@zehratugral
|
8.Bölüm Yıl 1830 Amaris tekrar aynanın karşısına geçti, tekrardan taradı saçlarını, üstünü başını kontrol etti. Beyaz bir elbise giymişti, askılıydı, ayaklarına kadar uzanıyordu. Belinden bağlamalı bir kemeri açık mavi renkliydi.
Masada duran makyaj malzemelerine baktı bir süre, sonra vazgeçti. Bu gün doğum günüydü, 18 yaşına giriyordu ve Herman'da kutlamak için onlara gelecekti, Herman'ın gelmesi onu ekstra heyecanlandırıyordu.
Saate baktı, 18,55...Herman 19.00'da gelecekti, tekrar saçlarını düzeltti, üstünü başını kontrol edip odadan çıktı. Annesi mutfakta yemek yapıyordu, salona büyük bir sofra kurulmuştu, Amaris sofraya bir bakış attı, sevdiği bütün yemekler vardı. Annesi bu doğum gününe diğer doğum günlerinden daha çok özenmişti. Mutfağa ilerledi. "Anne." "Canım?" "Bu güzel sofra sadece doğum günüm için mi?" Carol doğradığı domatesi bırakıp ona döndü. "Tabii ki, başka neden olacak?" Amaris omuz silkti. "Bilmem, sanki başka bir şey var gibi..." Carol gerildi, tezgaha dönüp domatesi doğramaya devam etti. "Anne? Ne oldu?" Carol derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. "Bu sefer ki doğum günü hediyen biraz farklı." "Nedir, nedir? Şimdi alabilir miyim? Çok merak ettim." Amaris heyecanla hareketlenmişti, bu Carol'u daha çok gerdi. "Akşam...Herman gittikten sonra vereceğim. Biraz özel." Amaris ofladı, merakı git gide artıyordu. "En azından ipucu verebilir misin?" Kapı tıklatıldı, Herman gelmişti, Amaris heyecanla kapıya koştu, saçını son kez düzeltti. Ardından derin bir nefes alıp kapıyı açtı. Herman elinde bir kapla kapıda duruyordu, beyaz bir gömlek giymişti, altında da lacivert bir kumaş pantolon vardı. Sarı saçlarını düzenli bir şekilde taramıştı, bu gün için özendiği belliydi. Amaris saate çevirdi başını, 19.03'tü. "3 dakika geç kaldın." dedi azarlar bir tonda ama alay ettiği açıktı. Herman oflayarak içeri girdi, gözleri salondaki büyük sofraya kaydı. "Bu yemekler üç kişi için biraz fazla değil mi?" "Annem işte." Amaris ilerleyip masanın yanındaki sandalyeye oturdu, Herman da elindeki kabı Amaris'in önüne koyup yanına oturdu. "Elmalı turta." "Kırmızı elma yok mu?" "Az ye de kendine bir uşak tut." Amaris ofladı ama Hemran'ın kendisini düşünüp Elmalı turta yapması onu sevindirmişti. Birkaç dakika sonra Carol elinde salata tabağıyla salona girdi, Herman'ı görünce gülümsedi. "Hoş geldin Herman." "Hoş buldum." Herman da onun gülümsemesine karşılık verdi. Carol da sofraya oturdu. "Hadi başlayabiliriz." Yemek yediler, yemeğe hoş bir sohbet eşlik ediyordu, Amaris arada Herman'la uğraşıyordu, Herman geri durmayıp ona karşılık veriyordu, yemeklerini bitirdiler, sofrayı topladılar ardından Carol pastayı getirdi, üzerinde 5 tane mum vardı, Amaris mumları üfleyeceği anda Herman onu durdurdu. "Dilek tut." Amaris gözlerini kapatıp Annesinin ve Herman'ın her zaman yanında olmasını diledi, onlara sandığından daha çok değer veriyordu. Ardından