Yeni Üyelik
26.
Bölüm

22. BÖLÜM

@vesileninruyasi

SELAMÜN ALEYKÜM CANLARIMMMMMMMM

BEN GELDİM HOŞ GELDİM.

NEYSE BU SEFER KISA TUTUYORUM ÇÜNKÜ BENİ KESMANİZİ İSTEMEM. NEYSE ÇOK AYRI KALDIK ÖZÜR DİLİYORUM. NEYSE BEN KAÇIYOM İYİ OKUMALAR SİZE

ALLAHIM BENİ KORU AMİN!

 

 

 

 

 

Etraf sessizdi. Sadece acı ile alınıp verilen nefeslerimizin havaya karışan o ince ses vardı. Sessizliğin sesi… hava her zamanki gibi kapalı. Ne zaman açık oldu ki? Yerler beyaz bir örtü ile kaplıyken kalplerimiz dışarının soğuğuna inat alev alevdi. İçimiz hiç bu kadar yanmamıştı belki de. Gözlerim elime kaydığında ellerimde kardeşimin kanını görüyordum. Tıpkı kendi gibi solmuş kanını, kurumuş kanını, ama bayrağım gibi kıpkırmızı kanını.

İçim acıyordu. Her yanım kan ağlıyordu. Kendi vücuduma sanki binlerce bıçak saplayıp çıkarıyorlarmış gibi acıyordu içim. Kalbim sıkılıyordu. Her yanım paramparçaydı. Ben bir kardeşimi daha toprağa verecektim. Bir kardeşimin daha annesinin gözündeki yaşı görecektim. Bir kardeşimin daha yasını kalbime gömecektim. Bu vatan bir evlat verecekti toprağa. Bu vatan bugün kan ağlıyordu. Bu vatan, bu bayrak bir kahramanı daha en yüksek mertebeye, şehitliğe uğurlayacaktı. Biz ise sadece izleyebilecektik. Ne geri alabilecektik ne geri getirebilecektik.

Tanktan aşağı atladım ve ilerledim. Ne konuşacak moral ne de akıl kalmıştı. Mecalim yoktu. En son annemin şehit töreninde böyle hissetmiştim. Bitmiş, tükenmiş, ruhsuz ve umutsuz.

Umut kalp attıkça vardı. Kalbi atmayı bırakmasa yaşayacağına dair bir umudum bir umudumuz olurdu. Ama yok. Ve yeni yıl bizden bir kardeş almıştı. Benim kardeşim yeni yaşına girerken gitmişti.

Odamın kapısının kulpunu kavradığım an durdum. Gözlerim ifadesizliğini korurken elimi ateşe değiyormuş gibi çektim hemen kulptan. Ellerimi saçlarıma geçirirken gözlerimi kapattım. Açmak istemiyordum. Kapıyı açarsam sanki tek zırhım olan ifadesizliğim giderdi. Kapıyı açarsam anılar gelirdi sanki. Zaten gelmişlerdi ama…

Arkamda bir kıpırtı duydum. Hemen arkamı döndüğümde Yavuz’u gördüm. Gözlerimdeki ifadesizliğin ufak bir şakilde kırıldığını hissettim. Ağlamak istemiyordum. Ama onun yanında ağlamak istiyordum. Gözleri tam bir boşlukla bana bakarken onunda gözündeki ifadesizlik kırıldı. Gözleri kapı ve benim aramda giderken önüme geldi. Kapının kulpunu açıp kapıyı araladı. Ondan cesaret alıp odaya girdim. Geri geri odaya girerken oda benimle geldi ve kapıyı kapattı. Gözlerim odayı taradı. Ve gördüğüm şey hali hazırda bekleyen gözyaşlarımın dökülmesine yol açtı.

Patlak bir balon…

Gördüğüm şey patlayan bir balondu. Ama gözyaşlarımı tetikleyen balonun patlaması değildi. Patlayan balonun sahibiydi. Patlayan balon Ergün’ündü. Ergün giderken yanında balonunu da götürmüştü. Ondan kalan tek nefeste gitmişti. Ergün bize onu hatırlatacak her şeyi sanki peşinden alıp götürmüştü. Ama unuttuğu tek bir şey vardı. Kalplerimiz. Bu kalpler onu unutamazdı.

Gözümden bir damla daha yaş düşerken Yavuz’un gözünden süzülen sessiz bir damlayı gördüm. Senkronize olmuş gibiydik. İkimizde aynı anda birbirimize doğru geldik. Ve kendimi onunkollarına bıraktım.

“Gitti, gitti Yavuz, gitti!” diye hıçkırıklarımın arasından konuşmaya çalışırken saçlarıma damlayan yaşlar beni daha fazla mahvediyordu. Saçalrımın üstüne narin bir öpücük bıraktı.

