@yaziyoruzbacimm
|
KASIMDA AŞK BAŞKADIR 1. BÖLÜM/ 🍂AŞK TESADÜFLERİ SEVER...🍂 15 KASIM 2021- BOLU 'Kasımın son mısralarındayız, günlerden ne bilmiyorum; ama ben bugün de seviyorum seni.' Elimde ki Cemal Süreyya kitabını bükmekten uyuşan dizlerimin üstüne koydum. Yağmur damlaları cama vuruyor, biçimli bu orak toprakları ıslatıyordu. Duşa girip giyinmeli, Bolu da ki son günümün tadını çıkarmalıydım. Çünkü bugün 15 kasımdı. Bugün, Akının ölüm yıl dönümüydü. Ölmeden önce ki konuşmamızı hayal meyal hatırlıyordum.. 4 Kasım 2016-BOLU '' Sen şimdi ağlarsın tayinim Siirte çıktı diye ama ağlama çillim'' '' Ağlatma o zaman! Hayır anlamıyorum neden yani, tam her şey oldu, ablamı evlendirelim dedik senin tayin çıktı'' Sesli nefesini işittim, hışırtı doluydu sesi. Rüzgar sertti anlaşılan. Eee, Kasımın ortalarındaydık neredeyse. '' Gelin ata binmiş ya nasip demiş kızım, rütbemiz yükseldi, maaşımız on numara daha ne istiyorsunuz?'' Güldü, şakaya vuruyordu, o her zaman endişe duyduğu zamanlar şakaya vururdu. '' Boluda ki son günüm, teyzemlerden çıkıp eve gideceğim artık'' '' Güzce, abim dikkat edin kendinize. Narini de ararım birazdan, gece yola çıkacağız. Ne olur olmaz, banka hesaplarım, birikimlerim her şey sizde olsun'' Nefret ediyordum, her göreve çıkmasında aynı cümleleri kurmasından nefret ediyordum. '' Ağabey'' '' Ağabeyinin çillisi, kurbanın olayım kızma. Aklım sizde, yüreğim çırpınıyor kılınıza zarar gelecek diye. Siz bana emanetsiniz, emanetlerime gözüm gibi bakmak istiyorum ama anca bu kadar. Şimdi gidiyorsun, Boluda ki son gününü çocuklar gibi geçiriyorsun. Sonra da derslerine odaklanıyorsun. Hissediyorum, Kasımda güzel şeyler olacak. Bak Güzce, ablana anlatırsın gerçi ama, adam gibi adamlarla ol bari be. Bu yaştan sonra bizi katil etme. '' Ya ağabey ya! Oturup sana aşk hayatımı anlatmim bu saatten sonra.'' ''Hissediyorum diyorum kızım, Kasım sana güzel bir hediye getirecek. Kızım Kasımın sonun da beraberiz sık dişini, Allaha emanetsin güzelim. Rabbim seni korusun'' 15 Kasım 2016-Siirt Kasım benden en değerli şeyimi çalmıştı. Köşemde feryat eden ablam, emanete sahip çıkamayan akrabalarımın yakarışları, helallik isteyenler, göğsümde onun resmi, tabutunda al bayrağı. Kasım benden anne ve babamdan sonra Ağabeyimi çalmıştı. Kasım bize acıyı bırakmıştı. Kasım tabutta kalan güler yüzlü resmi, altına da damgasını bırakmıştı. 15 Kasım benden ağabeyimin aşık olduğu çillerimi almıştı.. '' 3. Komando Tugay Komutanlığı; Şehit Kıdemli Üsteğmen Akın Çetinöz'' 15 KASIM 2021- BOLU Duştan çıkmış üzerime triko bir elbise takımı geçirmiştim. Pürüzsüz cildimi nemlendirmiş, dolgun uzun kahve saçlarımı şekillendirmiştim. Nude tonlarda ki makyajımı bitirdikten sonra hazırdım. Botlarımı da ayağıma geçirip salona adımladım. '' Hanzade Hazretleri'' Mutfaktan mis kokular geliyordu. Teyzem yine döktürmüştü anlaşılan. '' Buradayım kuzum, mutfakta'' Salonda ki adımlarım mutfağı buldu. Pişi yapıyordu. Misler kokuyordu mutfak, kahvaltı mükemmeldi. '' Günaydın