@yarenbay30
|
34.Bölüm: Uyarı
Gözlerimi iyice kısarak önünde bulunduğum dükkanın işlemeli ve kabartmalarla bezelenmiş taş süslemelerine bakakaldım. Tabi beni daha da etkileyen şey bu süslemelerin içindeki karga motifi oldu.
Yine mi bu hayvan.
Neden her yerde bu simgeye denk geliyordum ki ben?
Süslenmiş taştan motifler dükkanın bu zamandan olmadığını çok daha eskilere dayandığını adeta bağırıyordu. Boydan camından içeriye şöyle bir göz gezdirmemle buranın bir antika dükkanı olduğuna karar vermem uzun sürmedi. Vitrinde sergilenen yeterince büyük üzerine doğa resmedilmiş tabloya seksenlerden kalma olduğunu düşündüğüm kırmızı bir telefon, telgraf makinesi, eski bir vantilatör eşlik ediyordu.
Göz gezdirmem bitmiş olsa da içeride ne bulunduğunu çok merak ediyordum. Tabiki de burada durup Doğanın işini bitirmesini beklemeyecektim. Önce bir çevreme bakınıp içeri adımlamak için bedenimi hareket ettirdim. Çok değil iki adımda içeriye girerken bir yandan da etrafımda ki eşyalara göz atıyordum. Daha önce hiç antikacıda bulunmamıştım. Bundandır ki burası bana incelenmeye değer bir yer olarak gelmişti. Tüm bu eşyalara dokunma isteği uyanmıştı bende. Dar kolidoru yavaş yavaş adımlarken gözlerim duvardaki tablolarda, raflara konumlandırılmış kitaplar ve vitrin içinde bulunan eski zaman çicek motifli tabaklardaydı.
Ben etrafımı dikkatlice incelerken hemen önümde yer alan geniş sırtı ile beni selamlayan Doğanı görmem geç olmadı. Önünde her kim varsa onunla neşeli bir sohbet içindeydi. Çok büyük ihtimal konuştuğu kişi dükkanın sahibiydi.
Zaten onunla da tanışmam geç olmadı. Ben duvarlarda ki kuş işlemeli saate bakarken onlar tarafından farkedildiğimi bile anlamamıştım.
" Merhaba, küçük hanım." Daha önce hiç görmediğim ve karşılaşmadığım bir insan daha... Gözlerimi duvarda ki saatten alıp sesin geldiği yöne baktım. Doğan omzunun üzerinde bana gözünü bile kırpmadan bakarken, yanında orta yaşını çoktan geçmiş bir amca bulunuyordu. Sanırsam bu antika dükkanının sahibi oydu. Uzun boylu ve kilosuna göre ortalama bir kilosu vardı.Belliki gençliğinde kendine iyi bakmıştı.
Keten pantolonuna eşlik eden,beyaz gömleği ve onu takip eden pantolon tutucu askısı ona çok farklı bir hava katmıştı. Yüzüne konumlandırılmış küçük yuvarlak bir gözlük onu bir eğitimci gibi göstermişti. Güler yüzü ve meraklı bakışları beni çevrelerken ikisininde dikkatli bakışları beni utandırmıştı.
Sesimi kendi çapımda ayarlayarak karşılık verdim.
" Merhaba." Temkinli ve kibar bir ses tonuyla karşılık verdim.Meraklı bakışlarımı onun üzerinde dolaştırdım.Cevabımdan memnun kalmış olacak ki yüzünde ki gülümseme daha da büyüdü. Bakışlarını benden alarak hemen yanındaki Doğana çevirdi. Doğanın bana olan bakışlarıda küçük bir süre adını bilmediğim adama döndü. Birbirlerine adlandıramadığım bir şekilde baktılar. Sonrasında ise adam elini babacan bir tavırla Doğanın omzuna getirip hafifçe vurdu. Sanki onu destekler gibi.
" Ortalığı bu denli karıştıran kız sensin demek.Seni uzun zamandır merak ediyordum doğrusu.Kısmet bugüneymiş."
Doğan, ona mı anlatmıştı beni? Bir de ortalığı karıştırmıştım,öylemi? Beni insanlara nasıl anlatıyordu böyle.
