Yeni Üyelik
3.
Bölüm

DAĞILIP PARÇALANAN NE VARSA

@yesilkutuphane61

Bahçeye indim. Temiz bir hava vardı. Sabah güneşiyle açık yeşile dönüyordu yapraklar. Güzel günlerim geçmişti bu avluda. Oyunlarım, kavgalarım taze anılarımdı. Sedire oturdum. Ne çabuk büyümüştüm. Oyunların tadını çıkartmanın sırası yeğenlerimdeydi artık. Bir de nasip olursa benim ufaklık da koşturacaktı buralarda. Annesinin büyüdüğü bahçede atardı belki ilk adımlarını. Bir anlığına kederimi unutunca güzel bir hayalin sıcaklığı sardı içimi.

Yere bırakılan ayakkabı sesini duyduğumda sıyrıldım düşüncelerimden. Başımı çevirip baktım, babam dışarıya çıkıyordu. Saçlarına ak düşeli çok olmuş babamla karşılaşma zamanımız gelmişti nihayet. Ayağa kalktım hızla, beni fark etmesi için yanına doğru adımladım. Çevrede bizden başka kimse yoktu. Evin en erken uyananları hep biz olurduk zaten. Rastlaşırsak ufak tefek sohbetler ederdik. Olmadı ben çay demlerken ona lokmalık şeyler verirdim yemesi için.

"Baba." Neşeli günaydınlar uğramadı sesime. Başını kaldırmasa tanır mıydı acaba kızını? Abartıyordu içim, bu adamın sağlam bir hafızası vardı. Beni görünce duraksadı bir an. Dünden geldiğimi biliyordu oysa. Biraz daha yaklaşıp elini öptüm. Geç oldu ama sarılmak için kollarını açtı. Gülümseyip sokuldum kocaman cüssesine. Hiçbir kırgınlık, küçük selamlaşmamızı engelleyemezdi. Sıkıca sarıldı, sırtımı sıvazladı.

"Hoş geldin." Geriye çekildim neşeden uzak sesiyle. Ne yapacağımızı bilemedik bir an. Oturmak için sedire yöneldik. Ayakta konuşulmayacak kadar ağır mevzularımız vardı bizim. "Eyüp'ten haber almak için mi geldin?" dedi oturunca. Direkt söze girince ben de evirip çevirmeden onayladım onu. Hafif çıkmış sakallarını sıvazladı. Hep düzgün kestiği bıyığı yüzüne ciddiyet katıyordu. "Yoksa gelmezdin zaten." Onları terk edip gitmişim gibi konuştu. Oysa bebeğim olacağını öğrendiğimde, niyetime koymuştum Bolu'ya gelmeyi.

"Gelecektim" dedim.

"Bir dahaki bayramda mı?"

"Herhangi bir vakitte gelseydim ziyaretinize..." Kabul eder miydin demedim ama anladı maksadımı. Başını salladı derin bir nefes verip. Yine sarılırdı bana, öyle sanıyorum. Fakat bazı konularda hazır hissetmeyen bendim. Kararımın arkasında durmak isterken çekince tohumları serpilmişti yüreğime. Eyüp’le varmak isterdim bu kapıya, onu mesafeler olmadan kabul etmelerini dilerdim. "Neyse, bunları konuşmayalım. Eyüp kayıp."

"Ve en son benim yanımda görüldü." Ellerini önündeki masaya koyup başını bana yaklaştırdı. "Ben diyeceğimi dedim polislere. Sana da söyleyeyim; kimseye bir şey yapmadım. O akşam konuştuk, sonrasıyla bir alakam yok. Sakın hakkımda kötü bir zanna kapılma." Net ve otoriterdi. Babamın yalan söylediğine şahit olmamıştım. Başı dik doğruyu söylüyordu yine.