gözlerini açıp mumları üfledi. Carol pastayı tabaklara ayırmaya başladığında Herman cebinden küçük bir hediye paketi çıkardı. "Al hediye." Amaris Herman'ın bu kaba hareketini bu seferlik görmemezlikten geldi, pembe hediye paketini gördüğünde içinde kelebekler uçuyor gibi hissetti. Uzanıp hediye paketini Herman'ın elinden alıp açtı. Eline bir kolye düştü, ucunda elma sembolü vardı, küçük bir kolyeydi, hayır çocuk kolyesiydi. Amaris Herman'ın onunla dalga geçtiğini anladı. "Dalga mı geçiyorsun benimle?" "Belki biraz." Amaris Herman'ın koluna vurdu. "Pislik." Herman kendini tutamayıp güldü, Amaris'in hayal kırıklığı gözle görülür şekilde ortadaydı. Elindeki kolyeyi masaya bırakıp kollarını kavuşturdu. "Tamam tamam, asıl hediyen dışarıda." Amaris'in heyecanı geri geldi, kapıya koşup kapıyı açıp dışarıya baktı, ama hava çoktan kararmıştı ve hiçbir şey görünmüyordu. "Hani nerede? Göremiyorum nerede?" Herman da yanına geldi, evden çıkıp bir ağacın yanına ilerledi ve uzanıp bir daldan elma kopardı. Elmayı Amaris'in avucuna bıraktı, Amaris avucunda ki elmaya baktı, bu elma kırmızıydı ama bu ormanda hiç kırmızı elma ağacı yoktu ki. "Bu ormanda hiç kırmızı elma ağacı yok ki." "Artık var." Amaris şaşkınlıkla donup kaldı, hediyesinin ne olduğunu anlamıştı. "Sen mi diktin?" Herman başını onaylarcasına salladı. Amaris elindeki elmadan bir ısırık aldı, yediği en tatlı elmaydı belki de ona öyle geliyordu çünkü Herman dikmişti bu elma ağacını, kim bilir ne zaman dikmişti de Amaris fark etmemişti. Küçükken olsaydı hemen fark ederdi ama büyüdükçe ormana olan ilgisini kaybetmişti.
"Teşekkür ederim." dedi mahçup bir ifadeyle, şüphesiz bu aldığı en güzel hediyeydi. "Önemli değil, Redwich'in gelecekteki Kralı olarak Redwich'deki elma kıtlığının önüne geçmek görevim." Elini göğüsüne vurdu gururlanırcasına Amaris gözlerini devirip eve girdi, masadan pasta tabağını alıp kendini koltuğa attı. Elmayı yanına koyup pastayı yemeye başladı, Herman da eve girdi, masanın üzerinde duran kolyeyi alıp Amaris'in yanına oturdu.
"Kolyeyi takmayacak mısın gerçekten?" Amaris Herman'ın elindeki kolyeye baktı, ne kadar dalga geçmek için almış olsa da sonuçta onu düşünerek almıştı, bu bile takması için yeterli bir sebepti.
"İyi, ver takayım." Amaris Herman'ın elindeki kolyeye uzandığı sırada Herman kolyeyi kaçırdı. "Hiç romantik değilsin." Yüzünü buruşturdu. "Ne?" Herman koltuktan kalkıp Amaris'in arkasına geçti, Amaris'in saçlarını ensesinden çekip kolyeyi boynuna taktı, Amaris Herman'ın nefesini ensesinde hissettiğinde tüyleri diken diken oldu, yüzüne kanın hücum ettiğini hissetti. Herman geri çekilip Amaris'in saçlarını düzeltti, ardından Amaris'in arkasından çıkıp önüne geçip kolye takılı boynuna baktı, kendini tutamayıp sesli bir şekilde güldü.
"Gülme!" diye uyardı Amaris. "Bu kadar yakışacağını düşünmemiştim, aynı 6 yaşındaki haline benzedin." "Gülme, çıkarırım bak!" Herman kahkahalarını kontrol altına aldı.
