Yeni Üyelik
8.
Bölüm

SORSALAR HALİMİZE; NE İÇİN GELDİN DÜNYAYA?

@yesilkutuphane61

İlaç sonrasında rahat bir kahvaltı ettim. Gıdalı olsa da yiyemediğim şeyler arasında yumurta vardı. Sofranın tavadan en uzak noktasına oturmayı bu sabah da başarabildim. Bunun dışında iştahım yerindeydi. Peynir, zeytin, reçel gibi temel gıdalardan rahatsız değildim. Bir de zamanında saymadan yediğim böreklere çatal uzatmadım hiç. Aşırı yağlı değillerse de mide rahatsızlığına göz kırpan türdelerdi. Artık üstlerine yumurta sürmemek lazımdı. Tabi bunu kimseye söyleyemeyeceğimden, uzun bir süre böreklerden uzak duracaktım. Annemin tabağımı doldurma çabasıyla da mücadele ediyordum aynı zamanda. Zayıfladığımdan yakınıp duruyordu.

Pazar günü erkeklere de tatil olduğundan hep beraber evdeydik. Sakince oturacaklarını sanmıyordum, yerlerinde duramaz başlarına yeni bir iş çıkartırlardı. Elleri yatkındı, özellikle ağabeyim gerekli edevatı bulduğunda ortaya güzel işler çıkartırdı. Tamir ederlerdi, mangal yakarlardı. Hava bozuktu. Çocuklar Kerim'in kapısı açık odasında oynuyordu.

"Bir kahve mi içsek?" Ellerini dizlerinin üstüne koyup ortaya laf atan babamdı.

"Yapayım baba." Anlık bir sessizliğin arasında, kahvaltı bulaşığını makineye doldurmuş Mercan kalkmaya niyetlendi.

"Ben yaparım." Tek kaşı havada baktığında yüzümü ondan çevirip nazikçe gülümsedim. Bu evde pazar günü kahve yapmayalı uzun zaman olmuştu. Mercan bana karşı tavırlarını fazlasıyla değiştirmiş olsa da, evlenmeden önce sürekli ortak iş yapardık. Evlenmiş olmam ve bu eve gelişim bir şey değiştirecek değildi.

"Bahar, yardım et ablana kızım." Annemin ikazıyla, başını telefondan kaldırıp bir an ne konuşulduğunu idrak etmeye çalışır gibi gözlerini kısan ve bize bakınan kardeşime güldüm.

"Aramıza hoş geldin ateşböceği. Haydi, kalk da bana yardım et." Abim kıkırdarken, mutfağa yöneldim. Normalde köşede duran ve son günlerde kullandığımız için ortadaki geniş alana çektiğimiz masayı geçip, tek kapılı vitrinden fincanları çıkarttım. Bahar da gelmiş, sandalyelerden birine kurulmuştu. Avcuna yasladığı yanağı katlanıp, tombik bir ifade katmıştı yüzüne. Bunu ona söylesem, yanlış anlayıp ideal olan kilosunu bile fazla göreceğinden dillendirmedim. "Öyle çok yoruluyorsun ama Bahar!" İmama karşın küçük bir kahkaha attı.

"Biliyor musun abla?" Bir parmağıyla küçük daireler çizdi masanın üstünde. "Çok özlemiştik seni." Tezgâhın önünde, arkam ona dönük kahve kavanozunu elime almışken duraksadım. Ben de özlemiştim ailemi. Bir yerlerde yaşadıklarını biliyor olmak başka, yanlarında olmak başkaydı. Güne onlarla başlayıp, yine onlarla bitirirken bir anda yılda iki kez görüşür olmuştuk. Dillendirmediğim özlemimi en iyi bilen Eyüp'tü. Şimdi ailemin yanındaydım ama Eyüp yoktu. Üstelik ona olan özlemimi kimse bilmiyordu.

"Geldim işte, yanınızdayım." Olabildiğince normal çıkması için zorladım sesimi. Arkam dönükken ve içeridekilere kahve hazırlıyorken gözlerimin dolduğu anlaşılmazdı.

"Geldin ama... Kastettiğim şey başkaydı. Sanki sen eskisi gibi..." Dikkatimi Bahar'a vermişken elimden kayan kaşık lavaboya düştü ve irkilmeme sebep oldu. "Abla, ne oldu?" Kolumda bir el hissedince başımı salladım, önemli değil dercesine.

"Ne olacak? Sakarlığım tuttu işte. Tamam, hallediyorum."

