Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@yildiz_sena

Bugün yüzüm her günkünden daha da soluk. Soluk kahve, kıvırcık mı düz mü olduğu belli olmayacak derecede kabarık ve cansız saçlarım, onlardan biraz daha parlak kızıla çalan kahve gözlerim ve nursuz yüzüm aynaya her bakışımda bana acı veriyor. Bu nursuz yüzüme bakıp da bana Melek ismini vermeleri çok ironik. Melek gibi beyaz mıyım? Hayır, ölü gibi beyazım. Ama ölü değilim. Nefes alıyor, yemek yiyor, uyuyor, tuvalete gidiyor ve ara sıra gülüyorum.

Soyadım yok. Ya da ben hatırlamıyorum. Hatırlasam bile bulunduğum yerde işe yarayacağını sanmıyorum. Hatırlasam da hatırladıklarımın gerçek olup olmadığına asla emin olamayacağım.

Eski paslı musluktan orantısızca fışkıran suyu avuçlarıma alıp sertçe yüzüme vurdum. Belki bu beni ben yapardı veya aklımı yerine getirirdi. Hayır yapmadı. Bu sadece günlük rutinimin bir parçası.

Birazdan yemekhanedeki o mükemmel kahvaltıya ineceğim. Önce üzerimi giyinmeliyim. Aslında zaten giyiniğim. Hadi ama bu kadar da özensiz olma. Saçlarımı hafif ıslatarak süpürge görünümünden kurtulmak için ellerimle başıma bastırarak onları düzledim. Şimdi gidebilirim.

Burası gerçekten iğrenç. Burdakilerin hepsi deli! Pislikten kararmış lavabo taşlarını daha fazla görmeye dayanamayacağım. Kendimi daha temiz olduğuna inanmak istediğim yatakhaneye attım. On beş kişinin gece boyunca nefes aldığı, nefes verdiği - gerisini söylemek istemiyorum- yatakhane ne kadar temiz olabilirse ve ne kadar güzel kokabilirse öyle.

Ah bu deliler! Yataklarını bile toplamaktan aciz insanlar! Hayır buna da katlanamıyorum artık. Bütün ruhumun arzusu bahçe zamanının gelmesi. O üç saat için bütün ömrümü burada geçirmeye razıyım.

Gözüme hoş gelmeyen kirli beyaz yatak örtülerinin yerlerde gezindiği yatakhaneyi arkamda bırakarak dar, uzun ve kasvetli koridora geçtim. Yemekhaneye gidene kadar yolda yorulanlar otursun diye kenarlara düzülmüş kabak rengi tekli koltuklar gözüme çarpıyor. Hayır o kusmuk kokulu şeylere oturmayacağım. Koridoru geçene kadar yorulmam zaten. Yorulanlar var. Hatta nereye gittiğini unutup oralara oturup hatırlamaya çalışanlar da var.

Ve koridordan daha geniş olmayı başarabilen merdivenler. Ben geldim. Merdivenlerden koşarak aşağı indim ve koyu kahverengi tahta kapıları iki yana açılmış yemekhaneye girdim.

Etrafta koşturanlar, başkasının yemeğini yemeye çalışanlar, ben deli değilim diye bağıranlar… Bir dakika bunu ben de yapıyorum. Ama kendi zihnimde. Bunların hiçbiriyle anlaşamıyorum. Yalnızım. Böyle olmamın sebebini şu an hatırlamasam da…Ha doğru çünkü ben deli değilim.

Benim için hazırlanan özensiz tepsiyi alıp yere sürtünce ses çıkaran sarı demir sandalyelerden birini yere sürte sürte çektim ve ana maddesini tespit edemediğim sarımtırak masanının üzerine demir tepsimi bıraktım. Sandalyeme oturup onunla birlikte kendimi masaya çekerek yaklaştırdım. Hadi Bismillah.

Tepsimde yumuşamış beş zeytin, kokmuş olmasına inanmak istemediğim beyaz peynir, vişne reçeli, elastik açıdan çok yetenekli bir kaşar dilimi, bir de hafif yanıkları olan kaşarlı mı yoksa sucuklu mu olduğunu ısırınca anlayacak olduğum küçük tost var. Yemem lazım. Ve yedim.Öyle yaptım. Çok da önemli bir ayrıntı değil. İnsanların yemek yemesinin sanatsal olmasının ne anlamı var? Neticede karnımız doysun diye yiyoruz. Böyle anlamsız bir yaşamda karnımın doymasının da bir anlamı varmış gibi..Hahahah.