Konuşmayı devam ettirdikçe ne kadar iyi bir diksiyonu ve bir o kadar da iyi ses tonuyla fazlasıyla şaşırmıştım. Nasıl oluyordu da böyle biri antikacı olabiliyordu. Bu mesleği aşağıladığım falan yoktu. Sadece bu kadar göz önünde olan bu diksiyonuyla çok daha iyi yerlerde olabilmesini karşın neden bu meslekteydi?
" Kusura bakma,kendimi tanıtmayı unuttum.İsmim Timur. Bu küçük dükkanın hem sahibi hem de çalışanıyım." Her şey anlamıştım da Timur amcayla Doğan arasında ki bağlantıyı kuramıyordum. Zoraki bir gülümsemeyle bakışlarım ikisi arasında gelip gitti. Sanırım burada bende kendimi tanıtmalıydım.
" Ben de Umay. Hani şu ortalık karıştıran...Tanıştığıma memnun oldum."
İkisi de bu dediğim otuz iki diş gülümsemişti.
Bana olan bakışları şevkat doluydu. Sözlerimden sonra hareketlenmiş dükkanın kapısına ilerleyip cam kapıyı kapatarak üzerinde 'kapalı' yazan tabelayı kapıya asmıştı.Daha sonrasın da ise baş işaretiyle onu takip etmemizi istemişti. O önde ilerlerken Doğan ise önünden yürümem için bir süre beni beklemiş sonra beni takip etmeye başlamıştı. Koridorun devamında L şeklinde konumlandırılmış bir kitaplık görmüştüm. Kitaplığın hemen yanında yer alan küçük bir kapıdan geçerek, iç ısıtan bir odaya girdik. Yanan bir şöminenin yanı sıra küçük bir mutfak masa, sandalyeler bulunuyordu. Tavandan duvara kadar çok sayıda tablolar yer alıyordu. Masanın etrafında ki sandalyeye geçip otururken fırsatçı Doğan hemen yanımda yerini aldı. Cüssesinden kaynaklı sandalyenin sadece üçte birine sıkışmış bir haldeydim.Yetmemiş gibi bacağı bacağıma değiyordu.
Bu sırada Timur amca ise tezgahta ki bardaklara çay dolduruyordu.
" Biraz toparlansan mı acaba, sıkıştım burada." Başımı ondan tarafa hiç çevirmeden sessizce sitem ettim Doğana.Aradaki mesafe az olduğundan yüzümü ona çevirmemle beraber burun buruna geleceğim su götürülemez bir gerçekti. Benden hiç çekmediği bakışları her cümleme hazır bekliyormuş gibi cevabını geciktirmedi.
" Kendini duvara yapıştırmayı bırakırsan daha rahat oturabilirsin." Kulağıma eğilerek kurduğu bu cümleyle sabrımı sınadığı aşikardı. Yüzüne bakamayacağımı bildiğinden tüm fırsatları kolluyor olabildiğince yakın durmaya çalışıyordu. Timur amcanın elindeki tepsiyle beraber bize dönmesiyle elimi rastgele göğsüne koyup onu kendimden uzaklaştırdım. Bizi bu halde görmesini kesinlikle istemezdim. Çay bardaklarını önümüze koyarken kendiside hemen karşımızda yerini aldı.
" Timur amca, eski bir aile dostumuz." Diyerek lafa girdi Doğan. Bakışlarım kısa süre ona dönerken mimiklerini kontrol ettim. Düz bir surat ifadesiyle bana küçük bir açıklama yapmıştı. Hayatımda ilk kez gördüğüm bu adamın kim olduğunu merak ettiğimi farketmişti. Fakat aklımda bir soru daha vardı.
" Peki, neden bu meslek?" Diye doğrudan soru yönelttim. Bunu bekliyormuş gibi hemen cevap verdi.
" En iyi üniversitelerin birinde Arkeoloji okudum.Okumakla kalmayıp basamakları olabildiğince tırmandım ve profesörlüğe kadar yükseldim. Alanımla alakalı bir çok kitap yazdım ve bir o kadar da önemli kazılarda yer aldım. Bir yandan da baba mesleği gemi kaptanlığı yaptım." Çayından bir yudum alarak boşluğa dalan gözlerini yüzümde gezdirdi.
