@wq_f3eyzamm
|
Sabah saat 5'e yakın, Belfü'nün yanında üzerimde şort, tişört pijama ile su içmek için uyandım. O ise yanımda huzurla uyuyordu, gece yine kabus görmüştü ama yanında olduğumdan bana sarılmış, tekrardan uykuya dalmıştı. Çok korkuyordu, bende ondan farklı sayılmazdım. İkimzde hayattan acaba bu sefer ne darbe vuracak diye bekliyorduk. Fakat Belfü'nün kaybedecek birşeyi kalmamıştı, Araz dün, bugün Belfü'nün ailesinin mezarı için koşuşturuyordu.
Terliklerimi giyip üst kattan alt kata indim. Mutfakta çok vakit geçiriyordum. Suyu içince kapıdan çıkarken uykulu mor gözleri ve üstü çıplak bir şekilde Araz'ı gördüm. Ben tam kapı eşiğinde iken geldiği için beni görmeden kapıyı kapattı.
O esnerken hafif sinirle "Günaydın" diye seslendiğimde hafif bir sıçrama gerçekleşti.
"Görmedim seni, günaydın. Horozlar ötmedi ne işin var bu saatte burda?"
"Şu içmek için"
Kafasını salladı, sabahın erken saatlerinde çok huysuz oluyordu, lisede ne zaman okula gelse "Sabahın köründe okula mı gelinir?" Diyerek isyan eder, isyanının cevaplarını müdürün odasında alırdı. Önümden geçip tezgaha elini dayadı.
"Asel imam nikahı falan yapmak tarzın mıdır, yoksa normal resmi nikah mı?"
Şaşırmıştım niye böyle bir şey soruyordu. O evlenme konusunu o gün orada bırakmıştık diye düşünüyordum, anlaşılan bırakmamıştık.
"Şuan ikisine de niyetim yok, neden?"
"Çünkü eğer sen böyle gezmeye devam edersen ben günaha gireceğim, artı evde benim yardımcılarımda kalıyor Barış ne kadar çapkın biri haberin varmı senin, katil mi olayım ben?"
Evde yardımcılarının kaldığını bilmiyordum, genellikle okuduğum yerlerde ya kendi evlerinde ya da otelde kalıyorlardı. Araz'ın yaşadığı şey İdealizasyon olabilir miydi. Bu durumlarda karşıdaki kişinin başka biriyle olma ihtimali bile gözlerini korkutur. Karşıdaki kişiye çok bağlanır, kıskançlık da bu durumda yaşadığı olaylardan bazılarıdır. Kendimi savunma moduna geçtim.
"Ya bende sana birşey soracağım Hira Dağı Nur mağarasında vahiy inerken, acaba sana da birşeyler gelmiş olabilir mi? Hem niye taktın Barış'a ben çok sevdim onu çok saygılı birisi, ayrıca ne olacak beni görseler, beni takiplemişsiniz, bilmiyor musunuz ben böyle giyiniyorum. Ne alakadar ediyor bu seni?"
Araz burnundan soluyordu. Dediklerimde son derece haklıydım. Devam etti, herkes uyuduğu için birbirimize kısık sesle bağırıyorduk.
"1.'si Ay incisi Nur dağı Hira mağarası o, 2. Si ise yaptığın aldığın her nefes beni ilgilendiriyor, senin şuan aldığın verdiğin her nefesi sayıyorum, bir tane hareketinden ruh halinin nasıl olduğunu da anlıyorum, neye üzülüp üzülmeyeceğini hangi durumda ne yapacağını da ben biliyorum. Ben senin neyinim bilmiyorum ama sen benim herşeyimsin her zamanda öyle kalacaksın, tamam çok haklısın haddim değil karışmak, ya hadi ama ya azıcık hatırım varsa ya"
Duyduğum cümleler kulağımda yankılanıyordu, ben onun herşeyi miydim? Neden diye sormaya gerek yoktu, beni seviyordu ve bu yüzden beni kıskanıyordu. Daha tekrardan karşılaşalı bir hafta olmamışken böyle bir itiraf beni beynimden vurmuştu. Dudağımı ısırarak, olduğum yerde dona kaldım. Ne diyecektim? Ne yapacaktım? Bu durumda yapacağım tek şey giyimime devam edeceğimdi ama bozuntuya vermedim.
"Çok fazla liseden örnek veriyoruz ama kıyafetlerim konusunda lisede çok şey yaşadık. Biraz onları düşün cevabına kendin varırsın."
"İnatçılığımıza devam diyorsun, görürüz kim kazanacak?"
Ağzım açık kaldı. "Savaşa mı çevireceksin bunu neyine?" Serçe parmağımı iddia yapmak için önüne attım.
"Benimle evlen diyormuşum."
Göz devirdiğimde kulağıma gülüşü geldi. "Çok fazla bu şakayı yapıyorsun ve ciddi anlamda rahatsız ediyor."
"Tamam, kaybeden diğerinin istediği şeyi yapsın."