Kendi kendime sırıtırken karşımdaki sandalyenin gıcık bir sesle çekilmesiyle deli sanmasınlar diye yüzümdeki gülümsemeye bir son verdim. Yine o sarışın çilli adam geldi yanıma. Tamam tamam iyi anlaşıyoruz. Boyu iki metre olsa da bazen eğiliyo ortada buluşuyoruz.

Sürekli bana sana yardım etmek istiyorum, beni dinle, iyileşeceksin falan diyor. Hasta mıyım ki? Değilim. Yine yüzüme her zamanki gibi ışıklı gözleri ve gülümsemesini saklayamadan bakıyor. İnce dudakları beni korkutmuyor değil. Benim de dudaklarım ince ama onun resmen dudağı yok. İnce dudaklarının arasından çıkan “Günaydın” ile birlikte ona boş boş bakmayı bırakıp “Günaydın İlker” dedim. Gözleri neşeyle büyüdü büyüdü büyüdü ve sakince kıkırdadı. “İsmimi unutmamışsın.” Neden unutayım ki ismini? Deli mi ne!

Gülümsemedim. Gerek yok. O gülmeye devam etti. “Bugün teste gireceksin.” Neeeee! Ama ilaçları içmiyorum ki. Bu test işi hani ayda bir yapılacaktı? Neden şimdi? İlaçları içmediğim anlaşılacak. Al başına belayı. Bu sefer gerçekten kurtaramam paçayı. Beni de diğerleri gibi..Yani sürekli sorun çıkarıp kendilerine ve etrafa zarar veren diğerleri gibi ahh hayır. Yediğim yanık tost da boğazımda mı kalsın? Bu nasıl dünya düzeni?

Korkunç bir hâl alan yüz ifademin farkına varmış olacak ki “Merak etme ben halledeceğim.” dedi. Nasıl halledeceksin? Sen kimsin! Allahım beynim zonkluyor. Görüş açım bulanık, beynim bulanık. Kaşlarımın çatıldığını hissediyorum evet hissediyorum. Birden oturduğum sandalyeden doğruldum. Sandalye hızımla şoka uğrayıp geriye doğru kaydı ve pat!

"Sakin ol, bana güven, halledeceğim." seni tanımıyorum neyine güveneyim? Demedim. Neden tanımıyorum? Ne zamandır buradayım? Burası neresi? Bak onu biliyorum. Deli hastanesi. O zaman burdakiler deli. Ben de bunları nasıl iyileştireceğimi bilmediğime göre.. Hayır hayır ben deli değilim. Olamam.

"Melek, güven bana lütfen." güvenmiyorum. Sandalyemi kaldırıp tekrar yerime oturdum. "Nasıl?" doğru, nasıl halledeceksin? "Bir şekilde halledeceğim." hangi şekilde? "Evet hangi şekilde?" yüzüme öylece bakakaldı. Gözleriyle bir şey arar gibi onları sağa sola çevirdikten sonra "Önceden yaptığım gibi." diyebildi.

Önceden ne yapmıştı ki? Soru soran gözlerimi ona kaldırdığımda ayaklandı. "Sonra görüşürüz" diyerek göz kırptı. Ne ayaksın sen olum? Ve gidiyor. Evet gidiyor. Şimdi ne yapacağım? Bütün gün acı mı çekeceğim? Neden acı çekeceğim ki? Ahhh bir şey hatırlasaydım ne olurdu?

Madem deliyim tepsimi de siz kaldırın. Ohh dünya varmış. Sağ elimi masaya bastırdım ve yine doğruldum. Beni kim tutar? Kaşlarımın aynı çatıklığıyla yemekhaneden çıktığımda daha önce hiç görmediğim - Gerçi kimi daha önce görüp görmediğime nasıl karar vereceğim?- ama hayır bunları hiç görmedim.

Bu gözlüklü ve jilet gibi giyinmiş herifler de kim? Ve ellerindeki kutuda ne var? Sana ne? Git zıbar. Aynen. Yine yatakhane yolları göründü.

Tam merdivenlere yönelmiştim ki yine o ses yükseldi. Herkesin duyduğu o ses. Hoparlörden gelen o ses. "Herkes büyük salona toplansın." büyük salon mu? Uyuyacaktım. Oof. Bu deliler orayı nasıl bulsun? Burada bir saçmalık sezdim. Herkes gidiyor sanırım. Hadi nursuz Melek biz de gidelim.

