Yeni Üyelik
29.
Bölüm

25. BÖLÜM

@vesileninruyasi

SELAMLAR CANLARIMMMMMMM

AYY ÇOK MUTLUYUM BİR TANELERİM. HERALDE KİTAP YAZMAK İNSANI AYRI BİR MUTLU EDİYORDU. BU HAFTA EN AZ BİR ÜÇ BÖLÜM DAHA GELİR GİBİ ME GELİYOR. VE SPOİLER VEREM BİR SONRAKİ BÖLÜMDE YENİ EVLAT ARAMIZA KATILIYOR. BU KARAKTERİM TAMAMEN BİR ARKADAŞIM. ADINDAN TUTUN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİNE KADAR AYNISI. E MESLEKTE ŞEY EDİNCE DEDİM TAMAM BU BENİM KİTABADA LAZIM YAPIŞTIRALIM.

BÖLÜMÜN İLK KISMINDA YANİ GÖKSUNUN ANLATIMIYLA OLAN KISIMDAKİ BOMBANIN FİTİLİ ÇEKİLDİ. ARTIK SADECE PATLAMAYI BEKLİYOR. BU ÜÇ BÖLÜMÜ YAYINLARIM BU HAFTA BİLEMEDİNİZ BEŞ NEYSE BİRAZ İSİMSİZ KAHRAMANLARA AĞIRLIK VERECEĞİM.

İSİMSİZ KAHRAMANLAR SİZLERİ BEKLİYOR. İKİ BÖLÜM VAR AMA BİR ŞEY OLMAZ ARTAR CANIMM

NEYSE İYİ OKUMLAR CANİKOLAR. OY YORUM VE TAKİP EDERSENİZ SEVİNİRİM.

DİP NOT: SUNAYI YAZARKEN ÇOK GURUR DUYDUM BELİRTEYİM.

ÖPÜLDÜNÜZ BAYS:)

 

 

 

 

 

 

Geçmiş insanın peşini bırakmayan bir kurttu. Acımasız ama vefalı bir kurttu geçmiş. Geçmiş insanı asla bırakmazdı. İnasnda geçmişi ile yaşamayı öğrenmeliydi. Geçmişini bilen geleceğine ışık tutardı. Geçmiş kurttu. Acımasızca yakardı. Ama geçmiş ders verirdi. Bu yüzden vefalıydı. Yani her şey yine bakış açısına kalıyordu. Sen geçmişine iyi bakarsan hem geleceğini düzeltirdin hem canın acımazdı.

 

“Göksu’m! Canım yavrum benim,” diyen sesi tanıyordum. Geçmişimdi. Annemdi. Geride bıraktıklarımdı. Acılarımdı. Gözyaşlarımdı. Adı ise Asiye’ydi. Annemin dünyadaki en kıymetli kardeşi Asiye. Teyzem Asiye.

 

Asiye teyzemler dört kardeşti. Asiye teyzem en küçükleriydi, annem ondan iki yaş büyüktü. Annemlerin en büyükleri olan abileri Kadir dayımla ise zerre konuşmuyordum. Nefretimin en büyüğüne sahipti. Sadece ben değil bütün sülale sevmezdik onu. Birde üç kuzenim var ondan. Üç ayrı kadından!

 

Kuzenlerimi severdim. Çünkü onlarda babalarını sevmezlerdi. Adam her yengemi aldatmıştı. Şu an ise dördüncü karısı ile bir yerlerde. Kuzenlerim ile beraber arkasından sövüp sayıyoruz. Annemden bir büyük dayım ise en sevdiğim akrabam diyebilirim. Mehmet dayım çok tontoş ve sevecen bir insandı. Annemin cenazesinden sonra uzun uzun konuşma fırsatımız olmamıştı. Ama en yakın zamanda aramalıydım.

 

Asiye teyzem ise eh işte yani. Çoğu kişi gibi beni sorumlu tutuyordu başlarda annemin ölümünü. Ama aldığım duyumlara göre çok pişmanmış. Bana kızdığı için aylarca yataklarda sürünmüş falan. Anadolu çocuğu yer miydi bunu şekerim? Hayır.

 

“Teyze,” dedim sessizce. Karşı taraftan derin bir nefes verildiğini hissettim. İlerleyip koltuğa oturdum. Bakalım niye aramıştı?

