@wq_f3eyzamm
|
Önyargı ve korku... Hayatım boyunca bu iki duyguyu içimde taşımışım meğer. İnsanların beni nasıl gördüğüne dair hep bir önyargım vardı; belki küçümsendim, belki de yeterince anlaşılmadım. Kendi hakkımda bile zaman zaman önyargılar besledim. Başarısız olacağıma, kendimi savunamayacağıma inandım. Bu önyargılar zamanla korkuya dönüştü. Korkularım ise sanki bir duvar gibi hayatımın her köşesini sardı. Korku, kontrolü ele geçirdiğinde hareketsiz kalıyorum, ne yapacağımı bilemiyorum. Bu his beni tüketiyor.
Şimdi de Araz... Onun bana ne söyleyeceği, ne düşündüğü hakkında bir önyargı içindeyim. Aslında korkuyorum. Sözleriyle beni kırmasından mı, yoksa beni tamamen anlamasından mı daha çok korkuyorum, emin değilim. Belki de onun gözlerinde kendimi tamamen çıplak görmekten korkuyorum. Zihnim sürekli bir cevap arayışında, ne diyecek? Nasıl bir tepki verecek? Belki de düşündüğüm kadar acımasız değildir, belki de her şeyi kendi kafamda büyütüyorumdur. Ama yine de, bu belirsizlik içimi kemiriyor. Her cümlesi, her bakışı bana bir şeyler anlatıyor ama bir türlü kesin bir sonuca varamıyorum.
Araz’ın bana ne söyleyeceğini bilmemek beni hem tedirgin ediyor hem de derin bir meraka sürüklüyor. Sanki her an bir şeyler değişecek ve onunla aramda büyük bir hesaplaşma yaşayacağız. Önyargılarım, onun sözlerinin ağırlığını kaldırabilecek miyim diye düşündürüyor. Ama en büyük korkum belki de kendimle yüzleşmek...
Araz’ın sesi her zamanki gibi sakin ve derindi ama bu sefer tedirgin bir titreme vardı. Onu böyle görmek, içimde bir ağırlık yaratmıştı. Neyi söylemeye çalıştığını tam anlamıyordum ama bu sessizliğin altından hiç de hayırlı bir şey çıkmayacaktı. İçimdeki o tanıdık korku, zihnimde dönmeye başlamıştı. Gözlerini kaçırıyordu, sanki söylediklerini nasıl dile getireceğini bilmiyormuş gibi.
"Asel," dedi nihayet, bakışlarını gözlerime dikmeden. "Bir şey var... bilmen gereken bir şey."
Kalbim sıkıştı, nefes almakta zorlanıyordum. Kafamda bin bir düşünce dönüyordu. Neler oluyordu? Bana ne anlatacaktı? İçimdeki merakla karışık huzursuzluk daha da büyüyordu. Araz’ın bakışları aniden kararlı hale geldi, derin bir nefes aldı ve devam etti.
"Uzun zamandır farkındayım ama sana nasıl anlatacağımı bilemedim. Daha önce söylemeliydim belki de ama."
Koruma mı? Ne koruması? Zihnim bir anda daha fazla soruyla doldu. Kaşlarımı çattım, artık bu belirsizlikten bıkmıştım. "Araz, ne demek istiyorsun? Açık konuş."
O, ellerini saçlarına doğru götürdü, sanki bir şeyleri toparlamak için zamana ihtiyacı varmış gibi duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı. "Seni... arıyorlar, Asel."
Saniyeler geçmek bilmedi. "Kim arıyor? Neden?"
Araz’ın gözleri ciddiyetle gözlerime kilitlendi. "Fuhuş çetesi. Bir süredir seni izliyorlar, seni bulmaya çalışıyorlar. Sana zarar vermek istiyorlar, ya da seni kullanmak. Onların radarına nasıl girdiğini bilmiyorum ama bu iş düşündüğümüzden daha tehlikeli. Senin için planları var ve... ne olduğunu henüz tam anlamış değilim."
Kelimeler beynimde yankılandı. Fuhuş çetesi? Beni mi arıyorlar? Midemdeki düğüm daha da sıkıştı. Ellerim titremeye başlamıştı ama onları bir araya getirip kendimi sakin tutmaya çalıştım. Ne yapacaktık? Kaçmalı mıydım? Yoksa saklanmalı mıydık? Aklım, bir çözüm bulmak için hızla çalışıyordu ama bir çıkış yolu göremiyordum.
"Ne yapacağız?" diye fısıldadım, sesim neredeyse duyulmazdı. "Beni mi alacaklar? Neden ben?"
Araz, gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. "Sana zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Ama dikkatli olmalıyız, ne yapacağımızı planlamamız gerekiyor. Bizi izliyor olabilirler, attığımız her adımı takip ediyor olabilirler."
Bu bilgi beni şoka uğratmıştı, ama korku her şeyin ötesindeydi. Zihnim bir çıkış yolu bulmaya çalışırken, gerçeğin ağırlığı içimde daha da büyüyordu. Fakat şuan içimdeki korku yavaş yavaş sinire, ve hırsa dönüyordu.
"Araz, pardon da siz mafya değil misiniz? Fuhuş çetesinden mi korkuyorsunuz?"
Araz ise benim sinirlenme karşılık olarak sinirleniyordu. Tam ben birdaha bomba gibi patlayacaktım ki Araz'ın babası Şafak Bey geldi.
"Noluyor, ne bu tantana"
Gözlerimde ki sinir ve öfke Şafak Bey'i buldu. Artık kimse kimsenin kimsesi değil.
"Bilmem siz daha iyi bilirsiniz Şafak Bey, ya ben kendi halinde psikoloji mezunu bir kızdım şuradan şuraya kafeye bile gitmezken fuhuş çetesini nerden bulayım. Ya siz beni korumak isterken, pavyonda çalışan biri olarak mı gösterdiniz. Ya da ben mi malım? Hangisi?"
Sorumu yönelttiğim de ikiside sustu ben ise kafamda ki hiç bir düşünceyi kafamda bırakmayacaktım. Devam ettim.
"Susmayın, burada sesim kısılana kadar bağırıyorsam cevap ver-."
Diyordum ki bir anda kafamda ki şalter attı. Babam. Babam yapmıştı. Babam her ne yaptıysa beni fuhuş çetesine bulaştırmıştı. Bir anda sustuğumu gören Araz korkmuştu, çünkü ben ne zaman bir anda susarsam. Kriz geçirmem an meselesiydi.
"Asel, Asel ne oluyor"
Yavaşça kafamı yerden Araz'a kaldırdım. "Babam" diyebildim sadece baba diyebildim. Yapabildiğim tek şey babamın yaptığı şeyi düşünmemdi. Araz'ın gözleri büyüdü, Şafak Bey ne olduğunu anlamaya çalıştı. Araz'ın içindeki sakin sakin var olan öfke yüzüne yansıyordu. Bir anda yanımızdan ışık hızı ile arabaya doğru ilerledi, babası hemen kolundan tuttu.
