@yaziyoruzbacimm
|
KASIMDA AŞK BAŞKADIR 4. BÖLÜM/ 🍂 NEYSE Kİ YARINLAR VAR, UMUTLARIN EN SEVDİĞİ GÜN🍂 Kasım bana adını koyamadığm hisler, tuhaf bağlantılar getiriyordu. Çünkü şu an, ben çırılçıplak sadece bir bornoz parçası ile kapıya yaslı, Gökalpin ise dibimde olmasını ha birde kapı detayı, kapının ardında ki yabancının varlığını kimse açıklayamazdı. '' Komutanım, evde yok mu ya, e bana gel dedi Alla alla'' '' Rıza! Komutan yok mu la?'' '' Açmıyor ama, arasak mı?'' Karaları şaşkınlıktan açılmış gözlerime değdiğin de derince yutkunduk. '' Ne yapıyoruz şu an?'' dedim fısıltı halinde, salon olduğunu tahmin ettiğim yerden zil sesi yükseldiğin de gözlerini kapayıp sıkı bir küfür savurdu dudaklarından. Hayır hayır, böylesine kaslı çıplak üst vücudu ve taze duş kokusu, damlanan su tanecikleri ve bir de serserice küfür! Siktir! '' Eee çalıyor, evde!'' '' La bi dur belki işiyordur adam!'' '' İşemesi çabuk sürmez normalde ama, bilmiyor musunuz oğlum adam arazi de en hızlı tuvaletini yapan adamdı!'' Gülmemek için elimi dudaklarıma götürürken Gökalpin kavruk teni boğazına kadar kızamıştı. Damarları genişlemiş kısık seste küfrediyordu.Artık birinin durumu değiştirmesi gerekiyordu. Onu omuzlarından iterken kısa bir an, saçlarım burnuna sürtünmüş, o ise solumuştu. Bakışları gerdanıma, saçlarıma kaysa da toparladı, hoş şu an kısacık götümü bile zor kapatan bir bornozla karşısında olmam saçmaydı. Sanki tam karşı dairemde olması saçma değilmiş gibi! '' Gel benimle'' Bileğimi kavradı koca avucu, sıcaktı teni. Beni, temiz çarşaf kokulu odaya soktu. '' Bir şekilde çıkaracağım önce bu dangalakları alayım bekle'' '' Hayır beni seni alan sensin! Ne alaka ya?'' Eli burun kemerine giderken bana bakmamak için savaş veriyordu. '' Güzce! Kısacık bornozla kapının önüne çıkmıştın üstelik onlar seni görecekti! Ne yapsaydım bir tabur erkeğin arasın da bornozla daha mı okeydi?'' Ha sen görebilirsin, ha seninle okey?! Çaptırma konuyu Güzce, götten uydurma. En azından biri gördü, dördü birden değil! İç sesimde ki saçmalığa son verip oturdum köşeye, o ise dolaptan çıkardığı siyah kısa kollusunu giyine giyine çıktı odadan. Hayır benim niye kalbim dört nala koşuyordu anasını satayım! Adamın kasları, falan filan normaldir! AYNEN! Kapı açıldığın da gelen seslerden arınarak odayı inceledim. Klasik, hatta neredeyse basit bir odaydı. '' Lan manyak mısınız amına koyayım! Ne tuvaleti, arsızlar!'' '' Yav komutanım açmayınca, ne bilek! Siz demediniz mi tavuk pilav yaptım gelin diye!'' Karnım mı gurulda mıştı? '' Bok ye Naim! Komutan kızdı görmüyor musun! Açmasan olmazdı şu bok muhabbetini!'' Gökalpin ' ya havle' dediğini duysam da görüşüme lacivert düz desenli yatağına çevirdim. Mis gibi kokuyordu, erkek gibi kokmuyordu en azından. Hıhı, erkekler kokardı, öğ yani! Yağlı kafa kokarlardı! Oda baştan sona bir genç kız odasını andırıyordu ki gerçekten de güzeldi. Yatağın iki yanında minik komodinleri, sağındakinin üstünde beyaz minimalist bir oda lambası, solundakinin üzerinde yuvarlak biçimli yarısına kadar ağzı kapalı dolu suyu vardı. Yatağın sağında iki kapılı büyük dolabı, solunda ise boy aynası, aynanın yanında ki boş rafta iki sıra dolu kitap, altında ki rafta ise üç tane beyaz çerçeveli resim vardı. Kitaplar