“Biliyorum, kahretsin ki biliyorum!” dedi ama sesi sonlara doğru kısılmıştı. Gözyaşlarım üniformasını ıslatacak dereceye kadar ağladım. O da beni hem teselli etti hem ağladı.

 

 

 

Bir şimşek çaktı gökyüzünde. Sonra bir tane daha. Ve bir tane daha. Uşak’taydık. Kardeşimin memleketinde. Ergün EROĞLU bugün defnedilecekti. Eb yakın zamanda ise annesi ameliyat olacaktı. Kardeşimizin sözü tutlacaktı. Aklıma bir mısra düştü.

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Necip Fazıl’dan bir mısraydı. Ergün şehit olunca dönmüştü memleketine. Gözlerim Ergün’ün ablası Elif’e takıldı. Dimdik duruyordu alanda. Gözleri kıpkırmızı ama şu an ağlamıyordu. Üstünde siyah bir elbise ve başında siyah bir başörtü vardı. Gözleri Ergün’ün aksine yeşildi. Kıpkırmızı bir yeşil…

Yanında sandalyeye oturtulmuş annesi Necla teyzeye kaydı bakışlarım. Bomboş bakıyordu etrafa. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı. Hatta göz bebekleri o kadar küçük görünüyordu ki sanki göz değilde kırmızı bir alev topu gibi duruyordu. Elif gibi güçlü durmuyordu. Yanında bir tane hemşire vardı.

Alana bir cenaze arabası giriş yaptı. Canım daha çok yanarken Necla teyzenin acı inlemeleri duyuluyordu alanda. Uşak bir evladın gidişine ev sahipliği yapıyordu.

Türk bayrakları ile donatılmış cenaze arabası durdu. Yedi tane asker ve komutan arabanın yanında durdular. “İLERİ BAK!” dedi komutan. Altı tane asker üçlü bir şekilde karşı karşıya geldi. Bir tanesi ise elindeki fotoğraf ile bize döndü. “ŞEHİT AL!” dedi komutan ve askerler kardeşimizi omuzlandılar.

Elif ablanın gözünden yavaşça kayan bir gözyaşı ile acı bir nefes verdim. Tam önümüzde musalla taşı vardı. Askerler taşın önüne geldi. “ŞEHİT BIRAK!” dedi komutan ve askerler kardeşimizi taşın üstüne koydu. Gözüm fotoğrafa kaydı. Kocaman bir gülümseme ile bize çerçevenin arkasından bakıyordu.

“İLERİ BAK! SAĞA SOLA DÖN! İLERİ MARŞ!” emirler verildi ve Ergün bayrağa sarılı tabutu ile ortadaydı. Annesi Necla teyze ayaklandı. “Oğlum…” diyen acı dolu sesi genzime bir yumrunun oturmasına neden oldu. Sesi yükseldi hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı.

“Oğlum! Yaktın beni! Gitti, gittin benden,” derken elini kalbine vuruyordu. “Tek oğlumdun. Aslanımdın! Yiğidimdin! Ciğerparemdin! Gittin!” derken yere yığıldı. Oğlunun tabutuna yaklaşamadan yığılmıştı. Zordu bilirdim. Önce kardeşimi vermiştim toprağa sonra annemi. Ve şimdi de tekrardan bulduğum kardeşimi veriyordum.

Acı peşimi bırakmıyordu. Ne şimdi ne önceden. Ama umudumu kaybetmemeye çalışıyordum. Kara kışın ortasında dalında kalan tek yaprak ile yaşamaya çalışan ağaç gibiydim. Tek bir dal umudum kalmıştı ve o da şu an yanımdaydı. Ve biz kara kışın ortasında donmamak için uğraşıyorduk. Sığınacağımız tek liman ise yine birbirimizdik.

Necla teyze ve Elif abla kardeşimin tabutunun önüne gelip üstüne titrek dokunuşlar ile dokunurken gözlerim yanıma kaydı. Yavuz’un gözleri beni bulduğunda konuşmadık ama sessiz kelimeler aktı aramızda. Canı acıyordu, benimde acıyordu. Vatanın canı acıyordu.

Biz on iki kişi çıkmıştık bu yola. Şimdi ise on bir kişi devam edecektik. Ve yapacağımız ilk şey Ergün EROĞLU’nun kanını yerde bırakmamaktı.

 

 

 

 

 

Tim iki gündür sessizce yatakhanede uyuyor, uyanıyor, yemek yiyor, birkaç kelime bir şey edip tekrar aynı döngüye giriyordu. Ergün gittiğinden beri yaptıkları tek şey buydu zaten: ye iç yat.