"Nereye"
"O adı adamın gerçekten böyle bir bok yapıp yapmadığını öğrenmeye"
Ve cebinde ki anahtarı alıp Range Rover'a bindi. Şafak Bey yanıma geldi.
"Kızım gel biz senle kahve içelim halleder o"
Şaşkın bakışlarım onu buldu, beni fuhuş çetesi ararken cidden bu teklifi mi sunuyordu.
"Baba, dalga mı geçiyorsun, beni fuhuş çetesi arıyor sen gel kahve içelim diyorsun, bunu sormak saçma olacak ama manyak mısın?"
Sen hiç akıllanmayacaksın değil mi? Anlamında bakış attı, ve koluma girdi. Zoraki olarak benim adımımı onunkine uydurdu ve arka tarafta ki masaya ilerle.eye başladı.
"Şöyle ki güzel kızım senin kaçırılmaman için bütün önlemler alındı, o yüzden rahat olabilirsin. Benim salak oğlum daha yeni birşey söylemeyi unuttu onu konuşacağız. Evde ki hep yanında olacak hizmetli ile tanıştın mı?"
Kafamı hayır anlamında korkarak salladım dünden beri burda mıydı?
"Edna"
A'yı uzatarak bağırdı. Kadın geldiğinde 35-40 yaşların da biri olduğunu gördüm.
"Kahve yap, Asel kızımla bana"
Sandalyeyi sinirle çekip oturduğum da "Şafak Bey siz benimle cidden dalga geçiyor olmalısınız, kızım ne ya"
"Allah Allah sen bana baba derken iyi kızım ben diyince mi suç oldu? Hem baba dediğine göre oğlumu sevdin he söyleyim mi evlenme teklifi etsin sana?"
Abi bu adam ne yaşıyordu, hem ben baba mı demiştim, cidden baba mı demiştim. Kurduğum cümleleri düşündüm ve sanırım demiştim. Napalım baba sevgisi görmedik elaleme diyoruz. Hem evlenme teklifi ne alakaydı, tamam Araz edeli yaklaşık 2 gün olmuştu ama ben kabul etmemiştim.
"Şafak Bey siz benimle uğraşmaktan zevk mi alıyorsunuz?"
"Ben senle mi uğraşıyorum? Yoo öyle bir şey yapmıyorum"
Tabi canım tabi tabi, uğraşmıyorsun ömrümü yiyorsun. Gözlerimi devirdim ve bacağımı bacak üstüne attım.
"Eee, benimle fuhuş çetesinin beni araması dışında konuşacağınız, çok önemli konu ne?"
Bu sırada kahveler gelmişti. Edna denen kadın fincanları koydu, başka bir isteğimiz olup olmadığını sordu ve gitti. Araz Bey keyifle kahvesini yudumlarken artık yeter diye bağıraracaktım. En sonunda yani şükürler olarak söze girmişti.
"Asel ne olduğunu anlatmadan önce sana bir sorum var?"
"Nedir?"
"Seni gerçekten vereceğimizi ve korumadığımızı mı düşüyorsun? Yanılıyorsun. Çünkü şuan bile isteseler seni elimizden alamazlar. O yüzden korkmana gerek yok."
Küçümseyici bir tavırla güldüm.
"Eğer bu fuhuş olayı hemen üstü kapatılacak bir şekilde olsaydı bana bunu duyurmak zorunda kalmazdınız, hemen yaşanıp bitecek bir olay olsaydı bana dikkatli olmamı söylemezdiniz."
"Evet çünkü yaşanıp bitecek bir olay, sadece bir iki olay yaşayabiliriz bunlarda eğer dikkatli olmazsan gelişecek"
Yüzümde ki küçümseyici bakış dinmiyordu, herşeyi şakaya vuran neşeli kız artık yoktu.
"Şafak Bey, psikoloğum ben, çok fazla hastam oldu, bir insanı gömmeyide, bir olaydan çizik almadan çıkmayı da çok iyi bilirim ve emin olun geçmişiniz çok karanlık"
Ne bakışım, ne söylediklerim Şafak Bey de bir etki yaratmıştı.
"Madem psikologsun birşey soracağım"
Göz devirmelerim ard arda devam etti.
"Geldiğimden beri birşey soruyorsunuz zaten, ne soracaksınız"
"Kızım süper kahramanlar psikologlara gidiyor mu?"
"Ne alaka"
"Ya geliyor mu gelmiyor mu?" Bu adam cidden karşımda çocuk gibi bu soruyu mu soruyordu, hemde ben böyle bir durumdayken
"Tabikide hayır"
"Ha birde televizyonun beni izlediğini düşünüyorum birşey olur mu?"
Kaşlarımı kaldırdım, o ise çok rahatlamış şekilde geriye yaslandı ama benimle konuşacağı bir konu vardı. O neydi?
"Benimle konuşmak istediğiniz konu ne peki"
Sabır ister bir şekilde nefes aldı "Kızım ben senle baba kız olalım diyorum, sen sizli bizli konuşuyorsun"
"Konu ne?" Diyerek üstüne bastırarak sordum.
"Senin şu kıvırcık esmer bişey var ya, kankan"
Kafamı salladım gene bir bok yemiş olmalıydı, lisede her gün birisi ile olay yaşardı.
"Belfü, evet nolmuş?"
"Heh, işte o betonu evlendiriyorlarmış, salak oğlum anlayamamıştır."
Gözlerim büyümüştü, Belfü'nün annesi Belfü'yü evlendirmekte kararlı olduğundan sürekli görücü buluyordu. Bu bayadır ilerlediği için ilk başta gene kavah ederler gelip geçer diye düşünmüştüm ama durum düşündüğümden vahimdi. Hemen ayağa kalkıp, mutfağa ilerledim
***
Araz Aselden baba kelimesini duyunca, olayın bilmediği kısmını tahmin etmişti. Etmemişti emindi. Arabada Cengiz'e neler yapacağını düşünüyordu ya hayatına son verecekti, ya da son vermesine yalvartacak duruma getirecekti. Cengiz kanepede yatıyordu ki Araz'ın evi basması ile olduğu yerde sıçradı.
"Noluyor be"
Araz'ın gözlerinden ateş fışkırıyordu.
"Ananın amı oluyor" dedikten sonra bütün sinirini atacak şekilde kafa attı. Cengiz yerden kanayan burnunu tutarak ayağa kalktı. Bağırarak "Ne yaptığını sanıyorsun, polis çağırmamı istemiyorsa-."
Diyorduki Araz'ın bağırması şeklin de lafı yarıda kaldı.
"Çağır çağır, amına koyduğum lan sen kızını hiç mi sevmedin? Ha, hiç mi sevmedin kızı fuhuş çetesine bulaştırmak ne?"