çiçeğim, hayırdır?'' Beyaz yazmasını düzeltip alnında ki teri sildi. '' Ay kuzum, komşular gelecek kahvaltıya. Hayır inat ettin gideceğim diye, kal dedim ama yok inatçı!'' Tavada ki pişileri kiraz işlemeli tabağa koydu. '' Çiçeğim, biliyorsun durumları, görev çıktı çıkacak gitmem lazım'' Omuz silkti, küskün çocuklar gibiydi, kafasına bir öpücük kondurdum. '' Hanzade hazretlerine söz, yine Kasımda buradayım'' Güldü burukça. '' Halide de Kasım da gelirdi hep, Akın yavrum da'' Ben beş pırlanta gibi kalpli çekirdek ailenin altıncı üyesiydim. Annem Halide, ikizi Hanzade teyzem Erzurumdan depremden sağ kurtulan dedemle İstanbula yerleşiyorlar. Annem çalıştığı eczanede babam Halile aşık olunca ikisi de tutkulu bir aşkla yuva kuruyorlar. İlk yavruları Akın ağabeyim oluyor. O babamın dedesinin mesleğinden gitmeyi tercih ediyor. Baba tarafım yedi kuşak askermiş. Tabii ağabeyimin ardından gelen Narin ablam üç yaşına gelince teyzem Hanzade dedemin vefatı ile evlenip Boluya taşınıyor. Üç sene sonra da aldatıldığını öğrenip kocasını şutluyor. Pek tabii ben ise olayların bitişinde, lakin kaza ara olan bir bebek olarak doğuyorum.. Ortaokulda iken anne ve babamın çıktığı iş gezisi hayatımızı cehenneme çevirmeye yetmişti. Onları kaybettiğimizden sonra da hayatımız hiç yolunda gitmemişti. Ağabeyim mesleğini doğuda idame ettirirken Narin ablam doktorasını yaptığı Amerika dan dönmüyordu bir türlü. Bir başıma kalmışken Hanzade teyzem yanına almıştı beni. Liseyi bitirmiştim burada. O sırada da ablamın evleneceğini öğrenmiştik. Ablam hep bizden ayrı idi, anne ve babamdan sonra sorumluluk almak istemedi. En azından beni yanına almak istemedi. Kariyerine odaklanıp Amerika da bir dil okulunda prof. oldu. Ağabeyimin şehit haberi bir kez daha Çetinöz ailesini yıktı, ya düğünden düğüne, ya da cenazeden cenazeye buluşan Çetinözler o gün Siirtte, cenazeden sonra bir daha bir araya gelmedi. Beş kişilik koca ailemde sadece iki kişi kaldık. Hanzade teyzem, bir de ben. Pek tabii benim de askeri tabip olmam teyzemi yaraladı, ailem sırtını çevirip bir evlat daha o lanetli topraklarda kaybetmek istemedikleri için yakardılar. Lakin ben ağabeyimin arazide ki doktor eksikliğinden dolayı kan kaybından ölmesini kaldıramadım. O bir kansızın ellerinde ölmüştü, hiç bir tabip benim ağabeyime kan olamamıştı. Ben olacaktım.. Böylelikle ben araziden araziye koşan bir askeri tabip, teyzem ise hep anne yarım olarak kalmıştı. '' Kuzum?'' Daldığım geçmiş şerinden çıkıp silkelendim. '' Hadi çiçeğim, çıkmam lazım.'' '' Yine gül kurban olduğum'' Kapının eşiğinde durduk. '' Kendine dikkat et, bak turşu koydum arkadaşlarına da ver. Dikkat et oralar da Mardin soğuk olur. Allahıma emanetsin kuzumun kuzusu'' Tonton yanakların sevdim. '' Merak etme, tam takır geleceğim!'' '' Artık yanına da birini al gel'' Güldüm. '' Sen niye bekarsın o zaman?'' Omuzuma bir fiske vurdu. '' Hep genç denk geliyor anam ne yapam?'' '' E al sende genci, hayırdır Hanzade hanım, siz kendinizi yaşlı mı sanıyorsunuz?'' Güldü