"Bir de sürekli sakarlık yaparmış gibi konuşman yok mu?" Gülüp başını hafifçe geriye attı. "Abim beceriklidir ama sen de en az onun kadar dikkatli ve beceriklisin."

"Kız kardeşimizden onay ve övgü aldığımıza göre... Kahveleri ocağa koyalım o zaman, değil mi?

"Lütfen" dedi bilmiş bir edayla. "Ben orta şekerli rica edeceğim."

"Bahar!"

"Lokum çıkartayım en iyisi ben." Kıkırdayarak dolaba uzandı. O sıra iki küçük misafir yanımıza geldi. Kerim tabiri caizse eteğime yapışırken, Melisa biraz daha geride duruyordu. Günlerdir de uzağımdaydı zaten. Bakıldığı zaman evin diğer fertlerine de aşırı bir yakınlığı yoktu. Ama aramızdaki küçük dargınlık bizi epey uzak etmişti.

"Biz de kahve içecek miyiz?" Kerim'e gülüp saçlarını karıştırdım.

"Çocuklar kahve seviyor muydu? Bilemedim ki..."

"Babamın kahvesini içiyorum ben. Biraz acı oluyor ama dayanabiliyorum. Güçlüyüm ya ben!" İki halasını da güldürmüştü olmayan kaslarını gösterirken.

"Şöyle yapsak da sen acıya dayanmak zorunda kalmasan..." Bir yandan kahveyi karıştırırken, bizi seyreden Melisa'ya da göz ucuyla bakmayı ihmal etmedim. Eğer niyeti yaklaşmak olmasa mutfağa gelmezdi. Geçmişti kızgınlığı belli ki. "Hem kardeşinin de ağzı acımamış olur."

"Ne yapacağız?"

"Süt ısıtalım size, içine de sıcak çikolata koyalım." Ben bu yaşımda bu teklife sevinecekken, çocuklar omuzlarını düşürdü.

"Yok ki." Sevmiyorlar sandığım için düşen yüzüm aniden toparlandı.

"Ben dolapta gördüm ama..." Küçük Melisa, benim aldığımı bilse bir tepki verebilir de içmeyi kabul etmez diye korktuğumdan hep oradaymış gibi davranmak en iyisiydi. Sevinmişlerdi üstelik. İçeriye gitmelerini, onlara odalarında servis edeceğimi söylediğimde Kerim kardeşini beklemeden koşmaya başladı.

"Yavaş, çarpacaksın bir yerlerini!" Bahar'ın uyarısı da havada kaldı. Dönüp kaynamak üzere olan kahveme verdim dikkatimi. Ama bacağımın kenarında küçük bir hareketlilik sezdim yeniden. Melisa içeriye gitmek yerine yanıma gelmişti.

"Bana da yapacak mısın hala?" O böyle mahzun ve çekingen olunca içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Kahveyi Bahar'a teslim edip yeğenimin boy hizasına eğildim. "Tabi yapacağım, yapmaz olur muyum hiç?" Her gün tarayıp topladığı saçları bu gün pazar tatilinden nasibini almış gibi karmaşıktı. Yanağının üstüne gelen bir tutamı yavaşça geriye çektim.

"Bana küstün ya, konuşmasan da çikolata verir misin?" O bana yaklaşmıyor diye benim de onun yanına gitmeyişimi yanlış anlamıştı demek.

"Küsmedim ki ben sana, senin gibi güzel kıza küsülür mü hiç? İstemedin diye gelmedim yanına."

"İstiyorum ben." Başını salladı hızlıca.

"Doğru söyle Melisa; halayı mı istiyorsun çikolatayı mı?"

"Ya Bahar, yapmasana şöyle!" Muzırlığı tutmuştu yine. Uğraşıyordu küçücük çocukla. Elime aldığım küçük elini öpüp gülümseyerek odasına gönderdim Melisa'yı. Büyüklerin dünyasındaki kargaşada yer edinmesi en başından hataydı. Lokumları bir bir ağzına atan kız kardeşimin kolunu hafifçe dürttüm. “Çocuğun ne suçu var da alay ediyorsun?”

"Ah benim hemencecik yumuşayan ablam."

"Çocuk o, yumuşamayıp da ne yapacaksın Bahar? Konuşmamız bile hata!" Elinden cezveyi alıp altını da konuyu da kapattım. Dikkatlice fincanları doldurup içeriye geçtim, Bahar'a çocuklara süt ısıtması için talimat verdiğimden kahvesini biraz soğuk içecekti. Babamdan başlayarak ikram ettim. Ne o bana baktı ne ben ona. Sırasıyla anneme ve abime gittim. Mercan sondan ikinci fincanın sahibiydi. Eğilip ona da sundum.