"Tamam tamam." Herman'ın gözü saate kaydı, saat çoktan 22.00 olmuştu, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı bile, Amaris'in yanında zaman çok hızlı geçiyordu. "Ben artık gitsem iyi olacak." diye mırıldandı Herman isteksizce, gitmeyi istemediği açıktı ama başka çaresi yoktu. "Hemen mi?" Herman başını onaylarcasına salladı ardından mutfakta bulaşık yıkayan Carol'un yanına ilerledi. "Her şey için teşekkür ederim, yemekler çok lezzetliydi." Carol bulaşıkları yıkamayı bırakıp ıslak elini önlüğüne sildi. "Herman gidiyor musun? Biraz daha otursaydın." "Bir dahakine artık." Herman kapıya ilerledi, Amaris ve Carol da ona eşlik etti. "Gene gel." Herman Carol'a başını sallayarak onu onayladı, Amaris'e dönüp boynunda ki kolyeye baktı son kez. "İyi ki doğdun." diyip gülümsedi, ardından Amaris ve Carol'a el sallayıp ormandan ayrıldı, Amaris o ormandan ayrılana kadar gidişini izledi.
Herman'ın diktiği elma ağacının yanına ilerledi, parmak uçlarına kalkıp bir elma kopardı, elmaya baktı bir süre, Herman onu çok iyi tanıyordu, sevdiği sevmediği şeyleri çok iyi biliyordu, yaptığı her şey onun için çok anlamlıydı. Elindeki elmayı sıkıca tutarken diğer elini de kolyeye götürüp kolyenin ucunu tuttu ardından kendi kendine güldü, elmayı elinde sıkıca tutarak eve girdi kapıyı arkasından kapattığında salonda koltukta oturan Annesini fark etti, elinde bir kağıdı sıkıca tutuyordu. Gözleri yere sabitlenmişti, Amaris yanına ilerledi.
"Anne?" Carol Amaris'in sesini duyduğunda yerinden sıçrdı, başını kaldırıp Amaris'e baktığında Amaris Annesinin gözlerinin yaşlarla dolu olduğunu gördü. Amaris yanına oturdu, elmayı bir kenara bırakıp Annesinin elini tuttu. "Anne, ne oldu?" Carol'un gözünden bir iki damla yaş düştü ama hemen sildi. Elindeki zarfı ona uzattı yavaşça, eli titriyordu.
"Bu sene ki doğum günü hediyen." Amaris'in kafası daha da karışmıştı. Annesinin elindeki zarfı aldı, eski sararmış bir zarftı, zarfı açıp içindeki dörde katlanmış kağıt parçasını çıkardı, kağıt da en az zarf kadar eskiydi, sapsarıydı. Amaris kağıdı açıp okumaya başladı.