Bu iyi bir fikirdi, eğer bu iddiayı kazanırsam birçok yetki benim elime geçecekti. Bunu yaparken Belfü'yü de unutmamam lazımdı hatta gerçek hayattı unutmamam lazımdı.
"Nadesim nades olsun mu?"
Gülerek kaşlarını çattı. "Nades mi, iddia mı?"
10 yaşında ki Asel'in en çocuksu hali ile"Ya bozuntuya verme iddia ama nades, olsun mu?"
"Olsun"
"Kıskanan veya sinirlenen gavur olsun mu?"
"Olsun, bir saniye"
Kelime oynumu anlamıştı.
"Açık giyinen mi, kıskanan mı gavur olcak?"
"Kıskanan"
"Benimle iddiaya girerek çok büyük bir hata yaptın, Asel Ece"
"Karşında Asel var Araz, dikkat et!"
Uyarıcı ikazımı verdikten sonra aklından hain şeyler geçtiğini gördüm. Gözlerimi ona dikerek "Evlenmek dışında dimi iddia?"
Kısa bir gülüş yerleşti dudaklarına "Niye korkuyorsun bu kadar evlenmekten?"
Geldi gönlümün sultanı cevabım geçmişten akrabalarım yüzünden hazırdı. "Gençliğimin başındayım, senin kadar yaşlı değilim ayrıca yıllar sonra ne kadar psikoloji bozucu şeyler öğrendim. Ve karşıma çıkalı bir hafta bile olmadı nasıl evet diyebilirim buna?"
"Haklısın ama ben yaşlı mıyım?" ellerimizi ayırdık, cevaba atladım.
"Değil misin?"
"26 yaşında ki gencecik bir erkek nasıl yaşlı olabilir?"
Bir saniye Araz'ın bugün doğum günüydü, bugün 27'sine girmişti. Ne yapacaktım hazırlık yapmalıydım. Evet sayın seyirciler karşınızda, dertleri başından aşkın iken Araz'ın doğum gününü düşünen Asel. Ama o çok severdi doğum günlerini, herkesinkini teker teker hatırlar ve kutlardı. Bu güne kadar ki bütün yanımda olduğu, olmadığı doğum günlerimin hepsinde bir hediyesi olmuştu.
Kafamı sallayıp geçiştirdim, aklımdan çok güzel ve iddiayı kazandıracak şeyler geçiyordu.
Ve o suyunu içip yukarı çıktı. Sert konuşmamıştım haklıydım. Acaba Şafak Bey evde miydi? Bu aralar onunla dertleşmeye ihtiyacım vardı, şu evde beni en çok anlayan kişi o olabilirdi.
Ben ise üst kattan bilgisayarımı alıp alt kata tekli koltuğa geçtim. Dün tam biz uyurken eski evdeki varlığını unuttuğum eşyalarda dâhil gelmişlerdi. Onların içinden eski sınıfımızdan bir fotoğrafda çıkmıştı, bir bakıştık onunla.
Bilgisayarda psikoloji ile bir kaç kitap bakıyordum, ne zaman kendimi yarım hissetsem beni hep onlar tamamlıyordu. Yaklaşık üç üç buçuk saat telefon ve bilgisayar ile ilgilendikten sonra aşağı Barış indi. Barış ile aramızda sebepsiz bir çekim vardı. Onu kendime yakın hissediyordum.
"Günaydın, Asel" ve diğerleri gibi yenge demiyor, beni rahatsız etmiyordu.
"Günaydın, Barış" ayağa kalktım, Barışın önüne ilerledim. Boyu çok uzundu, gökyüzüne bakmakla eşdeğerdi diyebilirim.
Gözüyle beni süzdü ve kocaman gülümsedi. Sanırım birşey isteyeceğimi anlamıştı.
"Gelmene gerek yoktu, söyleseydin ben yanına otururdum yanına."
Onun gülümsemesinr karşın bende gülümsemiştim.
"Teşekkürler, birşey rica etsem"
Samimi bakışları içimde sebepsiz bir güven oluşturuyordu. Salonun tam ortasında karşı karşıya birbirimize bakıyorduk.
"Tabiki edebilirsin ama ondan önce birşey sorsam,"
Ciddi anlamda merak etmiştim. O Araz gibi değildi, daha beyefendi, daha kibar, daha samimiydi. Kafamı memnuniyetle salladım.
"Lütfen yanlış anlama, gerçekten bu durumdan bir rahatsızlığım yok, sadece merak. Senin bir şey rica etmen, Araz'ın kesin emri olan kişi Axel fakat sen yani Axel olsa da olmasa da benden rica etmekten daha memnun gibisin sebebini öğrenebilir miyim?"
Beklemediğim yerden gelmişti. Merve hocam, tuvalete gitme hakkımı kullanabilir miyim? Bence mantıklıydı, ama yanlış anlama ihtimali vardı.