İnatla ağır davranıyordu. Kucağında varlığını sorguladığım kırlenti, düzgün bir yere koymak ister gibi sağa sola bakındı önce. Abim beklediğimi görünce elinden aldı. Eğik pozisyonumu hızla dikleştirdim. Hem kısacık zamanda belim ağrıyordu hem de ailem için iyi niyetle yaptığım iş suiistimal ediliyordu. Yükseğinde kalan tepsiye uzanmak için kollarını kaldırması gerektiyse de milim oynamadım yerimden. Son fincanı masaya bırakıp yerime oturdum. Bahar da çocuklar için yeterli ısıda olan sütleri hazırlayıp odaya geçtikten sonra aramızdaki yerini aldı.

"E abla, eksik yapmışsın kahveleri."

"Ben içmeyeceğim Bahar, o senin."

"Niye içmiyorsun Nehar'ım?" Abim sesli bir yudum aldığı kahveden sonra gözlerini kapatıp başını salladı. "Çok güzel olmuş vallahi." Haline gülmeden edemedim. Reklam yapar gibiydi, şöyle güzel bir kahveyi insanın canı elbet çekiyordu. Ama her zaman içilmezdi. Hele anne olacaksak...

"Aşk olsun Hamit. Onca zamandır kahve yapıyorum, böyle eline sağlık demedin bana." Mercan babamın ve annemin varlığını umursamadan tavır yapınca abim toparlamaya çalıştı.

"Ben hiç kötü dedim mi senin kahvene? Ama kız kardeşimizin elinden içiyoruz. Onun tadı da başka." Cümleleri ikimizin gönlünü çelmeye yönelikti. Benden yana sorun yoktu da Mercan biraz çektirecek gibiydi.

"Sen de çocuklara yaptığından içseydin ya kızım. Süt varmış içinde, faydalıdır." Meyve, ıhlamur, süt, bal… Anneme kalsa hepsini yedirir içirirdi bana. Süt faydalıydı da midem doluydu. Çikolatanın şekerli kokusu hoşuma gitmiyordu. Konuşup da kendimi anlatamadığım için şanslı sayılırdım esasında. Düşündüklerimi bir söylesem, huysuz diye yargılanmam muhtemeldi.

"Ben çayı fazla içtim anne, yeni bir şey içmeyeyim şimdi." Cevabım karşısında sessiz kaldı. Düşünceli bakan gözlerinden çekiniyordum biraz. Sırlarımı öğrenir zannediyordum. Başını sallayıp bir yudum kahve almadan önce bir iki kelime mırıldandı. Yanında oturan babam da dahil kimse anlamadı söylediğini.

"E akşam yemeğine ne yapıyoruz?" Karnı tok değilmiş gibi hevesle sordu abim. Sorsalar halimize; ne için geldin dünyaya? Yemek der, içmek der. Oturduğum koltuğa daha da gömüldüm. Konu benimle alakalı değildi bundan sonra.

"Yapıyoruz derken? Sen mi yapacaksın abi?"

"Kız güzel yerden yakaladı mevzuyu. Hem senin mangal sözün vardı Hamit? Tam da günündeyiz." Mercan Bahar'la yaptığı iş birliğinden zaferle ayrıldığında, yemek işi de abime kalmıştı.

"İyi madem, Nehar'ım da buradayken aşçı parmaklarımın maharetlerini sergilememesi için bir sebep yok. Değil mi Nehar'ım, yakarız şöyle mis kokulu bir mangal!"

"Ya, evet." Neyden kaçtığımı bilmiyorlarken biraz daha gömüldüm koltuğa. Yakamı çekiştirdim. Şu kokuların güzelliğine karar veren ben olabilseydim keşke. Konusu bile bu kadar çok geçince ilacın etkisini kaybettiğini hisseder gibi oldum.

***

Bir kez daha elimi kokladım azap niyetine. Bir parça zorla yediğim tavuğun, bulaşık deterjanının, şampuanın, hepsinden kurtulayım diye ıslak mendille avuçlarımı silişimin taze kokularını üstünde taşıyordu. Saçlarımı bile taramamıştım henüz. Yüzü buruşmuş, memnuniyetsiz bir cadıya benziyor olmalıydım. Hep aynısını kullandığım şampuanımın kokusu ıslak saçlarımdan burnuma yol bulurken, kendime sinirlenip sertçe geriye ittirdim bir tutamı.