kocaman. Eh yıllar Hanzade teyzemin gençliğini götürmüştü. '' Bülent Ersoy gibi alıp büyütüp başkasına mı everim? Kalsın anam, sıramı savdım Güzce, ciddiyim hayatına artık adam gibi birini al.'' '' Hadi balım oldu o zaman'' Kapı sohbetini gülerek geçirmiş elini öpüp helalliğini almış ve kendimi Bolunun sokaklarına atmıştım.. Valizim bir dükkana emanetti. Önce güzel bir kahvaltı edecektim. Ağabeyimle her Boluya gelişimiz de ormanlık alanın içinde ki kafede kahvaltı ederdik. Elimde ki bana hediye ettiği, yıllardır her 15 Kasımda okuduğum Cemal Süreyya'yı okuyarak güze bir kahvaltı ettim. Kahvaltı faslı hızlıydı, çünkü benim akşam yedi de Mardine uçağım vardı. Kahvaltıdan sonra hep uğradığımız bir kafeden sıcak çikolata, sahleb almıştım. O Bayılırdı sahlebe. Bir kitapçıya uğramış, sevdiği klasiklerden almıştım. Son durağım ise, hep içimiz de ukte kalan dilek fenerini uçurmaktı. O hep uçurmak isterdi, ama hiç denk gelememiştik ki, her geldiğimiz de kapalıydı. Lakin bu tanıdık sokaklar da açık bir dükkan vardı. Hızlıca kırmız bir uçan dilek feneri alıp elimde ki iki fenerle sessiz sakin bir ormanlık alana gelmiştim. Tek tük kamp yapan insanlar vardı. Kendime sessiz bir yer seçip kitabı ve sahlebi yanıma koydum. '' Yağmur yağacak ya!'' Hızlıca yakmam lazımdı, yoksa yağmur planlarımı çöpe savururdu. Yakmak? Siktir çakmak? Ah! Hadi ama Güzce, şimdi mi geldi aklına akıllım?! Birde gidip en ıssız yerde oturmuştum. Aman ağabey, görüyor musun nasip olmayacak yine! Çantama eşyalarımı hızla doldururken ağaçta ki ufak bir sincabı görmemle yerimden kalktım. Çok tatlıydı ve yanımda fıstık vardı, korkmadan alabilirsem ona verebilirdim fıstığı. Ağacın köşesine ayağımı attım; bir aksiyonumuz eksikti düşüp çanağı kaybetmezsek iyiydi! Bu sırada adım sesleri duyuyordum. Kurumuş yapraklara sertçe basılan ayaklar ses çıkarıcıydı. '' Minik sincap, anlaşabiliriz. Fıstığım var korkutma beni şu köşeye atayım da al hemen'' Cebimden çıkardığım fıstığı salladığım da hayvanın dikkatini çekmiştim, çekmiştim çekmesine ama arkasından gelen ikinci zıpkın bir sincabı beklemiyordum. Ağaçtan hızlı hızlı gelirlerken bir anda arkaya eğilmem ile ayağım kaymış, dudaklarımdan ufak bir çığlık kopardığım da adım sesleri de kesildi. Ben sert ağacın dibine düşmeyi beklerken bedenimi saran kolların arasında yerimi aldım. '' Hop, bismillah'' Ağzımdan çıkan kollarının arasında olduğum bedeni güldürdü. '' Havadan yağmur yağmasını bekliyordum ne yalan söyleyeyim'' Kafamı çevirdiğimde denk geldiğim siyahın binbir türüne bürünmüş hareler harelerimle karşılaştı. Heybetli adem elması hareketlendi, yutkundu. Uzun kıvrık kirpikleri, biçimlendirdiği gözlerini çevreliyordu. Sert yüz biçimi, yeni alınmış sakallarının sert uçları belli olurken çıkık elmacık kemikleri, siyah kalın kaşının sağında ki iz dikkatimi çekmişti. Tıraş losyonu buram buram kokarken kaslı kolları gevşedi, bulunduğum andan çıkıp indim. '' Affedersiniz, ben bir anda olunca korktum'' '' Benim de başıma her