"Konun Axel ile alakası yok, şuan burada ki herkesi yeni yeni tanıyorum, sen daha cana yakın geldin o yüzden"
Verdiğim cevap ile pamuk şekeri elinden alınmış bir çocuğun ilk iki saniye olan bakışına maruz kaldım. İlk defa mı birisj ona cana yakın olduğunu söylüyordu. Hiç sanmam,
"Yanlış anlama, beni insanlar kaba veya ezik olarak görürler o yüzden."
Sevgili psikolog Asel Ece Yiğit hemen okuduğu binlerce kitabı konuşturdu ve "Bir insanın kibar, dürüst ya da belli bir ağırlığının olması onu ezik yapmaz. Ben seni ilk gördüğüm anda anladım. Artık rica edebilir miyim?"
"Tabiki"
"Araz'ın bugün doğum günü de onu diyecektim, birşeyler yapabilir misin?"
"Tabiki ama nerede olacağını falan konuşmamız lazım"
"Ben aklıma gelenleri sana mesaj olarak atsam, şuan birşey gelmedi aklıma"
Kafasını salladı ve karekodunu açtı, kanepeden telefonumu alıp okuttuktan sonra.
"Sence nerde kutlayalım?"
"Aslında mesaja gerek yok, bugün seninle avm'ye gidelim daha sonra evde yapalım, zaten Araz sevmez gösterişli şeyleri. Sen daha iyi bilirsin."
"Bilirim"
Bilirdim, çok iyi bilirdim. Aslında bu duyguyu artık otuttrurmaya başlamıştım. Araz'ı seviyordum, ama sadece yakın bir arkadaşım olarak görüyordum. Belfü ile aynı konumdaydı benim için desemde inanmayın kendi duygularımı ben bile bilmiyordum. Aslında bu duyguyu bilmek için çok erkendi. Zamana bırakmam gerekiyordu. Aşk desen değil, arkadaş desen değil. Belki de ufak bir heyecan ve umut olabilirdi.
Kafa selamı vererek yukarıya Belfü'ye bakmaya çıktım. Kendimi bundan sonraki ailesi olarak hissediyordum. O benim kardeşimdi ve bana emanetti. Kapının gıcırdamaması için içimden dualar ederek içeri girdim. Belfü çoktan uyanmış tavanı seyrediyordu.
Belfü’ye sorduğum “Nasılsın?” sorusunun cevabını duyar duymaz kalbime ince bir sızı saplandı. “Bitik.” Bu tek kelime, onun içinde kopan fırtınaları en yalın haliyle özetliyordu. İçimden ona sarılmak, yaralarını sarmak geçti ama bazen kelimeler bile yeterli olmuyordu. Yanına oturdum, yüzünü incelemeye başladım. Gözlerinin altında uykusuzluktan mor halkalar oluşmuştu, kaşları ise sıkıntıyla çatılmıştı. "Ben de çok farklı değilim aslında, ikimiz de hayatın bize vurduğu darbeleri bekliyoruz, değil mi?" diye düşündüm sessizce.
Bir an içimde bir ağırlık hissettim. Şu son günlerde bir şeyler üstüme üstüme geliyor gibiydi. Araz’ın ani çıkışları, evlilikle ilgili yaptığı espriler, bir yandan Barış’ın bana karşı olan tavrı... Kafam o kadar doluydu ki, içimdeki sesleri bile bazen duymaz olmuştum. Ama Belfü'nün yanında bu düşüncelerle meşgul olamazdım. Onun benden daha fazla desteğe ihtiyacı vardı.
"Belfü," diye başladım, "buradayım, merak etme. Her ne olursa olsun yanında olacağım." Sözlerim basit gelebilirdi ama içimden gelerek söylemiştim. Onun ailesinin yokluğunda kendimi onun koruyucusu gibi hissediyordum. Beni dinlediğini biliyordum çünkü yüzünde hafif bir rahatlama gördüm. Ama ne kadar söylesem de onu bu durumdan çekip çıkarmanın çok kolay olmadığını biliyordum.
Yatağın kenarına ilişip biraz daha oturdum. Sessizlik bazen her şeyden daha güçlüydü. Kafamda kahvaltıyı nasıl organize edeceğimi düşündüm. Biraz aşağıya inip mutfağa göz atmam gerekti. Gitmeden önce üstüme göğüs kısmı açık olan bir gömlek ve siyah mini elbise giydim. Aşağı inecekken Belfü'ye döndüm.
“Gelmek ister misin?” dedim. Belki hareket etmek, kahvaltı hazırlığı yapmak ona biraz iyi gelebilirdi. Ama başını yavaşça sağa sola salladı.
“İstemiyorum,” dedi. Sesi donuktu, ruhsuzdu. Çok kırgındı hayata karşın.
Hafifçe gülümsedim ve ona sarılmak için eğildim. “Tamam. Sen burada dinlen, birazdan aşağıda kahvaltı hazır olur,” dedim. O an bu evde, bu sabah, her şey benim omuzlarımdaymış gibi hissettim. Ama bu ağırlığı taşıyabilirdim, en azından bir süreliğine.