Asel'in babası olayları yeni idrak ediyordu, gittiği pavyonda kızının adını vermesi sonucu olmuş birşeydi. Yere baktı utandı. Araz bu sefer karnını tutup. Malum bölgesine tekmeyi indirmişti ama asla onun için yeterli değildi, bir kaç kere daha tekrarladı, tam bayılma noktasına geldi ki. Boğazından tutup telefonundan ses kaydını açtı. Cengiz ise gözünü açmadığından görmedi.
"Lan kızına mı merhamet etmedin, avukatını dayısı gibi gösterdin, annesini evden gönderdin daha da kötüsü oruspu gibi gösterdin neden lan neden?"
Zorla verdiği son nefesleriymiş gibi konuştu.
"Ben kızımı hiçbir zaman sevmedim, ölsün gebersin bulaştırdığım çete onu kullansın. Annesi ile zorla evlendik iyi ki de gitmiş."
"Yaptığın bütün kötülükleri kabul edecek kadar salağım diyorsun."
"Benim kötülük yaptığım falan yok Asel benim gibi bir babaya denk geldiyse, bunları çekecek bütün kadınlar orospu benim için o da annesine çekmiş ne olur yani pavyona ismini vermişsek. Onu hayatı boyunca kimse korumayacak ve sevmeyecek"
Araz'ın içine damga vuran son cümlesiydi. Avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı o kadar bağırıyordu ki ona olan bütün öfkesini ve Asel'e olan bütün sevgisini ortaya koymuştu.
"BANA BAK AMINA KOYDUĞUMUN PİÇİ, SENİN KIZIN DÜNYANIN EN GÜZEL VE EN GÜÇLÜ KIZI BU BİR İKİNCİSİ HİÇ BİR KADIN ORUSPU DEĞİLDİR SADECE AHLAKSIZI OLAN VARDIR HA DİYELİM Kİ ORUSPU SEN HANGİSİNİN ÇOCUĞUSUN ALLAH BİLİR. SENİN KIZININ ÖNÜNDE HERKESE DİZ ÇÖKTÜRMESSEM VE ALIPTA KOYNUMA KARI DİYE GEZDİRMESSEM BANA DA ARAZ ÇELİK DEMESİNLER."
Ağzının içinden küfürler ettikten sonra ilk önce ses kaydını kapattı ve sonra attığı kurşun ile bayılmasını sağladı. Ölmeyeceğinden emindi çünkü koluna sıktığı ilk adam Cengiz değildi. Elini cebine atıp telefonunu çıkarınca kaç kişi arasından, 14 yıldır en yakın arkadaşı ve yardımcısı olan Axel Dean şuan aklına gelen tek kişiydi.
"Axel nasılsın?"
"İyiyim, Araz noldu?" Dedi bozuk Türkçesi ile, kendisi almandı. İnsanlar Almanya'ya giderken, Axel hep Türkiye de idi. Çok eski zamanlarda Araz ile mehter marşı dinlerlerdi.
"Asel'in babası bütün işlediği bokları itiraf etti, sana ses kaydını attım ve şuan konumumu da gönderdim acilinden 3 kişi gönder."
"Hallederiz, at konumu" Araz yerdeki henüz ölmemiş ceset ile bakışırken bir yandan sinirini dindirmeye çalışıyordu. Kanlar içinde olan Cengiz'i orada bıraktı ve tekrardan babası ile Asel'in yanına gitti.
***
Asel mutfağa girince onlarca kez Belfü'yü aradı ama açmadı, endişeden dişleri dökülecekti. En son aramayı bırakıp salonda kanepede oturan Şafak Bey'in yanına gitti. Tekli koltuğa oturup söze atladı "Şafak Bey" "Efendim, güzel kızım" Asel ilk defa birinden bir çıkar olmadan kendisine güzel kızım dendiğini duymuştu. Bu söz onu ağlatmaya yeterdi bile, baba sevgisi görmeyen bir kızın bir mafyadan sevgi alması. Dünyanın en ilginç şeyi olabilirdi.
"Belfü hakkında çok endişe ediliyorum."
"Rahat ol, herşey kontrolümüz altında eğer çok şüphe ediyorsan Araz gelince beraber gideriz"
Teşekkür eder bir şekilde minnetle gülümsedim. Bu adam beni gerçekten kızı olarak görüyordu.
"Asel, Araz seni üzüyor mu?"
Anı gelen soru ile vücuduma şok dalgası yayıldı; "Neden sordunuz?"
Cevap için çok beklemedi "Kızımsın sen benim, kimse üzemez seni. Üzüyor mu?"
Açık olmam gerektiğini düşündüm ve "Aslında son iki gündür herşeyin şoku üstümde ve bu beni yoruyor. Araz ise daha öğrendiğim bir olayı atlatmamışken bir sürü şeyi üst üste yığıyor, aslında buda çok yorucu oluyor."
Şafak Bey kafasını sallayınca odada biraz kafa dağıtmam gerektiğini düşündüm. "İzniniz ile" Tam mutfaktan kahve almış odaya çıkıyordum ki "Asel" sesini duyunca arkama döndüm.
"Bir kız babasından izin istemez, hele de şımarık bir kız çocuğu ise"
Gülümsedim bu adam beni gerçekten kızı olarak görüyordu ve çok seviyordu. Odaya geçince yatağa uzandım ve internette gezinmeye başladım. Bir anda dışkapının hızlı ve sert şekilde çarpıldığını duydum. Salona dönerken elimde tuttuğum telefonun ağırlığı daha da artmış gibiydi. Gözlerim, koltuğunda rahatça kahvesini yudumlayan Şafak Bey'e takıldığında içimde bir öfke dalgası kabardı. Nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Aklım Belfü’deydi ama onun bu kayıtsızlığı öfkemin ateşini körüklüyordu. Oturduğum yerden hızla kalktım ve gözlerimi ona diktim.
"Ne olacak şimdi?" diye sordum, sesim her zamankinden daha sert çıkmıştı.
O ise en ufak bir telaş belirtisi göstermeden, sanki bir oyunun sahnesini izliyormuş gibi sakin bir şekilde bana baktı. "Araz halleder. O her şeyi kontrol eder. Sen sadece sakin ol," dedi.
Bu cevaptan nasıl tatmin olabilirdim ki? İçimdeki öfke ve korku hiç dinmiyordu. Her şey üst üste gelmişti; fuhuş çetesi, babamın ihaneti, Belfü’nün evlendirilme tehdidi... Şafak Bey’in umursamaz tavrı sinirlerimi daha da bozuyordu. Neden herkes bu kadar rahatken, ben bu kadar çaresiz hissediyordum?
"Araz halleder diyorsun ama ben burada elim kolum bağlı oturmak zorunda mıyım?" diye çıkıştım, sesim titremeye başlamıştı.
Şafak Bey, kahvesinden son bir yudum aldıktan sonra sakin ama ciddi bir tonla konuştu. "Bak kızım, senin güvenliğin şu an her şeyden önemli. Araz da bunu sağlamak için uğraşıyor. Sen burada beklemek zorundasın çünkü dışarıda işler sandığından daha karışık."