"Biliyorum ona zarar vermediğini" diye mırıldandım. Bakışlarım kucağımdaydı. "Seninle görüştüğünü bilmiyordum. Söylemedi bana. Ne konuştuğunuzu da bilmiyorum. Sormak zorundaydım baba. Seni suçlamak için gelmedim, öğrenmek için geldim."

"Konuşmak istediğini söyledi. Bolu'nun çıkışında buluştuk. Özel bir mevzu konuştuk sonra ayırdık yollarımızı. Hepsi bu kadar. Gerisi, nereye gideceği ona kalmış." Eyüp benden habersiz babamla ne konuşmuştu ki?

"Ne anlattı?" dedim merakla.

"Orası bizim aramızda" diye kestirip attı.

"Baba, Eyüp kayıp! Son görüldüğünde sana söylemiş olduğu bir kelime bile çok önemli. Belki geç olmadan buluruz onu." Yalvarır gibi çıkmıştı sesim. Daha ne kadar geç olabilirdi ki?

"Polisin bulamadığını biz mi bulacağız Nehar?" Kaşlarını çatıp ayağa kalktı. Bulurduk belki, peşini bırakamazdık bu işin. "Hem... Koskoca adam. Kaybolduğu ne malum?" Önce memur, sonra babam anlaşmış gibi aynı şeyi söyleyince bu ihtimal biraz daha yer etti içimde. Ben de yerimden kalkıp geçtim karşısına.

"Kendi rızasıyla mı gitti diyorsun? Eyüp öyle birisi değil. İşteyken bile arardı beni. Bunca zaman... Başında bir sıkıntı olmasa arardı baba!"

"Ne çok güvenmişsin bu adama! Tut ki bıraktı seni." Yeni bir inkâra hazırlanırken gözlerim doldu yine.

"Konuştuğunuzda böyle mi söyledi sana? Yoksa damadını istememekte haklı olduğunu mu kanıtlamaya çalışıyorsun?" Öfkeyle ağzımdan çıkan ağır bir ithamdı. Babamın da sinirlendiğini fark ettiğimde geç kalmıştım. Eyüp'ü hiç ama hiç istememişti. Yaşam tarzımızdan maddi durumumuza kadar farklıydık onunla. Ben bir orta yol bulacağıma inansam da babam ümitli değildi. Aralarında bir güven tesis edilmemişti. Eyüp'ün yokluğu tüm bu cümlelerin kapısını aralıyordu işte.

"Sakın! Sakın kendi kararlarının sonuçları için başkalarını suçlama!" İşaret parmağını sallaya sallaya konuşunca bir adım geriledim. Yuttum içimde kaçıp giden, dağılıp parçalanan ne varsa. Terk edilmek miydi benim kararımın sonucu? Terk edilmiş olsaydım eğer, tek kelime etmezdim kimseye. Bunca ısrarım olmazdı benim. Hâlâ bir kayıp aradığımı düşünüyordum. Eyüp kayıptı.

***

Yengemin bitmek bilmeyen soruları eşliğinde kahvaltımızı ettik. Abimin kızı Melisa çok huzursuzdu. Önüne konan yemekten tut, renkli oyuncaklara kadar burun kıvırıyordu. Çoğunlukla ağlıyordu. Abim ve Mercan yaş sendromu olduğunu söyleyip büyüklerden anlayış bekliyorlardı sadece. Kerim büyürken böyle aşamalardan geçmemişti. Uslu bir çocuktu, huzursuzlanmazdı. Annem, babasına çekmiş derdi. Melisa'nın kime çektiğini bilmezmiş gibi omuz silkerdi.