 

“Kızım,” dediğinde devamını getirmesine izin vermedim. Artık kendi tellerimi kendim çalacaktım. İster güzel bir melodi çalardım ister tellerimi söker atardım. “Teyze, kendini zorlama. Aylarca arkamdan ‘onun yüzünden gitti ablam’ diye söylenip yalandan hastalıklarla karşıma çıkma. Ne söyleyeceksen açıkça söyle!”

 

Derin derin alınan nefesleri anlayabiliyordum. “Göksu,” sesi o kadar kısık çıkmıştı ki içim ezildi. O esip gürlerdi. Kim olsa sesini kısık tutmazdı. Ama sesi hüzün ve pişmanlık doluydu. “S- sen beni yanlış anlamuşsun kızım. Ben seği üzmek istemezdum. Ablamun acusunu sağa yükledum. Affet. İstemezdum ha böyle olmasunu. Sen bağa ablamdan kalan tek şeysun kızum. Affet. Sırtuni dönme bağa. Yapma buni bağa. Ablama ne derum ben. Kızar bağa. Neden kızuma sahip olamadun der. Küser bağa anan. Etma. Affeyle kızum.”

 

Kalbime derin bir sızı doldu. Her şeye rağmen yine içimdeki merhamet kısıntıları uçuşmaya başladı. Sesi çok çaresizdi. Affedebilirdik ama unutamazdık. Ve ben ona iki ayı burnundan getirtmiş insandım. Teyzeme mesafeli davranmazsam kendi adaletimden utanırdım. “Tamam. Ağlama sende teyze. Oldu bitti işte. Sen neden aradın?” sesim mesafeliydi ama karşı taraftan gelen hıçkırıklar kalbimi eziyordu.

 

“Kızım,” alışabilirdim sanırım. “Seni ananun son vasiyetuni yerune geturmek için aradum. Sora istersen aramam. Sende aramazsun. Ama beni dinlersun değil mi kızum?” derin bir nefes aldım. Annemin son vasiyetini merak etmedim değildi yani. Benim bilmediğim ama teyzemin bildiği ne vasiyet olabilirdi.

 

“Söyle teyze,” dediğimde titrek bir nefes aldığını anlayabiliyordum.

 

“Senun, bir kardeşun var. Ama hayatta,” beynime kurşun yemiş gibi oldum. Benim kardeşim Ufuk’tu. O da tam bir yıl önce şehit olmuştu. İmkansızdı. Olsa bilirdim. Hem annem babamdan önce evlenmemişti. Yasak ilişkisi ise asla olmazdı. Yer sallandı sanki bir an. Gözüm karardı gibi oldu. İmkansızdı!

 

“Kardeşim mi?” diyen sesim titremişti. Bu yeni bir umuttu. Ama keskin bir umut. Dokunsam kesip kanatacak ama canımı yakmayacak gibiydi. Açtığı yaralar izler bırakacak, dokununca sızlayacaktı.

 

“Evet. Bir süt kardeşun var,” bir kurşun daha yedim. Süt kardeşim vardı. Nerede olduğunu bilmediğim ama bir yerlerde nefes aldığına emin olduğum bir süt kardeşim vardı. Erkek miydi yoksa kız mı? Nasıl bir ailesi vardı? En öenmlisi birbirimizi sever miydik?

 

“N- nasıl ya?” kekelemiştim. Çünkü garipsemiştim.

 

“Sen bir yaşunda falan idin. Anan o baban olacak şerefsuz yüzünden sütten kesilmuşti. O ara Rize’ye gelen bir dane asker vardi. Evliydi. Bir oğlu bir de kizi vardi. Kizi bir yaşina daha girmemuşti. Bizim köye yolları düştü. Bubanda o zmana köyün muhtariydi. Sizun eve gelmişler idi asker ve garisi. Gadun hala haturumdadır. Çok güzel ve iyi niyetli biruydi. Senun aci aci ağlamana gatlanamadı emziriverdi. İki gün kaldılar sizde. Anan çok iyi anlaşmıştı gadunla. Numaralari falan birbirinde vardi. Aylarca gonuştular. Babası zaten çok iyi adamdi. Ama senun öz buban olacak o şerefsuz Şeref gadunun numarasınu önce engelledi sora sildi. Anan aylarca aradu gaduni. Bir türlü ulaşamadı. Zaten sora Ufuk doğdi. Unutuldu gittu. Ama anan senin o kardeşunle ve abisiyle tanışmani çok isteydi. Gadunun sağa sahip çıkacağına, seni bağruna basacağına o gada eminki. Süt bacın olan kizi tekrar gucağuna alamadan ölmesu,” artık sesi gitmeye başlamıştı. Ağlıyordu. Bense şaşkındım.