" Bu koşuşturma neticesinde erken tükendim ve burası toparlanman için iyi bir yer oldu." Şaşkınlıkla hayatını dinlerken yaşadığım hayat geldi aklıma. İnsanlar yaşamının içine ne başarılar sığdırıyordu öyle.
" Onunla ilgili bir bilgi daha.Çok iyi bir at binicisidir." Diyerek hepimizin duyabileceği bir sesle konuştu Doğan. Çevremdeki duvarlardaki at ve binicilik resimlerinden belli oluyordu. Aralarındaki bununla ilgili konuşmanın ardından yüksek sesle bir kahkaha attılar. Anlaşılan çok iyi anlaşıyorlardı ve birbirlerini uzun zamandır tanıyorlardı. Açıkcası böyle bir adamın Doğanla anlaşabilme durumu beni hâlâ şaşırtıyordu.
İlerleyen vakitlerde sohbet daha da koyulaşırken kahkahalar havada uçuşmaya başlamıştı. Ara ara bende katılıyordum konuşmaya. Timur amcayı çok bilgili ve samimi biri olarak bulmuştum. Çayımızı içtikten sonra Timur amca yeni gelen antika malzemeleri Doğana göstermek yanımdan ayrılmışlardı. Aradan 10-15 dakika geçmişti bile.Bulunduğum odadan çıkarak salonda ki yer alan inceleyemediğim eşyalara bakmayı devam ettirmiştim. Bir vitrinin önüne gelmiştim. Vitrinde yer alan eski bir kutunun içindeki gümüşten olan bir kolye çekti dikkatimi. Karga motifinin her yerde yer aldığı gibi burada da yer alıyordu. Daha önce bir yerde daha görmüştüm bu kolyeyi. Çok tanıdıktı. Önünde ne kadar bekledim ne kadar düşündüm bilmiyordum. Başıma ağrılar girmeye başlamıştı ki düşünmeyi bıraktım ve etrafa göz gezdirmeye devam ettim.Burada gerçekten de çok fazla eşya vardı. Geçmişi olan bu eşyalar bana çok özel geliyordu. Duvardaki tablolara bakmaya devam ederken tanıdık bir fotoğrafa denk geldim. Gerçekten her şey şaka olmalıydı! Zühre'nin evinde gördüğüm bu fotoğrafın burada ne işi vardı? Biraz daha inceledim bu fotoğrafı. Ortada bulunan kadının boynuna baktım tüm dikkatine. Biraz önce ki kolye fotoğraftaki kadının kolyesiydi.
Birinin bana tüm bunları açıklaması gerekiyordu.Çevremde bir şeyler dönüyordu fakat ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Sormalıydım. Bu fotoğrafı sorgulamalıydım. Tüm bu insanların benimle bağlantısı neydi? Etrafı incelemeyi bırakarak ilerdeki alt kata inen merdivenlere ilerledim.Alt katta olmalıydılar. Fakat işler istediğim gibi ilerlemedi. Hemen yan tarafımda yer alan koca kitaplığın arasından gelen ışık sızıntısını farkettim. Yavaşca kitaplığa ilerleyerek sağ gözümü kitaplığın arasına yaklaştırdım.Heyecandan kaynaklı nefes alışverişim hızlanırken içeriyi görmek için dikkatimi oraya verdim. Bu basit bir kitaplık değildi. Bu bir kapıydı. İçeride uzun tahta sandıkların içindeki uzun namlulu silahları eline alıp inceleyen bir adet Doğanla karşılaştım. Timur denen adam ise ona silahların cinsini ve adetini söylüyordu. Onların normal bir insan olduğuna birkaç saniye inanmıştım. Ahmak kafam. Hepsi aynıydı.
