@yesilkutuphane61
|
Ders bitiminde ablaların tatlı sohbetlerini dinliyordum. Sıcaktı içerisi, yanaklarımız kızarmıştı. Bu gün dersi okumuş olan abla, bir diğerinin yanına oturdu. Birkaç haftadır görüşemediklerini söyledi ve sebebini sordu. Dünya işleri, hastalıklar, misafirler ve altından kalkamadığı meşguliyetlerden cevap aldı. Düşünceli bir halde başını salladı. "Üstadımız bu şikâyetlerle hizmeti aksatan bir ağabeye neler söylemiş, aklımda kaldığı kadarıyla ben sana anlatayım." Benimle konuşmuyordu ama heyecanla yerimde kıpırdandım. Burada kimse kendinden bir şey anlatmıyordu. Şahsi menfaatler susmuştu. Yanlışlar ve doğrular kişilere göre değişkenlik gösterir türden değildi. "Sen bunların neden olduğunu biliyor musun? Bunlar hep hizmeti aksattığın için sana musallat olan arızalardır. Eğer hizmete başlamadan düzelteyim dersen daha da berbat olur. Ancak hizmete başlarsan düzelir. Bu şekilde ikaz etmiş abiyi." "Öyle de kardeşim..." dedi diğeri. Üstadın sözünün üstüne söz söyleyemeyeceğinden şeytanını susturmaya çalıştı. Parmaklarıyla oynayıp başını eğdi. "Ayet okuyalım kardeşim. Allah muhakkak doğruyu söyleyendir. Ahiret yurdu için çalışın, dünyadan da nasibinizi unutmayın. Öne ahiret hayatı alınmış. Kim ahireti öne, dünyayı arkaya bırakırsa Allah bütün işlerini derler, toplar önüne koyar. Bak bu da hadistir. Ayet gibi, önceliği ahirete bırakmış. Kim de dünyayı öne, ahireti arkaya bırakırsa Allah bütün işlerini darmadağın eder bir türlü toplayamaz." "Allah razı olsun kardeşim. Aldım ben dersimi." Gülüşüp ayaklandılar. Konuşmalarını dinlemeye dalmışken, ablanın benim yanıma geleceğini hiç tahmin etmemiştim. "Hoş geldin kardeşim. İyi ki de geldin. Yoktun birkaç derstir?” Kendimi cevaplarını bildiğim bir imtihanda gibi hissettiğimde tebessüm ettim. "Geç olmadan ahireti dünyanın önüne koymaya geldim." Tatlı tatlı güldü. "İyi, maşallah sana. Azami gayret göster, hiç yolunu ayırma buradan. Üstat bize nasıl hitap ediyor, biliyorsun..." Düşünürken olduğu gibi çattım kaşlarımı. Hatırımda kalanları söyledim. "Aziz, Sıddık, Sebatkâr, Gayretli kardeşlerim!" *** Üşüyen ellerimi cebime sokup hızlıca bahçeye girdim. Hastalığı yeni atlatmışken dikkatsiz davranmak istemiyordum. Evin önünden tanımadığım kadınların sesleri geliyordu. Yaklaştıkça, yengemin arkadaşlarını davet ettiğini fark ettim. Hız kesmeden kapının önüne kadar geldiğimde, üstüme dikilen bakışlara karşılık vermenin zamanıydı. "Hoş geldiniz" dedim hepsine. Nezaketen karşılayıp odama çıkacaktım. "Nehar, gelsene. Hanımlar bu Nehar, eltimin kızı. Bahsetmiştim ya size." Elin yedi kat yabancısına benden bahsetmişse yengem, bu kadınlar Allah bilir hakkımda ne düşünür durumdaydılar. "Size keyifli vakitler dilerim. Benim çıkmam lazım." Kısaca sıyrılmaya çalıştım bu samimiyetsiz muhabbetten. Ben olmasam, anlatılanlar daha zevkli olurdu değil mi? İçimdeki şeytan kıpır kıpırdı, hissettiriyordu bana kendini. Diyordu ki; Nehar şu masayı dağıt, yüzlerine karşı utanmaları gerektiklerini haykır. Nefesimi tuttum. Bu kapıya gelen kimse kovulmamıştı. Ben de kovmayacaktım. Odama çıkmak ve sakin kalmak en iyisiydi. Fakat müsaade edecek gibi değillerdi. "Kocası giden değil mi bu?" "O