Aşağı indiğimde, mutfakta Araz’ı bulmadım. Herkes uyuyor olmalıydı ya da sessizce işlerine koyulmuşlardı. Hızlıca kahvaltı için gerekli malzemeleri çıkardım. Birkaç yumurta, peynir, zeytin, ekmek… Mutfakta her zamanki gibi kendimi buluyordum. Düşüncelerim birbirine dolanırken, en azından ellerim bir şeylerle meşgul oluyordu. Kahvaltıyı hazır ederken sürekli Barış’ı düşünüyordum. Onunla olan konuşmalarımız, bakışları, sanki bana fazlasıyla yakınmış gibi hissetmem... Barış’ın samimiyeti beni rahatlatıyordu ama bir yandan da aklımı karıştırıyordu. Araz’ın aksine o daha yumuşak, daha ulaşılabilir biriydi. Ama bu, Araz'ın göz ardı edilebilecek biri olduğu anlamına gelmiyordu. Hislerim karmaşıktı, çok karmaşık.
Bir saat geçmiş olmalıydı, çünkü Araz merdivenlerden inerken ayak seslerini duydum. Arkasından Barış da geldi. Hazırladığım sofraya bakıp hafifçe başını salladı. “Günaydın,” dedi nazikçe. Araz ise her zamanki gibi lafını sakınmadan, “Sabah sabah bu kadar hazırlık niye?” diye çıkıştı. Dediğim gibi onun sınırlı hallerine fazlası ile alıştıktım, yaklaşık beş altı dakika sonra tekrardan eski şakacı Araz gelecekti.
“Belfü uyanmış mı?” diye sordu Barış, gözleri hala biraz uykulu olsa da, samimi bir endişeyle.
“Evet, ama pek konuşacak durumda değil,” dedim. “Yavaş yavaş toparlayacağız onu.”
Herkes sofraya oturduğunda sessizlik hâkimdi. Kahvaltı boyunca Araz’ın gözlerinin sürekli üzerimde olduğunu hissettim, ama kafamı Barış’la yapacağımız AVM planlarına odaklamıştım. Araz kahvaltıyı bitirir bitirmez yukarıya çıkmak için bahane buldu. Barış ise beklenenden erken toparlanıp bana döndü, “Hadi gidelim mi?” diye sordu.
Belfü'ye baktığım da olumlu anlamda başını salladı, ondan da izin aldığına göre tamamdım.
Evin önüne çıktığımızda hava biraz serinlemişti. Barış’la yan yana yürürken içimde hafif bir heyecan hissettim. Onunla vakit geçirmek düşündüğümden daha keyifli oluyordu. Arabaya bindik ve AVM’ye doğru yola çıktık.
“Bugün Araz’ın doğum günü olduğunu nasıl unuttun?” diye hafif bir espriyle sordu. Onunla bu konuda kafa yoracak birini bulmuş olmak hoşuma gitti.
“Yoğunluk işte,” dedim, gülerek. “Bu aralar kafamda çok şey var. Sen ne önerirsin?”
“Biraz düşünelim, birlikte güzel bir plan yaparız. Araz şaşırmayı sever,” dedi ve göz kırptı. AVM'ye varana kadar hafif bir sohbetle zaman geçti. Aslında her şeyin bir süreliğine bu kadar basit olması hoşuma gitmişti. Düşüncelerim, hislerim arasında boğulmadan birkaç saat rahatlamayı bekliyordum.
Alışveriş merkezinin girişinde Barış’la birbirimize baktık ve aynı anda içeriye adım attık. Benim adımlarıma uyacağını düşünerekten, pahalı bir saat almaya gittik. Bu saat çok eski zamanlarda çıkmıştı, Araz o zamanlar iç geçirirdi alamıyorum diye, şimdi de gördüğüm kadarıyla iş, güç derken unutmuş. Saatçiye girdiğimizde istediğim modeli söylikten sonra Barış. "Zevkin güzelmiş"
"Her anlamda" diyerek cevap verdim. Saati almamız çok hızlı sürdü hemen verdiler. Bu yüzden içime sebepsiz bir mutluluk girdi.
"Asel forma alacağız, Fenereum'a gidelim."
Geldiğimizde göz alıcı ışıkları ile içeri girdik. Barış bakmadan sanki on saat düşünmüş gibi hemen eline iki tane bir bileklik, bir forma geçirdi. Hazır gelmişken bende kendime bir forma alsam fena olmazdı. Araz'a Fenerbahçe forması vermek sanırım kıyametin kopması ile aynı şeydi. Formanın arkasına isim yazdıktan sonra çıktık.
"Pastayı nereden alacağız"
"Onu tanıdığım birine yaptırdım ama inanılmaz güzel oldu."
Söyleyiş tarzından saçmalamış olmasından korkuyordum. Umarım saçma sapan birşey yapmamıştır. Pastaya bakmak için sabırsızlanıyordum, fakat onuda diğer mağazalarda ki gibi elimize verdiler. Pastanın ne olduğu konusunda meraktan çatlamak üzereydim. Dayanamayıp Barış'a sormaya karar verdim.
"Barış pastanın resmi var mı, gerçekten merak ettim?"