genelde rus ve türk edebiyatı klasiklerindeydi. Hatta Vadide ki Zambak, ve Eylül kitabının içinde bir sürü renki yapışkanlar fışkrııyordu. Yataktan usulca kalkıp çerçeveyi elime aldım. Gökalpin üstünde ki tam takır üniforması yanında orta yaşlar da gözü yaşlı kır saçlı bir kadın, onun yanın da suratında ki gururu yansıtan genç hamile bir kadın vardı. Hemen yanlarında ise yine genç hamile kadının belini sarmış bir adam vardı. Diğer bir resim de ise Gökalpin ameliyathane kıyafetleri ile, kucağında minik bir yenidoğan vardı. Diğer bir resimde ise, yine orta yaşlarında kır saçlı bir adamla kocaman gülümsemeleri vardı. Kapının bir anda açılması ile gözlerimiz birleşti. O elimde ki fotoğrafa bakarken ben indirdim. '' Kusura bakma, öyle sıkıntıdan baktım'' '' Sorun değil, giyinsen iyi olur, sanırım gönderemeyeceğim. Hepsi aç gelmiş, tahmin edemedim kusura bakma, burada olduğunu bilyorlar'' Resmi bırakırken üzerimi işaret ettim. '' Bir tişört versen?'' '' Tişört mü sadece? Onca erkek var Güzce bir tiş- '' Gökalp! Konuşma ve bana giyecek bir şeyler ayarla artık!'' Kafasını iki yana sallarken dolabından çıkardığı füme, kalın kazağını, altına ise dar bir eşofman altı verdi. '' Sağ üçüncü çekmece, temiz iç çamaşırı, kullanılmamış. Kız kardeşim için hazırda duruyorlar kullanabilirsin ki lütfen kullan Güzce'' Kız kardeş ibaresini vermişti, içimde ki anlamsız sırıtan iç sesimi pas geçerek çekmeceye yöneldim. Üçüncü çekmeceden siyah bir iç çamaşırı, bir de bir beden küçük olsa da idare edecek bir sütyen giyip nemli saçlarımı ördüm ve nasıl bir açıklama yapma gereğine bürünmem konusunda kendimle savaş verirken çıktım dışarı.. 🍂 Hiç bir şey beklediğim gibi gitmemişti, aksi halde soru sormadılar, beni gördüklerine memnunlardı, hatta Naim önünde ki koca tavuklu pilavdan bir tabakta bana koyarken ' oo doktor hoşgelmişsen yav'' demiş, ne ara yanlarına oturmuştum bilmiyordum. Gökalpde tam karşıma geçtiğin de bana bakıyordu ve hepsinin suratlarında aynı şeyler vardı. Tamamlanmışlık. Ağabeyimle benzerliğimizden di bu, hepsi mutluydu. Hatta biz bir ara gülüş dozlarını kaçırmış, üst kattan oklava ile uyarı bile almıştık! Gecenin dördüne gelen saatle Gökalp beni uğurlamış, elimde bornozum Duygunun açtığı kapıyla evime geçmiştim. Olayı fazla irdelemedi, feci uykuluydu çünkü. Çöp çıkardım söylemime ki doğruydu, inandı ve arkasını dönüp salon koltuğuna yattı. Ben ise saçlarımın kurumasından ötürü kendimi yatağıma attım. Aklım evde, gönlüm sanki Gökalpin evindeydi. Ağabeyimin arkadaşları ile konuşmak, eski komik anıları dinlemek boynumun borcuydu sanki, keyifliydim. Bir sağ bir sol dönüşüm kendini ne ara uykuya bıraktı, ben kaç saat uyudum bilmiyordum ama bir çığlık sesi duyduğumda aralandı yorgun harelerim. Ev sessizdi, tek ses Sılanın Eylülün adını zikrederek dışarı koşmasıydı. Kendimi hızla yataktan atmış, yüzümü bile yıkamadan dağılan saçlarımla, üzerimde Gökalpin kıyafetleri dışarı fırladım. İki ev ötede ki kapının önünde hırsla bağıran Eylül, Eylülün yanında onu sakinleştirmeye çalışan Rıza vardı. Duygu önde Sıla arkada beni gördüğün de koştu yanımıza. '' Güzce! Ay şok oldum ya! Biri Eylülü itmiş, kızcağız düşmüş ya'' '' Ne itmesi kim?'' '' Doktor hanım sizde sakin olun