@yarenbay30
|
40.Bölüm: Yakalanış
"Dilaycık: Parkuru bulamadım ve sanırım kayboldum."
Defalarca aramamın ardından Dilaya bir türlü ulaşamıyordum.Telefonu kapalı gibiydi ya da bulunduğu yerden kaynaklı çekmiyordu. Bir de üstüne kaybolmuştu.Kolumda ki saate baktım.
13.38 Üçte parkurda olması gerekiyordu.
Nasıl olurdu da parkurun yerini kaybetmiş olabiliyordu? Ve en önemlisi onu nasıl bulacaktım? Kim bilir nereye gitmişti de kaybolmuştu.Telefonumdan Dilayın numarasını tekrar tuşlayarak aradım.Sonuç değişmedi, kapalıydı. Sıkıntılı bir biçimde nefes verdim. Nasıl ulaşacaktım ona?
Daha sonrasında Semayı aradım ve Dilayın yerini sordum belki o biliyordur diye.Onunda bir haberi olmadığını öğrendim. O da endişelenmiş ve benimle gelmek istemişti fakat teklifini geri çevirmiştim. Üçümüz bir araya geldiğinde ortalık karışıyordu çünkü.Kaldı ki ortalığı yoktan yere ayağı kaldırmakta istemiyordum. Sonrasında ise çağrıyı sonlandırarak ne yapabileceğimi düşünüyordum.
Çok geçmeden gelen bildirim sesiyle gözlerim telefonun ekranına döndü. Dilaydandı mesaj. Sonunda... Konum atmıştı bana.Konumu açıp şöyle bir göz gezdirdim. Şehrin yukarı taraflarında kalan fabrikayı gösteriyordu. Yangın sonucu terkedilmiş bu fabrika, kullanıma kapalıydı. Olay yaklaşık dört sene önce olmuştu.Daha sonra ise fabrika başka bir yere taşınmıştı.
Orada ne işi vardı bu kızın? Karmaşık düşüncelerimin arasında dayanamayıp tekrar aradım onu fakat sonuç yine değişmedi.
Tüm sene polislik için ter dökmüştü. Nasıl olurda böylesi önemli bir günde yolu şaşırırdı? Belediye otobüsü de gitmezdi oraya.Taksi şart olmuştu. Yerini bile bilmiyordum tam olarak nasıl tarif edecektim bilmiyordum.Bu konumun doğruluğu bile şaibeliydi benim için.
Cadde de bana yaklaşan taksiyi görünce elimi yola uzatarak durması adına bir harekette bulundum. Sarı taksi önümde durunca hemen ön koltuğuna bindim. Telefonumdan,konumun yerini gösterirken yan tarafımda ki amca ise dikkatle ne gösterdiğime bakıyordu. Kaşlarını çatarak telefonumu eline alıp konumu iyice yakınlaştırarak yakın olarak tahmin ettiğim gözlüğü gözüne yerleştirdi.
Evirdi çevirdi derken bana döndü.
" Kızım, bu fabrikanın yangından sonra yolları değişti. Bu araba bir yere kadar gider. Kaldı ki oralar ıssız yerler..." Endişeli bir biçimde bana bakıyor ve olabilecek her ihtimale karşı beni uyarıyordu. Ben de bir yandan Dilayın neden orada olduğunu sorguluyordum kendi içimde.
" Nereye kadar gidebilirsen götür beni." Dedim kararlı sesimle. O ise bana son bir bakış atarken arabayı çalıştırdı. Ah Dilay! Ne işin var oralarda? Bir yandan gittiğimiz yola bakarken bir yandan da aramayı hiç bırakmıyordum. Tekrar saate baktım.Şimdiden on beş dakika geçmişti bile. Geç kalacaktı parkura.