Babam ve amcam kahvaltıdan sonra hemen çıktı. Abim de kendi dükkânına gitti. Evde kadınlar kaldı dedem de camiye yol alınca. Herkesin normal davranışları bir sel gibi beni içine çektiğinde kendimi mutfakta buldum. Kahvaltıdan arta kalan bulaşıkları yıkadım. Mercan üstünden yük almışım gibi teşekkür edip ne yemek yapsak diye sordu. Taze fasulye severdi Eyüp. Bahar baş başa kalacağımız anı bekliyordu. Yengem bizim kattaydı, soruları bitmemişti. Melisa annesinin eteğini çekiştiriyordu. Ve ben şaşkın bir sessizliğin içinde bu evin kargaşasında kayboluyordum.

Nihayet elimden kayıp düşen ve kırılan bir bardak beni kendime getirdi. Telaşla mutfağa koşan annem bende bir zarar var mı yok mu diye kontrol ederken Mercan bir bakıp kenara çekildi. "Ne yapıyoruz biz?" diyebildim çatık kaşlarımla.

"Tamam, sana bir şey olmadı ya." Annem beni kenara çekti, ayağımda terlik de yoktu. Mutfak dolabının kenarındaki havluyu alıp ellerimi kurulamaya çalıştı.

"Anne ne yapıyoruz biz!" Sesim biraz yükselince bunun bir soru olmadığını anladı. Gözlerini yüzümde gezdirdi suskunca. İnsan, kedisi kaybolsa her taşın altına bakardı. Bu evin bir ferdi, ölmüş bile olabilirdi. Nedendi bu umursamazlık? Üstelik herkeste, beni beyhude çabaların içinde çırpınmakla itham eden bakışlar vardı. Ne diye burada duruyordum ki ben? Eyüp’ü kabul etmiyorlar diye kendime sıkıntı edip sadece iki bayram uğradığım evdeydim. Şimdi evlendiğim adam kayıptı ve kimsenin ağzından tek kelime söz çıkmıyordu. Nasıl bir çelişkinin içindeyim?

Mutfaktan çıktım bir hışımla. Annem arkamdan seslendi ama durmadım, duramadım. Merdivenleri koşar adım indim. Ani hareketlerden kaçınmam gerektiği aklımın ucundan bile geçmedi. Kaçtım, sakladım. Bahçeye çıkınca meyvesi fark etmeksizin bir ağaç kestirdim gözüme. Gidip altına oturdum. Sırtımı da başımı da dayadım. "Vefasız değilim Eyüp. Yalnız... Bulamıyorum seni işte." İstediğim zaman ailemi ziyaret etmemi söylerdi. Sensiz gitmeyeceğim derdim. “Neredeysen çık gel. Kendimi yalancı zannedeceğim.”

"Abla." Bahar'ın sesini duyunca toparladım kendimi. Gelip yanıma oturdu. "İyi misin abla? Aniden koşmaya başladın. Gören de evde hiç bardak kırılmamış zannedecek. Yengem neler kırıyor bir bilsen." Beni güldürmek için şakayla karışık konuşuyordu ama faydasızdı. O da biliyordu meselenin bardak olmadığını. Doğruldum yerimden, yüzüne baktım tüm ciddiyetimle.

"Babamın Eyüp abinle ne konuştuğunu biliyor musun Bahar? Eğer bir şey biliyorsan bana anlat ablacım." Ellerini tutup yalvardım ona. Zaman, daraldıkça boğazımı sıkıyordu sanki. Üzgünce başını salladı.

"Bilmiyorum abla, bilsem söylemez miyim sana? Ben de çok merak ediyorum Eyüp abimi. Koskoca adam nereye gider aklım almıyor. Ona kötülük yapacak kimse de yokmuş." Omuzlarım salıverdi kendini. Kapattım gözlerimi. Bahar'ın ellerini yüzümde hissettim. "Abla, yıpratma kendini bu kadar. İyi görünmüyorsun."

"Değilim ki zaten." Kız kardeşim yanıma yaklaşıp eliyle yönlendirerek başımı omzuna yasladı. Sırtımı sıvazladı. Kabullenmeyi, yaşamıma devam etmeyi bir seçenek olarak bile görmüyorken, gidebileceğim herkesin kapısına gidip elim boş dönüyordum. Şimdi de bir ağacın altında, kız kardeşimin omzunda ağlıyordum. Kalbim dua halindeydi. Bana inat güzel çalışıyordu.