lütfen, toplayın kızları ilgileneceğim diyorum!'' Kapının önünde ki iri yarı adamın varlığını görür görmez Eylül bir adım geriledi. '' Manyak mısın lan sen aşufte! Ne dikildin lan kapıma! Bas geri!'' '' Saadettin kaşınma, komutanım evde, duyup gelirse siker belanı! Uslu dur dedik sana piç!'' '' Basın gidin lan doğrarım sizi!'' Ellerim belimde kan beynime sıçramışken şuh bir kahkaha attım. Herkes bana döndü '' Ne diyorsun lan sen dümbül! Sen nasıl itersin benim kardeşimi?!'' '' Ha bir aşufte kaçıkta burada!' Kaşlarımı alayla kaldırdığım da bir kaç adımda karşısına dikildim. '' Ne diyorsun lan sen it! Gücün bu kıza mı yetiyor?!'' Elini Eylüle kaldıracağı sırada bacaklarının arasına geçirdiğim bir tekme de acı için de kıvranırken Rıza telefonuna sarılmıştı. '' Kahpe!'' Sanırım bu sefer okkalı bir yumruk yiyecek gibi dikildiğim de kalkan eli arkamda ki varlığını hissettiren Gökalp yakaladı havada. '' Sakın! Sakın sikerim senin belanı!'' Adam gözlerini arkamda ki gözlere kitlediğin de bir adım gerilese de öfke saçıyordu gözleri, ne pis adamdı? Gökalp beni kolumdan kavrayıp bir adım uzaklaştırdı. '' Rıza, götür kızları!'' '' Bak komutan! Sizi kabul ettik bu mahalleye, bokunu- '' O boku sana yediririm! Sen mi kabul ettin lan ibne? Kimsin sen lan? Ha söylesene ibne! Gücün anca kadına mı yetiyor?!'' Rızanın kolumda ki sert tutuşu, Eylülün hıçkırıkları ile binaya geçtik. Duyduğum son ses etin ete çarpma sesiydi. Biz binaya geçtiğimiz de hepimiz bizim eve geçmiştik. '' Markete gidiyordum, Rıza da oradaydı sohbet ede ede geldik, bir anda çarptı bana, özür de dilemedi, Rıza olma sa yaralanabilirdim. Birden küfür edince bende sırtına yumruğu çaktım, Rıza tuttu, beni dövüyordu, itti beni düştüm!'' '' Sakin ol Allah aşkına! Hıçkırıp durma da gidip kalan aklını da ben almayayım!'' Rızanın çıkışı ile kızlarla sözsüz bir bakışma geçti aramızda, Sıla sırıttığını belli etmemek için çalan kapıyı açtı. Gökalp alında ki damarları yine fazlası ile belli ederek gelmiş, öfke saçıyordu ortalığa. '' O orospu çocuğu ile bir daha muhattap olmayacaksınız! Özellikle sen Güzce!'' Bana sallanan parmak ile şuh bir kahkaha patlattım. '' Kiminle muhattap olup olmayacağımı sana soracak değilim indir o elini!'' Kaşları havalandı ama aksine sırıttı,sinir bozucu bir sakinlikle kafasını iki yana sallayıp Rızaya bir baş hareketi yaptı, ikisi de daireden çıktıkların da kızlarla sessiz bir tuhaflıkta kalmıştık. '' Biraz ağır gibi oldu sanki ama, adam halbuki bizi kurtar- '' Onun kurtarımına mı kaldık Sıla? Biz kendimizi kurtaramıyor muyuz? Adama bak parmak sallıyor birde!'' Sinirlenerek odama çekildiğim de kızlara biraz da olsa haklılık payı veriyordum lakin Gökalpin hayatımın orta yerine yıldırım gibi düşüp böylesine etki bıraktığı için de gariptim ya da şaşkındım ne dersek diyelim.. Kendimi yorgunca yatağa attığım da saat kavramımı çoktan yitirmiştim. Bir ara arkadaşlarımla konuşmuş bir ara da Handaze teyzemi aramıştım. '' Tontoşum üzme kendini, o hep öyleydi bilmez misin sen. Ketum dengesiz ve saygısız!'' Giydiğim pembe, yumuş yumuş kalın pijamamın dizlerime kadar aynı tonlar da hello kityli çizgili çoraplarımın örttüğü ayaklarımı dolaba doğru uzatmış, kafamı da yumuşak yastığa dayamış öylece ayaklarımı