Telefonunu çıkardı ve galerisinden bir fotoğraf açtı. Üzerinde Seda Sayan'ın olduğu komik bir pastaydı, anlaşılan Araz'ın doğum günü çok eğlenceli geçecekti. (En üstteki fotoğraf) Eve geldiğimiz yerden farklı bir yoldan dönmüştük. Hediyeleri saklmak lazımdı, fakat nasıl sakatlayacağımızı hiç düşünmemiştik.
"Nasıl saklayacağız hediyeleri Barış efendi?" Anlaşılan o ki o da bunu düşünmemişti. Arka koltuğa baktığımda kanepe ile kapı arasına sıkışmış migros paketi gördüm. Düşünmeye vakit yoktu, çünkü işim bitmemişti. Daha evde çok işim vardı. Ön koltuktan emniyet kemerini çıkarıp, arka koltuğa uzandım. Üzerim de ki gömleğin ilk dört düğmesinin açık olmasından, dekolte kısmı baya bir gözükmüştü. Ama Barış'ın umrunda değildi, evin giriş kapısına bakıyordu birisi var mı diye. Gerçekten ben bu çocuğa güvenmekte hata yapmamıştım, diğer erkeklerden çok farklıydı. Zor da olsa migros poşetinin içine milyon dolarlık hediyeleri koymuştum.
"Barış poşeti sen alıp benim odama getirebilir misin? Belfü'ye bakacağım girer girmez."
"Zevkle Asel"
Kapıdan girdikten sonra, Belfü'nün odasına doğru ilerledim. Daha doğrusu koştum. Belfü her zaman ki gibi yatağın üzerinde düşünüyordu, ama bu sefer gülümsüyordu. Çok iyi bir şeydi, hatta inanılmaz iyi birşeydi.
"Oo Belfü Hanım, neler düşünüyorsunuz acaba, sorabilir miyim?"
Gülümseyerek cevap verdi. "Hatırlıyor musun? Lisede bir çocuğun terörist olduğunu düşünüp takip etmiştik, daha sonra babası asker çıkmıştı."
A şey... Bu benim hayatımın en utanç verici anısıydı. Hiç kimse bu kadar utanmamıştır. Lisede bir kız vardı fakat bu kız hep çevreden uzaktı, sadcee okuldaki belli başlı tanıdıkları ile takılıyordu. Ve biz bu kızı tuvalette vatan haini konuşmalarını duyduk. Bunu duyan Belfü ve koca yürekli bende kızı okul çıkışı sıkıştırdığımızda aslında babasının asker olduğunu ve o ara babasının görevini anlattığını öğrendik. Ne yapalım kader.
"Belfü" mahçup bir tavırla baktığımda utandığımı ve bu olayı unutmak istediğimi anlayarak daha çok güldü. Şuan ölsem bile onun gülmesi benim canıma can katıyordu. Araz'ın doğum gününü kutlamaya az bir vakit kaldığı aklıma geldi ki içeri Barış Migros poşeti ile girdi.
"Kapıyı tıkladım ama girebilir miyim?"
Belfü'ye döndüm, "Belfü Araz'ın doğum günü ya, dün fotoğrafları nereye koyduğumu hatırlıyor musun?"
"Şu garip gri kutu mu?" Afalladı.
Kafamı salladım. "Evet"
Eli ile beyaz dolabı gösterdi. "Şu dolabın en alt rafında"
Dolaba ilerleyip dolabı açtığımda hakikaten oradaydı. Belfü çok unutkan bir kızdı, başından geçenlerden sonra unutmaması ilginçti. En alt rafa baktığımda Araz'ın bana yıllar önce kuruşu, kuruşuna biriktirerek aldığı o zamana göre pahalı, ama şuan değeri çok fazla olmayan bir yüzük vardı. Hala ilk günkü gibiydi. Araz'ın beni bıraktığı günden sonra fazlasıyla depresyona girmiştim ve onu hatırlamamak için takmamıştım. Ama bence artık onu takmanın vakti gelmişti, çünkü aynı o yüzüğün durduğu gibi Araz'ın bana olan duyguları da hala parlaktı, ve ilk günkü gibiydi.
Düşünmeden alıp yüzük parmağına geçirdim ve gri kutunun içinden iki tane, birisi sınıf ile çekindiğimiz diğeri ise onunla gittiğimiz, geziden olan bir fotoğraftı. Her ne kadar şuan duygularım dağınık olsa da, o zamanlar onunla birbirimize olan aşkımız çok ama çok farklıydı.
Barışın bıraktığı yerden poşeti aldım ve pastanın üzerine mumları diktim. Ardından hediyeleri paketleri ile beraber Barış'ın eline verecektim ki,
"Saat kaç?"
Hava kararmıştı ama Araz tam olarak, "19.03"'de doğmuştu, Beşiktaşlı olmasının en büyük nedeni de buydu. Barış telefona baktı ve arka cebine geri koydu. "18.47" dedi, çok iyiydi, acaba bir süreliğine onun ağzından laf almaya çalışsam, denemekten zarar gelmezdi.