" Amca,biraz daha hızlı sür lütfen." Diye söylendim. Yeterince hızlı sürüyordu.Şehrin yukarılarına doğru çıkmaya başlamıştık bile.Fabrika biraz iç tarafta kalıyordu. Şehirden uzaklaşmış ormanlık alanlara gelmiştik.Geçtiğimiz taşlı ve tozlu yollar yüzünden araba sarsılıyor bizide sarsıyordu. Yollar zikzaklı olarak devam ederken her iki tarafında ormanlık alanlar kalıyordu. Yerleşim gitdikçe azalmıştı bile. Ben elimdeki telefondan konumun yerini takip ederken bulunduğum araç ani bir fren yaptı.
Emniyet kemerimi takmamış olduğumdan hafif öne doğru savruldum. Kendimi hemen toparlarken durmamızdaki nedene baktım. Önümüzde kocaman bir ağaç vardı. Bir kaç gün önce yoğun bir sağanak yağmış ve şiddetli bir rüzgar esmişti.Bundan kaynaklı ise bazı çatılar uçmuştu. Bundan sebep bu ağacın devrildiğini düşünsem de köküne yakın tarafından gayet düzgün bir biçimde kesildiğini fark etmem uzun sürmedi.
" Fırtına yüzünden ağaç yola devrilmiş.Bu yolu kullanamayacağız." Arabayı geri vitese alarak hemen arkamızda kalan dar yola girdi. Amca fark etmemişti sanırım ama benim gözlerim hâlâ kesilmiş ağaçtaydı.Fırtına yüzünden düşmüş olsaydı kökleri de üzerinde olurdu,bu ağaç kesilmişti.
Lanet insanlar!
" Bir de bu yolu deneyeceğim ama buradan dediğin yere nasıl gidilir, bilmiyorum." Kafamla onu onaylarken dudağımı dişledim. Ne olursa olsun denemeliydik. Elbet bir yol daha vardı oraya giden.Etrafıma bakınırken titreyen telefonumla gözlerimi ekrana çevirdim. Sonunda! Telefonu açarak kulağıma yerleştirdim.
" Dilay?" Soru sorar bir şekilde konuştum. Fakat karşı taraftan o kadar cızırtı geliyordu ki ne sesi duyabiliyordum ne de anlayabiliyorum.
" Sesim geliyor mu? Nerdesin? " Peş peşe sorduğum sorulara cevap gelmemiştim. Amcanın meraklı bakışları üzerimdeydi. Telefonu hopörlere alarak yukarı doğru kaldırdım.Fakat aynı cızırtı gelmeye devam ediyor ve beni delirtiyordum.En son bulunduğum taraftaki camı açarak kendimi telefonla dışarı sarkıttım. Şuan gergin olmasam gayet gülebileceğim bir hal içindeydim. Araba ilerlerken hızdan kaynaklı yüzüme vuran rüzgarda şiddetini arttırmıştı fakat bu durum bile hiç bir etki yaratmamıştı bende. Zaten çok geçmeden de karşı taraf telefonu kapatmıştı. Sıkıntıyla kafamı geri içeri soktum.
" Soracağım soramıyorum. Kötü bir durum mu var kızım?" Kötü mü? Kötü az bile kalırdı. Amca sorusuna cevap bekliyordu ama ona vereceğim çokta bir cevap yoktu. Arkadaşım kayıptı ve nerede olduğunu o bile bilmiyordu.
" Herhangi bir durum varsa polise haber verebilirim." Polislik bir durum yoktu.Yani en azından şimdilik...Derken bir mesaj geldi. Gözlerim tekrar ekrana döndü.
" Dilaycık: Bulunduğum yerde telefon çekmiyor.Sesini duyamıyorum." Mesajına karşılık 'geliyorum' diyerek bir mesaj gönderdim. Neden bilmiyordum içimde kötü bir his vardı. Yanımdan bana gelen meraklı bakışları farkettiğimde cevap verme isteğinde bulundum.
" Polislik bir durum yok amca.Sağol." Sözlerinde bulunsam da o ikna olmamış gibi görünüyordu. Tekrar bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki vazgeçmiş olsa gerek konuşmadı. Bulunduğumuz yolun sonuna gelmiştik ki araba durdu. Arabanın içinde etrafıma bakınırken hemen karşıda ağaçların arasında ki fabrika çekti dikkatimi. Yanmış ve yerlebir olmuş bir yapı bekliyordum. Fakat karşımda ki fabrika o kadar da kötü görünmüyor hatta belli bir tadilattan geçmiş gibi duruyordu.