Kalplerini biri avuçluyor sonra acı çektirmek için hançeri saplayıp gidiyordu. Kalpleri her zerresine kadar titriyordu.

Mesela Hulki iki gündür yemek yemiyordu. Ama farkında değildi.

Mesela Cemre ve Celal iki gündür kitap kapağı açmıyordu. Ama farkında değillerdi.

Mesela Timuçin iki gündür hiç konuşmamıştı. Ama farkında değildi.

Yavuz ve Göksu’dan haber yoktu. İkisi de cenaze töreninden sonra kayıplara karışmıştı. Kartal yattığı yatakta daha da küçüldü. Turgut gördüğü kabustan uyanıp tekrar yastığına gömdü yüzünü. Adem ve Baran, içlerinde ayakta kalan iki insandı. Şimdi ellerinde getirdikleri yemek ile Hulki’ye ilerliyordu.

Hulki elindeki fotoğrafı tutuyordu. Tıpkı iki gündür hiç elinden bırakmadığı gibi. Yanına gelenleri fark etmedi bile. Adem omzuna dokununca yerinde sıçradı. “Ergün…” dedi ister istemez. Baran gözlerini kaçırırken Adem yatağa oturdu.

“Abi artık bir şeyler yemen lazım. Yoksa bitap düşeceksin. “o” burada olsa seni böyle görmek ister miydi?” ismini kullanmıyorlardı, daha doğrusu içleri el vermiyordu. Hulki’nin verdiği cevap ise kalplerini ayrı yaktı.

“Burada olsa zaten göremezdi. Ama dediğin gibi. Burada değil ve olamayacak!” dedi ve arkasını dönüp yatar pozisyona geçti. O sırada kapı açıldı. Gelen Yavuz’du. Kartal ve Hulki yüzlerini bile dönmemişti.

“Ne yapıyorsunuz?” diyen buz gibi ve öfke saçan ses ile yatanlar bile anında hazır ola geçmişti. Hepsi sessizliğini korurken Yavuz iki adım attı ortaya.

“Bu haliniz ne? Sizin böyle yatakllara düşmeye zamanınız var mı? Nesiniz siz? Ben söyleyeyim. Asker! Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin askerisiniz! Ve bende komutanınız olarak size emrediyorum! Şu halinizi bir toplayın! Yoksa ben toplamasını bilirim. Kendinize gelin. Siz böyle yaparsanız onun anne ve ablası nasıl ayakta kalsın?” dedi ve Kartal’a dışarı çıkması için bir baş işareti yapıp dışarı yöneldi. Tam kapının önüne gelmişken durdu. Arkasını dönmeden “Hulki o yemeğini yemezsen seni ben yerim ona göre!” dedi ve dışarı çıktı.

Kartal arkasından sakin adımlar ile çıktı. “Ne oldu?” dedi önündeki arkadaşına. Yavuz sinirli bakışlarını kenara attı ve endişeli bakışlarını kuşandı.

“Göksu yok! Ve ulaşamıyorum! Sen gördün mü?” dediğinde Kartal kaşını havaya kaldırdı. Görmemişti. Hatta iki gündür koğuştakiler dışında kimseyi görmemişti.

“Görmedim. Ama nerede olabilir ki? Odasına baktın mı?” dediğinde kafasını hayır anlamında salldı. Kartal göz devirdi. Rütbede değillerdi. Bu yüzden rahatça laf sokabilirdi.

“E o zaman oraya baksana beyin hücreleri yerinden fırlama ayı!” dediğinde iki günün ardından ilk defa güldü. Gülmekte tebessümden ibaretti. Yavuz kaşlarını çattı.

“Ceza istiyorum desen daha az yorulurdun salak. İki gündür akıl mı kaldı? Bakmadım. Gel gidip bakalım!” dediğinde yan yana ilerlediler.

Kapının önüne geldiklerinde Yavuz hızla içeri girdi. Oda boştu. Hızla odaya girdiler. Yatak düzenliydi. Masa düzenliydi. Yavuz etraında döndü. Gözleri dolaba kaydı. O yöne ilerledi. Bilmiyordu nedenini. Ama içinden bir ses ilerlemesini söylüyordu. Dolabın kapaklarını açtığında iki askı ve bir tane swet dışında bir şey yoktu. Oysa üç gün önce doluydu dolabı. Emindi dolu olduğundan.

Gözleri hızla odayı taradığında balonların küçüldüğünü ama patlamadıklarını gördü. Tek bir tanesi yoktu. Göksu’nun balonu yoktu. Gözleri tekrar masayı bulduğunda o yöne ilerledi. Kalbinin sıkışmasına bir anlam veremiyordu.

