Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm: GÜZEL YÜREKLİ

@yazar_as3s

Bölüm şarkısı: Korkak- Aslı Demirer, Gökhan Türkmen.

​💙

Dudakları dudaklarımı talan ederken kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Lanet olsun bu harikaydı. Elleri bel boşluğumu okşuyordu. Yaptığı her hareker beni alev alev yakıyordu. Kendimi ona sürtmek istiyordum. Hayır! Bir an önce bu şey bitmeli. Hayır! Bu muhteşem şey asla bitmemeli. Ruhum ve zihnim telaş içinde. Bir yanım bunun hata olduğunu söylerken diğer yanım bunun bir mucize olduğunu söylüyordu.

Alt dudağımı iki dudağının arasına kıstırdı ve aniden ısırdı. Yaptığı şeyle irice açıldı gözlerim. Elimle saçlarını kavradım. Pamuk kadar yumuşak olan saçları, alev alev yanan avuçlarıma derman oldu.

"Ahhh! Durmalıyız.." inlemem onu daha da hızlandırdı. Elleri kalçama kaydı ve aniden sıktı. Siktir!

"Ahhh! Yamaç..."

Hayır, bu doğru değil. Biz bir anlaşma yaptık ve bu yanlış. Bir an önce bitmesi gerek. Beynimin ve ruhumun verdiği mücadele son buldu. Kazan taraf belliydi. Bacaklarım zangır zangır titrerken vücudumda kalan son güç kırıntısı ile iri vücudunu üzerinden ittim. Normalde asla yerinden kıpırdatamayacağım vücudu geriye doğru sendeledi. Gözlerime hayal kırıklığı ile bakıyordu. Hâlbuki asıl kırık olan bendim. O rol çalmaktan başka bir şey yapmıyordu. Kendimi tutamadım. Belki de sonra çok pişman olacağım o şeyi yaptım. Elim hızla yanağına çarptı. İçimdeki öfke elime geçmişti sanki. Öyle ki yüzü sol tarafa doğru kaydı. Dudaklarım sımsıkı yumuldu. Ellerim yumuruk oldu.

"Özür dilerim." Niye özür diledim ben bile bilmiyordum.

"Asıl ben özür dilerim." Gözlerinin mavisi kederliydi.

"Dileme."

"Seni öptüm."

"Hayır, sen beni öpmedin. Biz öpüştük. Bu tek taraflı değildi."

"Ben kendime hakim olamadım."

"Ben de seni durdurmadım."

"Durdurabilirdin."

"Evet, durdurabilirdim."

"Ama yapmadın."

"Yapmadım."

"Çünkü aramızdaki çekimi görmezden gelemedim."

Yüzündeki anlamsız ifadeyle gözlerimin tam içine bakıyordu. Sanki ruhumu gözlerimden okur gibiydi. Sanki olurmuşuz gibiydi.

"Ama..." Bu cümle devam etmeli miydi bilmiyordum. Ya bu gün burada bir şeyler başlardı. Gerçek bir şeyler. Ya da her şey sonsuza kadar biterdi.

"Ama?"

"Ama bizden olmaz. Bunu en iyi sen bilirsin. Ben çok yaralıyım, Yamaç. Bu yaralar öyle üç beş güne geçecek değil. Ömür boyu benimle olacaklar. Ben kimsenin yarasına derman olamam. Kimsenin de bana derman olmasını istemem. Çünkü bunu istemem demek ömür boyu mutsuzluğuma onu da mahkûm etmek demek. Herkes yerinde iyi. Yalan söylemeyi sevmem. Seni gördüğümden beri içim kıpır kıpır. Aşk değil belki ama hoşlantı benimki. Çekiliyorum sana. Tehlikeli sular bunlar. Biliyorum. Ve ben bile bile ölmek istemiyorum. Şimdi burda bu anı unuttuk. Bitti. Dilediğim mirası almak. Senin isteğin de anneni durdurmak. İkimizde amacına ulaşınca, sen yoluna ben yoluma."

Yutkundu. Bir... İki... Üç... Dört... Sayısız yutkundu. Her konuşacak gibi olduğunda yutkundu. Sanki boğazında kocaman bir yumru vardı ve konuşmasını engelliyordu.