gün ağaçtan düşen bir kadın denk gelmiyor'' Gülümseyerek kafamı salladım, o sırada gözüme takılan montunun kol kısmının yırtıldığını gördüm. Panikle ellerimi sert omuzuna attım. '' Hii, ay çok affedersiniz. Ben yaptım, bilerek olmadı. Hesabınızı atsanız, ödemesini- Eliyle durdurdu beni, bedeni neden bu kadar kaslıydı? '' Lütfen tek tek, ve gerek yok. Sonuçta sizi tutan bendim yardım istemediniz. Lüzumu yok'' '' Ama- Kafasını olumsuz anlamda sallarken aklıma gelen kahveler ile masadan sahlebi aldım elime. '' O halde bir özür mahiyetinde, kabul eder misiniz?'' Esmer teni pürüzsüzdü, bir kaşında iz duruyordu. Lakin bedeni orantılı idi. Kaslı üst vücuduna nazaran bacakları o kadar da kalın değildi. Dolgun dudakları, üç numara saçları vardı. '' Teşekkür ederim, arkadaşınıza ayıp olmasın?'' Kafamı iki yana salladım. '' Hayır, yalnızım'' Kaşları havalandı, e tabii madem teksin ne diye iki karton bardak var diye bende sorgulardım. '' Pekala, teşekkür ederim. Dikkat edin yarım saate yağmur başlayacak, buralar çamurlu olur'' Gözleri saçlarım da, dudaklarım da yüzümde tam tur döndükten sonra gözlerime geri geldi. Sert yüz biçimi vardı, okka ama rahatsızlık vermeyen bir burnu vardı. '' İkazınızı dikkate alacağım. Teşekkür ederim'' Kafasını sallayıp cebinden bir paket sigara çıkardı, hemen yan masama geçip ince bir dal çıkarıp dudakları arasına aldı. Ucunu fitilledi, yanakları içe çöktü, duman sızdı havaya. Aha, çakmak! '' Şey, bir şey daha rica edebilir miyim?'' Kafasını arkasına doğru ittirmiş gökyüzünü izliyordu. Boynu açıktaydı, adem elması gözle görülür derecedeydi. Açmadan gözlerini kafasını salladı. '' Ateşinizi kullanabilir miyim?'' Elinde duran sarı çakmağı uzattı bakmadan. Alıp yerime geçerken dilek fenerini poşetinden çıkarıp talimatına baktım. Sallayıp içine hava doldurduktan sonra poşetteki mumu çıkardım. Eee, nereye takcaz ki mumu? Talimata göre mumu ortada ki ipe sarmam gerekiyordu ama bir yoktu. Poşeti tekrar inceledim ama nafile. Sanırım gerçekten de nasip olmayacak- İç sesimi bölen bir nefes sıcaklığıydı. Damarlı uzun parmaklarını yanımdan geçirip feneri aldı, boyu en kadar da uzundu öyle. Ya da ben kısaydım. Bir altmış üç kısa da sayılmazdı, bence o sırık gibiydi.. '' Sert sallaman gerekiyor. içinde ip var'' Sert bir şekilde iki yana sallarken fener daha çok hava aldı, ip sallandı ortasından. Ufak bir tele sarılı ipin ortasına mumu koydu ve elimde ki çakmağı aldı. Bu sırada dudak ucunda ki sigaranın dumanından gözleri kısıktı, karizması da cabasıydı.. '' Yakıyorum'' O an neden öyle bir şey dedim bilmiyorum ama, tek uçurmak istemediğimden olsa gerekti. Ben hiç tek gelmemiştim ki buraya, hep ağabeyim vardı.. '' Uçuralım mı?'' Kıstığı gözleri bana dönerken yüzümü uzun uzun inceledi. Feneri tek eline alırken, sigaradan son nefesini alıp yanımızda ki çöpe bastırıp izmaritini attı. Hayır demedi, ama evette demiyordu. Mumun ucunun yakıp fenerin bir kısmını uzattı bana. Bu isteğimi kabul ettiği anlamına geliyordu. Kafasını