Bu kadar hassas biri değildim ki ben. Kendimle konuşmaktan, sürekli şikâyet etmekten ağrıtıyordum başımı. Koca bir salon teyze konuşsa, eş değerde yorulurdum. Daha sakin olacağım desem de bu sefer başarılı olamıyordum. Ne mideme ne de üstüme yapışan bu hassaslığa engel olabilirdim. Sahi bunları iki ebeveyn olarak üstlenmemiz gerekmiyor muydu? Dirseklerimi dizlerimin üstüne koyup, bakışlarımı duvarlarda gezindirdim. Birçok insandan daha fazla sırtımı yaslamıştım onlara. "Döndüğünde Eyüp, çok çekeceğin var benden." Öyle kolay kolay kurtulamayacaktı elimden. Telafisi mümkün olmayan yalnızlıklarım yüklenecekti omuzlarına.

Kapı tıklatıldığında toparlandım. Saat on biri geçmişti. Çoktan uyumuş olmalıydı herkes. Sonra annem gösterdi başını kapıdan. "Işığı açık görünce bir bakayım dedim, uyumamışsın."

"Yatacaktım birazdan, gelsene." Kapıyı kapatıp yanıma geldi. Üstünde eskilerden kalsa da rengi solmamış kalın beyaz geceliklerinden biri vardı. Başörtüsünü arkadan bağlamıştı. Bu hali hep samimi ve sevimli gelmişti bana. Yine yüzümü gülümsetti.

"Saçlarını kurutmamışsın, hasta olacaksın. Ver bakayım havlunu." Yatağın üstündeki havlumu uzatıp eline verdim. Bana kalsa daha beklerdi bu iş. Neyse ki yaşımız kaç olursa olsun bizi düşünen annelerimiz vardı. Sağ tarafımdan bir tutam alıp omzumun üstüne çekti ve sarsmadan kurutmaya başladı. Kaçtığım şeylerin burnumun dibinde bitmesi şart mıydı? Yüzümü buruşturup başımı çevirdim sol tarafa. Biraz ani hareket etmiş olmalıyım, annem duraksadı. "Ne oldu, acıttım mı?"

"Yok... Yap sen." Midem bulanınca gözlerimi kapatmanın ne gibi bir rahatlatıcı tarafı olduğunu bilmiyordum. Fakat her seferinde yapıyordum. Bir ara önümde hissettiğim hareketlilikle ne olduğuna bakındım. Annem komodinin üstündeki tarağı alıyordu.

"Dön bakayım arkanı." Dediğini yaptım. Böylesi daha rahatlatıcı olmuştu. Tarak acıtmadan saçlarımın arasından akıp gitmeye başladı. Annemin sakin nefes alış verişlerini duyabiliyordum. Sanki yarın sabah okul için uyanacaktım. Bir anda yıllarca geriye gitmiştim. Mümkündü yani zamanda yolculuk. "Akşam bir şey yemedin?" Tabağımı alıp köşe bucak saklansam da beni görmüştü demek. Bir şey demedim. O da kendini tutmayı bıraktı artık. "Ben de hiçbir şey yemek istemezdim, midem almazdı... Hamileyken." O bıraktı da ben duyduğumla nefesimi tutmak zorunda kaldım. Şaşkınlıkla harmanlanmış tedirginliklerim yüzünden birbirine kenetlediğim ellerimi farkında olmadan sıktım.

Yüzümü dönmeyince omzuma koydu elini annem. Belki de en başından beri her şeyi bilen annem. Eyüp'ün yerini de biliyor muydu? Ah Nehar! "Dön bakayım bana." Dediğini yapıp yataktan kalktım ve açımı değiştirip önüne oturdum. Yine de ona bakamıyordum. Bir utanç değildi bunun sebebi. Ben Eyüp'ü bulma telaşesindeyken yoluma kattığım bebeğime bir şey olur korkusuydu. Son günlerde kalbimde bulduğu her boşluğa sızıp uykularımı bölüyordu. Olabildiğince kendime saklamak istiyordum onu. Benden hoşlanmayanların ona zarar veremeyeceği bir yerlerde olsun istiyordum.