 

Benim süt kardeşlerim vardı. Abisi de kardeşim oluyordu. Bir annem ve babam vardı. Ama işte insan yirmi altı yıl önce emzirdiği çocuğu nereden hatırlasın. Ve neden bağrına bassın? Olduğum yere çakılı kalmıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum.

 

“Adı ne?” diyebildim güç kırıntılarımı zorla bularak. İç çekişini duydum teyzemin. “Kizunkini bilmeyrum. Ama anasunun adu Elif’ti. Senle konuşmadan önce onunla konuştum. Anan gittiğinden beri oni bulmaya çalışıyrum. Kadın Denizli’de yaşay. Eşu albaymış. Senun asker olduğuni söyledim. Gadun eşune söyleyecek adınu. Kizin aduni soramadım o an. Danışmak ister misun?” bilmiyordum. Kalbim değişik duygular içerisindeydi. Çok garip hissediyordum. Ama cevabım belliydi tanışmak istiyordum.

 

“Teyze, sen bana adreslerini ve numaralarını at. Ben hallederim. Ve,” bu noktada durdum. Nefes alıp verdim. “İstediğin zaman arayabilirsin.”

 

 

 

Dışarıya göz gezdirdi Suna. Kimsecikler yoktu. En azından o yoktu. O yoksa çıkabilirdi. Varsa çıkamazdı. En son olan şeyden sonra tepetaklak olmuştu. Nevri dönmüştü. Aklı hep oaray kayıyordu. Ne yapıyor, nasıl, neden yaptı, pişman mı? Ve bunun gibi milyonlarca soru. Gerip hissediyordu. İçinde bir sıcaklık vardı ama bu sıcaklık yakar gibi geliyordu.

 

Doşarı attı adımını. Koridorda kendinden emin ama sakin adımlar atarak ilerlerken sağ taraftan gövdesine çarpan şeyle sendeledi. Bir el kolunu narince kavrayıp düşmesini engelleyince gözlerini kapattı. Biliyordu bu elin sahibini. Şu an buharlaşmak istedi. İki gündür kaçıyordu. Şimdi böyle yakalanmak gururunu incitmişti. Oysa çok iyi saklanabiliyordu.

 

Timuçin elinin içindeki kol ve kolun sahibi yüz arasında gitti geldi. O hiçbir şey yapmamıştı. Suna kendi adımları ile ona gelmişti. Anlamıyordu. Neden kaçmıştı şimdi? İki gündür neden kaçıyordu? Kapalı gözlere bakarken yavaşça yanına doğru çekmek istedi. Lakin anında açılan gözler ve ışık hızından çekilen kolla şaşırdı. Gözlerini kırpıştırdı Suna, alık alık baktı Timuçin.

 

“Şey… ben gideyim. İşim var,” dedi Suna ve koşar adım uzaklaşmaya başladı. Timuçin anında yanında bitiverdi. Yan yana ilerlemeye başladılar. “Ne işiymiş o?” dediğinde ilerlemeye devam ediyorlardı.

 

“Akın başçavuş imzalamam gereken kağıtlar olduğunu söylemişti. Onları imzalamaya gidiyorum,” külliyen yalandı. Sallamıştı zaten. Şu an orada olmasının nedeni aslında ona bakmaktı.

 

Timuçin hafifçe sırıttı. Akın başçavuş bugün iziliydi. Yalan söylediğini anlamıştı ama tatlı geliyordu gözüne. “İmzalamak için evine mi gidiyordun bari?” dediğinde Suna dişlerini dudağına geçirdi. Buradan kurtarmak zordu. Ama yapardı. Yalan olan ailesini tek kalemde silmişti, bunu mu yapamayacaktı.

 

“Hayır. Sana ben Akın’ın yanında imzalayacağım mı dedim. Hayır. Bana imzalamam gereken evraklar var dedi. Gel yanımda imzala demedi,” etkilwnmişti Timuçin. Beklemiyordu böyle bir kurtarış. Ama işte sevdası iyi bir kurtarıcıydı.

 

Suna bunun böyle dönebildiğine şükür etti. Yanlarına kadın bir asker geldi. “Timuçin komutanım,” asker selamı verdi. Timuçin ise en büyük kozunu ortaya sürmeye hazırandı. “Söyle Sinem.”