çevirdiğin de kulak altında ki ben dikkatimi çekti. Ağabeyimin de orada bir beni vardı. Buruk bir tebessüm peydah oldu dudaklarıma. Ucundan tuttuğum fener fitillendi, hava iyice doldu. Gözlerimi kapatırken yanımda ki yabancı beni izliyordu, hissedebiliyordum çehrem deki gözlerinin gölgesini. ' Kasım, hissettiğin gibi güzel şeyler getirsin bana ağabeyciğim. Ruhun şad olsun, rahat et, tüm silah arkadaşların, bana emanet. Bir yabancı ile uçurduğum için de affet ama, bunu yalnız yapamazdım. Dediğin gibi yaşıyorum, içimde hiç bir şeyi bırakmadan, özgürce yaşıyorum. Kasım, beni senden aldı ama lütfen bana güzel bir şey getirsin. Güzel uyu Kıdemli Üsteğmen Akın Çetinöz..' O ne diledi bilmiyordum ama dilek feneri ellerimizden kaydı, kara hareleri açtığım gözlerimle gördüğüm kadarı ile gökyüzüne bakıyordu. Pusluydu bakışları. Ve ben bir Kasım sabahı, bir yabancı ile birlikte, bir dilek feneri uçurmuştum. Meğersem Kasım benim için planlarını çoktan yapmıştı. Kasım benden bir şey almıştı, lakin çok sonra fark edecektim, Kasım bana sürprizlerle gelmişti. 2024-Siirt/GÜNÜMÜZ. Bir Kasım Akşamı... '' Rewşa wî giran e?'' ( Durumu ağır mı?) Önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına atıp elimde ki eldivenleri çıkardım. Kafamı bana merakla yazmanın izin verdiği kadar gören kadına çevirdim. Alnının ortasında ki dövmeye baktım. Sonra tekrar yaşlı, buruşmuş masmavi gözlerine çevirdim. '' Na, xem neke, ew ê çareser bikin.'' ( Yok, merak etme toparlar.) Elimin altında ki beden kıpraşınca ateşine baktım. '' ey diya min ax'' ( Oy anam oy) Yaşlı kadın toparlanıp ufak bir kavanozla geri geldi. '' Bijîjk, tiştekî din tune ku ez bidim.'' ( Doktor, bundan başka vereceğim şey yoktur) Ufak bir kavanoz turşuyu geri iteledim kadına. ''Hûn ne hewce ne ku tiştek bidin. Tenê baş be''( Bir şey vermene gerek yok, sen iyi ol yeter) Kırışık elleri ellerimi tuttu. Minnetle baktı, bu toprakların bastırılmış kadınıydı o. Bu toprakların zorunda bıraktığı bir kadındı. '' Xwedê te bihêle'' ( Allah razı olsun) Küçük çocuğun ilaçlarını bırakıp benimle birlikte gelen doktor arkadaşlarımın yanına geçtim. Karargaha dönmemiz gerekiyordu. Lakin kadın beni köyde tutup torunum hasta deyince dayanamamıştım. '' Sonun da, hadi Güzce işimiz var'' Eylüle gözlerimi devirirken o ise Sılayı koluna takıp bize eşlik eden askeri araca bindi. Duygu ise gülerek yanıma geldi. '' Bakma onlara, askerleri görmek için kuduruyorlar, flörtöz bir ekibin var Güzce hanım'' Gülerek araca bindik. Artık karargaha geçiyorduk. Günün yorgunluğu beni geriyordu. Onun topraklarındaydım, onun ayak bastığı son nefesini verdiği.. Acıtmıyordu artık, ağabeyim en başından beri şehit olmak istediğini söylüyordu zaten. Ama arkasında bir yıkıntı bırakmıştı, hayatta olsa ne de kızardı bize.. '' Yorgun görünüyorsun'' '' Öyle Duygu, götüm yatak görmeyeli oldu baya. Araziye uzun oldu çıkmayalı. Oda sınır içinde, sınır dışı yakındır.'' Güldü, uzun beline kadar uzanan simsiyah saçlarını topladı. '' Haklısın, paslanmışız. Mardin