havada sallandırıyordum. '' Öyle deme yine de, ne yapayım kuzum içerledim. Aylini büyütemedim, çünkü o annenin eseriydi. Büyüdü koca kız oldu kendi hayatını kurdu ama bu benim mi suçumdu? O geldi de ben mi kapıları kapadım. Ay görsen Güzcem, ' benim senin gibi teyzem hiç olmadı. Sen işine gelene iyi davranıp evini açtın, ben ise gurbet eller de tek başıma hayatımı idame ettirdim. Şimdi tebrik etme beni kızım oldu diye. Ben kızımı ailesiz büyütmeyeceğim!' diyerek kapadı telefonu suratıma.'' Yanaklarımı nefesle doldurup şişirdim, bu sırada çalan zil evi yankılattı. '' Hanzadem, kraliçem benim. Taktığın şeye bak. Aylin destursuz manyağın teki ve onu araman bile hata. Annemler vefat ettiğin de ona yüklü miktar da para bıraktılar. Madem aile aile diye dolanacak, ağabeyimin vefatından sonra neden kayıplara karışmış onu sorgulasın! Niye beni bir kere bile aramıyor? Asıl ailesiz varsa o da bendim! Sen olmasan bana kapını açmasan büyütmeseydin ne olurdu halim?'' '' Ay deme deme ağlatma beni kara kuzum. Güzcem kurban olurum teyzem sana! Gurur duyuyorum bal peteğim seninle!'' '' Senin eserin minnoşum. Beni yanına aldığın da o kolunda ki dedemden yadigarları satıp okuttun sen beni! Unutur muyum? O salak başka ne dedi?'' '' Ağzından laf alamadım, kızı olduğunu, bölümünde yükseldiğini duymuştum zaten ama sanırım kocasından boşanıyor. Biliyorsun Leyla halan Amerika da, ona yakın olmasa da dedikoduları çıkmış işte. Kocası onu Amerikan bir kadınla aldatmış. Boşanma davaları sürüyor ama doğum erken olmuş'' Aldatılmak.. Ablama öfke ve kin doluydum ki onu görmek dahi istemiyordum. Sadece, bir ara oğlunu görebilmiştim. Leyla teyzem onu ziyarete gittiği vakit atmıştı çaktırmadan. Ağabeyime o kadar benziyordu ki, oturup bir saat boyunca ağlamıştım. Kızını ise hiç görmemiştim. Hoş yeğenlerimle bir sıkıntım olamazdı, onlar daha bebekti. Ama ablamla, ne ölümüz ölümüze, ne dirimiz dirimize durumundaydık.. Kapım tıklatıldığın da ' gel ' ibaresini yerleştirdim dudaklarıma. '' Hanzadem- Kapının açılışı ile kafam kapıya döndüğünde o tanıdık, yoğun hareleri görmeyi beklemiyordum. Aksisi mümkün değildi çünkü Gökalp ile karşılaşmalarımız hep böyle absürt oluyordu. Önce bacaklarıma, sonra boydan boya çorabımdan pijamama kadar inceledi, en sonda da bakışlarımız birbirine değdiğinde gülmemek için zor tutuyordu kendini. '' Güzce? Annem bir şey mi oldu?'' '' Teyzem, ben seni sonra arayayım mı bir arkadaş geldi de'' '' Tamam kuzum aksatma yemeklerini ara yine özleştik'' Kolları bağdaş kurmuş kapı pervazına yaslanmıştı. Doğrudan diktiği gözleriyle bana bakıyordu. '' Tamam aşkom öpüyorum seni. Kendine dikkat et ilaçlarını aksatma Allaha emanetsin'' Telefonu kapatınca hala aynı pozisyondaydım hızla toparlandım ayaklandım. '' Böldüm ama kusura bakma'', '' Yoo, şey yani estağfurullah. Bir şey mi oldu?'' '' Görev emri çıktı, sabaha karşı sınırda helikopter bizleri bekleyecek. İki tim, üçte sınır tim ile birlikte arazide olacağız. Haber vermek için geleyim dedim. Henüz emir komutasında numaran yoktur diye düşündüm.'' Giydiği siyah kazağının altında ki kaslar ben buradayım der gibi göz kırpıyordu ve siktir! Güzce adam sana görev diyor hey yavrum sen ne alaka! '' Teşekkür ederim ya zahmet oldu sana da'' '' Karşı