Tam ona karşı çıkacak bir şey söyleyecekken kapı aniden açıldı. Araz içeri girdi. Yüzü öfkeden kıpkırmızıydı ama gözlerinde o tanıdık kararlılık vardı. Bir an duraksayıp bana baktı, sonra babasına döndü.
"Her şey kontrol altında," dedi sert bir şekilde. "Asel'in babası itiraf etti. Axel'e attım halledecekler"
O an kalbim bir anda sıkıştı. Babamın ihanetini daha yeni sindirmeye başlamıştım, ama şimdi de her şeyin ortaya dökülmesi mi gerekiyordu? Araz’ın söyledikleri bana çok uzak bir gerçekmiş gibi geliyordu. Babamın ihanetiyle yüzleşmek, kendimi bu kadar güçsüz hissetmekten daha da zor geliyordu.
"Ne olacak şimdi?" diye fısıldadım, sesim neredeyse duyulmayacak kadar zayıftı. Hangi anda ne yapılacağını bilemiyordum bu kadar cansız olmak beni gerçekten güçsüz gösteriyordu.
Araz bana doğru birkaç adım atarak yanıma geldi. Yüzü sert bir ifade taşıyordu, ama gözlerinde bana karşı ne kadar sinirli olursa olsun, merhamet doluydu görebiliyordum. "Asel Senin bu işin içinde olman iyi bir şans değil" dedi.
Araz’ın gözlerine bakarken içimdeki öfke ve korkunun yerini garip bir rahatlama aldı. Ama bu rahatlama huzurdan değil, bir nevi teslimiyetten geliyordu. Geçmişe takılı kalmamalıydım; önümdeki belirsiz geleceğe odaklanmalıydım.
Derin bir nefes alarak gözlerimi Araz’a diktim. "Bu benim davam, elim kolum bağlı duracak değilim. Bu savaşın içine ben de katılacağım, ayrıca bu bir şans değil" dedim.
Araz’ın hala merhamet doluydu. "Bu iş tehlikeli Asel. İşin tam ortasında olman riske atar," dedi.
Tam karşılık verecekken, Şafak Bey araya girdi. "Asel haklı," dedi sakin bir şekilde. "Bu kadar olayın içinde oturup beklemek onu daha da tehlikeye atar. Kendini nasıl savunacağını öğrenmesi gerekiyor. Risk alsın bir zahmet kıza bugünden itibaren kendini nasıl savunması gerektiğini öğret ve avukatlarla konuş"
Araz bir an babasının söylediklerini tarttı, sonra da bana dönüp derin bir nefes aldı. "Tamam," dedi, gözleri ciddiydi. "Ama her adımda yanımda olmanı istiyorum. Tehlikede olman bile on kurşun yemem anlamına gelir."
Tam o anda Şafak Bey kalktı ve üst kata ilerlerken "Asel'e silah kullanmayı öğret, ihtiyacı olacak" neden bir silaha ihtiyacım olacak diye düşünecektim ki onların bir mafya olduğu ve fuhuş çetesinin içinde olduğum aklıma geldi. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. Belki de ilk kez Araz'ın gölgesinde kalmayacak, onunla yan yana savaşabilecektim.
Ama o an Araz’ın telefonu çaldı. Yüzündeki kararlılık yerini bir anda endişeye bıraktı. Telefonu kapattığında bana döndü, sesi kısık ve endişeliydi. "Belfü’yü bulmuşlar," dedi.
Kalbim hızla çarpmaya başladı. "Ne demek bulmuşlar? Neler oluyor, zaten olduğu yeri bilmiyor musunuz?" diye ard arda sorular sordum.
Araz’ın sesi titriyordu. "Fuhuş çetesi onu da kaçırmış. Daha doğrusu bulmuş, onu kurtarmamız gerekiyor."
Sözleri içime bir bıçak gibi saplandı. Belfü’nün başına gelecekleri düşündükçe içimde dayanılmaz bir acı hissettim. Gözlerim doldu, korku ve çaresizlik tüm benliğimi sardı. Ne olduğunu anlamadan, bir anda Araz’a doğru bir adım attım ve kendimi onun kollarında buldum. Gözyaşlarıma engel olamadan ona sıkı sıkı sarıldım, sanki tüm korkularımı onun güçlü kollarında eritebilirmişim gibi.
Araz bir an şaşırdı, ama sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak beni sıkıca kucakladı. Elleri sırtımda yavaşça geziniyordu. "Güzelim," diye fısıldadı, sesi yumuşak ama kararlıydı. "Her şey yoluna girecek, sakin ol."
Başımı onun omzuna yaslayarak gözlerimi kapattım. Araz’ın kalbinin ritmini duyabiliyordum. Bu ritim bana güven veriyordu. Kısa bir an için de olsa, dünyanın tüm kaosu arka planda kalmıştı. Araz’ın kollarında sanki bir sığınak bulmuştum. Fakat ben ne yapıyordum daha dün bir bugün iki sarılmam ne kadar doğruydu.
Ama bu kısa anı, Araz’ın derin bir nefes almasıyla sona erdi. Yavaşça beni bırakarak gözlerimin içine baktı. "Gidip onu kurtaracağız. Seninle yan yana savaşacağız, ama şu an soğukkanlı olmalıyız."
Gözlerine bakarak başımı salladım. İkimiz de ne yapmamız gerektiğini biliyorduk.
Savaşın iyisi, barışın kötüsü olmaz
Belfü'yü almaya gittiğimiz yer bir köy yeriydi, çok fazla ev vardı. Gelişmiş bir köy olduğundan Belfü'yü bulmanızın güç olacağını düşünürken sarı ve la iki katlı bir evin önünde durduk. Araz inmeden önce elime bir silah verdi. Gözlerimin içine baktı; "İlk defa kullanmıyorsun, yapabilirsin"
"Girer girmez herkesi vuracağız mı?" Sanırım saçma bir soru olmuştu. Hakikaten bu nasıl bir soruydu. Kafamla anladım işareti yapıp evin dışarısından dolanan merdivenlerden çıkarken Araz'ın arkasından ilerleyerek, ikinci kata çıktık. Olabildiğince fısıldayarak. "İçeride üç kişiler diye biliyorum birisi kapının arkasında diğeri yanında olmalı birincisini bayılacağım arkam sendeolacak"
Bana bu kadar çabuk güvenmesi şaşırtmıştı, gerçekten dışardan becerikli bir insana mı benziyordum. Ama mecburi bir şekilde kafamı tamam anlamında salladım. Kapıyı tıkladığında bir adam elindeki silahla beraber açtı. Araz saniyesinde kolundan kavrayıp tam altına aldı eli ile sertçe ağzını kapadı. Ben ise içeriye ses gitmemesi için gireceğimiz kapıyı aralıklı olarak bıraktım. Saygıdeğer Mafya Kuzgun Çelik ise adamı tehtit etmek ile meşguldü. Adamı rehin olarak kullansak işimize yarar mıydı? Bence hayır.