"Haklısın. İşin sonunda sen yoluna, ben yoluma."

Niye kalbim ağrıyordu. Az önce bunları söyleyen ben değildim sanki. Niye bu kadar çabuk vazgeçti ki? Bu muydu bana verdiği değer. Yalan işte! Yalan sevgisi! Kendini kandırmak buydu herhalde. Adam bana duygularını açtı. Bense ona neler dedim.Geniş omuzları önümü kesiyordu. Daha fazla gözlerine bakmaya tahammül edemediğim için omzum göğsünü sıyırarak geçtim.

İçeriye doğru giderken gözlerimden akan birkaç damla yaşı hızlıca sildim. Hayır insan kendi yaptığı bir şey yüzünden ağlamamalıydı. Ben tam bir korkaktım. Ve bu korkaklıkla hayatım boyunca hep geç kalacaktım. Neye geç kaldığımı bile bilmeden, hep geç kalacaktım. Hep.

Hastanenin kapısından içeri girdim. Derin bir nefes aldım. Danışmana doğru ilerledim. Beni gören kadın hafif gülümseyerek doğruldu.

"Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?"

"Az önce doğum yapan bir kadın geldi. Hangi katta acaba?"

Kadın bilgisayarda birkaç işlemi yaptıktan sonra bana döndü.

"İkinci kattaki ameliyathanede."

"Teşekkürler, kolay gelsin."

"Rica ederim, geçmiş olsun."

Kadından aldığım bilgi ile hemen asansöre doğru adımladım. Hay ben böyle şansın asansör tıklım tıklım doluydu. Siktirin gidin ya! Niye tüm aksilikler beni buluyor? Niye ya niye...

Asansörün bana sıra gelmesini saatler vardı belli ki. En iyisi merdivenlerden çıkmak. Bu sefer de koştur koştur merdivenlere gittim. Gülbahar'ı yalnız bırakmak istemiyordum. Sonunda nefes nefese doğumhaneye çıktığımda. Bu katın oldukça sakin olduğunu fark ettim. Hasta yakınlarının beklemesi için kapının yanına koyulan sandalyelere oturdum. Gözlerimle yeri izlerken sakince içeriden Gülbahar ve kızının çıkmasını bekliyordum. Yorgunluktan mıdır bilmem gözlerim kapanıyordu. Uyumamalıyım. Uyumamalıyım. Uyu...

🍂

"Hanımefendi beni duyuyor musunuz?"

Birinin kolumu dürtmesi ile gözlerim yavaşça aralandı.

"Ne? Ne oldu?" Aklına Gülbahar

geldi hemen.

"Sakin olun yakınınızın doğumu devam ediyor.Lakin şimdiden söylemeliyim ki işler iyiye gitmiyor. Hanımefendinin üzerinden çıkardığımız kıyafetinin arasında telefonunu bulduk. Ne dereceden yakın olduğunuzu bilmediğimizden dolayı size teslim edemedik. Nesi oluyorsunuz acaba?"

"Arkadaşıyım." Yani öyle sayılırım. Tabii bunu onuların bilmesine gerek yok.

"Pekala, ailesinden birinin numarasını biliyorsanız ulaşabilir misiniz?"

"Maalesef bilmiyorum. Telefonundan arayabilirsiniz."

Bu kadın benimle dalga geçiyor galiba. Telefon onun elinde.

"Haklısınız." Allah'ım ülkede ki bütün salaklar beni buluyor galiba. Bu kulunun cezası neydi ya? Ey güzel yarabbim neydi?

"Arayın isterseniz artık!"

"Tabii."

Kadın biraz uzaklaşınca derin bir nefes bıraktım. Ne demek durumu iyiye gitmiyor. Allah'ım umarım ikisine de bir şey olmaz. Ellerimle gözlermi ovdum. Ne zamandır uyuyordum acaba. Kadın telefon konuşmasının bittiğini belli edecek kelimeler kullandı. Acaba nasıl bir insandı kocası? Çok telaş etmiş midir acaba? Benimki de soru yani karısı doğuruyor illa etmiştir. Efnan kendine gel!

"Az önce konuştum beyefendi ile en yakın zamanda burada olacağını söyledi."

"Tamamdır. Doğum ne zamandan beri sürüyor acaba?"