komşunsun Güzce, erimedim gelirken'' Trip atacağın düşünsem de atmadı, hatta aksine keyfi yerindeydi. '' Kızlar evde herhalde, kapıyı açtıklarına göre evde evet'' Saçmala Güzce aferim! '' Yani, peki madem ben- '' Çay içer miyiz?'' Öğlen katil civciv gibi öttüğüm adama, şimdi çay teklifi ediyordum ki bir de üstümde ki hello kityli takımla. Ne var, üşüyoruz. İncecik belli kızlar gibi titreye titreye crop mu giyek?! '' Hazırlan o zaman. Yani hazırlanın. At binmeye gideceğiz bizim timle. Çay demlenmiştir çiftlikte'' Perdeyi ucundan kaldırdığım da karşımızda ki kocaman ağacın yaprakları gövdesinden kuvvetli bir şekilde sallanıyordu. '' Bu hava da?'' '' İki haftayı aşar arazi, en azından biz dönemeyiz erken vakitte. Beklenilenin aksine gelişti, at binmeden gitmiyoruz göreve.'' Bir çeşit şans falanmıydı? Aman canım, bana ne ki! '' Şans mı getiriyor?'' Tabii sana ne salak kız! Döndük bakıyorum Güzce hanım! Hani ağırdan satıyorduk? Dudaklarını diliyle nemlendirdiğin de gözüm istemsiz oraya kaydı, toparlanıp boğazımı temizleyerek yerde ki pazar tezgahını aratmayan bavuluma yöneldim. '' Evet, yani en azından eğlenceli aktivite. Bir de şans getrdiği oluyor'' Hem ne ağırı be ne satması! '' Hmm, iyi peki madem ısrar ettin geliriz'' Beli bellirsiz sırıtışını izledim. Çokta ısrar etmemişti be Güzce. '' Kapıdayım'' Önce benim kapımın, ardından dış kapının kapanma sesi geldiğin de dolabımdan kalın deri içi yünlü ceketimi çıkarmıştım çoktan. Bu sefer kapım Sıla tarafından hiddetle açıldığın da çoktan gri kabanına sarılmış, saçlarını savuruyordu. '' Hazırlan hadi duydun komutanımı!'' Ona gözlerimi devirirken timle ne ara samimi olduklarını sormayı aklımın ucuna not ederek önce içime beyaz uzun kollu bodyimi, üstüne gri polarlı hırkamı, üstüne de ceketimi geçirip altıma siyah ince içlik taytımı ve son olarak da kot pantolonumu giyerek kendimi bir balonmuş hissiyle salona attım. Yuh anasını satayım! Sanırsınız düğün salonuna gidiyorlar! Her biri özenle hazırlanmıştı ve benim sokak serserisi tarzım tek kalmış gibi hissediyordum ki ta ki can arkadaşım Duygu, giydiği kalın polar pembe eşofman takımı ve beyaz montunu giymiş çıkana kadar! Heyt be aslanım! '' Bitirim ikililer! Düğüne gitmiyoruz!'' Sıla omuz silkerek glosunu sürmeye devam ederken Eylül saçlarını jilet gibi fönlemiş, ince eyelinerin son kuyruğunu yapıyordu. '' Yürü kader ortağım bir biziz yoldaş!'' Koluna girip kızları arkamız da bırakarak anahtarı almalarını da ikaz ederek çıktık evden. Duygu botlarını ayağına geçirirken ben de lacivert spor ayakkabılarımı geçirdim. İçime doluşan düz saçlarımı kapişonun dışına çıkararak elimle bir kısmını kulak arkası yaptım, o sırada da arkadan hareketlenme ile kızlar çıkmış hepimiz aşağıya doluşmuştuk. Mahalleye girerken gördüğümüz kadarı ile çiftlik yakındı. Gökalp duvar dibine dayanmış Rızanın elinde ki sigarasını dudakları arasına yerleştirdiğin de hafif eğdi kafasını, eliyle rüzgarı kapatarak serserice yaktığı turuncu alevin ucuna fitilledi sigarayı. Dudakları içe gömülürken kemikli çenesi kasıldı, ince bir duman süzüldü kasvetli havaya. Ayaz vardı ve parmak uçlarımı donduruyordu. O sanki günlük güneşlik bir havadaymış gibi titremiyor, rahat hareket ediyordu. Oysa ben büzüşmüş