"Kaç kişiler" adam korku dolu gözlerle eli ile iki işaretini yaptı. Araz "güzel" anlamında başını salladı.
"Birisine zarar geldi mi?" Adam bu sefer başını hayır anlamında sağa sola salladı. Araz'ın tam vurmasını beklerken başını küt diye sağa çevirdi ve boynunun kırılmasını salladı. Bir diğerinde sola çevirdi ve bütün boyun kemiklerinin kırıldığından şüphem yoktu. Benim birl canım acımıştı, bağırmak istiyordu ki felç kaldığından onu da yapamıyordu. Araz'a kocaman gözlerim ve biraz daha zorlasam yırtılacak olan ağzımla bakıyordum ki.
"Rahat ol, bu işler böyle" cidden rahat olmamı mı söylüyordu. Daha yeni adamı felç bırakmıştı ve bana rahat olmamı söylüyordu. Beklemedi ve bileğimden nazikçe tutarak içeri girdik. Soldan ikinci odaya girdiğimizde karşımızdaiki tane ağlayan orta yaşlı kadın, eşleri olduğunu düşündüğüm adamlar vardı fakat hepsi ölmüştü, oda kan gölüne dönmüştü, ağzı bağlı ağlayan Belfü artık ölmek istercesine haykırıyodu . Girer girmez iki adamdan biri silah çekince Araz durmadı ilk önce namluyu ona doğrulttu daha sonra "Ne oluyor ne işin var burada?" Diye cevaplanacak soru yöneltti. Adam ise umursamaz tavırlarla "Hiç, sen bana söz de çok sevdiğin arkadaşını vermedin. Bende kızını görücüye çıkarmış kadının damadı olmaya geldim."
Araz tekrardan kızarmıştı. Sinir hücreleri durmuyordu. Araz'ın elini bileğimden çekmesi için yere savurdum ardından onun önüne geçtim.
"Lan bana bak, birincisi benim hakkımda doğru konuş-"
Diyordum ki lafım yarıda kaldı, ani bir özgüven patlaması yaşamıştım. Geçmişte aldığım darbeler ve aldığım judo eğitimleri boşuna değildi.
"Konuşmassam ne olur?"
Kafamda bir an tüm yaptığım judo antrenmanları, o çektiklerim gözümün önüne geldi. Sinirlerim tepeme çıkmıştı. Lafın yarıda kalmasına izin vermeyecektim. Adamın umursamaz tavırları sinirlerimi daha da bozuyordu. Bir an duraksadım, sonra Araz'a bir bakış attım, onunda güven verici gözlerini görünce kendi kendime "Tam zamanı" diye düşündüm.
"Ne olurmuş?" dedim, sesimdeki kararlılıkla.
Adam tam bir şeyler söylemek üzereyken, aniden harekete geçtim. Dengesini bozmak için bacaklarını hedef alarak judo'nun temel tekniklerinden biri olan Ouchi Gari’yi uyguladım. Adamın bacaklarına sertçe vurdum ve ağırlık merkezi kaybolan adam anında yere serildi.
Yere düşer düşmez boğazını sıkıca kavradım. Kendimi durduramıyordum. Elim bileğime gidip güç veriyordu. Aklımdan geçen tek şey, daha fazlasını hak ettiği yönündeydi. Ama birden Araz'ın diğer adamla birbirinin laf dalaşına girdiğini işittim, adamı boğarken kulağım oradaydı
"Belfü bize gelecek, o kadar"
"Sencd böyle birşey olması mümkün mü?"
O ikisi kavga ederken adama bakıyordum. Ne diyeceksin dercesine o ise tamam anlamında işaretler yapmaya çalıştı. Ama benim için yeterli değildi daha fazlasını yaparken kenardan, "Ya Asel ya Belfü" lafını duydum Araz o anki kin ve nefreti ile silahının tersini göğüs kafesinin en hassas yerine uygulayınca adam nefessizlikten yere çöktü ama Kuzgun Çelik yetinmedi yanında ki vazoyu sertçe aldı duvara çarptı elindeki kalan kesici parçaları adamın çeşitli yerlerine fırlattı bu sefer ölmesi garantiydi. Bağırarak "YA ASEL YA BELFÜYMÜŞ KADINLAR SENİN OYUNCAĞIN MI LAN ŞEREFSİZ?"
Bana dönünce çekil anlamında işaret yaptı kenara açıldığımda adamın üzerine dizini dayadı
"Çete kaç kişi"
Adam zorlukla "tahmini 33" diye cevap verince Araz sırıtarak: "Artık 30" tam cebi ilerideki silaha gitmişti ki bend olan silahı arka cebimden çıkarıp adamın sağ göğsüne geldi. Tam isabet diye sevinecektim ki Araz'ın "ne yapıyorsun" bakışı ile yarım kaldım. "Asel bari kalbinden vurmasaydın" napabilirim anlamında bu sefer ben bakış attım.
Belfü’nün yanına geçip ağzını çözdüğümde, hala titrediğini fark ettim. Yüzü kireç gibi olmuştu, gözlerindeki korkuyu saklayamıyordu.
"Sana ne yaptılar?” diye sordum, sesim ne kadar sakin görünmeye çalışsam da hala yaşadığımız gerginliğin etkisindeydi.
Belfü, bir an konuşamadı, ardından soluğunu toparlayarak titrek bir sesle konuşmaya başladı. “Beni zorla buraya getirdiler… Birkaç gündür burada tutuyorlar. Kaç kez denedim ama… başaramadım.” Gözlerini silmeye çalışırken, derin bir nefes aldı. “O adamlar… seni tehdit ettiler. Seni kullanarak bana istediklerini yaptıracaklardı.”
Belfü bağırarak içini döktü:
"ASEL ANNEMLE BABAM ÖLDÜ BENİM KİMSEM YOK NE YAPICAM BEN" diyerek bağırdı ona sarılırken Araz'a fısıldıyarak yardım et dedim
Araz, arkamdan yaklaştı ve sessizce Belfü'nün koluna girdi. Yüzünde hala ciddi bir ifade vardı. Silahını indirmişti ama dikkati dağılmamıştı. Adamın olduğu yerde bir an duraksadı, sonra bana dönüp “Buradan çıkmamız gerekiyor, daha fazla zaman kaybetmeyelim” dedi, sesi her zamanki gibi sert ve otoriterdi.
Ben ise Belfü’ye odaklanmıştım. Onun bu halini görmek, içimde bir öfke dalgası yarattı. “Bitti artık, seni buradan çıkaracağız,” dedim, gözlerine güven verici bir bakış atarak. O an, Araz’ın dediği gibi zamanın daraldığını fark ettim. Etrafta daha fazla adam olabilirdi. Gözümü kırpmadan Belfü’nün koluna girdim ve Araz’a dönüp başımla işaret verdim.