"Yaklaşık 3 saat oldu. Az önce de belirttiğim gibi durum iyiye gitmiyor her şey hazırlıklı olun. Az önce içinde kusura bakmayın. Uzun süredir nöbetteyim. Artık Ne dediğimi ne konuştuğumu bilmiyorum."

Kadın mahcup bir şekilde bakıyor yüzüme.

"Hiç sorun değil. Olur öyle şeyler, kolay gelsin."

Kadın başını eğerek gülümsedi ve arkasını dönerek uzaklaştı. Aslında Menekşe anneyi de ziyaret etmek istiyordum fakat Gülbahar'ı burada yalnız bırakamazdım. Mecbur kocasının gelmesini bekleyecektim. Elimi çantama attım ve telefonumu çıkarttım. Bir talihsizlik daha telefon kapalıydı. Allah sevdiği kulunu yanına alır derler. Anladım beni sevmiyorsun da bu kadar aksilik de fazla yarabbim. Derince nefesler alarak telefonu açmayı denedim. Eh! en azından açılıyordu bu da bir şey. Telefonu kenara koyup ayağa kalktım. Üstümü başımı silkeledim. Çantamdan çıkardığım kıskaçlı toka ile saçlarımı topladım. İnsan terden yanmıştı. Tekrar oturduğumda telefon açılmıştı. Hızlıca elime alıp gelen mesajlara baktım. Yamaç'tan saatler öncesine ait sayısı arama vardı. Kimin umurunda! Hepsini sildim. Kızlar hiç aramamışlardı. Akılları sıra ben ve yamaç'ı yalnız bırakacaklar. Şebnem anneden gelen otuz aramayı da sildim. Ona karşı sinirliydim. Kalbini kırmak istemiyordum. Semih babaya iyi olduğumu belirten bir mesaj yazıp gönderdim. Özellikle de bir süre beni aramamalarını belirttim. Semih babanın beni anlayışla karşılayacağına emindim. Telefonun tekrar kapanma ihtimaline karşı çok da fazla oyalanmadan uçak moduna aldım ve çantama koydum. Kollarımı göğsümle birleştirdim. Burası niye bu kadar soğuktu ki? Kafamdan sayısız düşünce geçiyordu. Gülbahar için çok endişeleniyordum. Bu kadar uzun sürmesi normal değil gibi sanki. Hadi ama sanki on tane çocuğun var da biliyorsun bu işleri. Kendi düşüncelerime gülerken etraftaki hemşirelerin bana acıyan gözlerle baktığını fark. Lanet olsun! Muhtemelen delirdiğini düşünüyorlar Efnan. Aslında Çok da yanlış bir düşünce sayılmaz pek sağlıklı olduğum söylenemez. Kafam onlara doğru çevirip ne var der gibi eğdim. Yaptığım hareketle aniden önlere döndüler.

🍂 Sezen Aksu: Kavaklar / Seha Okuş: Hasretinle Yandı Gönlüm

Kaç saat geçti bilmiyorum ama Gülbahar ve kızının sağlıklı olduğuna inanmayı bıraktım. Belki de acımasız bir düşünce ama gerçekler hep acı oluyor zaten.

"Nerede? Karım nerede?"

Koridorun başlarında 1.90 boylarında, kumral, yapılı bir adam belirdi. Üzerindeki takım elbisenin kravatını çekiştiriyordu. Muhtemelen Gülbahar'ın eşiydi. Ağlıyordu. Yerimden kalktım ve karşısına dikildim.

"Sakin olun eşiniz doğumda."

"Beni 3 saat önce aradınız artık çıkması gerekmez miydi? Niye bu kadar uzun sürdü? Karım iyi mi? kızım iyi mi? Konuşsanıza artık konuşun!"

"Beyefendi sakin olun. Durumları hakkında kimse çıkıp bir şey söylemiyor. Benim de bir bilgim yok. Gülbahar hanım'la hastanenin yakınlarındaki sahilde karşılaştık. Doğum başlayınca onu hastaneye getirdim. Sonra da yakını olarak size ulaştık."

"Daha çok erkendi. Bir ay vardı. Nasıl olur böyle bir şey?"