nevresim takımı gibiydim! Öyle ki boynum kapşona gömülmekten yok olacak gibiydi. Deri ceketinin iç cebine çakmağı atarken Rızanın görüş alanına girdiğimiz de gülerek sırtını duvardan ayırdı. Gökalp deri ince bir ceket, altına haki sweat ve siyah bir kot giymişti. Rıza ise dizlerine kadar gelen kaşe kabanını giymişti. '' Hoşgeldiniz. Eylül, daha iyi misin?'' Eylülün kızaran yanaklarına Sıla kıkırdarken Duygu gözlerini devirerek döndü arkasını. '' Hadi donduk yahu, yolda konuşur sunuz!'' Rıza hafif bir tebessüm ederken Gökalpin gözleri gözlerimdeydi. '' Gidelim mi?'' Yanıma kadar gelmiş, sigarasını benden uzağa üflemeyi de ihmal etmeyerek hafif bir tempo ile yürümüştük. '' Telefonda konuştuğun Hanzade teyze miydi?'' Kafamı taşlı yoldan şaşkınca kaldırıp kömür karası siyahlıklarına baktım. Gece de daha çok parlıyordu sanki göz bebekleri. '' Tanıyor musun?'' Yok artık, teyzoşumuzu da tanıyor Güzce! '' Evet, Yani Akının bir kaç kere görüntülüsünde denk gelip sohbet etmiştik. Sağ olsun her aradığında da sormuştu ama Akının vefatından sonra hiç görmedim'' E yuh Güzce! Adam ailenin içine hakim sen nasıl görmezsin! Kör tavuk! Sen sus! Kafamı ağır ağır sallarken şaşkınlığımı yutmuştum. '' Evet, onunla konuşuyordum ve maalesef selamın iletmedi. Çünkü bilmiyor seninle denk geldiğimi ve bilir se daha da güvenli hissedecek beni burada. En iyisi aradığım da söylemek'' '' Rütben ne Rıza?'' Eylül ile Rıza önden konuşa konuşa ilerlerken Gökalp kafasını ayaz havaya çevirdi. Belirgin adem elmasından yutkunduğunu anlamıştım. '' Kıdemli teğmenim ben.'' '' Yaaa! Ne güzel'' Aptal kız, bu kadar flörtöz olduğunu belli etmese bari! '' Şu kız, samimi mi sözlerin de? Rıza saf çocuktur üzülür'' Pardon ama roller değişmedi mi, normalde benim demem gerekirdi lakin hayır Güzce bu kadar flörtöz bir şahısla arkadaşsın her şey beklenir. '' Flörtöz bir kız. Lakin tabii ki samimi ve üzeceğini sanmam. Hem bir erkek ve bir kadının tatlı konuşması aşk mıdır hemen bu ibareyi yerleştirdin?'' Kaçamak bakışlarını yakalasam da benim gözlerim önümde ki düz yoldaydı. '' Rıza saftır, arkadaşlıkla aşkı karıştırır! Uyarmak istedim olayı kendine çekme bence'' Ona göz devirerek geldiğimiz çiftliğin önünde durduk hepimiz. Atlar birer ikişer çitin içindeydi. '' Oooo yüzbaşım, hoşgeldin'' Elli belki de kırklarında olan kır saçlı bir adam Gökalpe elini uzattığın da Gökalp saygılı bir şekilde elini sıktı. '' Hoş buldum Barbaros ağabey. Valla özledik ya. Uzun zaman oldu gelmeyeli.'' '' Ya ya öyle'' Adam deri eldivenlerini çıkarırken gözü bize çarptığın da bir baş selamı verdi, selamını aldık. '' Hanımlar kim?'' '' Askeri tabip olurlar kendileri. Güzce, Akının kız kardeşi'' Adamın parlayan gözleri dolduğun da ağabeyimin etrafta ne kadar da sevildiğini yavaş yavaş fark ediyordum. '' Güzce, Barbaros ben. Buranın seyisi. Onur duydum tanışmaktan'' Bizzat uzattığı eli sıktım, gülümsedim. '' Bende onur duydum Barbaros ağabey'' Gökalp ağabey diyorsa ki Gökalpin yaşını bilmesem de benim de ağabey diyesim gelmişti, samimiyet kurmak onun da hoşuna gitmiş olacak ki gülümsedi. '' Gelin kardeşim, üşütmeyin kapıda ateş yaktık. Seninkiler de burada, erken demlendiler'' Gökalp geçmemiz için işaret verince önden kızlarla ilerledik. Tezek