***

Elimde evirip çevirdiğim telefondan başımı kaldırdığımda, yengem manidar bir gülüşle karşımdaki koltuğa yerleşti. Bir biz vardık salonda. Dilediği her şeyi konuşacak ya da soracak demekti. Derin bir nefes verdim. Buraya gelirken bunları göze almıştım zaten.

"Haber mi bekliyorsun hâlâ?" Elimdeki telefonu işaret etti bakışlarıyla. Onca çağrının, mesajın görülmesini bekliyordum, evet. "Benden sana tavsiye. Daha fazla bekleme." Tavsiye istemiyordum. Hem bu bir tavsiye bile değildi. İnsanlar sessizliği yakalayınca, kendine konuşma hakkı veriliyor sanıyordu. "Bu adam sağ olsaydı çıkardı bir yerden." Aynı şeyi farklı birinden yeniden duyuyor da olsam kalbim acıyordu yine. Eyüp, hakkında böyle rahat konuşulacak biri değildi hem. "Ya da aldı başını gitti. Hiç mi görmedik evini terk eden bir adam. Annesi yok, aile nedir bilmez. Dayanamadı senin düzenine belki..."

"Yenge!" Eyüp öyle güzel aile olmuştu ki bana, bu cümlelerin devam etmesine izin versem haksızlık ederdim. Annesi yoktu belki ama hassas kalbinin yanında merhameti vardı. "Eyüp'ü tanımıyorsun sen!" Ben oturduğum yerde pozisyon değiştirirken o beni seyrediyordu. İstediği olmuştu işte, sinirlenmiştim ve bir şekilde durmazsam ona karşılık vermeye devam edecektim.

"Sen de tanımamışsın ki Nehar. Her yerde kameralar var, insanlar adım başı kayıt altında ve polis üç haftadır bir muhasebeciyi bulamadı öyle mi?"

"Neyi ima ediyorsun?" Beni kızdırmak için mi yapıyordu yoksa bir şey mi biliyordu? Yerimden kalkıp yanına gittim. Ben acı ve korkuyla kör olmuşken bu insanlar durmadan aynı şeyden söz ediyordu. Hepsinin amacı beni ezmek, kararımın yanlış olduğunu ispat etmek olamazdı ya. Bir kelime için, kalp soğukluğumu unutup yengeme odaklandım. "Bir şey biliyorsan yenge, anlat bana." Ondan bir şey istenmesine bayılıyordu. Gururlu bir gülümseme peyda oldu dudaklarında. Yerinde salınıp omuzlarını dikleştirdi. Ah Eyüp, bir terk edişse bu hikâyedeki rolün, beni bu duruma düşürüşünü asla unutmam bilesin.

"Yani ben söyleyeyim, sen de..." Ben dikkatle onu dinlerken, durup bakışlarını arkama çevirdi. Merdiveni çıkmış olan babam, büyük ahşap kat kapısının yanında çatık kaşlarla bizi seyrediyordu. "Kendini üzme kızım, dua et. Hoş geldiniz abi." Beni kısaca geçiştirip, bir şey olmamış gibi babama selam verişini hayretle izledim. "Neyse geç oldu, ben de çıkayım artık." Yanımdan geçip gidecekken durdurdum onu.

"Bir şey söylüyordun yenge. Devam et, anlat bana!" Babamdan çekindiğini biliyordum ama umurumda değildi. Başlamışken bitirmeliydi konuşmasını.