işte, baksana yüzüne perişan olmuş." "Allah bilir niye gitti?" "Başka biri mi varmış?" “Ana baba sözü dinlemeden, burnunun dikine gitmiş bu kız da.” Hâlâ yanlarındaydım, pervasız konuşmalarını işitebiliyordum. Soru sormuyorlardı, bile isteye canımı yakıyorlardı. Hışımla başımı çevirdim onlardan tarafa. Bir saat önce kalbi sükûnet bulmuş Nehar bedenimi terk etmek üzereyken, içimde bir şeyler koluna yapışmıştı. Dursun diye uğraşıyordu, kalsın da gitmesin. Boş sandalyeyi sertçe çekip oturdum. Dikti omuzlarım, yengemin istediği sinirlenmem ve kargaşa çıkartmamdı. Ona rağmen vakur durdum. "Hanımlar" dedim sertçe. "Gıybet neden haram bilir misiniz?" Aniden değişen ifadeleriyle birbirlerine baktılar. Yerlerinde kıpırdanmaya başlamaları, rahatsız olduklarına delildi. Günah diyeceklerdi belki. Evet, gıybet günah ama neden? Neden bilsek bu kadar rahat aşmayız cehennem sınırlarını. En büyük problemimiz bilmemek. "Ayette gıybet etmeyi, ölü kardeşinin etini yemeye benzetiyor. Sanki diyor ki; hiç vicdanınız yok mu böyle çirkin bir işi yaparsınız? Sevmek yeri olan kalbiniz bozulmuş mu ki böyle bir işi seversiniz? Toplumlar bir arada yaşarken, hayatı zehirleyen bir ameli işlersiniz? İnsaniyetinize ne olmuş ki böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?" Okuduğum yerden aklımda kalanı anlatırken son cümleyi de alıntı yapmayı ihmal etmediğimde biraz daha sakindim. Kaşları çatık, misalden sonra yüzünü buruşturan kadınlar benden başka her yana baktılar. Gıybet ederken kaçmayan keyiflerini hakikat kaçırdı. "Vaaz vermeye mi geldin Nehar?" dedi yengem sertçe. "Hayır, sorularınız vardı. Ne söylesem kendinizce yorumlayacağınız cevaplardansa üstüne tek kelime edemeyeceğiniz hakikatlerden söz etmek istedim." "İyi hoş da" dedi bir kadın "biz gıybet etmiyoruz ki. Olan bir şeyi konuşuyoruz." "Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Sözlerinizin doğru olması bir şeyi değiştirmez." Sanırım ben değişiyordum. Aksi halde canımı yakan mevzuları dillerine yalan yanlış dolayanlara karşı bu kadar sakin kalamazdım. Sanki üstadın elimizde nur var, topuz yok dediği yerdeydim. Nur ürkütmez, korkutmaz. "Söyledikleriniz yalansa zaten iftira olur. Ki o daha fazla günahtır." Vicdan insanın hislerine ışık veren, aklı bile sinesine alan bir latifeydi benim için. Vicdanı ölmemiş kimse ise kabul ederdi bu hakikatleri. Düşünceli bir halde başlarını salladıklarında derin bir nefes alıp yerimden kalktım. Burada bir işim yoktu artık. *** Zeynep'ten rica edip adresime külliyat göndermesini istedim. İnternetten de alabilirdim ama bu on dört kitap benim için kıymetliyken güvenli bir adresten temin etmek istiyordum. Yüzüme yerleşen tebessümle salona geçtim. Öğrendiğim ve aklımda kalan ne varsa bu günkü derse dair, anneme ve Bahar'a anlattım. Mercan da oradaydı fakat konuşmuyordu bizimle, daha doğrusu benimle. Biz keyifle sohbet ederken, ki yüzlerine bakındıkça onları ne kadar özlediğimi daha çok fark ediyordum, yine yengem geldi. Kapımız diğerleri gibi kapalı olmazdı ama anlaşılan hata ediyorduk. Mercan'ın yanına oturdu içimizden birine çatmaya hazır halde. Mercan da ona güvenerek hata ediyordu. Bu kızı en son gördüğümden bu yana değişmiş