"Bakın sizi endişelendirmek istemem ama doğruyu da söylemem lazım karınızın kanaması vardı. Yani doğum başlamadı. Mecburen doğuma girmek zorunda kaldı."

"Nasıl olur? Gayet sağlıklıydı. Doktor kontrolümüz çok iyi geçmişti. Her şey... Her şey yolundaydı."

"Anlıyorum. Lütfen sakinliğinizi koruyun. Geçin şöyle oturun."

Elimle boş olan sandalyeyi gösterdim. Adam ikiletmeden yavaşça oturdu. Şok olmuş gibiydi.

"Niye kimse bilgi vermiyor."

Aslında hemşire bana durumun iyiye gitmediğini söylemişti. kendinizi her şeye hazırlayın demişti. Ama bunu ona söylersem daha da üzülecekti. Yine de söylemeliydim.

"Bakın aslında birkaç saat önce bir hemşire geldi. Durumun peki ya gitmediğini her şeye hazırlıklı olmamız gerektiğini söyledi."

"Hayır! Ben Gülbahar'sız yaşayamam. Bunun ihtimali bile beni öldürmeye yeter."

Ne dersem diyeyim teselli olmayacağını bildiğim bu adama bir şey söylemedim. Sessizce beklemeye devam ettik. Ne kadar zordu birini kapıda beklemek. Ölüyor mu yaşıyor mu... Böyle bir ikilemde kalmak ne kadar zordu.

Saatler sonra ameliyathanenin kapısı açıldı. İçeriden bir doktor üç hemşire çıktı. İkimiz de ayağa kalktık. Doktor ağzındaki maskeyi indirdi. Yüzü hiç de iyi bakmıyordu. Hayır! Ben bu bakışları biliyordum. Bu bakışlar iyi bakışlar değildi. Az sonra olacak şeylere şahit olmak istemiyordum. Ayaklarım geri geri gitti. Buradan kaçmam lazım. Ama benim kaçmama müsaade bile etmeden kalbime onlarca hançer saplayacak o cümleyi kurdu.

"Maalesef anneyi kaybettik. Allah sabır versin."

Nasıl cümleydi böyle. Neyin sabrıydı bu?

Bu acıyı hangi sabır geçirir? Ömründen ömür gider insanın. Geriye kalan sabır nedir bilmez. Yıllardır hiç durmadan yük taşısan bu kadar eğilmez boynun, bükülmez belin. Tarif etmeye kelimeler yetmez. Yeni yeni kelimeler türetirsin yine de acını açıklamaz. Konuştuğun her cümle boğazında koca bir yumru olur da oturur kalır. Önceleri günün her saati aklında olur. Onunla uyur onunla uyanırsın. Günlerden ne olduğunu unutursun. Tarihler karışır. Aylar geçer. Sen mevsimleri bile kaybedersin. Çünkü ruhun kışa mahkûm kalır. Zaman su misali akar geçer. Artık sadece geceleri gelir aklına. Gündüzleri buhar olur uçar. Var mıydı? yok muydu? bilemezsin. Tek tek günleri hatırlarsın, çünkü saymayı bırakmışsındır. Tarihler hatırlanır. Aylar akla düşer. Mevsimleri hissedersin. kışın çok üşür, yazın çok yanarsın. Lakin ruhun hep sonbahardır. Ne çok mutlu olursun, ne çok üzgün. Acı, soluduğun nefese karışır ve seni yavaş yavaş zehirler. Yavaş yavaş ama bir o kadar da hızlı. Daha 18'indeyken otuzlu kadar dingin olduğunda anlarsın ruhunun nasıl çöktüğünü.

"YALAN! BIRAKMAZ O BENİ. KIZINI BIRAKMAZ. YAPMAZ. YAPAMAZ! O DAHA YENİ BAŞLIYOR HAYATA. DAHA YENİ MUTLULUĞU TATTIRIYOR BANA. BEBEK... ÇOK SEVİYORDU ONU! BIRAKMAZ. OLMAZ."