kokusu hafifti ama çiftlik tertemizdi. Betondan yürüyüp çiftliğin solunda kalan odaya geçtiğimiz de, odanın ısısı kapıdan belliydi. Oda sıcacıktı ve genişti. Bir tenekenin içinde ki gazete, odun ve bir kaç kömür parçası harlı yanarken önünde dikilen iki adam da ellerini ısıtmakla meşguldu ki bizi görünce ayaklandılar. '' Aaa doktor hanım yav! Siz de mi gelmişsiniz?'' Naim sıcacık ellerini bana uzatırken arkasında kalan Rıfat açıkta ki ensesine bir fiske vurdu. '' Ellerin kömürlü lan it! Git yıka öyle uzat!'' Elini tuttum ve sıkı sıkı sıktım. '' Sorun değil. Bizde geldik evet yeriniz var mı?'' Naim mahçupça ellerini ceketine silkelerken buyur ettiler bizi. Kızlarla kısa bir selamlaşma sonu çöktük taburelere. Koca semaverde demledikleri çayları karton bardaklara boca ederek ellerimize tutuşdurduklarında minnettar ca gülümsedik. '' Siz napıyorsunuz?''-Sıla '' Oturmuşuz kendimize, çay bacım'' -Naim Sıla Naimin şivesine gülerken Rıfat doğrudan Sılaya bakıyordu, gülüşüne daha doğrusu. Duygu ise şimdi den ortamdan kendin soyutlamış telefonuna dalmıştı. Belki de nişanlısını özlüyordu. Hoş o dangalağın nesini özlüyordu bilmiyorduk ama! Duygu anne ve babasız büyümüş, sonra da devletin sunduğu imkanlar ile tabip olmuştu. Üniversiteden de bulduğu bir gençle nişanlanmıştı. Yusuf, hiç bir zaman Duyguyu hak etmeyen zengin piçin tekiydi ama, işte gel de bunu ona anlat. '' Sizler de mi teğmensiniz?''-Eylül. '' Yok bacım. Sadece Rıza komutanım kıdemli teğmen. Bizler kıdemli çavuşlarız''-Naim Eylül bulmuştu o çok istediği teğmenini, üstelik gözleri bile parlıyordu. Sıla gülerek Naimin dizine vurdu. '' Boşver o aldı cevabını gerisi onu paklamaz!'' Naim anlamamış bakışlarla bakarken Rıfatın bakışları hala yanımda oturan Sıladaydı. Sıla ise iki dirhem bir çekirdek etrafıı süzüyordu. Gökalpin bakışları arada bana değse de çoğunlukla aramız da kalan tenekeden fışkıran alevlerin üstündeydi. Turuncu alevler, bebeksi tenini ortaya sererken, bu adamın gece vakti de bir ışığın altında da sabah seher yelinde de ne kadar yakışıklı olduğunu bir kez daha kavramıştım. Turuncu alevlerden aldığı siyahlıkları bana değdiğin de karnımda toplaşan kelebekler bütünleri kanatlarını açmış, dudaklarında beliren belirsiz tebessümle kanatlarını çırptıkça yüreğimden karnıma sıcak bir sıvı yayılıyordu. Siktir! Öyle güzel gülünür mü! '' Sabah görev var he! Paslandık vallahi''-Rıza Rızanın açtığı sohbet gecenin demine karışmış, biz üçüncü bardaklarımızı devirmiştik. Ara da bize sohbete katılan Barbaros ağabey çoğunlukla elinde ki nalları törpülüyordu. '' Güzce, gel kardeşim sana Akının atını göstereyim'' Ağabeyimin atı mı vardı? Hoş niye şaşırıyorsam, biz binicilik dersleri aldığımız da ben daha küçük o ise büyük kocaman delikanlıydı. Heyecanla kalkarken Gökalp bileğimi yavaşca kavradı. '' Güzce dikkat et, Asi ismi gibi Asi gerçekten de, beni bile zor bindiriyor. Aman diyeyim gece gece sakatlık çıkarma başımıza'' Ona gözlerimi devirmekten başka cevap vermezken hepsi birden dinen ateşle ayaklanıp sahaya geçtiler. Çitlerle kaplı kumlu saha da üç farklı renkler de at dururken Barbaros ağabey kapısının üzerinde ki çiçeklerle büzülü sürgüyü açıp simsiyah, upuzun örgülü saçlarıyla bir at çıkardı. O kadar