de ki 2 seneden sonra Siirt bizi yoracak gibi'' '' Güzce, indiğimiz de ev mi baksak?'' Duygu ile dikkatimizi Eylüle verdik. '' Aslında iyi olabilir ama, bizim için karargahta oda ayırmışlar diye duyduk'' Sıla Duygunun baş sallaması ile onaylanınca telefonumu çıkarıp gruba girdim. Karargaha yarım saat uzaklıkta ki bir lojmanda daire ayırmışlardı bize. '' İki iki daire verilmiş, daha doğrusu lojman'' '' Eve gerek yok o halde''- Sıla '' Bence bir süre sonra biz büyük bir eve geçsek kafi bize. Küçücük odalar da ömür mü geçer? Belli, buradayız bir kaç sene''-Eylül. '' Eylül haklı Güzce, sanırım daha büyük ev şart bize'' Kafamı salladım Duyguya. Biz dört kız bir ekiptik, hiç ayrılmamıştık. Grupta ki muhtarın numarasına daire aradığımızın bilgisini vermiş, kendimi artık yola adamıştım. Ona gidiyordum, heyecanlıydım. '' Doktor hanım, geldik'' Kıdemli tabip bendim, benden sonra yardımcı tabip Duygu, kızlar da asistan tabipti. Bir buçuk bilemedim iki saatin ardından dağın başına, püri dikkat bir koruma içinde ki binanın girişine geldik. Bizi getiren askeri aracın şoförü nöbet başında ki askerlere selam verip bizi geçirdi. Ben arkalarından kızlar heyecanla önden ilerlerken üzerimde ki beyaz önlüğün hayali tozlarını aldım, kafamı gökyüzüne çevirdim. '' Geldim, bak bana ağabey. İzindeyim. Güzel olmuşum değil mi?'' Fısıltı şeklinde ki konuşmam bittiğin de ağabeyimin ruhuna bir fatiha okuyup karargahın kapısının eşiğinden geçtim, ona selam vererek. '' Hoş geldiniz doktor hanım, Ercüment ben. Ecza odasının başındayım. Ben eşlik edeceğim albayın odasına kadar. Sizi bekliyor zaten.'' '' Merhaba Ercüment. Güzce ben.'' Kızlar da sırası ile kendilerini tanıtmışlardı. Ercüment, kısa boylu, tatlı bir çocuktu. Gençti belli, karargah temiz gözüküyordu. Mahlep renginde ki karargahın içi de tertemizdi. Girişte ki bir kaç masada oturan askerlerin kafaları bize çevrildiğin de Eylül ve Sıla nın kikir kikir gülmesi Duygu ile bizi güldürmüştü. '' Hoş geldiniz'' Uzun koridorun başında ki ahşap kapı açıldı, içinden kır saçlı ellilerinde üzerinde ki formalı bir adam karşıladı bizi. '' Merhaba'' Uzattığı ellerini sımsıkı tuttum, gururla bana bakıyor beni tanıyormuş gibi bir hava büründürüyordu ortama. Elimiz de ki uzun el sıkışmasına bakarken Duygu boğazını temizledi. '' Hoş geldiniz sizde'' dedi adam elimi bırakarak. '' Bahadır Tezcan'' Kendini tanıtırken isminin tanıdıklığı dikkatimi çekti. Bahadır.. '' Güzelim Bahadır komutandan kaptım izni, Kasım sonu sizleyim!'' '' Akın Çetinözün aynı kendisine benzeyen bir kız kardeşi olduğunu tahmin edemedim.'' Şaşkındım, yani tamam ağabeyimi bilen elbet olurdu ama şimdi böyle yıllar sonra duymak, gözlerimi doldurmuştu. '' Siz ağabeyimi tanıyorsunuz?'' Gülümsedi, yüzünde yılların birikintisi vardı. '' Benim askerimdi. Komutanıydım'' Gülümsedim, işte şimdi gururla izleyebilirdi beni. '' Memnun oldum albayım, Güzce Çetinöz, Akın Çetinözün kız kardeşi'' '' Kıdemli Üsteğmenim Akın Çetinöz'' dedi gülerek. Güldük, şimdi