 

“Şey komutanım, imzalamanız gereken evraklar varmışta,” sesi gidip geliyordu. Timuçin yakışıklı bir arkadaştı. Kadının dilinin dolanması bu yüzdendi.

 

“Boş versene evrakları Sinem,” kıskançlık operasyonu devrede. Atış serbest. “Günün nasıl geçiyor?” gözlerinden saniyelik bir anda parıltı geçti Sinem’in. Suna’nın ise öfke. Anında öfkelenmişti. Yakıcı bakışları ikili arasında gidip gelirken neden böyle hissettiğini anlamıyordu. Ve öfkesi asla bir saniyelik değildi.

 

Sinem başını utanmış gibi yere eğdi. Yalandı. Asla utanmazdı. Askeriye ve dışında sevgilisi çok olurdu. Timuçin malı nasıl böyle bir hataya düşmüştü anlayamaıyordu. “İyi diyelim iyi olsun komutanım,” birde cilveleri yok mu? “Sizin nasıldı komutanım?” içinden cilvenin bedeni çıkmıştı sanki.

 

Timuçin en çapkınında sırıttı. Sinem erimeye yakın duruyordu. Suna ise sinirden bulut olma yolunda ilerliyordu. “Ortalama diyelim Sinemciğim,” Sinem nazlı ve cilveli ufak bir kıkırtı ve kıvırma ile bakarken Suna kafasını az geri atmış yüzünü ekşitmiş boka bakar gibi bakıyordu ikisine. Bok daha iyiydi diye düşündü. Sıfatsız.

 

“E iyi yapmayalım mı komutanım?” sesinde gizlenen bir sitem vardı. Sonraki rakibi Türk Hava Kuvvetleri desek yalan olmazdı. Birde gel sevişelim de be! Daha az dikkat çekerdi. Timuçin içten içe söverken dıştan çapkınca sırttı. Yani Suna’sının yanında fazla oluyordu.

 

Suna daha fazla dayanamadı. Eğer biraz daha beklerse patlayacaktı sinirden. “Gerek yok! Sen git evraklarına bak! Askeriyede olduğunu da unutma!” diyen sesi bomba atıyordu etrafa. Sığınaklara gidilmeliydi. Öfkesi öfkeydi onun.

 

Sinem Suna komutandan korkardı. Tek bakışı topuklarını götüne vura vura kaçmasına neden olabilirdi. Ve şu an aynen ona sebep oluyordu. Sinem’in kulağına önündeki ikili hakkında dedikodular gelmişti. Suna komutanın yanında fazla bile demişti. Ama bomba atar gözleri beklemiyordu. “T- tamamdır k- komutanım,” hızla uzaklaştı oradan. Suna artık hızlı, öfkeli ve kendinden emin adımları ile ilerlemeye başlamıştı. Yakında sinemalarda: Hızlı ve Öfkeli: Suna URAL.

 

Timuçin gülerek yetişti yine ona. “Ne o beni mi kıskandın?” karnına yediği sert yumruk ile cevabını almıştı. “Eğer biraz daha konuşursan ümüğünü sıkarım senin. Sinemciğimmiş! Götümün kılındaki mikrop! İyileştirirmiş. Bok iyileştirirsin. Yeminle mikrop. Lan sen niye dibimde duruyorsun? Defol evrakcıklarına bak. İt herif. Sinemciğimmiş. Bokum aynen,” Suna söve söve saya saya ilerlerken Timuçin arkasından baktı ve kocaman gülümsedi. Bir kere sevmişti. Artık dönüş yoktu.

 

Yavuz odasındaki mini bavulunu alıp odasından dışarı çıktı. Göksu’sunu almaya gidiyordu. Artık kimse tutamazdı onu. Gider gitmez yapmak istediği mükemmel derecede planları vardı. Artık hiç geri dönüşü yoktu bu işin. Bir kere tutulmuştu, istemişti. O zaman tam alacaktı. Tamamen almak istiyordu. Hep yanında yöresinde dursun, asla ayrılmasın istiyordu. Çünkü ikisi de artık başka bir şeyi kaldıramazlardı. Ve Yavuz hem karamel kokulusunu almaya hem de en ateşlisinden intikamını almaya gidiyordu.

 

Umut yaşadığın sürece vardır. Kalp durdu mu umutta biter. Umut insandır. Ritim varsa var yoksa yok…

 

Loading...
0%