Barış'a bekleyin anlamında, kafa işareti yaptıktan sonra, aşağı indim. Araz her zamanki gibi elinde kahve kucağında kitap okuyordu.
Oturduğu kanepenin karşısına geçtim.
Oturunca kafamı eğdim ve okuduğu kitaba baktım "bir idam mahkumunun son günü"
Daha fazla oyalanmadan lafa girdim. "Naber?"
Kitabını kapattı, çayını sehpahanın üzerine koydu ,geriye yaslanarak bana baktı. Araz lise yıllarında da çok kitap okurdu, ve kimse onu kitap okurken rahatsız edemezdi. Ama bana karşı öyle bir huyu yoktu.
"İyi" gülümseyerek cevap verdi.
"Nasıl gidiyor kitap?"
"Son on sayfam kaldı, gayet güzel sana vermemi ister misin?"
Sorusu hoşuma gitmişti, fakat ben o kitabı yıllar önce okumuştum.
"Yıllar önce okumuştum o kitabı, sadece tek bir cümleyi hala hatırlıyorum, " Bütün insanlar günü belirsiz bir ölüme mahkumdurlar." Gerçekten de öyle" Yüzüne kocaman gülümsemesi oturdu. "Aslında basit ama geliştirilmiş cümleler yer alıyor ve hapis hakkında ne dediyse çıkıyor." Gerçekten kendi doğum gününü oda mı unutmuştu, olabilirdi, o her an kendinisinide unutabilirdi. Karşısında otururken parmağındaki yüzüğü saklamaya özen gösteriyordum, hatta direniyordum. Bir anda yüzüne soğukluk oturdu. Gözlerini bana dikerek, "İyi misin?" Diye sordu. Çok mu belli ettim? Aldırmadan gülümseyerek cevap verdim, "Evet, neden sordun?"
"Sanki birşeye heyecanlı gibisin, hatta öylesin. Elin kaşınıyor."
"Eli kaşınan herkes heyecanlı mı oluyor?" En belirgin sesi ile cevap verdi. "Sen herkes değilsin." Evet en sinir olduğu şey, soruya soruyla cevap vermek olan Araz Bey bu sorumu gene on iki numaradan cevaplamıştı. Yanaklarım soğumuştu, herkesin ki kızarırken benimki soğuyordu. Belki ben bu özelliklerim yüzünden herkes değildim. Yaklaşık 10 dakika Araz'ın yanında takıldıktan sonra Aras, Uras, Axel geldiğin de yerimden doğruldum. Kafa selamı verip yukarı çıktım. Herrşeyi ile hazır olan pastayı alacaktım ki, Belfü ile Barış'ın birbirine sanki üzgün ama sınırlı bakışlarını gördüm. Acaba birbirlerini tanıyorlar mıydı? "Barış hediyeleri al, bende pastayı alacağım." Bana bakarak başını salladı oturduğu yerden ayağa kalktı. Belfü'ye döndüm o hala çok kötüydü. "Belfü sende gelmek ister misin? Bak sen seversin diye çikolatalı aldık pastayı." Yoo Barış ayarladı, tamamen tesadüf. Kafasını olumlu anlamda sağladı, ayağa kalkmasında yardımcı oldum, ardından saate tekrar baktım. 19.02 Pastayı hemen alıp telefonu Belfü'nün eline video çekmesi için tutturdum. O video çekmeyi çok severdi, bitirdiği ikinci üniversite fotoğraf ile alakalıydı. Belki bu şekilde ona acısını unutturabilirdim, yarın ki ilk işim Axel'den bir fotoğraf makinesi isteyip Belfü'yü eski dostuyla hasret giderme sini sağlamam gerekiyordu. Pastayı sonunda elime alabilmiştim ki, merdivenlerin bitişine geldiğimiz de Araz görmeden elimdeki çakmak ile mumları yaktım. Sonunda salona adımımı attım ve herkes hep bir ağızdan. Doğum günü şarkısı söylemeye başladı. Elimde üzerinde Seda Sayan olan pasta ile Araz'ın önüne ilerledim. O ise ayakta beni bekliyordu. Önüne geçip mumları üflemesini bekledim, bana öyle samimi bakıyordu ki şu yaşıma kadar öğrendiğim bütün şeyleri unutmama neden olabilirdi.
Sonunda mumları üflemişti, elimdeki pastayı Uras'a verdim, ve Araz'a bütün samimiyetim ile arkadaşca sarıldım.
Arkadaşca olduğundan emin miyiz Asel?
Eminiz ya, eminiz bence.
Değiliz
Şuanda iç sesim ile kavga edecek durumda değildim. Araz'ın kulağına yaklaşıp. Kaç gündür düşündüğüm o uzun cümleyi söyledim. Kaç gündür mü? Sadece bir buçuk saattir düşünüyorsun Asel.
Sus bakıyım sen.
"Babamdan almadığım sevgiyi senden aldım, o bana düşman olduğunda kendimi senin kanatlarının altında benim kanatlarımı iyileştirmek için buldum. Ne kadar kabul etsemde etmesem de sen benim hayatıma girmiş en şahane kişisin. İyiki varsın, ve iyiki doğdun Asil kalkanım."