“Yola çıkıyoruz,” dedi Araz, kapıya doğru yürürken. Hala tetikteydi. Ben de Belfü’yü yanımda sürükleyerek hızla kapıya yöneldim.
Merdivenleri sessizce inip dışarı çıkarken etrafı kolaçan ettik. Sessizlik ürkütücüydü, ama güvenli bir mesafeye ulaşınca Araz aniden durdu. Etrafımıza bakındı, yüzündeki ifadeden bir şeylerin ters gittiğini anladım.
“Burada bir şeyler ters gidiyor, çete bu kadar kolay pes etmez,” dedi, sesi düşük ama uyarıcıydı. “Dikkatli olun, geri çekilmek için tam zamanı değil.”
Bir anlığına durdum, etrafta bir tehlike olup olmadığını anlamaya çalıştım. Silahım hala elimdeydi ve Araz'ın yanında olmak beni daha güvende hissettiriyordu, ama bu gece henüz bitmemişti.
Ben Belfü'yü koltukta sakinleştirmeye çalışırken, Araz telefonundan muhtemel diğer yardımcılarına ulaştı. Yaklaşık bir onbeş dakika sonra Araz: "Çıkabiliriz, fakat dikkatli olun, her an heryerde herşey olabilir." Kafamı salladım koltuktan Belfü'nün kolunu omzuma aldım. Merdivenlere geldiğimizde Araz tam ilerliyordu ki aşağıda bizi bekleyen beş kişi vardı. Ama tiplerinden hiç Araz'ın yardımcılarına benzemiyorlardı.
"Araz" diye fısıldadım, ne alanında kafasını salladı.
"Aşağı bak" bakara bakmaz gözleri fal taşı gibi açıldı, eve tekrardan girmek için adım atacakdı ki
"Eğer girersek basma ihtimalleri çok yüksek" dedim ki aşağıdan silah sesleri geliyordu, fuhuş çetesi tam altımızda Araz'ın çağırdığı kişiler biraz daha uzakta ve ötedeydi. Her iki taraf o kadar sert ve acımasızdı ki alt tarafımız daha dakikalar geçmemişken tam 3 kişi vurulmuştu. "Araz" Belfü'nün kolunu onun omzuna dayadım. Diğer iki kişiyi vurmak için sağ ayağımı öne alarak harekete geçmiştim ki arkamdan iki kurşun ard arda olacak şekilde birisinin boynuna diğerinin bacağına isabet etmişti.
Gerime döndüm ne yapıyorsun diye sormaya vakit yoktu, merdivenlerden indikten sonra Belfü'yü arabanın arka koltuğuna oturmasına yardımcı olurken Araz'ın çağırdığı desteğin yanına gittiğini gördüm.
Belfü'ye hala bitik ve çok kötüydü, bu acısı belki aylarca sürecekti. "Belfü iyi misin?" Kafasını hayır anlamında yavaşça salladı, yanına oturdum "Annem gitti, babam gitti kimsem kalmadı benim artık" sesi çok inceydi Ellerini tuttum başını göğsüme yasladım.
"Artık senin kardeşin de ailen benim Belfü, olan oldu çok acılısın belki ölmek istiyorsun fakat biz bir savaşın içindeyiz. Bir derdin mi oldu? Ben çözeceğim, ben dinleyeceğim. Tamam mı?"
Dudakları aşağı büküldü ağlayarak bana sarıldı, kollarımı beline doladım. Arkadan bir ses geldi, "Asel" kafamı o tarafa çevirdim. Araz yanına çağırıyordu ve çağırdığı kişiler dörte çıkmıştı.
Ama Belfü'yü bu durumda bırakamazdım. Araz gelemeyeceğimi anlayınca diğerlerine kafa işareti yaptı ve benim yanıma ilerlediler.
"Asel, baş yardımcım Axel" en sağdaki adamı gösterdi maşallah boylu poslu bir çocuktu.
"Axel'den biraz daha acemi ondan sonra ki yardımcım, Barış. Ha olurda Axel denize falan gitmişse Barışa söylersin."
Kafamı salladım, "Memnun oldum, çok barışsever birisin" ortamda herkesin dudağına ufak bir tebessüm oturdu.
Araz tekrardan lafa atladı "Bu ikisi de ikiz Aras ve Uras"
"Memnun oldum, Aras daha kaba birine benziyor" dudağını bilmem anlamında oynattı "İstanbul beyefendisi diyelim, saçma sapan şakaları sevmiyorum." "Anladım" hala Belfü göğsümde saçını okşuyordum, annesine sarılır gibi bana sarılıyordu.
Uras denilen çocuk lafa girdi, "Yenge bu kadar soğukkanlı olduğumuza bakma biz çok yaşıyoruz böyle olaylar, o yüzden alışırsın" Yenge demesinden dolayı Araz'a baktım. Acaba o mu öyle birşey demişti? Araz dirseği ile çocuğu dürttü "Ne yengesi lan?" Uras bu sefer şaşkınlık dolu bir ifade ile cevap verdi. "Yenge demiyor muyuz, ben ses kaydından dolayı şeyettim" yüzü kızararak yere baktı.
"Araz ne ses kaydı" Araz Uras'ı geri ittirerek "önemli bir şey değil canım saçmalıyor o boşver" eğer benim adım Aselse ben o ses kaydını bulacaktım. Ama her ne olursa olsun bu olaydan sonra bu kadar şakacı olmaları canımı sıkmıştı hele de Belfü'nün yanında.
"Arkadaşlar lütfen, Araz hadi gidelim." Kafasını sallayarak ön koltuğa geçmek için adım atacakdı ama Belfü "Asel annemle babamın cenazesi yapılacak mı?" Bu soruya hazırlıksız yakalanmıştım. Cevap için Araz'a bakmıştım ki Aras; "İsminiz ne bilmiyorum fakat eğer cenazelerini yapılmasını istersek morgda neden öldükleri anlaşılır, ve çoğumuzun hapise girmesi an meselesi. Yasa dışı işler yapıldığı anlaşılır."
Belfü bu sefer daha da çok ağlamak istemişti, en doğal hakkıydı. Tekrardan göğsüme yattı, gidebilecek bir yeri kalmaması çok kötüydü annesinin mezarına da gidemeyecekse nereye gidecekti.
"Araz lütfen birşey yap" "Yapacağım, eve gidelim halledeceğim"
Araz yapardı, o benim istemediğim şeyleri bile en güzel şekilde yaptıysa bunuda yapardı.