özellikleri gün geçtikçe artıyordu nezdimde. "Aşağıdakiler yetmedi şimdi de annene mi vaaz veriyorsun Nehar?" "Ayetlerden konuşmak ne zamandan beri vaaz vermek oldu yenge. Allah, bir topluma girince aranızda beni anın demiyor mu?" "Öyle de" eteğini düzeltip dudaklarını büzüştürdü "bana pek samimi gelmiyorsun açıkçası." "Çünkü sen samimiyetle dinlemiyorsun Ayfer. Şurada oturmuş konuşuyoruz, ne demeye huzurumuzu kaçırıyorsun?" Annemin müdahalesi yerindeydi. Hâlâ kişileri aradan çıkartıp, doğru söze odaklanmayı beceremiyorduk biz. "Aman tamam bir şey demedik. İki gün kitap okudu, hoca kesildi başımıza." Sesi sona doğru kısılırken annemin siniri artıyordu. "Bak yine!" Bahar kolundan tutup sakinleştirdi annemi. Sonra da kalktı yanımızdan ve odasına gitti. Ben de onun odasından çıkmayışını sorgulamayı bıraktım. Huzursuz bir aileden başka ne görüyordu ki bize bakınca? Bu ortamdan kurtulmak istemesi en doğal hakkıydı. Ben de kalkıp gidebilmeyi isterdim ama meselesi benimleydi yengemin. Annemi de sinir krizine sokmaktan çekinmezdi. "Tamam, bir şeyler anlattın da komşuları susturdun diyelim. Kaç kişiye daha kendini savunacaksın? Babanın yanına gidip konuşanları da susturabilecek misin?" Hastalığım yüzünden arada kaynayan mevzu açıldı. Susturamazdım, gücüm kimseye yetmezdi benim. "Senin kız eve gelmiş, kocası terk etmiş diyorlar babana." "Ayfer! İsmet bir güzel paylamış onları." "Niye sürekli yengemi suçluyorsunuz ki anne? Nehar'ı savunacağım diye herkesi karşına alıyorsun. Ama unutma sizi bırakıp giden oydu. Kendi yaptıklarının bedelini ödüyor." Annem Mercan'dan hiç beklemediği bu sözler karşısında açıkça hayal kırıklığına uğramıştı. Ve Mercan durmadı. "Nehar istediği gibi bir hayat yaşıyor. Yaşar tabi annesi babası onu kayırıyor. Ondan başkasını gözünüz görmüyor bu evde." "Mercan" diyebildi annem. Hatalarını örtse de, elinden gelen yardımı yapsa da olmamıştı demek ki. Gelini onu bir anne gibi görmemiş, yaptıklarından hesaba çekmişti. Oysa annemin bana birazcık fazla ilgisi varsa benim artık iki kişi oluşumdandı. Aylardır görüşmeyişimizdendi. Benim yürek yangınımın farkında oluşundandı. Ne Ayfer'e ne de başkasına yem ederdi annem bizi. Bizi diyorum çünkü bunu ailesindeki herkes için yapardı. Ne yazık ki Mercan bunu anlayamamıştı. *** Babaannemin katında babamın kendisi için hazırladığı bir oda vardı. Evraklarını, tespihlerini koyardı. Orada zaman geçirirdi, Kur'an okurdu. Bazen yazılar yazardı ama biz bilmezdik ne hakkında olduklarını. Akşam vakti etrafta göremeyince babamı, bir de o odaya bakmak istedim. Tahmin ettiğim gibi oradaydı. Masasının üstündeki lambadan yayılan sarı ışıkla oturuyordu. Etraf biraz dağınıktı. Sanki kafasını dağıtmak için her işe elini atmış da hiçbirinden fayda görmemişti. Müsaade isteyip içeriye girdim ve tekli koltuğa oturdum. Yaşlanmıştı babam. Yaş almaktan fazlası vardı yüzündeki çizgilerde. Dürüst ışıklar yamacına yaklaşanları da yalandan uzak ediyordu. Gelişime gülümsedi. İlk geldiğimde de böyle gülümseseydi... Ben görmeden sevinmesi yetmiyordu bazen bana. Yine de kucaklaştığımızda içime yayılan sıcaklığa haksızlık etmemeliydim. "Nasılsın kızım?" "İyiyim baba, sen nasılsın?" Öylesine