Bebeğime... Henüz doğmamış olsan da seni her hücremle hissediyorum, bu hissi sana tarif etmemenin bir yolu yok ama umarım bir gün sen de yaşarsın ve umarım bu süreçte benim gibi yalnız olmazsın. Bu mektubu okuyorsan ben yanında değilimdir ve sen 18 yaşına girmişsindir. Öncelikle iyi ki doğdun bebeğim, iyi ki doğdun, her şeye rağmen. Belki de beni hiç tanımadan büyüdün, belki adımı bile duymadığın, sana 9 ay boyunca ev olan kişiye dair aldığın ilk şey bu mektup belki de o yüzden sana kendimden bahsedeyim. Ben Lenora, Lenora Synder, Annenim. Biliyorum kafan karışık ama açıklayacağım. Sana bu mektubu yazıyorum çünkü ölümü ensemde hissediyorum, bir nefes kadar uzağımda, biliyorum ki seni asla kucağıma alamayacağım, asla sevmeyeceğim, doyasıya öpemeyeceğim özür dilerim. Ama bilmelisin ki hiç tanımadığın bu kadın seni çok seviyor, kendi canından bile fazla. Bir hata yaptım, gençlik hatası ve o hata beni bu gün olduğum yere sürükledi. Aşık oldum, aşık olmak kimi zaman en büyük şansken benim en büyük şanssızlığımdı, çünkü yanlış kişiye aşık oldum. Aşık çok güzel bir duygu, ama hiçbir zaman duygularının mantığının önüne geçmesine izin vermemelisin. Ben beni hamile olmama rağmen gözünü dahi kırmadan uçurumdan aşağı bırakacak birisine aşık oldum, sevildiğimi sandım, sevdiğim kadar sevildiğime inandım fakat yanılmışım. Bazen bazı sevgiler tek taraflı olurmuş, bazen karşındaki seni senin onu sevdiğin kadar sevmezmiş, gözünü dahi kırmadan bırakabilirmiş elini. Baban benim elimi bıraktı, o uçurumda tuttuğu elimi bıraktı. Gene de ona karşı kin gibi bir duygum yok. Fakat senin hak ettiğin yerde olmanı istiyorum, damarlarında akan Kraliyet kanının farkına var, çünkü sen Greenwich'in Prensi Harvard Petrick'in çocuğusun. Belki sen bu mektubu okurken Kral olmuştur, evlenmiştir ve bir çocuğu olmuştur. Fakat Greenwich'in ilk ve tek varisi sensin, bunu unutmamalısın. Güçlü olacaksın, Babanın karşısında dimdik duracaksın. Hakkın olanı alacaksın, kim olarak ve nasıl birisi olarak yetiştiğini bilmiyorum ama unutacaksın, kim olduğunu nasıl yetiştiğini unutacaksın bu güne kadar öğrendiğin, gördüğün bildiğin her şeyi unutacaksın, geçmişini unutacaksın geleceğini öğrenmek için. Tahta geçecek ve gücünü göstereceksin, mantığını duygularının önüne koyacaksın çünkü duyguların seni bitirir, duyguların senin sonun olur tıpkı benim olduğu gibi. Kimse seni kabullenmeyecek, kimse seni istemeyecek, herkes karşında duracak seni ezmeye çalışacak, yıkmaya çalışacaklar seni, en çok da Baban ama sen güçlüsün. Ne olursa olsun bir mektuptan tanıdığın bu kadın seni çok seviyor. -Lenora Synder.-
Amaris ağladığını kağıda düşen damlalardan anladı. Başını mektuptan kaldırıp yanındaki Carol'e baktı, başını ellerinin arasına almış ağlıyordu. "Bana yalan söyledin." Carol başını kaldırıp ona baktı şaşkınlıkla. "Bana yalan söyledin, sen benim Annem değilsin." "Amaris...öyle değil." "Bana yalan söyledin." Amaris koltuktan bir hışımla kalkıp kapıya koştu, evden çıkıp kendini ormana attı, Carol'un de peşinden geldiğini duyduğunda koşmaya başladı. "Amaris!" Duymamazlıktan geldi, görmemezlikten geldi, başı dönüyordu, midesi bulanıyordu iğrenç hissediyordu. Rüzgar yüzüne çarpıyor ve ıslak yüzünü üşütüyordu. En sonunda bir dala takılıp yüz üstü yere düştü, bu patlama noktasıydı, sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Bildiği her sey bir yalandı, bir yalan içine doğmuş ve o yalanda sahneler kurup oynamıştı, asla bildiği kişi olmamıştı, Amaris değildi ki o. Kimdi bilmiyordu, bir mektuptan tanıdığı ve öz Annesi olduğunu söylediği kadın ona kim olduğunu unutmasını söylüyordu, varis olduğunu söylüyordu tahta geçmesini istiyordu. Amaris bu yolda nasıl yürüyeceğini ve kim olacağını bilmiyordu, ama iyi şeyler olmayacağını biliyordu. Bu yolun sonu karanlıktı, bu yolun sonu görünmüyordu. |
0% |