Dağ gibi adam gözlerimin önünde eridi tükendi küçücük bir çakıl taşı oldu. Boğazı yırtılana kadar bağırdı. Ne hemşireler tutabildi ne doktorlar. Bu bir yıkılış değildi. Ölmek de bu kadar acı vermezdi bence. Ne ölmek ne yıkılmak. Adam yere çöktü. İki dizinin üzerinde, açtı avuçlarını gözlerinden sel geçti. Hıçkıra hıçkıra ağladı. Bedeni tir tir titredi. Yalvardı. Canı için yalvardı.

"Yüce Allah'ım yapma. Yapma yaradan yarabbim. Al şu canımı Gülbahar'ıma ver. Ver de bu kederim geçsin. Seven sevdiğini yarı yolda bırakmaz. El kadar bebek kim anne olur ona Gülbahar'ımdan güzel. Al canımı ver diğer canıma."

Ellerini göğüs kafesine vuruyordu. Sertçe... acımasızca... Sanki oracıkta ölmek ister gibi. Sanki çoktan ölmüş gibi.

"Ahhh! Şimdi bu yürek yangınını kim geçirir. Ahhhh! Kim bu yüreğe derman olur. Kim? Kim? Kim? Dön geri Gülbahar'ım. Dön. Gel bana çiçek bahçem. Gel. Gelmezsin. Bilirim ben sen inat edersin. Bir kere bırak şu inadı kenara gel sol yanım. Gel... Dön...Gitme..."

Bu yalvarmalar neye yarar? Giden gitmişse eşe dosta ağlamak düşer. Zor olan onu uğurlamak değil. Onu unutmaktır. Bunu bilen daha çok ağları. Unutulmadığını bildiğinden.

"Gülbahar'ı görücem." Son gücüyle yerinden kalktı. Destek verenlerden kurtuldu. İlk adımını attı. İkinci... Üçüncüye varmadan dizleri tekrar soğuk zeminle buluştu. Yere kapandı. İçinde kopan fırtınalara bir o, birde Allah şahit oldu. İçin için ağladı. Damla damla eridi. Alev alev yandı. Öldü öldü dirildi. Tekrar kalktı ayağa. Sendeledi yine. Sırtına destek olanları itti. Sandı ki bu yükü bir sırt taşıyabilir. Olduğu yerde dikeldi. Koştum yanına. Tuttum belinden. Gözlerine baktım. Gözlerim ona ne gösterdi, ne gördü bilmen ama itmedi beni. Sırt sırta giridik ölüm kokan kapıdan içeri. Az ilerde göründü gül yüzlü Gülbahar. Gitti, yamacına sığındı. Elleri yüzünü okşadı. Kalbinin üstünde kaldı. İnanmadı. İnanmak istemedim. Sıcak gözyaşlarını, soğuk bedene akıttı. Konuşmadı. Hiç ses etmeden. Sevdi. Sevdi her milimini. Hayran olmuş gibi izledi. Sarıldı. Ölüsüne bile saygısı vardı. İncitmedi. Her an hissederde uyanır diye ince bir tül misali değdi elleri tenine.

"Melek olmak sana hiç yakışmadı Gülbahar'ım. Sana her şey yakıştı ama melek olmak hiç yakışmadı. Beni, bıraktın gittin. Olmadı be Gülbahar... Yakışmadı bize bu veda. Yetmedi bana seninle geçen günlerim. Doymadı ruhum seninle geçen günlerde. Zaten bir ömür bitirsek bile doymazdı. Sen benim öbür yarımdın. İnsan yarısı yokken yaşar mı? Ah be Gülbahar güllerini yeşertemeden soldun. Bahçemi kurak bıraktın. Güneşimi söndürdün. Gencecik yaşında gittin. Beni burada ömür boyu tutsak bıraktın. Söz verdim ben sana korurum seni, dedim. Yalan. Yalan oldu sözlerim. Acı düştü peşimize. Peşime. Huzur bul Gülbahar'ım. Çok huzurlu ol. Çok..."

Son kez öptü başını. Uzun uzun seyretti yüzünü. Elleri titredi, kapattı yüzünü. Başı önünde çıktı odadan. Sanki onu görmek iyi gelmiş gibiydi. O çıktıktan sonra yavaşça yaklaştım Gülbahar'a. Yüzünü açtım. Niye yaptım bilmem ama alnından öptüm. İnsanları sevmeyen ben bu kadına hayran kaldım. Yüzünü kapatırken dudaklarımdan küçük bir fısıltı çıktı.