güzeldi ki, Allahım yarattığına aşık olmuştum resmen! '' Çok güzel'' '' Asi, Akının atı. Buraya geldiğin de, ilk bu mahalleye adımını attığın da gördü bu atı, sevebilir miyim dedi ağabey, sevdirdim ve Asi de çok sevdi onu. Akının vefatından sonra bir ay toparlanamadı, hissetti herhalde. Hasta oldu derken bir daha da kendine el sürdürtmed. Ara ara Gökalp dokunuyor falan ama yok Asi yine ismini konuşturuyor'' Uzanıp sevmek için elimi uzattığım da önce huysuzca geri çekti kendini. Onun da Gökalp gibi simsiyah gözleri vardı, boncuk gibiydi. Kalbinin atışını görebiliyordum ve bu iç gıdıklatıcı bir durumdu. Dolan harelerimle ona baktığım da o sanki bir şey olmuş gibi döndü gözlerime ya da ben hayal gördüm. Onu sevmeme izin verdiğinde sert, uzun yelesini ve örüklerini sevdim. Arkamda hissettiğim bedenin kokusu burnuma dolduğun da omuzumu tuttu kısa süreli. '' Dikkat et, bri anda tepiyor'' '' Gökalp, bu at çok güzel'' Nefesin işittim saçlarımın arasında. Gülüyordu, bu denli yakındı ki hissettim onu. '' Biliyorum ve ağabeyin de onu ilk gördüğünde aynı cümleyi kurdu.'' Dudaklarım büyük bir memnuniyetle kıvrıldığın da gelen bir deli cesareti ile bir adım attım. Gökalp kaşlarını çatsa da ben hızla önümde ki tökeze ayağımı yerleştirdim. '' Güzce bindirmez bir sakatlık çıkarma!'' Dinlemedim, kulaklarım uğulduyordu sanki. Bir çırpıda çıktığım da Asi o kadar huysuzlandı ki, bir an dengemi sağlayamamış olsam da çabucak toparladım. Gökalp atın yanına yaklaşmak istediğinde tiz sesi bir adım geriletti onu. Gökalpi dokundurtmuyordu bize. Asinin saçlarını sevmeye başladığım da aramızda ki o hissettiğim bağ yüreğimi sıcaklatmıştı. Ağabey, görüyorsun değil mi? Özlemişsindir Asini ama merak etme, bu serseri kız bana emanet! Asinin sakinleşmesi ile yavaş adımları bir oldu. İplerinden onu kavradığım da hafif bir fiske vurmuş, onun temposunu hızlandırmıştım. Gökalp çitllerden atlamış, seyirci alanındaydı diğerleri ile birlikte. Barbaros ağabeyinin yaşları beni daha da cesaretlendirmiş fiskeyi hızlandırmıştım. Yüzüme esen soğuk rüzgar, saçlarımı dağıtışı, gecenin üzerime gölge gibi düşüşü umurumda bile değildi. Asi hızlanmış, son sürat çitleri turluyordu. Kalçam özgürce havalandığın da Asi de hızını alıyordu. Dİğer atlar da yerlerindeydi. Bir biz vardık onunla kumların üzerinde. Kalçam hafif tempo ile inip kalktıkça belim öne doğru eğiliyor, elimde ki iplerin hakimiyetini kuruyordum. '' Hadi kızım hadi!'' Bakışlarım seyirci alanına koştuğunda kızların beni kameraya aldığını, Gökalpin ise bir adım önde, elleri çitlerin üzerinde suratında ki o beğeni, gurur dolu ifade ile beni izlediğine şahitlik ettim. Bakışlarımız serin havanın rüzgarının saçlarımı arsızca dolandırmasına eşlik ediyor, gecenin gecesi karası bana umudu vaad ediyordu. Yarının yaşanacak eşsizlikleri beraberinde getireceği inancım, gözlerim ise ondaydı. Kasım bana Gökalpi getirmişti, Kasım bana yıllar önce uçurduğum dilek fenerinin bir ucunda ki yabancıyı, şimdi kırk yıllık ahbap havasında Gökalpi getirmişti. Ve emindim ki,- bir kez daha yükseldim Asinin hızıyla, Gökalpin keskin hayran bakışları bakışlarıma çarptı- Kasım bana daha güzellerini getirecekti... 🍂 Aman aman Gökalp Yüzbaşım! Kalplerimizi ufaktan çalıyorsunuz!
|
0% |