Beklemediğimiz şeylere hiçbir zaman hazırlıklı değiliz
Araz'ın dün beni getirdiği yeri ev olarak tanımlanabilirse eve gelmiştik. Belfü benim yatağımda ağlayarak tavanı izliyor, ben hizmetliler evde olmadığı için yemek hazırlıyor, Uras ve Aras sanki hiç birşey olmamış gibi kart oyunu oynuyordu. Axel ve Araz ise balkonda telefon görüşmeleri yapıyordu. Herkesin karnı açlıktan yarıldığı için klasik olarak biftek ve patates graten yapmıştım. Ortada ise salata falan vardı. Tabakları sofraya yerleştirmiştim ama Belfü yatağımda iki kıvrım dururken aşağı inmesi çok güç isteyen bir şeydi. O yüzden onun tabağını yukarı çıkardım ve komidinin üstüne koydum.
"Belfü'm, aşkım hadi iki lokma birşeyler ye"
Gözünden bir damla yaş düştü hayır demedi ama demek istedi.
"İstemiyorum"
Belfü’nün yanına oturup elini nazikçe tuttum. Gözlerinin içine bakarak sakin bir sesle konuşmaya başladım.
"Aslında bu yaşadığın şey tamamen normal, biliyor musun? Travmatik olaylar ya da yoğun stresli dönemler geçirdiğimizde, vücudumuz kendini koruma moduna geçer. Bu yüzden iştahımızı kaybederiz, uyku düzenimiz bozulur ve duygusal olarak kendimizi daha yorgun hissederiz. Şu an beynin sana tehlikede olduğunu söylüyor, bu yüzden bedenin de buna tepki veriyor."
Başını hafifçe yana çevirdi, ama bir şey demedi. Devam ettim.
"Bu, geçici bir süreç. Ama senin bu süreçte kendine iyi bakman çok önemli. Ne kadar zor olsa da vücudunun enerjiye ihtiyacı var, ki zihnin toparlanabilsin. Beyin ve beden bir bütün, eğer birini ihmal edersek diğeri de zarar görür. Sadece birkaç lokma bile olsa, yavaşça yemeye başlaman zihnini güçlendirecek ve duygularını dengelemene yardımcı olacak."
Gözleri hala doluydu, ama söylediklerim ona bir şekilde ulaşıyor gibiydi. Biraz daha sabırlı bir tonda konuşmayı sürdürdüm.
"Sana şunu da söyleyeyim, duygularını bastırmaya çalışmak onları daha da büyütür. Ne hissedersen hisset, bu duyguların seni zorladığını biliyorum, ama onları kabul etmek ve kendine karşı nazik olmak, bu süreçte en önemli adım."
Elini biraz daha sıkarak dikkatini çekmeye çalıştım.
"Beni dinlemek zorunda değilsin, ama ben buradayım. Ne zaman konuşmak istersen, seni dinleyeceğim. Şu an yapman gereken tek şey, kendine küçük bir şans tanımak. Birkaç lokma ye, sonra nasıl hissedeceğini birlikte göreceğiz."
Başını yavaşça salladı. Tamam dememişti, ama yanında olduğumu bilmek onu biraz olsun rahatlatmış gibiydi.
"Ne zaman istersem mi?"
Gülümseyerek "Ne zaman istersen." Diyerek cevap verdim.
"İki dakikaya geliyorum yemeye başla".
Merdivenlerden aşağı inip Aras ve Uras'ın olduğu kanepeye yönümü çevirdim.
"Aras, Uras Arazları da çağırın da yemeğe geçin. Ben Belfü'nün yanındayım, birşey olursa seslenin"
Uras alaycı bir tavırla "Tamam, yenge" yenge demesine kızmıyordum, aslında belki de özlemiş gibiydim lisedeyken sürekli Araz'ın arkadaş çevresi, benim çevrem falan sürekli yenge derdi. O zamanlar benim fazlasıyla boş yere sevinmeme sebep olurdu. Yukarı çıktım ve Belfü'nün belini yatak başlığına dayamaya çalıştığını gördüm. Fazlasıyla güçsüz kalmıştı. Yanına koşar adımlarla gittim, ve yükselmesine yardımcı oldum. Tabağını ve çatalını alıp yedirmeye başladım. En son yaşadığı şeylerin unutturmak amacıyla belki bir umut beş dakikalığına güldürme hevesi ile lafa girdim. Bir yandan yemek yediriyor bir yandan konuşuyordumm
"Lisedeyken futbol takımındaydın, bir sürü madalyan vardı. Hatırlıyor musun?"
Başarmıştım çok hafifte olsa gülümsemişti.
"Hatırlamam mı? Hoca bana Messi görse futbolu bırakacak derdi."
"Çok güzeldi ya, ben anca piyano falan çalıyordum."
Ağzına bifteğin yarısını koyunca zorlada olsa yutkundu. Sanırım biraz fazla abartmıştım.
"Etrafında halüsinasyon falan görüyor musun?" diye sordum.
"Hayır, ama görmek istiyorum. Mesela şu an şu koltukta annemi görsem bana ruhen iyi gelir gibime geliyor," dedi Belfü, derin bir nefes alarak.
Gözlerinin içine baktım ve sakin bir sesle açıklamaya başladım. "Bu, çok doğal bir istek. Özellikle yoğun duygusal durumlarda, sevdiklerimizi yanımızda görmek ya da onları hissetmek isteyebiliriz. Beynimiz, bu tür ihtiyaçlara yanıt vermek için bazen hayali görüntüler ya da düşünceler yaratabilir. Bu, kaygı ya da üzüntüyle başa çıkmaya çalışırken zihnin bir tür savunma mekanizması olarak devreye girdiği bir durum."
Belfü sessizce dinliyordu, ben devam ettim. "Ama şunu bilmelisin ki, halüsinasyon görmek istemek aslında bir kaçış arzusunun işareti olabilir. Sevdiğin birini görmek istemen, onun varlığına duyduğun özlemi ve duygusal desteğe olan ihtiyacını gösterir. Ancak gerçek olmayan bir şey görmenin seni nasıl hissettireceğini kontrol edemeyebilirsin. Bu nedenle, şu an yaşadığın duygularla yüzleşmen, bunları kabullenmen ve kaybettiğin ya da yanında olmayan insanlarla ilgili duygularını işlemeye çalışman, iyileşme sürecinde daha sağlıklı olur."
Elini nazikçe tuttum. "Beyin ve zihin, inanılmaz derecede karmaşık. Bazen hayal dünyası, gerçek dünyanın zorluklarıyla baş edebilmemiz için bir tür alan yaratır. Ancak bu süreçte önemli olan, o hayal dünyasına saplanıp kalmamak. Senin hissettiğin özlemi ve duygusal boşluğu anlıyorum, ama bu boşluğu gerçek hayatla doldurmak uzun vadede seni daha güçlü kılacak."
Belfü'nün yüzünde düşünceli bir ifade belirdi, söylediklerim onun zihninde yankılanıyor gibiydi. Ağzına iki tane daha patates dayadım ve ayağa kalktım.
"Afiyet olsun birşey olursa aşağıdayım." Gülümsedim, zaten birşey olursa herkesin ilk beni bulması gerekiyordu, neden acaba. Aşağı indiğimde mutfağa tabağı bıraktım ve masada herkesin büyük bir kargaşa içinde olduğunu gördüm.