Araz yıllar geçse de hala aynı kokuyordu. Bu koku ile ömrümü geçirebilirdim. Narenciye ve vanilya o kadar temiz bir kokuydu ki. Yada farklı bir kokuydu bir tek bana mis geliyordu. Ona sarıldığımda sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi anında bana yumuşak ama bir o kadar sert ve merhamet ile sarıldı. Araz'ın çok mutlu olduğunu hissedebiliyordum. Belki ona sarılmam bile en güzel doğum günü hediyesiydi.
Araz ile vücudlarımızı ayırınca, bana gülümseyerek baktı ardından.
"Pastayı seçerken çok mu düşündünüz?"
Diyerek soru yöneltti, haklıydı fakat Barış'ın yaptığını öğrenince hafif yüzü bozuldu. Gerçekten neden Barış'tan bu kadar nefret ediyordu. Sabahki iddialarla birbirine rakip olan çiftten her an herşey olabilecek çifte.
Çift mı dedin sen, ne zaman evleniyorsunuz?
Yo demedim öyle birşey.
Barış öne atıldı ve hediyelerini verdi. Benim hediyemi yüzük parmağımı üste alarak, Barış'ın elinden alıp Araz'a verdim. Fakat verdiğimde hediyeye bir bakış attı, ortama sessizlik hakimdi. Neden bu kadar uzun süre bakmıştı?
Beğenmedi mı dersin, Asel?
Hayır böyle birşeyi beğenmemesi imkansız, ben Araz'ı tanıyorum.
Sonunda elimde almıştı ki, alır almaz koltuğun üzerine nazikçe koydu. Herkes Araz'ın ne yapacağına bakıyordu. Beni öldürme ihtimali % kaçtı? Tekrardan önüme gelince elimi eline alıp yüzük parmağıma odaklandı. Acaba bu yüzüğü takmam onu rahatsız mı etmişti? İki saattir bana soru soruyorsun, sanmam
İç sesime şuan elimden olsa bir tane çakasım vardı.
Sorgular gözlerle bana baktı, "Asel,"
"Araz"
Araz yüzüğü parmağımda görünce gözlerinde bir masum kıvılcım belirdi. Hafifçe kaşlarını çattı, yüzük parmağımda hep olmasına rağmen bugün ona farklı bakıyordu sanki.
"Asel," dedi, alayla karışık bir ciddiyetle. "Bu yüzüğü neden hâlâ takıyorsun, anlamış değilim."
Bir an şaşkınca ona baktım, yüzük parmağımı saklamaya çalışarak. "Sen verdin?" dedim, sesimde kararlılık vardı. "Hem onu çıkarmamı ister miydin?”
Gözlerini devirip hafifçe güldü, ama yüzündeki tatlı sert ifade hâlâ yerindeydi. “Bu kadar önemli mi senin için?”
Yüzüğe dokunarak hafifçe başımı salladım. “Senin için değil mi?.”
Bu sözlerim karşısında kısa bir sessizlik oldu, sonra aniden elimi tuttu ve yüzüğü inceleyerek başını eğdi. “Kedi gibi bakmaya başladın yine,” dedi, yüzünde hafif bir gülümsemeyle. “Ama bir gün, belki de sana yeni bir yüzük almam gerekecek.”
Kaşlarımı kaldırıp ona şaşkınca baktım. Araz, parmaklarımı usulca bıraktı ve sonra aniden bana doğru eğilip sımsıkı sarıldı. Omzuna yaslandığımda yumuşak bir kahkaha attı.
“Beni böyle gözlerinde tutman hoşuma gidiyor,” diye fısıldadı.
Ortamdan birinin yapay bir şekilde öksürmesi ile tekrardan ayrıldık, neyse ki fısıldaşmaları sadece ikimiz duyuyorduk.
"Hediyeleri sonra açacağım, teşekkür ediyorum."
Uras, "Pastayı ben keserim, sende gelsene yenge."