"Ne söylüyordun Ayfer?" Babam öyle bir sormuştu ki sorusunu, değil yengemden, bu gece kimseden ses çıkmazdı artık. Ben bile çekindim merakımı gidermek için çabalamaya. Daha sakin ve babamın olmadığı bir günde konuşsak, aile selameti için iyi olacaktı. Aksi halde Nehar yüzünden huzurumuz kaçtı diye söylenip duracaktı yengem. Amcam aksi bir adama dönüşecekti, babaannemle dedem sezecekti kavgaları, annem bunalacaktı… Hepsinden önemlisi Eyüp hakkında bir şeyler bilme ihtimali olan insanlar benden uzaklaşacaktı.

"Ne diyeceğim abi? Baksana perişan etmiş kendini. Toparlansın diyordum." Hızlıca merdivenlere yöneldi ve gözden kayboldu. Yalnız anımı kolladığı kadar kollayacaktım artık yengemi. Babam her zaman susturamazdı ya insanları.

"Fazla yüz göz olmayın birbirinizle." Yan bir bakış atıp banyoya geçti. Yengemle yüz göz olmayı, bulduğu her fırsatta bizi ezmeye çalışırken bırakmıştım zaten. Aklında ne varsa konuşan, huzursuzluk çıkartmak için hazırda bekleyen biriydi. Kendi çocuklarının üstünlüğünü her fırsatta vurgulardı. Amcam babamla birlikte her şeyden habersiz çalışırken karısının zehri çoğu zaman etkilerdi bizi. Babam iyi analiz edebilen bir adamdı. Emindim ki yengemden haberi vardı. Evde olduğu sürece sağlam otoritesiyle bizi korurdu. Ne yazık ki hep evde değildi.

Abim güler yüzle içeriye girdi sonra. Saçlarında ve kıyafetinde boya damlacıkları vardı. Nalbur dükkânı işletirdi ama malzemelerin içinde kaybolmaya bayılırdı. Kollarını açtı kocaman. Yanına gidip sarıldığımda yoğun gelen tiner kokusu midemde o korkunç etkiyi yaptı yine. Yutkunup geriye çekildim ama acilen lavaboya gitmem gerekiyordu.

"İyi misin Nehar?" Aniden değişen ifadem abimi endişelendirmişti. Kolunu omzuma koyunca elinden de koku geldi bu sefer. Hep böyle mi kokuyordu bu adam? Banyoya baktım, babam hâlâ içerdeydi. Yemek borumda fena bir yangın nüksediyordu. Gözlerimi kapatıp avuçlarımı ağzıma bastırdım. Anlıma biriken soğuk terleri düşünmemeye çalıştım. "Nehar, kardeşim bak bana... Cevap ver." Veremezdim, ayakta bile zor duruyordum. İki büklüm halde başımı salladım.

Nihayet banyonun kapısı açıldı. Babam elindeki havluyla ıslak kollarını silerken, müsaade istemeden yanından geçip içeriye girdim ve kapıyı sertçe kapattım. Kendimi tutamasam ve rezil olsam daha iyi olmayacaktı durum. Boya kokusu belimi büktü, kendi evimi ellerimle boyamamışım gibi. Mecaz değildi, hakikaten ellerimin kovaya girip çıktığı olmuştu. Muzırlık yapmanın yaşı yoktu ki. Abimin sesini duyuyordum kapının önünden. Endişeyle içeriye girmeyi teklif ediyordu.

"İyi... İyiyim" dedim kendimi zorlayarak. Esasında midemi mahveden kokular kadar kötüydüm. Yüzümü yıkamak yerine kolumu lavabonun kenarına dayadım, alnımı da üstüne yasladım.

***

"Servis arızalandı, gecikeceğim muhtemelen."

"Tüh, yorgun argın bir de servis bekleyeceksin."

"Bence de tüh! Yemekler soğur şimdi."

"Isıtırım onları, o kolay."

"Yine de sen beni bekleme, yemeğini ye."

"Çok acıkana kadar bekleyeceğim, nasipliysen yetişir benimle yersin."

"İnşallah öyleyimdir."

Loading...
0%