@yarenbay30
|
39.Bölüm: Tarot Kartı
Mekandan gerektiğince uzaklaşmıştım. Araba geçen ve göz önünde olan sokaklara girmiyordum. Şimdi yokluğumu farkeder peşime falan düşerlerdi, uğraşamazdım.Karanlık ve ıssız sokaklardan geçerken en yakın durağa giderek son otobüse yetişmem gerekiyordu fakat bulunduğum bu sokaklar yabancısı olduğum yerdi. Nereye gittiğimi bilmeden durağı bulunan bir cadde arıyordum. Sağıma soluma bakarak sokaklarda ilerliyordum. Bulunduğum bu yer,yaşadığım şehrin cafe ve eğlence mekanlarıyla ünlü bir ilçesiydi. Kesinlikle aralarına girmiyorum.Onların içinde malum şahısın herhangi bir adamına rastlamak istemiyordum. Defalarca bilmediğim numaralardan aranmamın ardından nihayetinde telefonumu sessize almıştım.Beni kimin defalarca aradığını pekala biliyordum. Beni o masada göremeyince ne tepki verdiğini az çok tahmin ediyordum. Gittiğimiz o mekan yarına sağ kalırmıydı bilmiyordum?
Gökhanın getirdiği haberinde vermiş olduğu gerginlik ve daha başlamadığımız akşam yemeğiyle ortada kalışıyla ortalığı kasıp kavururdu büyük ihtimalle.
İçindeki insanlara şimdiden rahmet diliyordum.
Tüm bunları duymuşken orada durarak rol yapamazdım. Eğer benden şüphelenirlerse eminim ki bir devrin kapanıp bir başka devrin açılmasına sebebiyet verirdim. Nasıl mı? Doğan yaptığım yanlışları görmemezlikten gelmeyeceğinin imasını bir çok kez yapmıştı. Eğer el konulan mallarına benim sebebiyet verdiğimi öğrenirse yaptığım ve yapacağım nice ritüeller başıma gelecekleri önlemeye yetmezdi.
Aşk,sevgi,ilgi bir yere kadardı.
Doğan yine aynı Doğandı. Beni sevse bile çoğu zaman gözlerinin en içinde eski kinini,öfkesini görüyor gibi oluyordum. Durdurmazdı. Biliyordum, olmaması gereken bir durumda gözlerinin en içinde gördüğüm o Doğan bana hiç acımayacaktı.Onun bu dengesiz hallerine hala alışamamıştım.
Hızlı hızlı sokakları aşarken gittiğim yönde tek olmadığımı farkettim.Sağ tarafıma baka baka yürürken birkaç dakikadır beni takip eden bir gölgeyle karşılaştım. Başta malum şahıstan şüphelensem de beni takip edeceği hiç mantıklı gelmemişti.Arkamdaki muhtemelen o olsa önce önümü keser sonra da yarım bıraktığımız yemeğe sürükleyerek getirirdi.Bundandır ki peşimde ki kişinin sapık olabileceği ihtimali üzerinde duruyordum. Gayet mantıklıydı da bence.
Issız bir sokak,masum bir kız,içmiş bir sapık... Hep böyle olmazmıydı zaten? Ayaklarım hızlı ve geniş adımlar atarken neredeyse koşmaya yakın bir tempoda ilerliyordum.Arkamdan yaklaşan postal sesleri her adımımda bana daha da yaklaşıyordu. Nereden çıkmıştı şimdi bu?
En son kulağımın dibinden gelen adım sesleriyle koşmaya başlamıştım bile. Ne yazık ki koşma maceram çok sürmemişti. Daha girdiğim ikinci sokağın tam ortasında ki koca duvar bu koşuşa engel oldu. Nihayetinde önümdeki duvara tırmanma mücadelem de boşa çıkmış ve ellerim soyulmuştu. Arkamda ki ayak sesleri yavaş ve acelesiz adımlarla bana doğru ilerlerken ellerim montumun cebindeki anahtarlarımı buldu. Anahtarları parmak aralarıma tek tek yerleştirerek olası bir durumda muşta misali bir görev edinmesini istemiştim. Yavaş yavaş arkamı dönerek onunla yüz yüze geldim.
" Arkana bir kere baksaydın bu kadar koşmak zorunda kalmayacaktın." Uzun süre sonra hatta ihanetinden sonra ilk defa yüz yüze geldiğim kişi ya da şahıs.İsmini anmak bir yana dursun gölgesini bile sokağımda istemiyordum.