sarılıp yılların birikintisini bu adamdan almak istiyordum. '' Kızlar daha fazla beklemesin, sizi misafir edelim bu gece burada. İzinli kadın personellerimizin odasını hazırladık. Yarın erkenden lojmanda olursunuz'' Gün Siirtte çabucak batmıştı zaten. Kızlarında aç olduğuna emindim. '' Aslında yemek- '' Hazır, yemekhanede on dakika sonra yenecek. Ercüment size eşlik etsin odaya. Biz daha çok görüşeceğiz seninle Güzce'' Kafamı sallayıp gülümsedim. Ercüment bizi odalara götürürken karargahın arkasında ki ağaçlık alanlar görünüyordu. '' Bir temiz hava alsam iyi olur'' Teyzemi aramak için kızlardan ayrılıp arka bahçeye geçtim. Kısık sesli bir müzik vardı lakin nereden geldiğini bilmiyordum. Ağacın köşesine sırtımı dayarken telefonu kulağıma dayadım. '' Kuzum'' '' Hanzade hazretleri'' '' Kurban olsun sana Hanzade, geçtin mi kuzum?'' '' Evet, merak etme iyiyim. Karargahdayım'' '' Şükür, uyuyabilirim. Hadi evladım görüşürüz yine. Güzce, teyzem bir tabur adamın içindesin bir tane bulamazsan bu yıl da artık evde kalmış diyeceğim'' Güldük ikimizde. Teyzem benim hep kalabalık bir aileye gelin gitmemi isterdi, kimsesizdim çünkü. '' Kuşum artık uyu tansiyon ilaçlarını da unutma!'' '' Tamam tamam, hınzır! Eşek kadar oldun!'' '' Teyze!'' dedim bıkkınca. '' Tamam be! Aman anam seninle de dedikodu edilmiyor, hele hele!'' '' İyi gecelerin olsun güzelliğim'' '' İyi geceler teyzesinin balı'' Telefonu cebime atarken ayaklandım. Ayağımın dibinde bir şey oynayınca ufak bir şıngırtı hissettim. Küçücük, gri yavru bir kedinin boynunda ki tasması, miyavlaması doldu kulaklarıma. '' Sen ne güzelsin'' Kediye eğildiğim de bir anda kaçtı, ona doğru adımlarım hızlandığın da kedinin peşinde koştukça müzik sesi yükseliyordu. '' Dursana yav!'' Gittikçe artan insan sesleri de yakınlaşıyordu. Kafamı çevirdiğim de binanın görmediğim kısmına geçmiştim. Ufak çıkıntıda oturan askerlerin arasına daldığım da ben selam vermek için elimi kaldırdığım da bastığım ufak tümsek beni afallatırken dengem bozulmuş, bir el tarafından sertçe çekilmiştim. Dizlerimin üzerine düşmeyi beklerken yumuşak, ama kemikli bir kucağa düşmüştüm. Ellerim beni üzerine çeken adamın iki yanına toprağa dayandı, nefes nefeseydim. Ayaz havanın rüzgarı içimize dolarken kaldırdık kafaları. Tesadüfe inanır mısınız? Çünkü ben inanmam. Tesadüf, kaderin kısaca açıklayıcı adıydı bana göre. Bana göre aşkta kaderdi. Alnına yazılan çoktan hükmünü verirken insan sadece gününü beklerdi. Ben de beklemiştim. Bir Kasımdı yabancıyla dilek feneri uçurduğumuz da. Şimdi yine bir Kasım gecesinin ayazındaydık yabancıyla. Bu tanıdık harelere baktığım da arkamda ki telefondan çalan orta ses düzeyinde ki türkünün nakaratı bağlandı aramıza. 'Düştük kara sevdaya, Gönül güzel yarası var.'
🍂 Alpaslan ve Firuzeden sonra sıra Yüzbaşı Gökalp ve Askeri Tabip Güzce de:) Yorumlarınızı eksik etmeyin, şimdiden belirtmek isterim ki kitap ta vahşet, ağır cinsellik, şiddet, küfür ve yobazlık içerir:) Okurlarımın dikkatine.
|
0% |