözüne bir şey çarptı. Bu bir Türk bayrağıydı. Ergün burukça gülümsedi. Ayakları o tarafa doğru yöneldi. Yavuz gülerek bir şeyler anlatan timine bakarken gözleri etrafa kaydı. Bir yere ilerleyen Ergün’ü gördü. Sonra gözleri evin yani okulun ilerisinde birini gördü. Gözleri kısıldı. Bu bir teröristti! Ve elinde bir füzeli silah vardı! Ve bu silah Ergün’ün olduğu yere doğrultulmuştu. Ergün yere eğildi ve bayrağı hemen kaldırdı. Elinde tuttuğu bayrağa baktı ve sonra bayrağı öptü. O bu anın huzurunu yaşarken “ERGÜN!” diye Yavuz bağırdı. Ergün kafasını kaldırıp komutanına baktı. Tim kafasını kaldırmış bakarken gözleri teröristi gördü. Anında Kartal, Timuçin ve Suna oraya doğru koşarken Göksu ve Yavuz Ergün’e koşuyordu. Ergün adamı gördü. Hemen ayaklerını time yönlendirdi. Bir adım atmıştı ki yanındaki ev büyük bir gürültü ile patladı. Tim bile az geri savrulurken Ergün metrelerce ileri savrulmuştu. Kartal bombayı atan adamı tutacakken ileri savruldu. Adam ise kaçmıştı. Etraf toz dumandı. Genizleri yanıyordu. Yavuz kulağındaki uğultu ile ayağa kalkmaya çalıştı. Bir eli kulağında iken etrafına baktı. Göksu yanında yağa kalkıyordu. Gözleri Ergün’ü buldu. Evin neredeyse yirmi metre ilerisindeki bir ağacın altındaydı. “Ergün!” diye bağırıp ileri doğru koşmaya başladı. Tim de kalkmış o tarafa koşuyordu. Kalpleri hızlı hızlı atıyordu. Bir kayıp istemiyorlardı. Ergün’ün yanına geldiklerinde üniforması kandan görünmüyordu. Yüzü çamur ve kan kaplıydı. Ama kehribar gözleri görünüyordu. Yavuz hemen yere çöküp Ergün’ün yüzünü avuçlarının arasına aldı. Baran elindeki çanta ile yere çöktü. Gelen Suna ise hemen telsizi çıkardı. Hulki ve Adem ise gelen ses ile geri dönmüşlerdi. Zaten adamı yakalamışlardı. Ama ses onları hızlandırmıştı. Ergün gözleri ile etrafındaki endişeli arkadaşlarına baktı. Niye endişeliler diye düşündü. Vücudunda hissizlik vardı. Ne olmuştu en son? Patlama! Savrulduğunu anımsadı. Gözleri yüzünü avuçlayan komutanına döndü. Onun da yüzü tozluydu. Gözlerine beyaz bir ışık çarptı. Yoran ama cezbeden bir ışıktı. Ve gittikçe hafiflediğini hissediyordu. “Ergün, bana bak Ergün!” dedi Yavuz. Ergün gözlerini beyaz ışıktan zorla çekip komutanına baktı. Uykusu vardı. Hem de çok tatlı ve ağır bir rüya. Sanki uyusa her şey bitecekti. “İyi olacaksın, şimdi geliyorlar. Dayan, lütfen dayan. Birazdan gelicekler. Kendini bırakma. Daha eğlenicez seninle. Kapatma gözlerini! Ergün,” dediğinde Ergün gülümsemeye çalıştı. Farkındaydı, yolun sonunu biliyordu. Şehadet. Ağzına gelen kan ile kafasını yana çevirdi ve kan kusmaya başladı. Baran ise kanın kaynağını bulmaya çalışıyordu. Ergün doğruldu. Gözleri kapanmak için zorluyordu. Ama direniyordu uykuya. Cemre, Celal, Turgut, Hulki ve Adem kafalarını çevirip dudaklarını dişlerken hepsinin gözlerinde hüzün vardı. Çünkü onlarda biliyordu olacağı. “Komutanım,” dedi Ergün zorla. Yavuz ise hemen durdurdu onu. “Yorma kendini, birazdan gelecekler. Az daha dayan!” dedi ama Ergün durmadı. Göksu komutanına baktı önce. Sonra time. Sonra ise komutanına, ona onu ne kadar sevdiğini söyleyemediği komutanına. “İyi ki sizin timinizdeydim,” dediğinde Yavuz hızla başını salladı. Göksu ve Kartal ise gözlerini kapattı. Cemre ise daha fazla dayanamadı ve sağ gözünden sessiz bir damla yuvarlandı. “İyi ya, şimdide olursun Ergün. Yorma kendini. Bak, iyileş yine aynı timdeyiz,” dedi Yavuz zor çıkan sesi ile. Baran ise bulduğu yara ile malzemeleri çıkardı. Ergün elini kaldırmaya çalıştı ama olmadı. “İyi ki sizin gibi bir komutanım vardı,” dedi ve gözleri eline kaydı. Patlamadan önce elinde sıkı sıkı tuttuğu bayrak hala elindeydi. Gülümsedi. “Ağlamayın arkamdan,” dediğinde ise Turgut’tan bir damla özgürlüğüne kavuştu. Ergün’ün gözünün önündeki ışık büyüyordu. “Vatana sahip çıkın. Ve,” dedi ve gözleri Göksu’ya kaydı. “Birbirinize sahip çıkın. Hep bir arada olun. Annemlere de söyleyin komutanım, ağlamasınlar. Annem,” yutkunmaya çalıştı. “Hasta. Üzülürse” yine durdu. Işık büyüyordu. Ve vücudu artık uyumak istiyordu. “Daha da fenalaşır. Ve annem demişken,” durdu. Gülümsedi. Şehit olurken ağlamak istemiyordu. Kim istemezdi bu cennet vatan için ölmeyi? Kim sevmezdi vatanını? “Dolabımda ameliyat parası duruyor. Onu ameliyat ettirin komutanım. Ben gidiyorum belki ama o yaşasın,” kehribarları son kez arkadaşlarında dolaştı. “Vatanım size emanet!” dedi, gözleri son kez al bayrağa kaydı. Dudaklarını son kez kıpırdattı. “Eşhedü ella ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh,” eli gevşedi ve bayrak yerdeki kanına düştü. Gözleri kapandı. Ne nefes alabildi ne verebildi. Kalbi atmayı bıraktı. Beynindeki her şey tek tek gitti. En son ise ruhu mahşere yükseldi… Ergün EROĞLU artık bir melekti. Vatanı için canını feda eden bir melek. Olacakları umursamadan yerdeki bayrağını alan bir melek. Her bitiş bir başlangıç, her başlangıçta bir bitişti. Ergün gitmişti ama yeni bir yıl gelmişti. Ergün var olduğu gün yok oldu. Bedenen yoktu ama ruhen kalplerde üç kelimeydi. Ve bu üç kelime geride kalan on bir askerin kalbine ekilen bir tohumdu: VATAN SAĞ OLSUN!
Umut yaşadığın sürece vardır. Kalp durdu mu umutta biter. Umut insandır. Ritim varsa var yoksa yok… |
0% |