" Buradan sonrası araba ile geçilemeyecek kadar dar." Onu başımı sallayarak onayladım ve borcumu öğrendim. Elimi çantama götürdüm. Farkettim ki üzerimde ki para borcumu ödemeye yetmiyor. O kadar kötü yoldan geçmiş ve o kadar yol gelmiştik, bunu karşılıksız bırakamazdım. Elimde ki bir miktar paraya bakarken aklım boynumda bulunan kolyeye gitti. Doğanın boynuma taktığı bu kolye ,gümüştendi. Yeterince pahalı olduğu da belliydi. Ellerimi boynuma götürerek kolyeyi çıkardım.Avucumda bulunan bir miktar paranın üzerine kolyeyi koydum ve amcaya uzattım. Gözleri şevkatle bana bakarken paranın üzerindeki kolyeye gitti bakışları. Gözleri kolyenin üzerinde oyalanırken yüzü düştü. Ne düşündüyse,düşündükleri hoşuna gitmiş gibi görünmüyordu. Daha sonra eliyle elini bana doğru itti ve elimdekileri reddetti. Ona verdiklerim borcumu kapatırdı ama neden istememişti?
" Borcun yok." Diyerek önüne döndü ve inmem için bekledi. Buraya kadar beni boşuna mı getirmişti? Karşılığı olmalıydı ve elimdekileri almalıydı. Konuşmak istiyordum fakat ne dersem diyeyim onu ikna edebilecek gibi değildim.Sanki dedikleri tartışmaya kapalı gibiydi. Geç kalıyordum? Teşekkür ederek arabadan indim ve önümdeki arabanın giremeyeceği dar yolu yürümeye koyuldum. Arkadan gelen kapı açılma sesiyle amcanın cümlesini duydum.
" Eğer istersen seni burada beklerim. Burası pek güvenli bir yere benzemiyor." Sözleriyle gülümseyerek omzumun üzerinden ona baktım.
" Gerek yok amca. Teşekkür ederim." Diyerek ona bir gülümseme gönderdim. Avcumun içinde sıktığım para ve kolyeyi cebime yerleştirerek hızlı ve sık adımlarla bulunduğum yerden görülen fabrikaya ilerlemeye başladım. Etrafımı sarmış olan ormandan cıvıl cıvıl koş sesleri geliyor. Yerdeki girintili çıkıntılı taşlı yol çamura bulanmıştı. Yolu takip ederek yürürken bir yandan da Dilaydan mesaj gelmiş mi diye kontrol ediyordum ama bir değişiklik yoktu.
" Dilay, ben geldim.Nerdesin?" Diye mesaj atarak yokuşun hemen sonundaki artık tamamıyla görünen fabrikaya ilerliyordum. İnin cinin top oynamaya tereddüt ettiği yere gelmiştim.Anlamadığım şey buraya yanlışlıkla nasıl gelinirdi. Ben, bile isteye gelmeme rağmen bile yolu bulmakta zorlanmıştım. Nihayet fabrikanın önüne geldiğimde etrafı inceledim. Sanırım şuanda binanın arka tarafındaydım. Yavaş yavaş etrafını dolaşırken bir yandan da seslenmeye başlamıştım adını.
" Dilay!" Diye bağırarak binanın etrafında turluyordum. Birkaç kez daha seslenmiştim ki telefonuma bir mesaj sesi daha geldi.
" Dilaycık: Fabrikanın içindeyim." Mesajla kaşlarımı olabildiğince çatıp dışı sarmaşıklarla kaplanmış binaya bakarak kapıyı aradım gözlerimle.
Ah Dilay! Seni bulduğum an ne yapacağımı çok iyi biliyordum.