"Uras pardonda siz en son ne zaman şampiyon oldunuz?" Diye sordu Aras Uras durmadan lafını koydu. "Peki siz hangi şampiyonluğunuz da şikesiz bir şekilde şampiyon oldunuz, bizde en azından yasadışı para ile hakem gözü boyama yok"
Bu sefer Araz söze girdi, "Lan siz gene iyisiniz bize gelen fake atıyor anasını satayım gelen oyuncu Fener'e gidiyor"
Son vurucu noktayı benim yapmam gerektiğini düşünerekten "Tek kaliteli takımın Fenerbahçe olduğunu anladıkları içindir o"
Aras şaşkın ifade ile baktı "Takımdan anlar mısın?"
Benim yerime Araz cevap vermişti. "Lisede her gün başımın etini yerdi ya yendiği maçlarla, ya da takımda ki oyuncularla"
Aras "Bir on iki yıl daha bekleyin şampiyon olursunuz."
Küçümseyici bir tavırla güldüm "Dedilerki şikeciler bir sürü boş palavra, kanımızda şeref var oda sarı kanaryam" bu lafı Uras ve sadece fanatik Fenerbahçeli kişiler anlardı. Araz cümlemi tamamlar tamamlamazafs girdi.
"Biz lisedeyken bu rap daha yeni yeni çıkmıştı, başımda bunu söyler dururdu, çok Beşiktaşlı yapmayı denedim de nafile"
Araz'ın omuzuna elimi koyup gözünün içine baktım.
"Atamın mavi gözleri sarı saçları varken bize diğer bütün takımlar cız gelir vız gider çakma kuş"
"Atamda siyah gökyüzü ve beyaz yıldızların altından geçti, ülkemizi de o gökyüzünün altında kurtardı"
Araz ile 19 Mayıs gibi günlerde sürekli ya Anıtkabir'de ya da gösterileri izlemek için farklı okullara giderdik. Yüzümü ekşittim tam balkona oturmak için adım atacaktım Uras "Yenge sen şef misin?" Bu soruyu dalga amaçlı sormuştu ama ben "Şef değilim ama psikologluk okurken gastronomi de bitirdim." Dedim Hepsinin yüzündeki ifade beni benden aldı. Tekrardan bir adım atacaktım ki bu sefer Araz mani oldu.
"Asel soğuklar başlıyor istersen burada otur."
Mecburiyetle kafamı salladım ve tekli kanepede telefonda gezinmeye başladım. "Araz, Şafak Bey nerede?" Diyerek ani bir soru sordum geldiğimizde de ortalarda yoktu. Oda bilmiyordu, yüz mimiklerinden belliydi. "Bakayım" diyerek odasına çıktı. Herkes bir tarafa dağılmıştı. Aras tuvalete, Uras kart oyununu bulmaya. Salonda bir Axel bir ben kalmıştık. Geldi ve yanıma oturdu, bu onu tanımam için bir fırsat olabilirdi.
"Axel, nerelisin?"
Gülümseyerek cevap verdi. "Almanya"
"Kaç yıldır Türkiye'desin?"
"17"
Ağzım aralandı "Kaç yaşında geldin yani"
"10"
Tam 27 yaşındaydı aramızda üç yaş vardı. Elini yanağına koydu ve masumca soru sordu.
Axel, gözlerimin içine bakarak sordu: "Asel, Belfü nasıl biri?"
Bir an durakladım. Axel neden Belfü’yü merak ediyordu? Cevabı basit ama derinlemesine düşünülmesi gereken bir soruydu. "Belfü…" diye başladım, kelimeleri dikkatle seçmeye çalışarak. "Belfü, dışarıdan soğuk ve mesafeli görünür, ama aslında çok kırılgan bir yapısı var. Sürekli ailesinin beklentilerine karşı mücadele ediyor ve bu da onu içten içe yıpratıyor."
Axel sessizce dinliyordu, sanki söylediklerimi değerlendirmeye çalışıyordu. "Bu kadar baskı altında olmak insanı nasıl etkiler, değil mi?" dedim hafif bir tebessümle. Kendi hayatımda da benzer baskılar hissettiğim zamanlar olmuştu, bu yüzden Belfü’nün durumunu anlayabiliyordum.
Axel, biraz düşündükten sonra "Onu bu yüzden mi korumaya çalışıyorsun?" diye sordu.
Bu soru beni biraz şaşırttı. Koruma meselesi mi? Sanırım Belfü’nün etrafındaki duvarlarını aşmaya çalışmam, Axel’in gözünde onu koruma çabası gibi görünüyordu. "Onu korumak değil de… sanırım sadece anlamaya çalışıyorum," dedim, dürüst bir şekilde.
"Peki nelerden hoşlanır?" Diyerek bir soru daha yöneltti. Niye bu kadar merak ediyordu.
"Lisedeyken futbol takımındaydı, Galatasaraylı çok küçük şeylerle özellikle çikolata ile mutlu olabilen biri. A sahiden bahsetmedin sen hangi takımlısın?"
"Galatasaray" küçümseyici bir bakış attım. Galatasaraylı olan kişiler çok tipim değildi. Ama Belfü'nün yeri çok ayrıydı.
Bu sırada merdivenlerden inen gözüme çarptı. Bana bakarak ceketini giydi.
"Asel, çıkalım" koşar adımlarla yanına ilerledim, "Noldu?" Diye sorunca benim ceketimi alıp arkamdan giydirdi.
"Bişey yok gel çıkalım" kolundan tuttum.
"Şafak Bey'e bişey olmadı dimi?"
"Asel birincisi şu adama Bey deyip durma, baba de, amca de ama Bey deme hem ikincisi ben babamı bu kadar çok sevmiyorum sana nerden geldi bu sevgi."
Bilmem anlamında kafa işareti yaptım. Kapıyı açtı ardından arabanın kapısını açtı. Şoför koltuğuna geçtiğinde,
"Nereye gidiyoruz?"
"Gidince görürsün, Asel bana yakın olan kişiler aramızda birşey olmadığını biliyor, fakat gideceğimiz yerde sevgilim gibi davran"
Sinirle cevap verdim. "Allah Allah rahatlığa bak, babanın uşağı mı var lan emir veriyorsun. Benim şuan Belfü'nün yanında olmam gerekiyor geldiğime şükret"
İnadıma giderek "Tamam sen bilirsin hapise mapise girersek iç çamaşırlarımızı parmaklıkların arkasından verirsin."
Beni çok iyi tanıyordu kızcağım kızmıyacağım herşeyi biliyordu. Büyük bir öf ile cama döndüğümde.
"Öfleme" diyerek çıkıştı
"Araz bak mafya falan dinlemem çakarım ağzına"
---
Sonunu sanırım biraz gergin bitirdim ama çok güzel oldu. Bölümün zamanını uzattığım için özür dilerim.
Sağlıcakla kalın ❤️
|
0% |