Bu sefer aşağıya inen merdivenlere yöneldim, diğerlerini yönlendiren ve diğerleriyle birlikte. Tüm deliler toplandık, toplandık. Biz onlardan hoşlanmadık, hoşlanmadık. Bir sürü kırmızı koltuk ve küçük bir kürsüden oluşan büyük salona ittirile ittirile girdikten sonra bazılarına rağmen özenle seçtiğim koltuğa oturdum. Sağımı solumu da boş bıraktım. İnşallah kimse gelmez. Ben bunlarla anlaşamıyorum. Çünkü deli değilim. Değilimm.

Bir saniye… Ön taraftaki koltuklara o jilet gibi herifler oturmuş. Acaba onların da tarzı bu mu? Aman neyse of. Bana ne. "Beni mi derdi aldı" der bizim oradakiler. Hangi bizim?

Kürsü yavaş yavaş doluyor. Beyaz gömlekliler ve… İlker de orada. Yüzünde tedirginlik sezdim. Halledemedi mi acaba? Biliyordum. Bana da deli gömleğini giydirecekler. Saçmalama! Sen o kadar önemli değilsin. Her şey seninle ilgili değil. Silik hayatıma olduğum yerden rahatça silik silik devam edebilirim.

Mikrofondan yükselen sesle herkes aynı yere odaklandı. Tabi bu kısa sürdü çünkü sevgili deliler -ben hariç- şaşkınlıkları geçtikten sonra yine kendi âlemlerine döndüler. Ama mikrofonu eline alan kişi bizi kendisine odaklamaya kararlıydı. “Hey! dinleyin artık!” diye çığırdı beyaz gömleğinin yakasına taktığı kravat ile kıpkırmızı olmaya yüz tutan genç adam. Yine aynı kısa süreli sessizlik ve yine aynı sessizlikten kopuş… Burayı atlayamıyor muyuz sıkıldım da.

“Her şey sizin için! Aranızdan gönüllü birini başka bir hastaneye göndereceğiz. Orada çok daha rahat edeceğinden eminim.” Yüzündeki sinsi gülümsemeden bunun böyle olmadığını anlayabiliyorum. Ama diğerlerinin bir şey anladığını sanmıyorum. Neyse kimin ne anladığının önemi yok.

“Bakın oranın çok daha rahat ve güzel olduğunun teminatını verebilirim.” Yav he he. Aradan biri bağırdı; “Ben gitmemmm, ben gitmemmm. Fadimem buraya gelecek. Ben gitmem.” Zorla götürmüyorlar be hacı amca. Kimse gönüllü olmazsa belki.

“Gönüllü yok mu? Siz ciddi misiniz?" Hayır biz deliyiz. Yani burada olduğumuza göre. Ben olayım bari. Elimi havaya kaldırdığımda diğerlerine odaklandıkları için beni fark etmediklerini fark ettiğimde ayağa kalktım. İlker’in bende duran bakışlarıyla gözleri kocaman açıldı. Dudaklarının arasından sessiz bir “Hayır” çıktığını..

“Güzelll. Bir gönüllümüz var.” diyerek sırıtan sinsi herifle gözlerimiz kesişti. Neden bilmiyorum ama bir şekilde de buradan gitmek istiyorum. Sıkıldım artık kendimi bile bilmemekten. Her gün aynı şeyleri aynı boş hafızayla tekrarlamaktan. Buradan çıkmak istiyorum. Oraya gittiğimde daha beter şeylerle karşılaşacağımı düşünmeniz muhtemel. Lakin ben pisi pisine onların tuzağına düşecek…

Bir dakika zihnimdeki bulanıklık dağılıyor sanki. Deli olmadığıma bir kez daha inanıyorum. Hatırlamıyorum, bilmiyorum ama ben deli değilim. İlaçları kullanmamak için, daha da kötü bir zihne sahip olmamak için çabalıyorum. İlker’ in itirazları salonda yükselirken bütün o tanımadığım adamların gözleri üzerimde dolanıyor.

Ne diyordum? Ben pisi pisine yem olacak Melek değilim. Bu sefer özgürlüğüme uçacağım. Kaçmanın bir yolunu bulacağım. Evet evet yolculuk sırasında bunu gerçekleştirmem daha kolay olur. Çünkü buradaki üç saatlik sınırlı bahçe molamda bile gözetleniyorum. Hatırlamadığım her şey için, benliğime kavuşmam için bu kaçış şart olmalı. Beni burada iyice delirtiyorlar.