" Emin ol arkamda senin olduğunu bilseydim daha hızlı koşardım." Kafasında ki kapşonlunun şapkasını indirdi. Yüzünü artık tamamen görmüştüm.Sarı saçları lambanın altında parlarken yüzünde samimi bir ifade vardı. Tabi ki de inandırıcı gelmemişti. Daha öncede aynı yüz ifadesiyle kandırmıştı beni.
"Hadi ama...Kötü birşey yapmışım gibi konuşma." Dedikleriyle inanmazca kaldırdım kaşlarımı. Yüzsüz. Masum edebiyatı yapıyordu. Zaten çevremdeki hiçbir suçlu, suçluymuş gibi davranmıyordu. Tam tersine suçlu olan yada olayları haddinden fazla büyüten kişi benmişim gibiydi. Yavaş yavaş bana yaklaşırken bir yandan da konuşmasını devam ettiriyordu.
"Seninle bir anlaşma yapmıştık ve bu anlaşmayla sana bir şeyler vaâd etmiştim. Ben sözlerimin hâlâ arkasındayım. Maddi manevi ne istiyorsan sana istediğini vereceğim.Para istiyorsan para, mülk istiyorsan mülk.Ne istiyorsan sana temin edeceğim." Bu adam ne anlatıyordu böyle...Polise çalıştığını sanarak ona yardım etmiştim.En az doğan kadar kirli bir adama çalıştığını bilseydim bu teklifi en başından reddederdim. İstemeyeceğimi bildiği içinde sanki polisle işbirliği içindeymiş gibi bana imada bulunmuştum.
" Yalancı!" Kafamı sinirle iki yanıma salladım ve dediklerimi devam ettirdim. " Yalancı adamın tekisin."
" Sana hiçbir zaman yalan söylemedim.Hep tüm samimiyetimle yaklaştım. Bir şeyleri anlatmamış olmam yalancı biri olduğum anlamına gelmez." Tabi, yine suçlu benim. Kendine temize çıkarmak için böyle konuşuyordu.Kandırmanın bahanesi olamazdı. Gözümde onlardan hiçbir farkı yoktu.
" Sende onlar gibisin.Onlar gibi yalancı,adi,düzenbaz..." Söylediğim son üç kelime hiç hoşuna gitmiş gibi durmuyordu.Önce yüzünü buruşturup kendini sakın tutmak amaçlı gözlerini sıkı sıkıya kapattı.
" Ben senden tüm bu zırvalıkları duymaya gelmedim.Bana inanıp inanmaman umrumda bile değil." İsabet olurdu,bende ona bayılmıyordum. Önüme gelen bir kaç tutam saçımı geriye atarak kafamı dik tuttum. Daha fazla burada durmam gereken bir durum yoktu.Hepsi kendi pisliklerinde boğulsunlardı.
"Sana yeni ve tüm herkesten uzak bir hayat verebilirim.Doğanın bile seni arasa da bulamayacağı bir yer... Bunun için bedel ödemene de gerek olmayacak." Ailemden ve arkadaşlarımdan ne pahasına olursa olsun ayrılmazdım.Onlarsız hiçbir yere de gitmezdim. Peki,neden bunu yapıyordu? Neden böyle bir teklifle gelmişti?
"Bedel ödedin,Umay. Anlaşmamız buydu ve başardın. Karşılığında sana en çok istediğin şeyi verebilirim." Dediklerini cevapsız bırakarak çıkmaz sokağı geldiğim gibi dönmeye başladım. Bu hareket teklifini kabul etmediğimin bir kanıtıydı adeta.
"Şüpheleri üzerine çekmeden terk et burayı. Eğer içlerinde ki köstebeğin sen olduğunu anlarlarsa bunun üstesinden polis bile gelemez." Kendini affettirip teklifini kabul etmem için bir yalandı bu.Aklınca beni korkutmaya çalışıyordu ama bir şey olacağı yoktu. Arkamı ona dönerken yolun sonuna doğru ilerlemeye devam ettim ve arkamdan bağırarak söylediklerime kulak asmadım.
" Yeşil gözlü canavara da dediğim gibi. Yakalanırsam,kendinizi gözden çıkarsanız iyi olur. Ne yazık ki ağzı sıkı bir kız hiç değilim."