sormadığımı anlasın istedim. Sıkıntısını benimle paylaşsın, ciğerlerinde biriken nefesi salıversin arzu ettim. "Çok şükür Nehar'ım. Çok şükür." "Üzüyorlar seni değil mi baba?" "O da nereden çıktı?" Sanki kederli olduğunu görmüyordum. Aniden dikleştirmişti omuzlarını. Üzülmek de birinin seni üzebilmesi kadar normaldi. Üstelik kudretlerinden yapmazlardı bunu. Sadece tahrip etmek inşa etmekten daha kolay olduğu için başarılı olurlardı. "Kötü şeyler söylüyorlarmış benim hakkımda." Sıkıntıya düştüm bunları dillendirirken. Fakat hiç söylenmemiş sözlerden fazla yakmadılar beni. "Söylesinler, akıllarına ne gelirlerse söylüyorlar. Terbiyesizliklerine ne diye biz üzülüyoruz?" Ah benim babam. Sendeki yalnızca sinir olsa böyle titrer mi sesin? Beni mi teselli ettin kendini mi? Kalktım yanına gittim. Sandalyesinin önüne, dizlerinin dibine, dizlerimin üstüne çöktüm. "Baba, böyle olsun istemezdim. Bu noktaya gelmeyi hiç hayal etmemiştim" dedim. Yakınına gelişimle yutkunduğunu görebildim. Bir şeyin kederi vardı gönlünde. "Laf dinlemiyorsun ama. Ne diyorum? Bizimle alakası yok." Elini başıma koydu. Okşadı ağır ağır. "Ha kızıyorum orası ayrı. Kimse konuşmasın benim çocuklarımı. Ne hadlerine?" "Eyüp'ü de mi?" "Onu da." "Ama konuşacaklar baba. Bazen öyle şeyler söyleyecekler ki..." Doldu gözlerim. Devamını getiremedim. "Hep kavgalı mı olacak yüreğimiz baba? Eyüp gelse tükenir mi kelimeler?" "Şeytanla hep kavgalı olacağız Nehar. Onun yap dediğini yapanlara hep kızacağız. Eyüp gelse..." Benim babamla Eyüp'ün gelme ihtimalini konuşmak, uykuya yattığımda masal dinlemek kadar muhteşemdi. "O gelse de başka şeyler diyecekler. Fakat ne ehemmiyeti var? Sen mutlu olacaksın. Biz mutlu olacağız. İnşallah." "Biri daha mutlu olacak baba." Artık söyleyebilirdim. Bilmek hakkıydı. Yüzümü daha fazla gömdüm dizine. "Kimmiş?" "Torunun." Kısık sesim bir de utangaç çıkmıştı. Babamın başımı okşayan eli sabitlendi ama bir cevap alamadım ondan. Dudaklarımı birbirine bastırdım kalbime dolan heyecanla. Duymamış mıydı acaba? "Yukardakiler... Yoksa... Ne?" Algılamaya çalışırken sesli düşünmesine gülmeden edemedim. Kaldırdım başımı, baktım heyecan parıltısı yerleşen gözlerine. Sonra babam uzun zamandır hiç yapmadığı bir şeyi yapıp coşkulu bir şekilde güldü. Sevinç yağmurları yağdı içime. Denizler kabardı sanki uzaklarda bir yerlerde. Deli rüzgârlar bir arada farklı yönlere eserken kestiler nefesimi. Eyüp'e veremediğim haberi duyanların sevinciyle yetinmeyen kalbimi bile azarlamadım o an. Ben de gülümsedim. *** "Eyüp Eyüp!" "Nehar Nehar!" "Ya dalga geçme benimle. Acelem var. Şu bilgisayarın şifresini hatırlayamadım. Söyler misin hemen bir şeye bakmam lazım." "Tamam, dalga geçmiyorum. Ver bakayım, açayım sana." "Şifre koymasan olmaz mı? Bizden başka kimse yok evde." "İşe götürüyorum, içinde belgeler var. Birinin eline geçse daha mı iyi?" "Hayır, tabi de..." "Bak basit sayılar zaten. Kısa zamanda ezberlersin." "Denemiştim daha önce, unutuveriyorum çok kullanmadığımdan." "Dikkatini de vermediğini ekleyelim." "Evet, o da var. Neyse artık, sabırla ilgileneceksin benimle." "Ben ilgilenirim de yanında olmasam ne yapacaksın?" "Seni bekleyeceğim, ne yapayım başka?" |
0% |