Çekmeceleri karıştırdı. Boştu! Hepsi bomboştu! Hemen masanın yanındaki minik dolabı açtı. İçinde bir tane defter vardı. Yeşil defteri hemen alıp doğruldu. İçini açtığı gibi katlanmış bir kağıt gördü. Hemen kağıdı alıp defteri masaya fırlatacakken defterin açık kalan yaprağında güzel bir el yazısı ile yazılmış bir şeyler gördü.

Ben bencildim o fedakâr. Ben korkaktım o cesur. Ve ben ne yaptıysam sevdam için yaptım diyorum. Ama kendimi avutuyorum. Ben onu sevmek dışında bir şey yapmamıştım oysaki…

Yavuz yazılanda hiçbir şey anlamamıştı. Defteri kapattı ve masanın üstüne koydu. Elindeki kağıt ile yatağın üstüne oturdu. Kağıdı açtı ve derin bir nefes alarak içinden okumaya başladı.

Yavuz, Yavuz, Yavuz… ismini söylemek bile beni rahatlatıyor biliyor musun? İsmin en güzel ninni gibi geliyor kulağıma. Yavuz…

Seni sevmek şu hayatta şükredeceğim en fazla şeylerden ikincisi. Birincisi ise senin üstünde bulunduğun kara parçası: Vatanım!

Sen benim vatanım oldun. Evim oldun. Mutluluğum ve hüznüm oldun. Kalbimin en güzel yerinde ektiğin tohum büyüdü ve bütün kalbimi kapladı. Yavuz, sen benim taş gibi katılaşan kalbimi çiçek bahçesine çevirdin.

Seni seviyorum.

Şu an bu satırları sen okurken büyük ihtimalle beni arıyorsundur. Ben büyük bir bencillik yaptım sevgilim. Ben belki de hayatımın en büyük hatasını yaptım kar çiçeğim. Ama bunu ne zaman anlarım bilmiyorum. Bu satırları yazarken aklımın nerede olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok.

Sevgilim, bana kızma olur mu? Ben korkak bir insanım. Ben bencilim. Ben sana yakışan biri de olamadım bence.

Bu noktada Yavuz yutkundu ama kaşlarını çattı hemen. Göksu ona yakışan tek kadındı. Böyle düşünmesi bile hataydı.

Ama sevdim seni. Hem de kendimden bile çok sevdim seni. Seni her şeyden çok svedim kar çiçeği. Seni ben bu dünyadaki her şeyden ve herkesten çok sevdim kar çiçeği. Ve sevdiğim için yaptım.

Kızdın mı bana?

Gittim. Tayin aldım. Karşına çıkmaya yüz bile bulamadım. O gözlerindeki hayal kırıklığını görmek istemedim.

Bana kızgınsın değil mi?

Anla beni kar çiçeğim. Anla. Yapamıyorum. Bir yıl içinde kim iki defa kaçırılır? Kimin annesi, kardeşi ve kardeşim dediği insan bir yıl içinde gider? Hiç kimsenin. Ama benim hepsi başıma geldi. Ve ben seni kaybetmek istemiyorum.

İnsan yaşattığını yaşamadan ölmezmiş be kar çiçeğim. Sen bundan aylar önce gittiğinde sen şu an nasıl hissediyorsan bende öyle hissettim. Amacım seni üzmek değil sevgilim. Seni kendi kara kaderimden uzak tutmak.

Ben şansız bir insanım. Şanslı bir insan olsaydım böyle olmazdı belki, ha?

Seni daha fazla üzemezdim. Buna hakkım yoktu. Kendine daha fazla yakışanı bul. Beni unutma demek isterdim ama kim ayaklı şansız bir belayı unutmak istemez ki?

Bu da sen ve benim hikayem. Sonu mutsuz biten bir hikaye. Kahramanı da yazarı da biziz. Ve biz kendi hikayemizde bile mutlu olamamışken gerçekte nasıl mutlu olalım?

Mahşere kalan bir hikaye bizim ki.

Görüşürüz sevgilim. Görüşürüz kar çiçeğim. Görüşürüz ceza infaz kurumum. Görüşürüz hayatımın anlamı. Görüşürüz…

Yavuz okudukları ile yutkunurken gözünden akmayı bekleyen yaşı özgürlüğüne kavuşturdu. Kartal yanına geldiğinde kağıdı çekip aldı elinden. O kağıdı okurken Yavuz ellerini yüzüne kapamış bir şekilde hıçkırıklara boğuldu. Hayatında ilk kez bu kadar fazla ağladı. Bu kadar fazla üzüldü. Bu kadar fazla kahroldu.

 

Umut yaşadığın sürece vardır. Kalp durdu mu umutta biter. Umut insandır. Ritim varsa var yoksa yok…

Loading...
0%