Herkes güle oynaya salondan çıkarken ben de bahçe molamı kaçırmamak için aralarından sıyrılıp hızlıca bahçeye koştum. Gözlerimi yumup başımı göğe doğru kaldırdığımda özgürlüğü yudumladığımı hissettim. Huzurun kokusu…Baharın kokusu.

Kolumun hızla geriye doğru çekilmesiyle mecburen o tarafa dönüverdim. “Sen delirdin mi! Ne gitmesinden bahsediyorsun! Git ve onlara vazgeçtiğini söyle! Bak orası anlattıkları gibi bir yer değil!”

Kolumu hızlıca çekerek parmaklarının arasından kurtardım. “Benim meselem ne oldu? Yani test meselesi?” diyerek konuyu güzel bir yere bağladığıma inanıyorum.

“Melek! Konumuz şu an bu mu!” Değil biliyorum ama benim bilmek istediğim bu. Sence senin açtığın konuyu umursuyor muyum?

“Önce sen cevap ver.” Böylelikle ona güvenmemi sağlayacak materyaller elde edebilirim. Saçlarını sıkıntıyla karıştırıp gözlerini gözlerimle birleştirdi.”Testte sorun çıkmazdı çünkü ben sana ilaç veriyorum.”

Neğğğğğğğğğğğğğ! Gözlerimdeki şaşkın kızgınlıkla onu yakabileceğimi düşündüm de…Neyse. “Ne!” Diyebildim. Çirkin fikirlerimi öğrenmese iyi.

“Sen ilaçları bir yerlere atıp yok etsen de ben senin yemeğine karıştırıyordum. Yani üzgünüm ama bu ilaçları kullanman senin için iyi.” Dedi bir de pişkin pişkin. İyiymiş! Ne iyisi! Kafam yeni yerine geldi! Demek bunun yüzünden zihnim sürekli bulanıyordu. Pis herif! Bir de her dakika yanıma geliyor.

"Bir şey söylemeyecek misin? Hadi git vazgeçtiğini söyle onlara. Çok geç olmadan bunu yapmalısın." Hıhım hemen. "Meleeek, lütfen. Lütfen." Çok yalvardı be. "Peki" dememle çehresi mutlulukla aydınlandı. Elini omzuma koyup bir şey söyleyeceği sırada ters bakışlarımla elini çekti "Hadi birlikte gidelim" diyerek gülümsedi. Umursamayan bakışlarımla sinirini bozup "Ben tek hallederim" dedim ve ilerledim.

Arkamdan nasıl baktığını görmek isterdim ama ben arkama dönmem. Neyse, gidelim bakalım. Bahçe molama elveda mı diyoruz? Tabi ki de onlara gidip de vazgeçtiğimi söylemeyeceğim. Elbet söyleyecek başka bir şey bulurum.

Mermer merdivenleri hızlıca çıkarak kendimi içeriye attım. Diğer arkadaşlar bahçeye yeni çıkıyorlardı. Gülene gülüp diğer merdivenleri de tırmanarak normal şartlarda çıkmamızın yasak olduğu o kata ulaştım.

Elinde kutuyla odadan çıkan mini etekli, kahverengi saçları özenle toplanmış hanımefendiyle koridorda karşılaştığımda ona yapmacık bir gülümseme göndererek odanın kapısına doğru ilerledim.

Tam kapıya vuracağım sırada gelen sesle başımı az önce karşılaştığım hanımefendiye çevirdim. İlker mi? İnanamıyorum. Çarpışmışlar ve İlker ona kutudan dökülen küçük, kırmızı sıvıyla dolu tüpleri toplamasında yardım ediyor. Ne ki onlar?

İlker tüpleri topladıktan sonra hemen başını bana doğru kaldırdı. Doğrulup hızlıca yanıma geldi. "Birlikte girelim." ben bundan kurtulamayacak mıyım? "Düşündüm de ben gideceğim." Kaşları çatıldı kolumu tutup beni ileriye doğru sürükledi.

Kameranın tam altındaydık şu an. Yani altında derken bizi almayan açısında. Kör noktada! "Biz senle konuşup az önce kararlaştırmadık mı? Neden birden vazgeçtin?" sinirliydi, bu çok belli.