"Yolunu bul Gülbahar. Yerini yap. Şifa da refah da gittiğin yerde."

Son kez baktım yatan bedene. Uyu Gülbahar. Ölme. Sadece uyu...

Ben çıkarken, iki hemşire içeri girdi. İşlerine engel olmamak için kenara çekildim. Sandalyedeki eşyalarımı topladım. Çantamı boynumdan geçirdim. Adamı son kez görmek istiyordum. Etrafıma bakındım. Kapısı hafif aralık olan odanın içinde doktorla konuşuyordu. Kapıya doğru yaklaştım ve kenarda beklemeye başladım.

"Hanımefendi bakar mısınız?"

İçerideki doktorun seslenmesi ile kafamı çevirdim.

"Ben mi?"

"Evet, gelebilir misiniz?"

"Tabi."

Doktor ve adama selam verip odaya girdim.

"Gülbahar hanım gözlerini yummadan önce bir istekte bulundu."

Kaşlarım çatıldı. Yanımda duran adam dikkatle doktoru dinliyordu.

" 'Kızımın adının Efnan olmasını istiyorum. Vasiyetimdir.' dedi."

Doktor, adama baktı.

"Tabii siz ne dersiz bilemem. Ama karınızın son sözleri bunlardı. Bir de birini çok sevdiğini saydıkladı. Barlas diyordu galiba."

Adamın sol gözünden akan bir damla yaş soğuk fayansla buluştu. Şimdi hatırladım. Adı Barlas'dı. Gülbahar ölürken bile onu sayıklamıştı demek. Aşkları ölümsüzdü.

"Karım ne istediyse öyle olsun."

"Benim... Benim adım Efnan. Ben istemedim bunu. Bana kendini borçlu hissetti. Asla borçlu değil. Öyle düşünmesi beni çok üzdü. Lütfen böyle yapmayın. Gönlünüzden ne geçerse onu koyun." Defalarca yutkundum şu kısacık cümleleri kurmak için.

"Emin olun bir bildiği vardır. İstediyse öyle olsun. Sizdende Allah razı olsun. Saatlerdir buradasınız."

"Allah hepimizden razı olsun. En çokta bu dünyaya tertemiz bir kız çocuğu bırakan Gülbahar'dan ve onun bu temizliğini koruyarak yetiştirecek olan sizden. Allah sabır versin."

Gözleri dolu dolu gülümsedi bana.

"Vermez bilirim. Ama... Ama acı hafifler zamanla. İstemezsen hatırlamazsı."

Barlas, beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Derdine ortak olmak benide mutlu etti. Bir süre sonra ayrıldık.

"Şimdi anladım Efnan."

"Neyi?"

"Gülbahar'ın seni niye seçtiğini."

"Niye seçmiş ki beni?"

"Senin yüreğin gibi olsun istemiş kızımızın yüreği."

Sadece gülümsedim. Gözlerimden akan yaşlar durmaz oldu.

"Allah'a emanet olun."

"Sen de. Allah seni ve sevdiklerini her türlü beladan korusun." Cebinden bir kart çıkarıp bana uzattı.

"Olurda bir gün başın sıkışır, ya da bir dert ortağı arasın ben ve kızım hep yanındayız."

"Teşekkür ederim, Barlas Bey."

"Abi. Barlas abi, de lütfen."

"Tamam, Barlas abi."

Tam odadan çıkarken aklıma gelen şeyle duraksadım. Tekrar ona döndüm.

"Efnan ismi cennetteki güzel gözlü kız anlamına gelir. Umarım gözleri kadar ömrü de güzel olur. Benim aksime."

🍂 

Selam!🙋

Bir önceki bölümün yorumları çok az, okuyanlar oy vermiyor. 🥹

Lütfen oy verip yorum yapmayı unutmayın. 🙏

Bölüm nasıldı? 🧐

Sizce Efnan ve Yamaç birleşir mi?

Gülbahar'ın ölmesini bekliyor muydunuz? 🥺

Bu arada Barlas karakteri aramıza katılmış. Belki de ilerde onu hiç beklemediğimiz sahnelerde görebilirmişiz. Sakın benden duyduğunuzu söylemeyin. 🤭

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%