******** ' Gözlerimi yavaşca açarken bacaklarım sanki günlerdir burada bu şekilde duruyormuş gibi uyuşmuştu. Dizlerimin üzerinde diz çökmüş halde buldum kendimi. Üzerimdeki beyaz gecelik saatlerdir yağan yağmurun altında kalmışım gibi sırılsıklam olmuştu. Oturduğum yerden çevremi sarmış olan dairede gezdirdim gözlerimi. Beyaz bir tebeşirle çizilmiş dairenin tam ortasında da ben, diz çökmüş vaziyetteydim. Yağan sağanaktan göz gözü görmezken buradaki varlığımı bir kez daha gözden geçirdim. Ben neredeydim? Yavaşca ayağa kalkarken çevremdeki daireye tekrar baktım.Dairenin dışına adım atarken ayağıma değen soğuklukla çıplak ayaklarıma farkettim.Bari terlik giyseydim.Evden nasıl bu şekilde çıkabiliyordum.Sırılsıklam olmuş saçlarımı geriye iterken nerede olduğuma baktım tekrar. Evimin önündeydim. Sıkıcı ve boğuk havadan kurtulmak için apartmandan içeri girdim. Islak ve soğuk ayaklarım mermerle buluşunca üşüyerek kollarımı birbirine sardım. Merdivenleri titreye titreye çıkarken aniden bastıran bu soğuğa anlam veremedim. Evimin kapısının önüne gelmiştim ki kapının açık olduğunu farkettim. Hadi ama farklı bir boyutta falanmıydım? Açık kapıdan içeri girer girmez evi alışagelmişin dışında bir ses çevreledi. Kaşlarımı çatarak salona doğru yaklaştım. Kapıyı yavaşca aralarken içeri bir göz gezdirdim. Etraf dağılmış ve tanınmaz haldeydi.Sanki büyük bir deprem olmuşta ev altüst olmuş gibiydi. İçeriye doğru adım atarken arkası dönük bir kız çocuğunun yerde oturur pozisyonda bir şeyler mırıldandığını farkettim.Yavaşca yanına ilerlerken bir yandan da dediklerini anlamaya çalışıyordu.Tarot olarak bildiğim önü kapalı ve yan yana dizilmiş kartlardan bir kaç tane çekti. Önce büyücü kartı,sonrasında kılıç kraliçesi son olarakta ters şeytan adlı kartı çekerek kartların isimlerini mırıldanıyordu. Benden tarafa hiç bakmazken tamamen işine odaklıydı. Kartlar hoşuna gitmemiş gibi burun kıvırdı. Daha sonra bana baktı kafasını çevirerek.On yaşlarında bir çocuktu.Mavi gözleri beni görünce yüzü gülmüştü. ' Son kart senin odanda...' Diyerek önüne geri döndü ve kartlarıyla ilgilenmeye devam etti.Bunu bana sanki son kartı benim getirmemi ister gibi söylemişti ve bana cevap hakkı bırakmamıştı. Adımlarımı odama çevirirken saniyeler içinde orada bulmuştum kendimi. Beyaz yatak örtümün üzerindeki son kartı görmem uzun sürmedi.Bir kaç adım atarak yatağımın tam ortasındaki siyah kartın yanında buldum kendimi.Sol elimi karta atarken üzerindeki kuru kafatası çekti dikkatimi. Ölüm kartı. Kartı elime almamla birlikte yatakta büyük bir kan lekesi oluşmuş leke ise git gide büyüyerek tüm yatağımı çevrelemişti. Bir anda arkamdan beni sarmalayan kollar belimde son bulurken kelimeleri bunun bir kabus olduğunu bağırmıştı bana. ' Kanıma karşılık, kanın '
Gördüğüm kabusa karşılık sabahın ilk ışıklarından itibaren çantamı ve kitaplarımı da alarak kütüphaneye doğru yol almış öğlene kadar ders çalışarak kafamı dağıtmayı başarmıştım. Bu kabuslar benim lanetim olarak sonsuza kadar kalacak gibiydi. Psikolojim de bozulmuş olabilirdi.Bu tür seçeneklere gayet açıktım.
Sema bilmem kaçıncı uykusundan giderken, Dilay ise polislik için gireceği parkura gitmişti. Eve gitmek istemediğimden bende Dilaya katılacaktım fakat şaşkın arkadaşım heyecandan bana haber vermeyi unutmuştu. Telefonuma gelen mesaj beraberinde işlerin hiçte yolunda gitmediğine karar verdim.
" Dilaycık: Parkuru bulamadım ve sanırım kayboldum."
|
0% |