Hiçbirinin birbirlerinden bir farkı yoktu. Doğanın elindeki uzun namlulu silahın kabza kısmını omzuna dayamış,gözünü dürbün kısmına koyarak etrafında yavaşca tur atmaya başlamıştı. Sanırsam kontrol ediyordu silahı. Bu duruma o kadar dalmıştım ki benim tarafıma doğrulmuş silah dürbününü geç farketmiş ve farketmem ile de hemen kapıdan geri çekilerek hızlı, sessiz adımlarla biraz önce sohbetler ettiğimiz odaya geri girip kapıyı kapattım.Sırtımı kapalı kapıya yaslarken gerginlikten ellerimin titrediğimi farkettim.
Hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydım. Onları da kitaplık yerine konulmuş kapıyı da görmemiştim. Kesinlikle görmemiştim. Sandalyenin üzerinde ki ceketimi ve telefonumu alıp biraz önce kapattığım kapıyı açtım.Benim geri çektiğım kapı eş zamanlı içeri doğru açıldı.
Doğanı görmemle daha çok endişelendim. İnşallah onları gördüğümü farketmemiştir.
Bir bana bir elimdeki gitmek için topladığım eşyalara göz gezdirip gözlerini şüpheli bir biçimde kıstı. Akıllı davranmalıydım.
" Geç oldu, gidelim artık." Dedim gözlerimi gözlerine dikerek.Surat ifadesi yumuşamış bir hale geldi. Onu bu hale getiren şey yüklemi ' biz ' sıfatıyla kullanmış olmamdı.
Önümden çekilerek geçmem için bana yol verdi.Durmadım. Biraz ilerlemiştim ki o adam çıktı karşıma. Elinde biraz önce incelediğim kolye ile. Doğan onun bu hareketiyle ne yaptığını anlamış gibi elinden aldı kolyeyi. Ve omuzlarımdan tutarak sağımda yer alan aynaya çevirdi beni. Daha sonrasında sırtıma göğsünü yaslayarak kolyeyi yavaş hareketlerle boynuma yerleştirdi. Kolyenin soğuk teması ile biraz irkilsem de bu çok sürmedi.
Kolyeyi boynuma yerleştirerek ellerini saçlarıma götürdü.Saçlarımı kolyenin içinden çıkararak onu tam olarak benimle buluşturdu.
" Sadece ailemizden olanlara bahşedilen bir sembol." Aileleri beni ilgilendirmiyordu. Onlardan olmak istemiyordum.Gerçekleri istiyordum.
Doğan başımın üzerine bir küçük bir buse kondurdu.
" Çok yakıştı."
" Peki, bir anlamı var mı?" Bu soruyu Timur'a yöneltmiştim. Karga figürünün anlamını merak ediyordum.Bu sorum Doğanı da memnun etmişti.
" Budizm de kutsal sayılır.Çinde güneşin sembolüdürler.Amerikada ateş veya hile anlamına gelir.Tüm dünyada iyi niyetli fakat zararlı karakterdir."
Diye karşılık verdi. Ürkünç cevaplar gelmeye başlamıştı. Her şey çok anlamlı geliyordu artık bana
" Ve ruh hırsızlarıdır.Tıpkı senin gibi.." Diyerek ekleme yaptı Doğan. Buz gibi olmuştum yine.Onun bu konuda açıklama yapması beni şaşırtmıştı. Hele de beni hırsızlara benzetmesi...
Oradan ayrılmış ve arabada yerimizi almıştık.Arabayı çalıştırmadan deri koltuğuna olabildiğince yaslanarak başını benim tarafıma çevirdi.
" Sana küçük bir tavsiye, kapı aralığından birini izlemeye karar vermeden önce koca gözlerinin içerden farkedilmediğinden emin ol."
Bunu demesini beklemiyordum. Görmüştü beni. Bunu dile getirmesi tuhafıma gitmişti.
Ne kadar kolay yakalanmıştım öyle.
" Sadece bir günde sarmaşık gibi sardın beynimi.Tüm kurallarım,sınırlarım, bildiklerim altüst oldu. Herşeyin farkındasın fakat gözden kaçırdığın bir şey var.Benim için özel olman, yaptığın hataları yok sayacağım anlamına gelmiyor."
Uzun bir süreden sonra ilk defa eski Doğanla karşılaştım ve uzun bir süreden sonra ilk defa ona yaptıklarım için pişmanlık duymadım.
|
0% |