"Neden burada kalmamda ısrar ediyorsun?" güzel soru. "Oranın anlatıldığı gibi bir yer olmadığını sana söyledim." gözlerini bana dikmiş konuşurken ellerini arkasına götürmüş bir şey yapıyordu.

"Napıyorsun?" dediğimde tek kaşı hafifçe kalktı ve elini hızla boynuma götürdü. "İlaç zamanıııııııı" diyerek sırıttığında elindeki iğne çoktan damarımla buluşmuştu. Acıyla gözlerim kocaman açıldığında dudaklarımın arasından çıkan tek şey "Aah" oldu.

Elimi duvara yaslayıp yavaşça yere çöktüm. Hiçbir zaman ilaç içtiğimi hissetmemiştim. Aslında bakarsan ben içmiyordum ve onun bana içirdiğini de fark etmemiştim. Ve hiçbir zaman böyle bir acıyla karşılaşmamıştım.

Yutkunduğumda kolumun altına girip beni yerden kaldırdı ve birlikte koridorda ilerlemeye başladık. "Senin için en iyisi bu. Biraz dinlendikten sonra sana ne söylediysem onu yapacaksın." Şu an söylediklerini sanki bir yılan fısıldıyormuş gibi tiksintiyle dinledim. Bana ne yaptı? Etraf kararıyor…

🏵️🏵️🏵️

Yanıyorum..Yanıyorum. Damarlarımın içi yanıyor. Hareket edemiyorum. Bu acıdan sıyrılmam gerekiyor. Her uzvumu kim bağladı? Düşecekmiş gibi bir his…

Gözlerim birden açıldığında karşımdaki koltukta oturan jilet takımlılardan birisi bana gülümsedi. Huzursuzlukla etrafıma bakındım. Çoktan yola çıkmışız. E ama ben… En son… İlker! Ama o gitmemem için… Ahh ne oluyor böyle!

“Ne zamandır uyuyorum?” Bu sorunun cevabını merak ediyorum evet. “Bir saat falan oldu.” dedi gülümsemeye devam ederek. İlker’ i sorsam mı? Aman bana ne. Şimdi önemli olan buradan nasıl kaçacağım.

“Ne zaman mola vereceğiz?” başka türlü kaçamam. “Ne molası?” ne molası olabilir kaçma molası. “Tuvalet molası.” diyerek sevimli bir şekilde sırıtmaya çalıştım. Evet arkadaşlar çalıştım, kim bilir neye benziyorum.

“Gideceğimiz yere kadar sabredebileceğini umuyorum. Çocuk değilsin ya.” uyuza bak sen. “Çocuk değilim ama deliyim.” diyerek tekrar sırıttım. O da sırıttı ve “Deli olduğunu da sanmıyorum. Her ne sebepten oraya düştüysen artık bunun bir önemi yok. Gideceğimiz yer senin için sürprizlerle dolu..Melek.” diyerek göz kırptı.

Pis uyanık. Ne Yapacağım? Düşün düşün düşün. Hah buldum. Araba tutma numarası! Araba tutmasına dair bir anım yok. Üstelik koltuğum da bayağı rahat. Numara yapacaksın zaten. Bu konuda iyi olup olmadığımı hatırlamıyorum. O zaman gerçekten midenin bulanmasını sağla. Mideni bulandıracak şeyler düşün. Midemi kusacak kadar ne bulandırabilir? Sümük, dışkı ıyyyyyh. Seks? Konuyu kapat. Fenalık getiren bir şey olmalı. Ne olabilir…ne olabiliiir? KAN! Evet evet kan. Oluk oluk kan. Metalimsi o koku. Şu an bana bir etkisi olmadı. Offf.

Elbisemin eteklerini yumruklarımla sıktığımda kaşlarını hafifçe çatıp dudaklarını büzdü. “Gerçekten dayanamıyor musun?” heheh yanlış yol doğru yola mı ulaştıracak yoksa. Ona ümitle baktığımda başını olumsuz anlamda iki yana salladı.

“Beni araba tutuyor, birazdan kusacağım.” evet ya kesin yer bunu. Kesin kesin. “Şu an baya iyi gözüküyorsun.” dudağının kenarı kıvrıldığında devam etti “Beyaz elbisenle gerçek bir melek gibisin.” Başımı üzerime eğip elbisemi inceledim…Deli gömleğinden hallice elbisemi. Benimle dalga geçtiği gayet net. Kaşlarımı çatarak başımı ona kaldırdım. “İnşallah üstüne kusarım.” diye çığırdım.