Neyse ki kapıyı bulmuştum. Demir ve kocaman olan kapının kolunu tüm gücümle tutarak kendime doğru çektim. Ağır kapı gıcırtılı bir biçimde açılırken yavaş ve temkinli adımlarla içeri girdim. İçeride beni kocaman bir salon karşılarken tüm camları neredeyse kırılmış, duvarlarına saçma sapan yazılar yazılmış ve yerlerde ki alkol şişeleriyle nasıl bir yerde olduğumu az çok tahmin etmiştim.
Derken iki yeni mesaj daha...
"05* Umay,Dilay ben. Aradım fakat ulaşamadım sana. Telefonum kayboldu ya da çalındı bilemiyorum. Nerdesin?"
"Dilaycık: Arkandayım."
Ve ardından şeytan emojisi... Başımdan aşağı kaynar sular dökülürken nefes almayı unutmuştum. İnşallah o lanet kabuslarımdan birisinin içindeydim çünkü buna gerçekten ihtiyacım vardı. Kim böylesine bir oyun oynardı benimle. Mesajla beraberinde biraz önce tüm gücümle açtığım o demir kapı büyük bir gürültüyle kapandı. O an elimde ki telefon parmaklarımın arasından kayıp yeri boylamıştı. Kırılmış olup olmaması umrumda değildi. Yavaşca arkamı dönerek kapıya bakıldım.
Gayet mutlu yüzüyle eline alıp gözümün içine sokmak ister gibi bana gösterdiği telefon. Dilayın telefonu...
Gökhan'ın elindeydi.
Nisbet yapar gibi tutuyordu telefonu. Pis yalancı. Ne yapmaya çalışıyordu? Normal şartlarda ondan kesinlikle korkmazdım.Fakat şuan durumlar lehimeydi.
Yalnızdık, başıma bir şey gelecek olsa engelleyecek kimse yoktu. Olabildiğince en sakin halimle buradan çıkıp gitmeliydim. Yanına doğru yaklaşarak hemen arkasında yer alan kapıyı hedef aldım.Sakin olmalıydım hiçbir şey olmayacak çıkıp gidecektim. Yanına geldiğimde tutmaya çalıştığım kapıya engel olarak araya girdi.
" Nereye?" Sesimi hiç çıkarmadım. Olay çıkmayacak.Çıkmayacak.Çıkmayacak. Nefeslerim göğüs kafesime sığmıyordu. Çok stresliydim.
O tam tersine çok mutluydu. Sanki bir hayali varmışta gerçekleşmiş gibi. Bir an olsun yüzünden gülümseme eksik olmazken sinsi bakışları bende geziniyordu.
" Korkuyorsun! Korkmalısında! Korkman gereken işlerin içine çoktan girdin.Küçük casus..." Son kelimeleriyle beni daha çok korku kaplarken dediği gibide olmuştu. Korkum git gide artıyordu. Beni buraya neden çektiği aşikardı. Bedel ödetmek için...
Eğer bir şeyler yapmazsam buradan bir daha hiç çıkamazdım. O kadar uyuşmuştum ki dilimi bile oynatmaya mecalim yoktu. Cümle kuramıyordum.
Gözlerim gözlerinden ayrılmazken elimi yavaşca arka cebime getirdim. Bunca yaşadıklarımdan sonra boş dolaşacak değildim dimi. Hadi Doğanın da dediği gibi her zaman iyi taraf olmak zorunda da değildim. Elimde ki metalin kesici kısmını açarak var gücümle Gökhan'ın bacağına sapladım.
Son anda kendini çekmesi ile bıçak bacağını sıyırmıştı. Fakat dikkatini dağıtmaya yetmişti bu. Büyük bir bağırışla bacağını tutarken arkamı dönerek, kırık camlardan birisine yöneldim. Cam pervazına kolaylıkla çıkarak kırık camın ortasından dışarı atladım. İlahi adalet hemen tecelli etmiş olmalı ki pencerede ki cam kırığı koluma hafif bir çizik bıraktı. Fabrikanın içinde duyduğum uğultularla Gökhan'ın oraya tek gelmediğinin de farkına vardım.
Arkama bile bakmadan son hız ormana girdim. Biliyordum. Beni bulmadan, durmayacaktı. |
0% |