"Ben..." Annem saklamak istediğim değil, söylemek için zamana ihtiyaç duyduğum kişilerdendi. Güzel bir günde torun müjdesi almak hakkıydı. Ama ben uygun bir zemin bulamamış gibi hissediyordum. Çenemin havalandırılması ile göz göze geldiğimizde gülümsediğini gördüm.

"Benim kızım anne olacakmış." Titreyen sesi sevincini gizlemiyordu. Ağlamaklı bir sevinç... Yaklaşıp alnımdan öptü. Aldığım ilk tebrikti.

"Anlamışsın" dedim mırıldanarak.

"Anladım tabi ya, rahatsızlandığın gece anladım. Üşütmüşüm, yatayım diyordun ama benim kızım üşütse günlerce yataktan kalkamazdı. Gerçi geldiğin gün de bir başkaydı halin ama yorgunluğuna verdim." Kolumu dürttü şakayla karışık. "Utanmıyor musun anneye yalan söylemeye?" Kıkırdadım bu tepkisine.

"Söyleyecektim." Ama nasıl? Ne zaman? Bence meçhul şeylerdi, anlatması zordu. Anlayışla başını salladı yine de, ondan sakladığıma gücenmemişti.

"Söylerdin elbette. Ama saklayamazdın daha fazla. Uykuların, yeme düzenin, halin tavrın hepsi bir şeye işaretti." Uzaktan beni gören bunları eşini kaybeden bir kadının ağır depresyonuna da yorabilirdi. Fakat annem uzak değildi, dizi dizime değen en yakınımdı. "Hem zamanında löpür löpür yediğin böreklerime el uzatmayışını da görmedim sanma. İnsan uzanır bir tane yerdi. Nehar hanımın tabağını doldurmasak kuş kadar dolduracak midesini." Başını salladı çocuk azarlar gibi.

"Midem almıyor ki ama."

"Müdahale etmeyeyim dedim ama böyle de olmaz ki kızım. İki canlısın sen, dikkat etmen lazım." Doktor gibi konuşmaya başlayacakken onu durdurup ellerini tuttum.

"Sevindin değil mi?" Bir anda yanaklarımı sıktı. Annemin yanında anne değildim ben.

"Sevinmez olur muyum? O nasıl söz? Allah'ım bu günleri de gösterdi ya bana. Sağlıkla kucağımıza alalım inşallah!" Duasına amin dedim. Kızarmış yanaklarımı sıkmayı bıraktı. "Eyüp biliyor muydu?" İlk kez kendi rızasıyla Eyüp'ten bahsedince, gözlerimden pırıltılar geçti.

"Yok, o gittikten sonra öğrendim." Cevap yerine sıkıntılı bir nefes verdi. "Sen merak etmiyor musun ona ne olduğunu anne?" Zira ben kurmaca ihtimaller bitene dek sinema filmlerine bilet dağıtıyordum kafamın içinde.

"Ediyorum" dedi sesinde bir pusla. "Ama elimden sadece dua etmek geliyor. Bir de kızıma ve torunuma iyi bakmam lazım onu biliyorum." Onun sahiplenici tavrına karşı gözlerim dolduğunda başımı önüme eğdim.

"Ben Eyüp'ü çok özledim anne" deyiverdim birden. Ben varım diyene, Eyüp nerede diyordum. Kimse kızmasındı bu ısrarıma. Çok söze gerek yoktu, her akşam evine güler yüzle gelen adam bir anda kaybolmuştu.

"Benim güzel Nehar'ım." Başımı göğsüne yaslayıp beni sıkıca sardı. "Çok dua et yavrum, kul yarasına derman Allah'tandır." Tüm yollar yine O'na çıktığında daha konuşamıyorduk. Tüm diller beyhude yokuşlardan tırmanma çabasına giriyordu. Bana da annemin kolları arasında ağlamak düşüyordu. Rahmetten bir damla vardı ne de olsa bu kadında.

***

"Pazar günü için söz vermiştin Eyüp. Şimdi işim var diyorsun."

"Mesai yazmışlar bana Nehar. Bulduğum ilk fırsatta telafi edeceğim ama inan."

"İnançla ilgili bir sorunum yok fakat kendine bu kadar yüklenmen iyi değil. Senin için istemiştim bu pikniği. Mesaiye kalmasan da eve getirdiğin miktar bize yetiyor zaten."

"Almak istediğimiz şeyler vardı ya..."

"Ertelenebilir, o kadar da zaruri değillerdi üstelik. Keyifli bir piknikten daha değerli değiller."

"Öyle mi yapalım?"

"Öyle yapalım Eyüp."

 

Loading...
0%