Gülerek başını sağa sola salladı ve “Kusmadığın sürece inmene izin veremem. Sen bizim için çok önemlisin.” dedi. Ne önemlisi “Sıradan bir deli sizin için neden önemli olsun ki?” Çok mantıklı. “Deli olmadığının farkındayım. Madem kaçmaya çalışacaktın neden gönüllü oldun?” o kadar mı belli oluyor kaçmak istediğim? Ve kaçmak için gönüllü oldum akıllım.

“Öyle bir niyetim yok.” yersen. “Yine de kusmadığın sürece bırakamam. Şansına küs.” yani illa kus diyorsun. Keşke kussam. Offfff! Daha çok kan düşünmeliyim sanırım. Zihnimde canlanan görüntülerle kanım çekiliyor ama midemin maşallahı var. “İyi misin?” içim çekildiğinde yüz ifadem de çekilmiş olmalı. Başımı iki yana salladım gözlerimi yumarak.

“Dayan yarım saatlik yol kaldı.” dayan mı? Yarım saat mi? Zaten perdesi çekilmiş camlar yüzünden dışarıyı göremiyorum. Belki bana acırlar diye diğerlerinin yüzüne masum bakışlar attım. Hiçbiri oralı bile olmadı. Sanırım beni umursamıyorlar. Kaçamayacak mıyım yani? Kaçamazsam ne olacak bana? Nasıl bir yer ki gittiğimiz yer? İşte şimdi tutuşma zamanı. Birine yumruk atsam, diğerinin kulağını ısırsam, ötekine tekme atsam diğer ikisi beni boğar. Çaresiz bir kız çocuğu gibiyim. Nereye gittiğini bilmeyen, başına ne geleceğinden habersiz, yalnız, geçmişi..hatta geleceği de olmayan.

Keşke bilseydim. Kimdim ben? Adım gerçekten Melek miydi? Annem, babam var mıydı? Ya kardeşim? Kaç yaşındayım? Aynaya baktığımda genç biriyle karşılaşıyorum. Çocuksu bakışları olan ve buna rağmen gözlerinin yanlarında çizgiler, altlarında çukur ve morluk olan bir genç. Neden delirdim acaba? En çok merak ettiğim şey. Sanırım en çok merak etmen gereken sana ne yapacakları olmalı. Tahmin bile yürütemiyorum. Bir deliyi ne yapsınlar ki? Tamam deli değilim ama ben olmasam başka birini alacaklardı ve o deli olacaktı. Bir deli ne işlerine yarar ki?

Belki de İlker’ i dinlemeliydim. Ama hayır o bana çaktırmadan ilaç veriyormuş. Ve boynuma soktuğu o iğne. Boynum hâlâ sızlıyor. Ama neden bulanık hissetmiyorum? Her şey çok net. Ve burası gittikçe sıcaklaşıyor.

“Arabanın camını indirebilir misin?” yine olumsuz anlamda başını iki yana salladı. Bıktım. “Yanıyorum ama.” evet yanıyorum. “Sabret.” her şeye de sabret! Artık sinirleniyorum! İçim yanıyor! “Yanıyorum!” kaşlarını çatıp korkunç birine dönüşerek bağırdı “Sabret dedim!” umutsuzca başımı öne eğdim. Yüzünü bile hatırlamak istemiyorum! Yanıyorum diyorum! Yanıyorum! Damarlarımdan akan kan bile yanıyor. Sanki beynim kaynıyor.

“Ahhh” içimden kopan acıyla gözlerimi sımsıkı yumup yumruklarımı sıktım. Başımın geriye doğru düşmesiyle yanımdakilerden biri nihayet konuşabildi “Abiii gerçekten yanıyoruz.” sadece ben yanmıyormuşum. “Kapıları açıııın!” cidden yanıyoruz galiba.

Arabanın kapılarını açtıklarında herkes dışarıya doğru hücum etti. Bense.. bense hissettiğim yangınla kendimi dışarıya zor attım. O an gelen patlama sesiyle kulaklarımın da patladığını hissetim.

Gerçekten uçabiliyorum diye sevinecekken sert zeminle çarpıştığımda bir kuş değil, melek de değil sadece bir insan olduğumu fark ettim. Görüş açımda hâlâ alevler varken “Ahh” diye inleyerek gözlerimi kapattım. “Yanıyorum…yanıyorum…yanarak ölmek istemiyorum.”

🏵️🏵️🏵️


Loading...
0%