Kafamı salladığımda Araz'ın bakışlarını üzerimde hissettim. Mutfakta bıçağı elime almıp pastayı dilimledim. Yanımda bulunan Uras bir yandan bana meraklı gözlerle bakıyor, bir yandan da pasta dilimlerini tabaklara koyuyordu. "Asel abla" Asel yenge demedi. Sus Allah'ın cezası, sus "Efendim ablam" "Patronumu seviyor musun?" Höst amına koyduğum, bir anda böyle sorulur mu? Ne cevap vercem ben? "Sen en zor zamanın da, sana destek olanları sevmez misin?" Anladım anlamında kafasını salladı. Anlaşılan istediği cevabı alamamıştı. "Peki birşey daha sorcam, nasıl tanıştınız?" "Buna sonra cevap versem," İçeriden Aras'ı çağırdım, tabakları taşımakta yardımcı olması için. Taşırken üç çatal yere düşürmesinden başka bir sıkıntı yoktu. Topluca kanepe de oturuyorduk ama Şafak Bey yine yoktu. "Araz Şafak Bey nerede?" "En son konuştuğumda şirketteydi, bugün geç gelecekmiş." Keşke burada olsaydı. Keşke, "Telefonundan onu arayabilir miyim?" "Şarjım yok, sonra ararsın." Kafamı salladım. Barış öne atıldı telefonundan bir şeylere tıkladı ve bana verdi. Ekrana baktığımda Şafak patron yazıyordu. Teşekkür eden gözlerle baktım ve merdivenlerden bir basamağa oturarak, salondan uzaklaştım. Uzun bir bekleyiş sonucu telefonu sonunda açmıştı. "Alo Barış, Asel ve Belfü iyi mi?" Asel seni sordu Sakin kalıyoruz. Şaka maka açar açmaz direk bizi sorması hoşuma gitmişti. "Şafak Bey benim, pasta yiyordukta siz yoksunuz. Birde sizinle konuşmak istediğim bir konu var. Ne zaman geleceksiniz?" "Aslında geç çıkacaktım da, şimdi şirketten çıkıyorum güzel kızım. Yarım saate oradayım, dikkat edin." Ne konuşacağımı merak etmemesi ilginçti. "Tamam, Şa-" sözümü tamamlayamadan telefonu kapatmıştı. Mutfakta ona ayırmış olduğum dilimi buzdolabına koyarken Barış'ın telefonu hala açıktı ve bir bildirim geldi. Arif avukat Patronunun eski sevgilisine göz koyman hiç doğru değil Barış, Araz Bey seni yaşatmaz. Ayrıca Şafak Bey o kızı kendi kızı olarak görüyor,. Kolay gelsin, kabir azabı zor olmalı
Hızlıca okuduğumda keşke okumasaydım diye içimden geçirdim. Barış'ı kendime yakın görmek bir hata mıydı? Yada bana karşı bir tacizde bulunabilir miydi? Mesaja tıkladığımda Barış'ın gerçekten çok bariz bir şekilde bana ilgi duyduğunu gösteren mesajlar vardı. Hepsini ekran görüntüsü alıp kendime attım. Ardından hepsini sildim. İçeri girdiğimde Barış'a teşekkür edip telefonunu verdim. Tekli koltukta Araz ve Axel oturuyordu. Tek boş yer kanepede Barış ile Belfü'nün ortasıydı. Telefonu verince Araz'ın oturduğu tekli koltuğun kenar kısmına kalçamı yasladım. Herkesin sanki ne yaptığımı sorguluyordu. Neyse ki Uras ortaya takımlar hakkında bir konu attı ve herkes o konu üzerine yoğunlaştı, Belfü bile. Belfü'yü uzun zaman sonra ilk defa bu kadar bir konuya hakim görmüştüm. Herkes tartışırken Araz bana döndü ve "Gelsene bir benle." Dedi. Ne diyeceğini merak etmiştim. Bacağımı sola attım ve merdivenlerden yukarı doğru çıktım basamakları bitirdiğimde kendi odama yönlenmiştim ki, "Benim odama" Araz'ın odasını geldiğim günden beri görmemiştim. Girdiğimde verdiğimiz hediyelerin komidinin üstünde olduğunu gördüm. Bu bile beni iki yıl aralıksız mutlu edebilirdi. Fakat Araz'ın yüzünde ciddi bir ifade vardı. Gerçekten çok ciddiydi. Kapının üzerinde ki anahtarı çevirip odayı kilitlediğinde, ne yaptığını anlamak için baktım. Alaycı bir ifade ile güldüm. "Kimseye güvenim olmadığını, her an ölecekmişim gibi hissettiğimi bildiğin halde, çok yardımcı oluyorsun çok saol" "Ölüm korkunu anlamıyorum, şuan ölmemen için en çok direnen kişi benim. Neyse konumuz bu değil." Gerçekten çok ciddiydi, umarım bu ciddiyetin sonu kötü veya komik bitmez. "Konumuz ne?" "Bütün gece sürekli eteğini çektin, farkında mısın?" "Evet de, normal birşey ya hani" "Normal ona katılıyorum fakat ben ve Uras dışında herkesin gözü sendeydi, rahatsızlık verici. Her neyse konumuz buda değil." "Araz hızlanabilir misin?" "Asel, bak bu ciddi bir konu. Eğer bana doğru cevap vermezsen ilk şehri kendim yakarım daha sonra senin içindeki kıvılcımlar seni yakar." Bu cümle gerçekten korkmama sebep olmuştu çünkü Araz birşeyi kafasına koydu mu yapardı. Soracağı soruyu fazlası ile merak ediyordum, ne sorabilirdi ki en fazla?
--- Selammmm, uzun bir süredir yoktum. Bölüm nasıldı, Kitap hakkında neler düşünüyorsunuz diğer bölümde istediğiniz birşey var mı, herşeyi yazabilirsinizzzz. Veeee sizce kaç hafta da bir bölüm gelmeli? Sağlıcakla kalınnnnnn★ |
0% |